25 Nisan 2010 Pazar

102- ŞİİR VE YAZI YAZMAK!- 1

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 09 Haziran.2009

                

  102- ŞİİR VE YAZI YAZMAK

            “Benim yazdıklarımı okuyanlara, ya da okumak İsteyenlere bir öneri var:
    Duyguluysanız, lütfen bir şeyler karalayınız.  İnanın Size çok iyi gelecektir.
                                                                     SAYIN ADALET PELİT


Bendeniz; bu sitede, bu denli yetenekli ve bu denli güzel insanlar bulacağımı tahmin etmiyordum.
Sağ olsunlar, Sayın Emine Hanımefendi ve Yiğit Dostum ve dahi Meslektaşım Emekli J.KDV. Albay Sayın Ahmet Avcı. Veni, vidi, visi! Benimkisi ters oldu: GELDİM, GÖRDÜM VE YENİLDİM!
            Sayın Adalet Pelit Hanımın yukarıdaki yazısı, beni böylesine zor bir yazı yazmaya yöneltti. Kendisine bu konuda da saygılarımı sunarım.

            Haddim olmayarak; yetenek kazanmak zor bir iş değildir diyeceğim ve dahi örnekler vereceğim.
            Bendeniz; Uşak’ta görevliyken, çeşitli okullara Milli Güvenlik derslerine, öğretmen subay olarak, giderdim. Özellikle de; Uşak İmam-Hatip Lisesi öğrencilerine verdiğim ödevleri, senelerce sakladım.
Sonra; kapanın elinde kaldı.
Menemen, Kubilay olayını araştırmak; Bursa nutkunu analiz etmek, laiklik nedir ve ne değildir? Amasya Genelgesinin çağdaşlık açısından önemi nedir?
Öğrencilerimin; Mustafa Kemal ve ATATÜRK adlarının geçtiği yerleri yaldızlamış olduklarını gördüm.
            Emekli olduktan sonra; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken, Can Dostum, Atatürkçü bir öğrencimin dershanesinde müdürlük yaptım.
 Öğrencilerimizi, şiir ve yazı yazma konusunda yüreklendirdim. Seçici kurulumuzun seçtiği şiirleri ve yazıları ilan tahtasına astık.
Bu tutum ve davranışımız, tüm öğrencileri ve öğrenci velilerini yüreklendirdi. Bir özel okul müdürü olsalardı; ne yapmak isteyecekleri hususunda ödevler verdim. Çok iyi sonuçlara da ulaşmıştık.
            Biz üç erkek kardeşiz. Yaşça en büyükleri benim.
Küçük kardeşim İrfan Konur Türkoğuz; Hava albaylığından emekli oldu. Önceleri, benim zorlamamla, şiire özendi. Bugün, hepimizi geçti.
TRT. Repertuarına kayıtlı ons ekiz şarkısı var. Emekli olduğu sene dört şiir kitabı birden yayımladı. 1985’te yazdığı,”Yüz yıllık öykü Atatürk’ten adlı, 750 mısralık epik destanına ben de katkılarda bulunduğum için 1999 senesinde; Zonguldak’ta, ikimizin imzası ile yayımladık.
Yayımlanmış romanları var. Şarkılarının bir kısmı, yarışmalarda, ilk ona girmişti.
            “İçimde sen olmasan, bu canı taşımazdım;/ Sensiz geçen bir günü, inan ki yaşamazdım” güzel şarkılarından birisidir.
            Gelelim; İlkokulu bitirip, zorluklar yüzünden, köyümüzde kalan Süleyman Sami Türkoğuz’a. O da, hevesle başladığı şiir yazmaya, düz yazıyı ve makaleleri ekledi. Menemen yerel gazetelerinde, şiirleri ve makaleleri yayımlanır.
Son olarak; köyümüzün yüz senelik sosyal olaylarını irdeleyen; ”Topal Memet” adlı bir roman yazdı.
İşin rastlantısına bakınız; ben bu yazıya başladığımda; posta ile iki şiiri ve Avrupa Topluluğu ve Türkiye konulu makalesi geldi.
            Yazı ve şiir yazma işini gözümüzde büyütmemek için, bu şiirlerin birisini sizlerle paylaşmak istiyorum.                               

SEVGİM, DÜNYALAR KADAR.

          “Gözümde yaş olsan da silmem seni,
            Belki de sana bir zararım dokunur.
            Sensiz cenneti verseler de girmem,
            Aşkıma, sevgime ihanet olur.

            İhanet etmemi bekleme benden;
            Hayatım sensizse, bir zindan olur.
            Tanrıma dualar, sen için benden,
            Bakarsın zamanla bir kabul olur.

            Dünyada sevgiler hep benim değil;
            Herkesin gönlünde bir sevgisi var.

            Napayım vermişim gönlümü sana,
            Sana olan sevgim, dünyalar kadar.

