3 Temmuz 2011 Pazar

409-BİREYDE,TOPLUMDA VE DEVLETTE KANSER HASTALIĞI.

                                                                       
           
OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            İzmir; 16 Aralık 2010/03Temmuz 2011

BİREYDE, TOPLUMDA VE DEVLETTE:
                             KANSER HASTALIĞI!

“Hastalığın nedenini bulduktan sonra, tedavisi sorun değildir!”
                                                                                   GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
“Uluslaşma sürecini tamamlayamamış toplumlara yapılan demokratikleşme baskısı; bu toplumları oluşturan unsurlardan yeni uluslar yaratmaya yöneliktir!”Profesör Dr. Andrew Mango                                                          
Dünya’da her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetin ortak sayılır!”GAZİ Mustafa Kemal
           
“SÖZ KONUSU VATANSA, GERİSİ TEFERRUAT SAYILIR!”                 ATATÜRK

            İnsanlar çoğaldıkça; yetersiz beslenme, sağlıksız yerleşimler ve sanayinin kontrolsüz kullanımı, yeni, yeni hastalıkların meydana çıkmasına neden olmuştur. Sağlıksız ortamlar da, hastalık yapan mikro organizmaların değişimlerini de hızlandırmıştır.
Mikro-Biyolojik savaşta, mikropların genleri ile oynanarak canlılar için, can alıcı canavarlar üretilmiştir. Kasıtlı ya da kasıtsız olarak, laboratuarlardan kaçırılan bu mikro canavarlar, milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonunda; 20.000.000 insan, İspanyol nezlesinden ölmüştür.
                   *İlk çağlarda; cüzzam, Alaten,
                   *Orta çağda; Kara ölüm, veba,
                   *Amerikanın keşfinden sonra; Frengi,
                   *19’uncu asırda; Beyaz ölüm, Verem,
                   *İlk çağlardan beri, gittikçe artış gösteren Kanser,
                   *20’inci asrın sonunda da Aitse.
         Bendeniz; insanların, dolayısı ile tüm canlıların, toplumların ve dahi devletlerin tüm organlarına sızarak onları acımasızca öldüren KANSER’DEN söz etmek istiyorum.
         Kanser’e ad veren Ünlü Hipoktrates’tir. M.Ö.(460-377)yılları arasında yaşamış olan bu Bilgin; yaranın Kanser’e ---Yengece --benzemesine bakarak bu adı kullanmıştır.
İnsanların iç organları gözlemlenemediğinden, vücut dışındaki organlarımız üzerinde çalışmalar yapılmıştır.
Mevlana:”Karaciğer üzerine sineklerin konması onun şeker deposu olduğunun işaretidir!”Diye tarihe not düşmüştür.
Batılıların Avicenna olarak adlandırmış olduğu İbni Sina da: ”Hastalıkları gözle göremediğimiz küçük şeytanlar yapmaktadır!” Diyerek tabipleri uyarmıştır.
         Kanser öyle belalı ve sinsi bir hastalıktır ki, hep pusuda bekler. Şartların elverişli olduğunu gördüğünde de yavaş, yavaş gözüne kestirmiş olduğu organlarımızda üremeye başlar.
Canlılarda ve özellikle de insanlarda var olan her organ, kanser olma riski altındadır.
Burada; kansere açık organlarımızı sayacak ta değilim. Beyinde olur; akciğerde olur, karaciğerde olur, böbreklerde olur, prostatta olur, mesanede olur, bağırsaklarda olur, midede de olur.
Kanser; bir yere yerleşti miydi, orada kalmaz tüm vücuda yayılır. İç organlarda oluşan kanseri hemencecik tanımlamak çok zordur. İnsanların genel sağlık bakımlarını ihmal etmeleri, sağlık kuruluşlarının yaygın ve ucuz olmayışları ve ihmalkârlıklar Kanserin yayılma nedenidir.
Kansere iki türlü müdahale edilmektedir:
         1-*a-Radyoterapi-Işın tedavisi- *b-Kemoterapi-İlaç tedavisi-
         2-Ameliyat.
         Hipokrates’in dediği gibi; hastaya yumuşak ve sert yaklaşım.
         En iyisi; sık, sık kontrol ettirilerek ve Kanseri yaratıp ta besleyecek olan etmenlerden uzak durarak kanser olmamaktır. Her tedavinin riski vardır. Hastalığın vücuda yayılmasından sonra yapılacak operasyonlar, insanı da toplumu da ve dahi devleti de sakat ve iş göremez hale sokmaktadır!
         Toplum; bireylerden oluşan bir insan ormanıdır. Devlet te; bir insan gibi, iç ve dış organları olan, bir makro-organizmadır. Beyni vardır; canı vardır, kalbi vardır, yüreği vardır. İnsana mümasil tüm organları vardır.
Bireyde Kanser oluşumunu bilmeyenimiz yoktur. Öyle ise:
         TOPLUMDA ve DEVLETTE KANSER NASIL OLUŞTURULUR!
         İnsanlarda Kanser yapan etkenlerin Kanserin oluşumuna neden olduğunu biliyoruz. Devlette ve Toplumda, neden oluşturulur hükmüne varıyoruz? Kanser oluşturulur da ondan böyle bir hükme, hiç şaşırmadan ve çekince duymadan varmaktayız.
         Osmanlı devletini göz önüne getirelim. Başlangıçta; beylikten geçiş ve devletleşme düzeni ahenk içersinde ve başarılı olarak sürdürülmüştür. Devletleşmede ve yayılmada bu düzen sarsılmıştır.
         Devşirme ve Türk kökeni ileri sürülmüş; bunun sonunda da Fatih Sultan Mehmet zehirlenerek öldürülmüştür.
Genişleyen eyaletlere atanan Beylerbeyleri ve Beylerin seçimlerine rüşvet karıştırılmıştır. Saray mensupları kadınlar ve gözdeler devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.
Fransız siyasi tarihinde okumuş olduğum bir cümle beynime mıhlanmıştı: ”1743’den beri, Fransa’yı Kralın metresleri yönetmekteydi!”
Bugünde; ülkemizi dışarıdan destekli tarikatlar yönetmektedir. Tarikatçılık Kanser mikrobu Amerikalı dostlarımızın(!) Armağanıdır.
         Osmanlı tarihine bir bakalım; Nurbanu Sultan; Kösem Sultan, Osmanlı devletine enjekte edilmiş birer kanser mikrobuydular.
         Eğitimsizlik; Hacı; Hoca ve Molla takımının devlet yönetiminde söz sahibi olması; bir saray Baltacısının Serdar olması, Yedi/Sekiz Hasan’ın Mareşal olması, mekteplilerin öldürülmesi, ülkeye medreselilerin egemen olması, Avusturya savaşında; muharebeye başlama saatinin, yıldız nameyle kararlaştırılması sırasında tüm Osmanlı ordusunun imha edilmesi…
Osmanlı Ordusunda, rütbelerin para ile alınıp satılması; Ünlü Gök Bilgini Ali Kuşçunun açmış olduğu gözlemevinin, Osmanlı donanması tarafından bombardıman edilerek yıktırılması, Üçüncü Selimin başlatmış olduğu reform hareketlerinin söndürülmesi…
Rüşvet, iltimas, dışa dayanmak ve dışa borçlanmanın özendirilmesi; DÜVELİ MUAZZAMA fikri altında ezilmişlik...
         Anadolu hareketini ezme girişimleri, hilafet ordusu ve Kürt –Nemrut Mustafa Divavıharbinin haksız yere asmış olduğu, Vatansever Türkler, Kanserliliğin en büyük tanımıydı.
Osmanlı devletinin tüm organlarına bulaştırılan Kanserli hücreler etkisini göstererek devleti ve milleti yiyip, bitirme noktasına gelmişti.
         TANRIMIZIN, TÜRK MİLLETİNE BİR BAĞIŞI OLAN MUSTAFA KEMAL; Osmanlı devletini ameliyat masasına yatırarak Kanserli hücrelerini temizleyerek yeni BİR TÜRK DEVLETİ YARATMIŞTI.
         Ulusal Kurtuluş Savaşımız Türk halkının kongre kararları ile başlatılmış ve kazanılmıştı.
Kanserin en çok etkilediği Padişahlık ve Halifelik kaldırılmış, halk iradesi egemen kılınarak TÜRKİYE CUMHURİYETİ kurulmuştu.
         Sınıf ve ırk ayrılıkları izole edilmiş, ”ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına türk milleti denilir!” kavramına göre de yasalar çıkartılmıştı.
Eski devrin; sömürmekten öte bir marifetleri olmayan unvanları da kaldırılmıştı.
Kadının ayağındaki, Din ve Allah adına vurulmuş olan prangalar da kırılarak, TÜRK KADINI baş tacı yapılmıştı.
Bütün Kanser mikropları ve bu mikrobun oluşarak ilerlemesini sağlayan devlet organları temizlenmişti.
Birer Kanser yuvası olan tekkeler ve zaviyeler de kapatılmıştı.
Azınlıklara tanınmış olan hak ve ayrıcalıkların, Kanserin en belirgin üreme etkeni olduğu anlaşılarak kaldırılmıştı.
Kıyafetlerin neden olduğu ve bizi çağ dışı bırakan Kanser etkenleri de silinip atılmıştı.
Laiklik ilkesi; Hurafe ve Gericilik ve Sömürme Kanserini de söküp atmıştı.
         Kadınları ve erkekleri eşit, pırıl, pırıl bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ yaratılarak uluslar arasındaki onurlu ve saygın yerine oturtulmuştu.
Sonrasına da bir göz atalım:
         *Türkçe ezan kaldırılarak, Gericilik Kanserine zemin hazırlanmıştır.
         *1853’ten sonra; Osmanlı’nın girmiş olduğu kanser mikropları ile dolu borç batağına gözü kapalı olarak girilmiştir.
         *Torpil Kanseri mikrobu devletin organlarına bulaştırılmıştır.
         *Laik Mektep-Dini mektep Kanser mikrobu hızla devletin bünyesine şırıngalanmıştır.
         *Başörtüsü ve tesettür kıyafeti Kanser mikrobu da hızlı bir şekilde devletimizin bünyesine katılmıştır.
         *Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisine dolmuş olan; tüm hırsız, dolandırıcı, Cumhuriyet ve Çağ düşmanı kimseleri koruma ve kollama Kanser mikrobunun da devletimizi kemirmesine seyirci kalınmıştır.
         *Alman mahkemelerinin nitelikli dolandırıcılıktan mahkûm ettiği kişiler de, Devletimizin korumasında ve en üst düzeyde devletimize onurlu hizmetlerini sürdürdüklerini sanarak Kanser mikrobunu yaymışlardır.
         *Geceyarısı yasaları ile devletimize onurlu hizmetler vermiş olan, göğüsleri istiklal madalyalı emekliler, gazeteciler, yazarlar ve dahi profesörler bir bitmeyen suçlama öyküsü ile hapislere atılmışlardır.
         *Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları sanık sandalyesine; vatan hainleri de tanık sandalyesine oturtularak onur yiyen Kanser mikrobunun hızla üremesine yol açılmıştır.
         *Vatan hainleri, kendisine tahsis edilen ve lüks binalarla bezenen dairesini beğenmezken; bu hainlerin şehit ettikleri kahramanlarımız da iki metrelik vatan toprağına hiç sızlanmadan yan gelerek yatmışlardır!
         *Devletimizin tüm kurum ve kuruluşlarına Kanser mikropları bulaştırılmıştır.
         *Kuvvetler ayrılığı, kıyak ayrıcalıklı Milletvekillerimizin sadakatları ile bir kuvvetlinin ağzına peşkeş çekilmiştir.
         *Ulusal yapımıza ve ÜNİTER TÜRKİYE CUMHURİYET DEVLETİNE, toprak bütünlüğümüze, uluslar arası saygınlığımıza, LAİKLİĞE, ÇAĞDAŞLIĞA ve geleceğimize en ağır SEVR kanser mikrobu zerk edilmiştir.
         Hâlâ bu yazımı sürdürmemi bekliyorsanız! Sizlerin de acele RT. Olmanıza sağlık verir gözlerinizden de öperim, benim Sayın Seyircilerimiz.
                            OSMAN TÜRKOĞUZ
                            E.J.KD. ALBAY-HUKUKÇU
                   MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMALİN ASKERİ.

        
        

                       

2 Temmuz 2011 Cumartesi

408-NİSA SURESİ YORUMU!

                                                            
OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;02 Temmuz 2011./10 Ocak 2010ve 1999’da

                                                TÜRK DİLİ İLE İBADET:2’DEN
                                                          
HER ARAPÇA ŞARKIYA ÂMİN!
Köyümüzde yalınız bizim evimizde pilli radyo vardı. Amerikan ordusunun BA/70 bataryası ile mükemmelen de çalışırdı. Köye izinli geldiğimde, evimiz ziyarete gelen meraklılarla dolup, taşardı. Öyle ya;”Ali Osman’ın oğlu”,köyümüzden çıkan ilk subaydı. Hemi de jandarma subayıydı ve üniforma da ona çok yakışmıştı. O pilli radyo çok işime yarardı. Açardım yanık sesli bir Arap radyo istasyonunu; parmağımla da sus işaretini verdikten sonra da:”Kuran’ı Kerim!” Derdim; ses ve şamatalar kesilir; tüm kadın ziyaretçiler huşu içersinde ve gözyaşları eşliğinde bu şarkıyı dinlerlerdi.
Zaman geçti; bir de baktım ki, Kızıltepe’de konuşlanmış bir seyyar jandarma alayına komutan olmuşum. Sayın Demirel de MC hükümetini kurmuş! Erbakan da; Mardin önünden, Nusaybin’e kadar uzanan o dar şerit ovaya ŞEKER PANCARI FABRİKASI kurma sözü vermiş. Raporlarımızı verdik. Gece ve gündüzün soğuk farkı, ekilecek pancarların yapraklarını kavuracağını ve olumsuzlukları vurguladık. Bakanlar kurulundan karar çıkmış. Daha önce de bir traktör fabrikasının temeli büyük bir törenle  atılacak. İlle de Kuran’ı Kerim’den bir sure okunsun denilmiş! Denilmesine denilmiş amma ve lâkin Kuran’ı Kerim’den sure okuyacak adam bulunamamış! Birisini bulmuşlar. Adamcağız bana geldi:
“Komutanım, ben yalınız Meryem suresinden bir parça biliyorum, ne yapayım?”Dedi.
“Sen akıllı bir adamsın; olmazsa Arapça; yalellisi olmayan bir şarkı okursun, olur ve biter!” Dedim. Adamcağız, gür sesi ile bir şeyler okudu ve çok ta alkış aldıydı. En çok alkışlayan d MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan olmuştu!
                        Şimdi, bir de Rahmetli Mithat Cemal Kutay’ı dinleyelim:
“İttihat ve Terakki Partisi, ELHEZER’E karşı, Medine’de Süleymaniye’ye benzer medrese kurmaya karar verir, hazırlıklar yapılır, iktidarın üç paşası Talat, Enver ve Cemal paşalar, kalabalık bir kadro ile Medine’ye temel atma törenine gelirler.
Bir makbul ikram olan develer kesilmiş, karşılama hazırlıkları yapılmıştır ve MEHMETÇİK yerine adı OSMANCIK olan tören bölüğü de, hazır ol vaziyetinde şehrin girişinde, misafirleri beklemektedir.
Arap bedevi kadınları, ellerinde defler, yanık sesleri ve benzerlerini bugün ARABESK müzik türünde dinlediğimiz şarkıları seslendirmektedirler. Şarkıların sözleri deve etinin lezzeti üzerinedir: Kebabının, kavurmansının, haşlamasının başka hiçbir et türünde olmadığını açıklıyor!
Eşref Bey—Kuşçubaşı Eşref’,Teşkilat’ı Mahsusa’nın kurucusu ve Arabistan sorumlusu Jandarma Yüzbaşısıdır. 150’liliklerdendir.Af ile dönmüş ve 1962’de Söke’de ölmüştür, Enver Paşa’nın yaverlerinden birisi olan kardeşi Kuşçubaşı Sami de, Mustafa Kemal’e suikast için gelmiş olduğu Bozdoğan’da, jandarma tarafından ayağından vurularak yakalanmış ve yargılanması sonunda altı arkadaşı ile asılmıştır.1926.Ostüzü—misafirleri selamlayacak OSMANCIK TABURU’NUN HAZIROL durumundaki askerin önünden geçerken, bakıyor ki birkaç Mehmetçiğin gözlerinden yaşlar akmaktadır. Şaşırıyor ve soruyor:
“-Oğlum, neden ağlıyorsun?”
Mehmetçik, esas duruşunu bozmadan cevap veriyor:
“-Kumandanım, Kur’an okunması içimi doldurdu! Demiş.
Arapçanın birbirinden çok farklı lehçelerini iyi bilen Eşref Bey, bu pırıl, pırıl yürekli Anadolu çocuğunun yüce duygularını, deve etinin ayrıcalığı acı gerçeğiyle bulandırmaktan kaçınmış, heyet içindeki Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı Mustafa Hayri (Ürgüplü)-Gümrük Eski Bakanı ve Başbakanlarımızdan Suat Hayri Ürgüplünün babası. Ostüzü.-Efendiye anlatarak demiş ki:
“-BU MİLLET, KUR’AN’ VE DİNİ KENDİ DİLİYLE YERİNE GETİRİNCEYE KADAR DEVE ETİNİN KASİDESİNE DAHA ÇOK ZAMAN GÖZYAŞI DÖKERİZ!    
Ümmetçilik akımını Abdülhamit’inde desteklemesi üzerine hutbedeki Türkçe kelimeler de çıkarılmıştı. Abdülhamit; bir gün Eğinli Sait Paşaya:
“-Elimden gelse, bu milletin dilini Arapça yapardım!”dediğinde, gerekli yanıtını da almıştı:
“O zaman küçük bir Arap kabilesinin şefi olurdunuz padişahım!”Bu durumlara çok içerleyen Kemalpaşa zade Sait Bey, şu dörtlüğü yazarak, Türkçe ve Türklük düşmanlarına yollarını göstermişti:
                        “Arapça isteyen Urbana gitsin,
                        Acemce isteyen İran’a gitsin,
                        Frengiler Firengistana gitsin,
                        Kİ BİZ TÜRKÜZ, BİZE TÜRKÇE GEREK.
31 Mart olayını yaşayan Mehmet Akif Ersoy, bakınız halimizi nasıl anlatmış. Bugünlerde, bir 31 Mart olayının daha hazırlanmakta olduğunu gören ve hisseden var mıdır?
“Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felâh,
Hangi bir millete baksan uyanık.Çünkü sabah.
Hele biçare şeriatla nasıl oynanıyor,
Müslümanlık bu mu yahu? Diye insan yanıyor,
Gölgesinden bile korkup, bağıran bir ödlek,
Otuz üç yıl bizi korkuttu ŞERİAT diyerek.
Vahdeti muhlisiniz, elde asa çıktı herif,
Bir alay zabit kestirdi, sebep “Şeri Şerif!

Karı dövmüş, boşamış,”emri ilahi” ne denir
Bunların emin ol hepsi cehalettendir. “
Bursa’da bir kamet olayı vardır. Türkçe ezan okunmasına kızan bir sürü zır ,zır cahil ayaklanarak, tepkilerini sürdürmek istemişlerdi. Bakanlarından önce, Bursa’ya yetişen Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal; olayın gereğini yaparak, akşam yemeğinde o ünlü söylevini de vermiştir. Ezan namaza çağrı içindir; kamet’te namaza başlamak için okunur. Şimdi, Kamet’in Türkçesini okuyalım:
                                   KAMET
                        (Namaza Başlama)
            “Tanrı uludur,
            Şüphesiz bilir, bildiririm
            Tanrı’dan başka yoktur tapacak,
            Şüphesiz bilirim, bildiririm.
            Tanrı’nın elçisidir Muhammet.
            Haydin namaza,
            Haydın felâha,
            Namaz başladı,

30 Haziran 2011 Perşembe

407-GÜNEŞ KARANLIKLARDAN DOĞAR.

                                                      
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı;30 Haziran 2011.

                                   GÜNEŞ KARANLIKLARDAN DOĞAR.
                        MANAVGAT-Side’de Jandarma karakolunun bahçesinin sağ köşesinden,kuzeybatının sağ köşesine uzanan dağlara bir bakarsanız Mustafa Kemal’in göğe bakan başını gayetle net görebilirsiniz.Burhaniye’den Ayvalık’a gelirken yolun solundaki dağ silsilesine bakarsanız aynı görüntüyü görürsünüz.Biraz yaşlıca olanlarımız belki de hatırlarlar;1954 senesinde,bulutlarda oluşan bir Mustafa Kemal başı,Yozgat Lisesi öğretmenleri tarafından Türk bayrağı ile birleştirilerek görüntülenmişti.
            Ardahan ilimizin Damal ilçesinin Karadağ adlı dağında da her sene 15 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında her Allah’ın günü,YEŞİLLİKLER ÜSTÜNDE gayetle net Mustafa Kemal’in başı oluşmaktadır.NEDEN KARADAĞ’DA?Çünkü Mustafa Kemal,karaların ve karanlıkların içinden çıkmaktadır.12 Haziran 2011’i karanlığımızın başlangıcı sayan Ödleklere ve Yavşaklara bu bir Tanrısal yanıt olmaktadır.C’est Tous,karaların ve karanlıkların yolcuları.Hepsi de bu!
           



28 Haziran 2011 Salı

406-TÜRK DEVRİMİ

                                                
OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;25 Haziran 2011.

                        TÜRK DEVRİMİ NEDİR!
“Deha ile Aptallık arasındaki fark; dehanın sınırlı olmasıdır!”A.Einstein.
“Yarınlar, yorgun, bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir!”Çiçeron.
Büyük insanların idealleri, sıradan insanların—politikacıların—hevesleri vardır!” Waşington irving,
“Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sahibi olandır”    Başbakan İsmet İnönü,08 Temmuz 1929,Ank.Üni. Hukuk Fakültesinin diploma töreni.
“Hiçbir ulus; aynı zamanda hem cahil, hem de hür olamaz!”
                   Thomas Jefferson
“Hiçbir ulus yoktur ki, Etik esaslarına dayanmadan yükselebilsin.”Gazi Mustafa Kemal, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.2,s.4
“Din,devlet işlerine karıştırılmayacak kadar kutsaldır.”Gazi Mustafa Kemal
         “Devrim kavramı: Dilimizde kullanılan “İnkılâp” ve “Devrim” sözcükleri batı dillerinde kullanılan “Revolution”terimi karşılığıdır. Sırt üstü düşmek, devrilmek, yuvarlanmak anlamında kullanılan Latince “Revelvere” kelimesinden gelen “Revolution’un geniş bir anlam kazanarak; ani, şiddetli ve köklü bir gelişmeyi göstermek için; ekonomik, sosyal ve siyasi köklü bir değişmeyi tanımlaması 1789 ‘da gerçekleşen Fransız İhtilali ile oldu. Fransa’da bu olaya Revolution denildi. O tarihlerde, Revolution terimi karşılığında Türkçe sözlük bulunmadığı için; Arapça olan”İhtilal”, ve “İnkılâp” sözcükleri kullanıldı.”
         “Meşrutiyet döneminde”İhtilal” özcüğü, kurulu bir hükümeti, güç kullanarak yıkıp yerine başka bir hükümet kurma anlamında kullanılırken;”İnkılâp” sözcüğü ise, birinci sözcüğün anlamından çok parlamento hükümet ve çeşitli kurullarca saptanıp uygulanması düşünülen hükümet, ekonomi, kültür olayları ile oluşturulacak değişmeleri anlatmak için kullanıldı.”
         “1930’lardan sonra da “Devrim” sözcüğü kullanılmaya başlanıldı. Devrim kelimesinin birçok tanımlaması yapılmakla birlikte; Devrim genellikle siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamda güç kullanılarak gerçekleştirilen ani ve köklü değişimi anlatmak için kullanılmaktadır.”Hasan Türker, Türk Devrimi ve Basın, s.5.
         Bizim tarihimizde, bazı kelimelerin kullanılması çok tehlikeli sayılarak ol zavallı kelimelerimizi kullanmak şiddetle ve devlet ciddiyetiyle yasaklanmıştı. Abdülhamit’iSani’nin burnu büyük olduğu için, Burun kelimesi, Yıldız sarayında oturduğu için de Yıldız kelimesini ve Hürriyet kelimesini kullanmak çok tehlikeli ve yasaktı.
         Beşi Bir arada döneminde de “Devrim” kelimesini kullanmak çok tehlikeliydi ve de yasaklanmıştı.”Büyük Fransız Devrimi diyemezdiniz. Büyük Fransız İnkılâbı, ya da Fransız İnkılâbı Kebiri diyecektiniz. O zamanki Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Hulusi Sayın, tüm jandarma rütbeli personeline elleriyle yazarak parmakları ve imzaları ile onaylatmış olduğu bir emir yollamıştı. Bunlarla, imzasız şikâyet mektuplarının sahiplerinin belirlenmesinin amaçlandığı aşikârdı. Ama çok komik yazılar da meydana gelmişti: İnkılâp yerine İnkilap yazanlar çoğunluktaydı. “Kılabı zülme kaldı gezdiğin nazende sahalar”Namık Kemal. İnkilap=Kelpleşmek, köpekleşmek anlamına gelmekteydi. Bu da bence, halkın aleyhine yapılan bir zoru anlatmak için kullanılmalıydı. İran İnkilabı gibi!
         Ulusal Kurtuluş Savaşımızda, din motifi kullanılarak sayısız ayaklanma çıkartılarak Türk’ü Türk’e öldürtmüşlerdi. Emekli Tümgeneral Rahmetli Kenan Esengin’e göre (63) ayaklanma çıkartmışlardı. Şeyhülislam Dürri Zade Abdullah Efendinin, İslam Dinine dayanarak, vermiş olduğu fetva ile de Ulusal Kurtuluş Savaşımıza katılmış olanların öldürülmesine dinen cevaz verilerek, bu fetvalar Anadolu ve Rumeli içlerine İngiliz ve Yunan uçakları ile atılmıştı. Bazı Milliyetçi din adamlarımız düşmana karşı savaşmak üzere alaylar kurarken bazıları da MüdafaiHukuk Cemiyetlerinde faal olarak çalışmışlardı. İhanet sahibi bazı din adamlarımız da düşmanla bir olmuşlardı. Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi bunların en önemlilerindendir. Sait Molla, İngiliz Casusu Rahip Frew’in emrine girerek Konya’da, Bozkır’da, Düzce ve Adapazarı’nda Milli Kuvvetler aleyhinde ayaklanmalar çıkartmıştır.15 Mayıs 1919 günü; Yunanlılar, Konak Meydanında ve Pasaport’ta Türkleri süngülerken; Rahmetli Cennetmekân Osman Nevres’in—Hasan Tahsin—naşını bile kurşunlayıp, süngülerken, İzmir Camilerinin minarelerinden; Türk halkına:”Kur’anı Kerim’de Rum suresi vardır. Bundan sonra bizleri Rumlar yönetecektir. Sakın ola Yunanlılara karşı gelmeyiniz ve kurşun atmayınız!”Vaazları veriliyordu.
         “Bizi yanlış yola sevk eden Habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Adana 1923.
         “Maddi ve özellikle manevi çöküş, korku ve güçsüzlükle başlar.”
                                               Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, s.432.
 Mustafa Kemal, her yeniliğe, yararlı ve güzel olan şeylere karşı din motifinin kullanılması sonucu Osmanlının içine düşürüldüğü halleri bilenlerdendi. Üçüncü Selim de bu motifin işletilmesi sonucu öldürülmüş, Sekban’ı cedit adlı düzenli ve muntazam ordumuz da din motifinin kurbanı olarak dağıtılmıştı.                                       Bayraktar Mustafa Paşa, içlerinde altı Sekban’ı Cedit komutanı olan 15.000 kişilik ordusu ile Topkapı sarayının kapısına dayandığında; Dördüncü Mustafa taraftarı olan katiller, Üçüncü Selim’i boğarak Şehzade Mahmut’un peşine düşmüşlerdi. Çatıya çıkmak isteyen Şehzade Mahmut’u merdiven başında kıstıran katilleri, elindeki közlü kül kovasından yüzlerine kül serpen Cevriye Kalfa durdurabilmişti. Bir katilin fırlattığı kama Şehzade Mahmut’un kulağını sıyırıp geçmişti. Sarayın kapısını kırarak içeri girmeyi başaran Bayraktar Mustafa Paşa, Şehzade Mahmut’u kurtardığı gibi, Üçüncü Selim’in katillerinin de haklarından gelmişti. Üç ay sonra da; 500 Yeniçeri zorbası, çatısına çıktığı Bayraktar Mustafa’nın sarayının tepesinde, Bayraktar Mustafa Paşa’nın barut deposunu ateşlemesi suretiyle parçalanarak ölmüşlerdi. Bugün de durum aynı; Mustafa Kemal’in getirmiş olduğu çağdaş ve demokratik sistemin tepesine çıkanlar, bu sistemi koruyacaklarına yemin ettikleri halde, sistemin temellerine dinamit koymaktadırlar. Sistemle beraber yıkılacaklarından da habersizdirler.Yunan parası ve silahları ile din motifini kullanarak Konya’da ve Çumra’da ayaklanma çıkartan Deli Baş Haininin sonu üzerine Mustafa Kemal’in yorumunu okuyalım. Bu yorumu,”Silahlı Kuvvetlere Müdahale Ulusal Felaketlerin Habercisi midir?” Adlı yazımdan aynen veriyorum:
         Rahmetli Halide edip Adıvar, Onbaşı rütbesiyle, Batı Cephesi karargâhı, istihbarat şube müdürlüğünde görevlendirilmişti. Mareşal Mustafa Kemal’in pelerinini armağan olarak alarak, Başçavuş rütbesinde emekli edilmişti. İzin verirseniz, Sayın Turgut Özakman’ın, “ŞU ÇILGIN TÜRKLER” ADLI KİTABININ(411-412)’İNCİ SAYFALARINI AÇIPTA OKUYALIM(12):
            “Halide Edip Hanım, her gece olduğu gibi, bu gece de, istihbarat raporunu okudu: Veliaht Abdülmecit Efendi, İngiliz yüksek komiseri ile görüşme yapmış. Edinilen bilgiye göre: MİLLİYETÇİLERİN POLİTİKASI DELİLİKTİR”, demiş. Mustafa Kemal Paşa, yüzünü buruşturdu:
         “-İstanbul’da, böyle düşünenler az değil. Bu kafalar için akıllılık: Bir büyük devletin sömürgesi olmak, onlar tarafından yönetilmek, onlar tarafından yönlendirilmek. Adamların istiklal anlayışı, bu bilinci, bu onuru, içgüdü gibi içinde bulmak, Bunlar, eğitimle ve düşünülerek kazanılır. Bunların düşünce dünyalarında, bu gibi kavramlar yer almıyor. Neyse, devam edin Hanımefendi;” dedi.
         “Çetesiyle Konya’ya geçen Delibaş Mehmet adlı GERİCİ EŞKİYA, dün gece, adamları tarafından öldürülmüş.”
                   Hepsi doğruldu:
                   “O O O O O O!”
                        “Niçin öldürülmüş?”
            “DİN PERDESİ ALTINDA, DÜŞMAN HESABINA ÇALIŞTIĞINI ANLAMIŞLAR.”
            “-İsmet Paşa. BU HAİN VE KATİL YOBAZ; GEÇEN SENE, KÖY, KÖY DOLAŞIP; YUNAN ORDUSU, HALİFENİN EMRİYLE GELİYOR, KARŞI DURMAYIN, DİYE TELKİNDE BULUNUYORDU. Yazık ki, etkili olmuştu. Bu kez, yanındaki haydutları bile kandıramamış. Bu iyi bir gelişme.”Dedi. Mustafa Kemal Paşa, mendili ile yüzünün terini sildi:
            “İLERİDE, HALKIMIZIN BUNCA İBRET VERİCİ TECRÜBEDEN SONRA; GERÇEK DİNDARLARLA, DİN TÜÇCARI VE AKTÖRLERİNİ BİRBİRİNDEN AYIRT EDECEĞİNİ ÜMİT EDERİM. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız.”Dedi.
            24 Mayıs2006 tarihinde, Sayın Deniz Hazır’ın bir saptaması yayımlandı. O yazı ile işbu yazımı noktalamak istiyorum:
         “Türkiye’nin, 90’lı yılların başında, en üst gelir grubundan,15-20 kişilik sanayici ve iş adamı eşleri, Mısır’a turistik bir gezi yapıyorlar. Onları, Mısırlı arkeoloji profesörü bir kadın dolaştırıyor. Bizim gruba:”SİZ, BİZİM ONBEŞ YIL ÖNCE YAŞADIĞIMIZ SÜREÇTEN GEÇİYORSUNUZ. ŞERİAT, BİR KAPLUMBAĞA GİBİDİR. ÇOK YAVAŞ VE SİNSİ YÜRÜR. TEHLİKEYİ GÖRÜNCE, SİNER; OLDUĞU YERDE KALIP, BAŞINI VE BACAKLARINI BAĞASINA ÇEKER, TEHLİKENİN GEÇMESİNİ BEKLER. SONRA, TEHLİKENİN GEÇTİĞİNİ DUYUMSADIĞI ANDA, TEKRAR GİDECEĞİ YÖNE DOĞRU YÜRÜMEYE BAŞLAR. HİÇ BİR ZAMAN, GERİ ADIM ATMAZ.(KAPLUMBAĞA, GERİ YÜRÜYEMEYEN CANLILARDANDIR).BİR GÜN UYANDIĞINIZDA, ŞERİATIN BİR AHTAPOTA DÖNÜŞTÜĞÜNÜ VE KOLLARI İLE TÜM ORGANLARINIZI SARDIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ: AĞZINIZIN, BURNUNUZUN, GÖZLERİNİZİN, KOLLARINIZIN VE BACAKLARINIZIN SIMSIKI SARILMIŞ OLDUĞUNU VE DEVİNEMEDİĞİNİZİ GÖRÜRSÜNÜZ. YAPACAK BİR ŞEY OLMADIĞINI ANLARSINIZ. KONUŞAMAZ, YÜRÜYEMEZ, BİRŞEY YAPAMAZ, GÖREMEZ, HATTA SOLUK ALAMAZSINIZ”.Demiş? ZINISIM ADNIKRAF NİNEKİLHET.”       Tarihi yazanlar da, yapanlar kadar bilgili olmazlarsa; bugünkü durum ortaya çıkar: Hainler kahraman yapılırlar; Kahramanlar da Silivri Esir kampına tıkılırlar.
         “1925 yılında,”İstanbul Barosu avukatları, Halifeci Avukat Lütfü Fikri Bey’i İstanbul Barosu Başkanlığına seçmişlerdi.
            Yeni Türk Toplumunu biçimlendirecek yasaların uygulanması için, yepyeni kafa yapısına sahip hukukçuların yetiştirilmesi gereği ortaya çıkmıştı. Ankara’da bu amaca hizmet edecek bir Hukuk Fakültesinin açılması zorunlu hale gelmişti. Bu gereksinimi karşılayacak bütçede ödenek te  yoktu.Türkiye Büyük Millet Meclisi salonu,TBMM’ toplanmadığı zamanlar hukuk fakültesi öğrencilerine verilemez miydi?
         Adliye Vekili Esat Mahmut’un—Bozkurt-girişimi ile Hukuk Fakültesi binası için ödenek kopartıldı. Sonunda; eski ve iki katlı bir binada 05 Kasım 1925 günü, Hukuk Fakültesi öğrencileri Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal’in şu sözleriyle öğretime başladılar:
            “Bugün, burada tanık olduğumuz açılış olayı; yüksek memur, uzman ve bilginler yetiştirmek girişiminden daha büyük bir önem taşır. Yıllardan beri süregelen Türk devrimi, varlığını ve zihniyetini toplumsal yaşamın dayanağı olan yeni hukuk kurallarıyla saptamak yoluna yönetmiştir.”
         “Türk Devrimi nedir? Bu Devrim, sözcüğün ilk bakışta akla getirdiği ihtilal anlamından başka, ondan daha geniş bir dönüşümünü anlatmaktadır. Bugünkü devletimizin biçimi, yüz yıllardan beri gelen eski biçimleri bir yana iten en ileri bir örnek olmuştur. Ulusun varlığını sürdürebilmesi için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ yüzyıllardan beri gelen biçimini ve özünü değiştirmiş, yani ulus, din ve mezhep bağı yerine, bireylerini Türk ulusu bağı ile bir araya getirmiştir.”
         “Ulus, uluslar arası genel savaşım alanında yaşam güç ve kaynağı olacak iklim ve araçların ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak görmüş ve bunu kendisine ilke saymıştır.”
         “Altı yıl içinde büyük ulusumuzun yaşamında oluşturduğu değişiklikler herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yüksek olan en büyük devrimlerdendir.”
         Her devrimin kendisine özgü yaptırımı bulunmak gerektiğine de işaret eden Gazi Mustafa Kemal, bir çağ açan gücün, köhne kafalar yüzünden Türkiye’ye matbaayı sokmamış olduğuna şu cümlelerle dokunmuştur:
            “İnsanlık tarihinin akışı içinde Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul’un fethini düşününüz. Bütün bir cihana karşı İstanbul –‘u sonsuza değin Türklüğe maletmiş olan güç ve kudret, aşağı yukarı aynı yıllarda icad edilmiş olan matbaayı Türkiye’ye kabul ettirebilmek için hukuk adamlarının olumsuz etkilerini ortadan kaldıramamıştır. Köhne hukuk ve köhne hukukçuların, matbaanın memleketimize girmesine izin vermeleri için aradan üç yüz yıl geçmesi gerekmiş, uzun ve yorucu bir çaba harcanmak zorunda kalınmıştır.”
         Gazi Mustafa Kemal, köhne hukukçulardan çok çekmişti ve çağdaş bir hukuk yuvasının kurdelesini keserken bunları acı, acı dile getirerek belki de teselli buluyordu. PS: O’NA, O’NUN DEVRİMİNE İNANANLAR DA Modern hukukçularımızdan çok çekeceğe benzemektedir! Hele, hele, İKİYE bir hukuk ve hükema sistemimizden!
         Biliniz ki; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu sırasında, onun bugünkü durumunu hukuk ilmi esaslarına aykırı sayanların başında ünlü hukukçular bulunuyordu. Büyük Millet Meclis’nde egemenliğin kayıtsız, koşulsuz ulusta olduğunu anlatan yasayı önerdiğimde; bu esasın Osmanlı Anayasası’na aykılığını ileri sürenlerin başında da gene eski ve bilim erdemi ile ulusu kandıran hukukçular bulunmakta idiler.”
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal; sonunda, kendisini hayli üzmüş olan olaya dokunmuştur:
         “Hatta Cumhuriyet ilan edildikten sonra görülen kötü bir olayı da gözleriniz önünde canlandırmak isterim: En büyük kentimizin, yurdumuzda, belki Avrupa’da öğrenimini tamamlamış, yüksek uzmanlardan oluşmuş baro heyeti, hilafetçi olduğunu açıkça ilan eden ve bununla övünen birisini kendisine başkan seçmiştir. Bu olay köhne hukuk adamlarının Cumhuriyet anlayışına karşı içlerindeki gerçek eğilimin ne olduğunu anlatmaya yetmez mi?”
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal’in sözünü ettiği köhne hukukçu, hilafetle ilgili başka bir suçtan İstiklal mahkemesince cezaya çarptırılan Dersim Eski Mebusu Lütfü Fikri Bey idi.
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal, o günkü açılış konuşmasını şu sözlerle bitirmişti:
         “Öğrenci Efendiler, yeni Türk Toplum yaşamının kurucusu olmak savıyla öğrenime başlayan sizler, Cumhuriyet devriminin gerçek hukuk bilginleri olacaksınız. Bir an önce yetişmenizi ve isteklerimizi fiilen karşılamaya başlamanızı ulusumuz sabırsızlıkla ve özlemle beklemektedir.Sizi yetiştirecek olan Profesörlerin, görevlerini hakkıyla en iyi biçimde yerine getireceklerine güveniyorum. Cumhuriyetin koruyucularından olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım ve bunu açıklamaktan memnunum”Osman Türkoğuz, Atatürk Devriminin Temel İlkeleri Nedir ve Ne Değildir.”S.IV-VI, Osman Zeki Gençosman, Atatürk Ans. C.10
         Bir değerlendirmesinde de Mustafa Kemal, şöyle söylemiştir:
         “Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. FIRSAT BEKLEDİKLERİNİ UNUTMAMAK GEREKİR. ULUSUN VE DEVRİMİN İÇERİDEN ve DIŞARIDAN GELEBİLECEK TEHLİKELERE KARŞI KORUNMASI İÇİN, BÜTÜN ULUSALCI VE CUMHURİYETÇİ GÜÇLERİN BİR YERDE TOPLANMASI GEREKİR”
         Şimdilik Silivri’de ve Hasdal’da Esir Kamplarında toplandılar!
         Atatürk Devrimi ya da Türk Devrimi, ulusal nitelikli olmasına karşın Evrensel boyutlarda değerlendirilen bir büyük sosyal olaydır. Devrimin özü ve sözü Türk Ulusuna yöneliktir; sonuçları ve etki alanı ise evrensel boyutlardadır.
Mustafa Kemal; Rönesans’ı, Işıklar yüzyılını ve çağların geçişlerini yaşayamamış, Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu aydınlıklardan da habersiz bırakılmış aç, sefil ve cahil bir toplumu Akıl çağına taşımıştır. Tevhidi Tedrisat Kanunun gerekçesinde belirtmiş olduğu gibi”İki türlü eğitimin iki çeşit insan yetiştirmesini de “önlemiştir.19 Mayıs 1919’dan sonra ne söylemişse akıldan ve bilimden yana onları eksiksiz olarak ortaya koymuştur. Bendeniz; üşenmeden bu söylemlerden bazılarını bu yazıma almak zorundayım. O bütün Türk halkını ve dünya insanlarını kucaklamıştır.”Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına Türk Milleti denir”.Diyerek tüm halkımızı kucaklamıştır.
         “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep bir cevherin damarlarıdır.1932 İstanbul, Cumhuriyet gazetesi,05 Ekim 1932.
         İslamiyet; temelinde Arap-Kureyş ekseni olan evrenselliğe yönelik bir olgudur. Komünizmin, Nazizmin ve Faşizmin de temellerinde ulusal egemenlik yatan evrensel amaçlı sosyal değişimlerdir.
         Atatürk devrimi, bir evrimleşmenin sonucudur. Devrimin alt yapısı yalınızca ve de tek başına Mustafa Kemal tarafından oluşturulmuştur. Kürk kökenli bir Atatürk’ten Korkanlar Partisi üst düzey yöneticisi”Bir gecede her şey değiştirilerek halk travmaya uğratıldı!” Buyurmuştu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kızanlara baktığımızda,  çağımızın en büyük filozoflarından birisi olan Bertrand Russel’in çok doğru teşhis koyduğunu anlarız:
         “Ne kadar az bilirseniz, o kadar şiddetle saldırırsınız!”
         Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayabilmek için kafa, yürek, idrak ve emek gereklidir. Kulaktan kulağa dedikodu aktarılır. Rahmetli Dr. Reşit Galip’in bir sorusuna vermiş olduğu yanıt önemli ipuçlarımızdan birisidir:
         “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım BİLİM ve AKIL’DIR. Zaman süratle ilerliyor; milletin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, AKLIN ve İLMİN gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde AKIL ve İLMİN rehberliğini kabul ederlerse, MANEVİ MİRASÇILARIM OLURLAR.”