            Andıkça adını gözüm yaş dolar,
            Ödül verselerdi tüm âşıklara,
            Tüm ödüllerde de benim hakkım var.
           
           Bu Süleyman Sami Türkoğuz, çok velut bir Yörük Ozanıdır. Ölen bir garibin arkasından yazdığı şiirin final bölümünü de vermek istiyorum:
                                                                                          
  “Ahreti sormayın, daha varmadım,
Yolculuğa yeni çıkmışım şimdi.
 Bir kez olsun yaşamayı tatmadım,
             Beni bilenlere tez sorun şimdi.

 Gömün bu garibi, gömün kabire,
 Toprak atın üstüme habire.
 Sevdiklerim oturup ta sedire,
 Fatiha okuyun, okuyun şimdi.
           
             Şiir yazmak için, ilham belasının eline esir düşenlerin vay haline. Yanlarında kâğıt ve kalem bulundurmazlarsa, bin kere vay, vay hallerine.
 Bendeniz; Genç bir subay iken; Başbakanlıkta görevliydim. Eski Başbakanlığın birinci katın sağ tarafındaki tuvalete girdim. Şiir yazmak için değil, ufak bir defi hacette bulunmak için! Aklıma, kenef ile hiç te ilgisi olmayan bir şiir düşmesin mi! Çok sinirlendim; ilham perisinin beni kenefte de izlemesine. Kalemimi çıkardım; sırf onu rezil etmek için, helânın duvarına.
            “İlhamsan, ilhamlığını bil!
              Kenefte de gelinmez ki kardeşim!” yazdım ve çıktım.
Benden sonra, helâyı kullanan. J. Üstçavuş Namık; odama geldi, dudaklarında bir çapkın gülüşle.
            “Komutanım, ne olacak sizin bu haliniz! Her dakika işgal altındasınız. Problemi olanlar her an huzurunuzda. Sizi, kenefte bile ziyaret edenlere iyi bir ders vermişsiniz!” dedi ve gülerek, çıktı, gitti.
            Nusaybin’in Batısında bulunan, Taşlıdere J. Sınır karakolunda, silahlı bir çatışmadayken, aklıma sevdalı bir şiir düşmesin mi! Taşın arkasında, acele, acele yazarken; Tabur komutanı, j.Ön Yüzbaşı Sayın Orhan Çağlargil: “Vuruldunuz mu Komutanım!” Diye sorduğunda.” Bu aşağılık esin, yine beni yüreğimden vurdu”, dedim.     
            Bu İLHAM denilen, ESİN denilen sırnaşık dostunuza yakanızı bir kere kaptırmaya görün. Gece yarısı sizi, Hanımınızın sımsıcak koynundan kaldırır, kâğıt diye, oğlunuzun karnesi üstüne şiirler yazdırır. Ben, bu baş belamdan çok çektim.
Bir öykümüzü daha anlatayım da, bana hak veriniz.
            Fi tarihinde; Turgutlu İlçe j. Komutanı olan çok kibar ve çok çalışkan olan yüzbaşıyı tayin ettirdiler.
Acele ile şimdi ölmüş bulunan J. Genel komutanı Orgeneral Sedat Osman Celasun’un huzurlarına çıktım. Beni, masasının bitişiğine oturttular. Hararetli bir savunma yaptım. Tayin olayının iradesi dışında yapıldığını da hissetmiştim.
O anda, bu ilham denilen şımarık dostum, devreye girdi. Olayla yakından ve dahi uzağından hiçbir ilişiği olmayan bir şiiri masanın üstüne koydu. Rahmetli komutanımdan, bir kâğıt istedim ve yazmaya başladım:
           “Yaşam seninle olmak, gerçek, gerçek ve düş, düş,
             Yanaklarında gülüş, dudaklarında öpüş.
             Aramızda duygular, iplik, iplik ipince,
            Cennet odama gelir, sen odama gelince.
             Nice yıllar yaşamak, anılarda seninle;
            Etinle, kemiğinle, dudağınla dilinle.”
Bu şiir, tamı, tamına 101 dizeden oluştu. İnanmazsanız, Sayın Ayşe Akdoğan’a sorunuz. Bu şiirin yazıldığı, ATEŞ İLE SU destanı onda mevcuttur.
            Şiir ve düz yazı; her insanda var olan enerjinin ve duygunun yönlendirilmesidir. Her insanda bulunan bu tanrı vergisi, başka, başka yönlere doğru yönlendirilir.
Elektriğin kullanım alanları, duygularımızın kullanılma alanları ile eşdeğerdir İnanmayanlar, her ikisini de karşılaştırabilirler.
Kişi, araba, uçak ve bilgisayar kullanır gibi, kendisini yönlendirme yeteneğine sahiptir.
Demokrasi denemesinde, her şeyi başkalarından ve Tanrımızdan bekleyenler, bunun farkında bile değillerdir!
            Bir canlı ve dahi kanlı örnekle yazımı noktalamak istiyorum:
            Bir İlkbahar günü; Konak’taki Subay Orduevinden çıkıyordum. Kıpkırmızı açmış, şekerli usaresi olmayan bir salkım ağacının çiçeklerini yoklayan arılar, sinirli, sinirli suratıma çarptılar. İşte o an, bu esin denilen şımarık dostum gönlüme bir şeyler düştü.
Kelem var, kâğıt yok. Sol bileğime yazmaya başladım. Bir asker, kâğıt getirerek imdadıma yetişti.
Şiiri şöylece tamamladım.