         Norveç’te bir deyim ATASÖZÜ olarak kullanılmaktadır:
         İyi, güzel, doğru ve haklı bir iş yapabilmek için” ATATÜRK GİBİ AKILLI OLMAK LÂZIMDIR!”Denilmektedir. Böyle bir işi başarmış olan için de:”ATATÜRK GİBİ AKILLI” denilir.
         Bir inançtır tutturmuşlar. Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in “inancı” yokmuş! Mustafa Kemal’in inancı, hayatı boyunca aklının emrindedir. Samsun’a aklı ile ve kazanmak inancı ile çıktı. Amasya’da aklı her şeyin önüne geçti. Büyük Taarruz Planını hiçbir komutan kabul etmemektedir. O’NUN İnancını Aklı yönetmiştir. Yunan Başkomutanı ve tüm Yunan generalleri, Türk Ordusunu yenme inancındaydılar. Akılları bu kupkuru inançlarının emrindeydi. Ünlü Alman Mareşali Hindenburg,Büyük Taarruz Planını beğenmeyen Alman generallerine:
         “Hiçbiriniz Mustafa Kemal değilsiniz!” Dediği söylenmektedir. Onların ve tüm Osmanlıların vatanımızı kurtarma planları inançlarına göre yapılmıştır. Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in tüm planları da aklın emrine göre yapıldığı için hep başarıya ulaşmışlardır.
         Uhut çatışmasında; aklın boğazı korumak üzere görevlendirdiği elli okçu, kazandık inancı ile yağmaya koşunca Müslümanlar 70 ölü vererek yenilmişlerdi.
         Hurma ağaçları, erkek hurma polenlerinin dişi hurma çiçeklerine ulaştırılması ile hurma meyveleri elde edilmektedir. Hz.Muhammed;”bu işi Allah’a bırakınız!” Diyerek bu çalışmayı önlediği için, o sene hurma olmayınca; hurma ağacı sahipleri kendisine serzenişte bulunduklarında:
         “Dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz. Bildiğiniz gibi yapın!” Demişti.
         Hz.Muhammed’in Amcası Hz. Abbas, Mekke’den en son çıkanlardandı. Mekke’de ne olup, bittiğini Medine’ye Yeğeni Hz. Muhammed’e bildirmekteydi. Bir kış günü, Mekkelilerin 10.000 kişilik bir kuvvetle Medine’ye saldıracağını bildirince Medine’de telaşlar başlamıştı. Hz.Muhammed’in telaşını gören Selmani Farisî:
         “Ya Resullah; İran’da düşman saldırılarını önlemek için şehirlerin etrafına hendekler kazılırdı.”Dedi. Hz.Muhammed bu öneriyi kabul ederek derhal Medine’nin etrafına hendekler kazdırdı. Kaza sonucu bir Müslümanın ölümü sonucu Mekkeliler başarısız geri dönmek zorunda kalmışlardı. Medine’yi hz.Muhammed’i ve Müslümanlığın geleceğini bir İranlının aklı kurtarmıştı.
         Mart 628’de Mekke’yi ziyaret etmek için Medine’den hareket eden Müslümanlarla Mekkeliler, Hudeybiye köyü yakınlarındaki bir ağacın altında anlaşmışlardı. Antlaşma metnini de Hz.Muhammed’in harflerin yazılışını tarif ettiği Hz. Ali yazmıştı. Bu çok büyük bir politik zaferi anlayan olamadığı için Hz. Ömer dâhil herkes Hz. Muhammed’e çok kızmışlardı. Bu anlaşma aklın büyük bir zaferiydi. Mekkeliler Müslümanları ve Müslümanlığı tanımış, onlarla barış yapmışlardı. Aklın yerini inanmışlar alsaydı Çatışmalar sürüp giderdi ve aklın yaratmış olduğu serbestliğin sağladığı İslamlaşmada olamazdı.
         Balıkesir Paşa Camisindeki vaazını yeniden mi yazayım!
         “Dinime, gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum.”20 Ekim 1923,Fransız Muhabiri Pernot Maurice beyanatı.
         “Türk Milleti daha dindar olmalıdır; yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum.”Beyanat.
         “Tanrı birdir, büyüktür.”1922 TBMM.
         “Biliriz ki, Tanrı dünya üzerinde yarattığı bu kadar iyilikleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve en fazla derecede yararlanabilmek için de, bugün evrenden esirgediği algılamayı, aklı insanlara vermiştir.”İzmir İktisat kongresi,17 Şubat 1923, açılış konuşması.
         “Dini fikir ve inançlara saygılı olmak, öteden beri tabii ve genel bir anlayıştır. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur.”11Aralık 1924 Times Muhabirine demeç.
         “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz.”1925
         “Cumhuriyetinin temelinin LAİK BİR DÜNYA GÖRÜŞÜNE dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır”Utkan Kocatürk, Atatürk Araştırma Merkezi, s.437
         “Ulusu kendi benliğine sahip yapmayan, ulusu asırlarca kendi hakkında gafil bulunduran hep bu CEHALETTİR. Hükümdarların, şunun, bunun ulusu köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel mülkleri gibi düşünmeleri, hep ulusun bu bilgisizliğinden istifade edilmek sayesinde idi. Gerçek kurtuluş istiyorsak, her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz, bütün süratimizle bu cehaleti ortadan kaldırmaya zorunluyuz.”21 Mart 1923,Konya, Lise mensuplarına.
         “Şuna inanmak lâzım ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”1923
         “İnsanlar dünyaya mukadder oldukları kadar yaşamak için gelmişlerdir.Yaşamak demek faaliyet demektir.Bundan dolayı bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa,o toplum felç olmuştur.Bir toplumun hayatta çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları kabul etmesi gerekir.Bundan dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede         hem erkek hem kadınlarımızın kazanmaları gerekir.” 31 Ocak 1923 İzmir.
         “İnsan topluluğu, bir ulus, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Olabilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim. Diğerini göz ardı edelim de, kitlenin tamamı ilerlemiş olabilsin? Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında ve yenilikle birlikte mesafe almak gereklidir.”Kastamonu,1925
         “Bir toplum, aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine tenkil olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.”Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.2,s.153
         Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”1922
         “Ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak katından yüksek bir işleme uygun sayılmaz. Türkiye Halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir ulusun kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”İzmit,1922,18 Şubat 1922 Claude Farrere ile çay ziyafeti.
         “Osmanlı tarihi baştan sonuna kadar hakanların, padişahların,
Şahısların, en nihayet zümrelerin hal ve hareketlerini kaydeden bir destandan başka bir şey değildir.”17 Şubat 1923İzmir iktisat kongresi açış konuşması.
         “Osmanlı devleti ne yazık ki ölmüştür. Babıâli iktidarı ne yazık ki ölmüştür; affedersiniz, yanlış yaptım! Ne yazık ki demeyecektim, iyi ki ölmüştür. Çünkü onlar ölmeseydi ulusu öldüreceklerdi.”31 Ocak 1923,İzmir’de halk ile konuşması.
         “Özgür olmayan bir ülkede ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.”1906vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik şubesi.
         “Bu memleket tarihte Türk’tü, şimdi de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”1923 Adana, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c:2,s130
         “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesine başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
         “Milliyetin çok açık niteliklerinden biri değil’dir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.”Önder Mehmet, Atatürk’ün Yurt Gezileri, İş Bankası yayını, s.8,1958
         “ÖĞRETMENLER, CUMHURİYET SİZDEN “FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR” NESİLLER İSTER.”25 Ağustos 1924,Öğretmenler Birliği Kongresi Üyelerine.
         Atatürk’ü anlayabilmek için; O’NUN her koşulda değişmeyen ve bükülmeyen iradesinin dosdoğru söylediği fikirleri iyice incelemek gerekmektedir.
         Şimdi gelelim, “Dâhili ve Harici Bedhahlarımızın” oyunlarına ve de bu olgular karşısındaki vurdumduymazlığımıza. 
“Dünya üzerinde bulunan her devletin Milli Menfaatlerini gerçekleştirmek için Milli Hedefleri vardır. Bu hedefler, Milli Güvenlik siyaset Belgelerinde açıklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Ümmetçiliğe ve dış devletlerin önerilerine kilitlenmiş durumdadır. Bizi ilgilendiren ve bugünkü durumumuzu ve yarınımızı etkileyecek olan Tek şey, Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Siyaset Belgesindeki 21’inci Yüzyıl Hedefleridir. Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Güvenlik Belgesinde iki önemli konu vardır, bizleri bugünkü karmaşaya ve dağınıklığa iten. Burasını iyi okuyup, aklımızı da başımıza almazsak yarın için de çok geç kalmış olacağımızı şimdiden söyleyebilirim:
         1*“21’inci yüz yılda; hiçbir ülke ya da ülkeler topluluğuna STRATEJİK GÜÇ OLMA İZNİ VERİLMEYECEKTİR!”
2*”Bu hedefin sağlanması için önleyici güç kullanımı da dâhil her yola başvurulacaktır.”
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Türkiye toprakları üzerinde ÜÇ temel, ÜÇ’Ü DE mümkünse ulaşılabilir nitelikte hedefleri vardır:
“1-Büyük İsrail’in oluşturulması,
“2-Büyük Ermenistan’ın oluşturulması,
         “3-Büyük Kürdistan’ın oluşturulması.
         Daha uzun vadede:
         A-İstanbul merkezli Büyük Ortodoks devletinin kurulması,
         B-Pontus Rum ve Yunan devletinin kurulması,
         C-Konya merkezli HİLAFET devletinin kurulması!
                            Çok önemli bir haber:
         “Ankara-Cumhuriyet Bürosu.”
         “Vali ve kaymakamlar Amerika Birleşik Devletlerine eyalet uygulaması stajına gittiler.”
         “İş İşleri Bakanlığı Strateji geliştirme Başkanlığı bünyesinde, Amerikan yönetim sistemini görmek ve uygulamaları incelemek amacıyla 35 Kaymakam ve Vali Muavini, 1,5 aylık kurs için Amerika Birleşik Devletlerine gittiler.”
         Gezi heyetinin başkanı Kadir Çakır:”Öğrendiklerimizi en iyi şekilde uygulayacağız!” Dedi.
          Başkomutan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in,06 Mart 1922 tarihinde Türkiye büyük Millet Meclisi Kürsüsünden tüm dünyaya seslenmişti:
                   Efendiler,”
         “Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”Gazi Mustafa Kemal.
         Sayın RTE’NİN, Amerikan Başkanı tarafından gözden çıkarılacağını sanan, Kürt kökenli ve Musa Arter’in çok yakını Cüneyt Zapsu adlı bir AKPELİ Büyük BİR POLİTİKACI tarafından:
         “Sayın RTE’Yİ delikten aşağıya süpüreceğinize onu kullanmalısınız!”Denildiğini okumuş muydunuz acaba!
         BDP Genel Başkanı Selahattin Demirbaş:                                ”Türkiye (25) eyalete bölünmeli, her eyaletin de özel güvenlik güçleri olmalı!”Dediğinde Türkiye Halkı ayağa kalkmış ve sessizce de yerine oturmuştu. Bunun bir anlaşmanın ifadesi olduğuna inanan var mıydı? Aslında; önce bir Alman yazarın “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabı Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştı. Bu yazara göre de Türkiye’de(36)Etnik grup vardı.
         Büyük Bilgin ve Atatürkçü Profesör Dr. Andre Mango,2006 yılında Harp akademisinde vermiş olduğu bir konferansında şu gerçeği de vurgulamıştı:
         “Üniter yapısını tamamlayamamış toplumlara demokrasi uygulaması baskısını yapan gelişmiş ülkeler, bu toplumların etnik gruplarından yeni uluslar yaratmaya yöneliktir.”Bu sözleri söylediğinde o zamanki Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer de o salondaydı.
         İyi okumalıyız ve de uyanmalıyız; senelerce önce Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey bakınız ne buyurmuştu:
         “TÜRKİYEYİ EYALETLERE BÖLMEK LÂZIM. MERKEZİ YÖNETİMİN BİR TAKIM YETKİLERİ BUNLARA VERİLMELİDİR. BELEDİYE BAŞKANLARI DA BU KONUDA EN YETKİLİ OLMALIDIR. O BÖLGELERDEKİ HER TÜRLÜ EĞİTİM DE BUNLARA BIRAKILMALIDIR!”Buz dağının görünmeyen kısmı buradadır Sayın Seyircilerimiz.
         Ps: Hava Kuvvetlerimize komutan olan Generallerin Silivri Toplama Kampına gönderilmesini hazırlamak, Silahlı Kuvvetlerimizin içinde sürdürülen terfi ve yükselme  çatışmanın Politikacılara yansımasının eseridir.





İzleyiciler

Blog Arşivi