                        SON DURAK SENSİN, SEN.
            Arı gönlüm çiçek, çiçek dolanır,
            Bal almadan peteğine dönerdi.
            Gönlüm fener olur, güzeller arar,
            Dengini bulmadan hemen sönerdi.
            Yıldızlar göz kırpar, alay ederdi,
            Yaşantım ölümden bin kez beterdi,
            Bir çift yeşil göz, bir ince dal endam,
            Melekleri aratmaz bana yeterdi.
            Aramak delilik, yakarmak boşmuş,
            Gönlüm yıllarca boşuna koşmuş,
            Deli dereler gibi çağlayıp, coşmuş,
            Bir çift bal dudak bana yetermiş.
            Ellerim sarhoştu, gözlerim sarhoş,
            Yokluğunda bir hoşum, inan ki bir hoş.
            Seni sevmek ne hoş, özlemek ne hoş,
            Bir çift güzel göz bana yetermiş.
            Küpe oldu kulağıma sözlerin,
            Eritir, kahreder güzel gözlerin.
            Yolunadır, uğrunadır gözlerim,
            Bir çift bal dudak bana yetermiş
            Seni sevmek ölümlerden betermiş.
            İpek saçın misk, amberle savrulur,
            Deli gönlüm seni arar, seni özler, kavrulur,
            Yaprak olur, rüzgârlarda savrulur,
O kuğu boyunun bana yetermiş.
Keklik olsan senin yüce dağınım;
            Balık olsan yüz bin gözlü ağınım;
            Üzümümsün, çiğnenmemiş bağınım,
            Bir gecen bin çağa inan yetermiş,
Seni sevmek ölümlerden betermiş.
Kâbe olsam ayağının önünde;
            Deniz olsam gözlerinin renginde,
            Cennette kız yoktur senin denginde,
            Bir gecen bin çağa inan yetermiş,
            Seni sevmek ölümlerden betermiş.
            Deli gönlüm uzağında dağlanır,
            Günlerim, aylarım sana bağlanır.
            Ellerim incecik bele dolanır,
            Bir gecen bin yıl bana yetermiş,
            Seni sevmek ölümlerden betermiş.

 Her şiir bir doğum olayının ürünüdür.
Bendeniz; gazetelerimizde okuduğum, çok garip doğum olaylarına hep gülerim.
Bizim kökümüz –Kayı- karakeçilidir. Eşim; durup, dururken, kendi kendime gülmeme bir anlam veremediğinden, bana, keçi hesabı sorar.

            *Bir kadın; Londra’da yeraltı treninde doğurdu! Kahkaha ile gülerim,
            *Bir kadın uçakta doğurdu, kahkaha ile gülerim,
            *Bir kadın takside doğurdu, kahkaha ile gülerim,
            *Bir kadın caddede doğurdu, kahkaha ile yine de gülerim.
           
            Deli değilim! Pek akıllı da sayılmam, 37 sene, bilfiil jandarma komutanlığı yaptım, bir evim, bir de eşim var. Kitap bastıracak param bile yok!
            Neden mi gülerim? Anlatayım: Beni her gören, ayaküstü, sevgilisine, eşine, kızdığı politikacıya şiir yazmamı ister. Geçenlerde; orta yaşlı ve evlenememiş bir hanım; kolumu tuttu:
            -“Bana hiç şiir yazan olmadı. Bana, sevgilinmişim gibi bir şiir yazar mısınız? Hemen, şimdi!” dedi.
             -Siz, affedersiniz; hemen şimdi, bana bir kız çocuğu doğurur musunuz!” dediğimde:
            “Onun şartları ve zamanı var” dedi.
            Çeşmealtı’nda; yürüyüş yaparken, bir genç adam selam verdi ve:
            “Affedersiniz Bey Komutan Amca; bana bir şiir yazar mısınız? Sevdiğimle nişanlıyız da” dedi ve ekledi: ”Ben, denizcilerde askerim; nizamiye nöbetçisi kadir’e bırakır mısınız?” uyarısını da ekledi.
Hep, bunları hatırlatır bu zamansız ve dahi yersiz doğumlar, bana.

           
           
           
           

           
           
           
           
                       
           


  


           
           
           
           

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi