6 Haziran 2016 Pazartesi

2109/İSLAM İBADETİNİN KAYNAĞI?



             TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. İZMİR;08 KASIM 2015.06 Haziran 2016.

                               İSLAM İBADETİNİN KAYNAĞI?!

              29 Ekim 2015 tarihinde,”Gülmesini bilmeyen kişi dükkân açmamalı?!//KONFÜÇYÜS//Başlıklı bir yazı yayımlamıştım.Bir Han’ım;”İŞÇİ PARTİSİNİ DE   biliyorum,MAOİST?!Dediğin de, itiraz ederek,şöyle demiştim:”Acele etmeyelim;Sayın Doğu Perincek’in genel başkanı olduğu siyasi partinin adı.”Vatan Partisidir?’Bu ad da genel kongrece verilmiştir. ”İyonyalı Büyük Bir Filozof değişimi şöyle açıklamıştı:”AKAR,AKAR!?İKİNCİ DEFA ELİNİ YIKADIĞIN SU,İLK DEFA ELİNİ YIKADIĞIN SU DEĞİLDİR?!”Hz.Muhammet,40 yaşına kadar SABUİN/SABİİ/idi.Yani,Güneş’e,Ay’a ve Yıldızlara tapardı.Hac suresi17’inci ayet;Bakara/İnek/suresi 62’inci ayet,Maide suresi 69’uncu ayet.YAHUDİLİK,İSEVİLİK VE SABİİLİK KUR’AN’DA YAZILIDIR.Celal Bayar,Cumhuriyet Halk Partisinde başbakanlık yapmış,DP’Lİ olarak ta ölmüştür…?!Gençten,iri kıyım birisi,selam vererek;”bir dakikanızı alabilir miyim?!”Dedi.”İyi günler,dedikten sonra,sizi dinliyorum?!Dedim.Yukarıda sözünü ettiğim yazımın çıktısından,SABİİLERLE ilgili bölümü okuyarak:

                   “İslam dini ile ilgili konuları rastgele yazıyorsunuz. Hz.Allah’ın yanındaki son din İslamiyet’tir. Yahudilik ve Hıristiyanlık, İslamiyetin inmesi ile kaldırılmış, keenlemyekûn edilmiştir. Hz.Muhammet te doğuştan peygamberdir. Sabiilik ile ilişiği uydurmadır, İslam dinini karalamaya yöneliktir,sonradan uydurulmuştur,bidattır?!”Bi dakika,İslam dininin Hz. İbrahim’in dini olduğunu kabul ediyor musunuz?!Dediğim de:”Buna inanmayan kâfirdir,bu konuda hadisler bile vardır?!Buyurunca,”anlaştık,sizde bizim gibi düşünmektesiniz.Bu konudaki bilgileri yayımlayacağım.Madem ki elektronik postalardan yararlanmaktasınız,yazlarıma,böylesine yol keserek değil de yazı ile yanıt verseniz olmaz mı?Dedim ve ayrıldım.ATATÜRK’ÜN Çankaya’daki arşivi açıldığın da,Meksika’da Maslahatgüzar olarak görevli Rahmetli Hasan Tahsin Mayatepek’in ATATÜRK’E özel olarak gönderdiği raporlar da gün yüzüne çıkmıştı.Rahmetli Turan Dursun,ulaşabildiği bu raporlardan en önemlisini  2000’e Doğru Dergisinde  ve kitaplarında yayımlamıştı.Bunlara onun adına açılmış olan sitede de ulaşmak mümkündür.Sabiiler,Hz. Adem’e,Hz. Nuh’a ve Vaftizci Yahya’ya inanır;Hz. İbrahim’i,Hz. Musa’yı,Hz.İsa’yı ve Hz. Muhammed’i reddederler.Bugün,Irak’ın kuzeyinde80.000 kadar,tek tanrıya inanan,  Sabii yaşamaktadır.Buyurunuz da okuyalım:

        “Muhammed de, İlk Zamanlar "Sabii" Diye Tanınıyordu?!”

              “Buhari ve Müslim'in "e's-Sahih"lerinde de yer alan, Muhammed'in ilk zamanlarda, Sabii diye tanındığını açıklayan hadis anlatımlarına, aktarmalarına tanık oluyoruz. İşte bir-iki örnek:

"(Peygamberin arkadaşlarından iki kişi bir kadınla konuşuyorlar):

- ‘Haydi, yürü gidelim!’Dediler.
- ‘Nereye?’ Diye sordu kadın.
- Tanrı'nın Elçisi'ne diye karşılık verdiler.
- Haa şu kendisine "Sabii" denen kimseye mi? Diye sordu kadın.
- Evet, işte o senin söylediğin kimseye diye karşılık verdiler." (Buhari, e's-Sahih, Kitabu't Teyemmüm/6, c.1, s.89).


             İslamın İbadet Kaynağı: Güneş Kültü





Raporun adı: Güneş Kültü.
Yazıp gönderen: Tahsin Mayatepek, Meksiko Maslahatgüzarı/1935-1937/
Raporun Alıcısı: Mustafa Kemal Atatürk
Tarih: 12 Kânunuevvel 1937.
Sayısı: 14’üncü Rapor.
Sayfası: 40.
Bu raporla yıllar önce tanıştım. Şimdi ilk yayına sunan ve değerlendiren kişi olmanın coşkusunu taşıyorum.
Ya Ötekiler?
Birinci rapor, ikinci rapor, üçüncü rapor nerede? Nerede dördüncüsü, beşincisi ve altıncısı? Ve nerede yedincisi, sekizincisi, dokuzuncusu? Daha da var: Onuncusu, on birincisi, on ikincisi, on üçüncüsü. Belki de on dördüncüden sonrası da vardı. Ama on dördüncüye kadar bulunduğu kesin. Yoksa bu rapor için "14’üncü Rapor" denir miydi? Peki, nerede öbürleri? "14’üncü Rapor" Cumhurbaşkanlığı arşivinde. Her nasılsa kalabilmiş. Öbürlerinin de burada bulunması doğaldı. Dahası gerekliydi. Ama ne bu doğallık ne de bu gereklilik o raporların bu arşivde bulunmasına yetmiştir. Hiç değilse sorulması da doğal değil mi? Nerede Mayatepek'in Atatürk'e gönderdiği kesin olan öteki raporlar? Eğer Atatürk'ün arşivine önem verilmişse, eğer bu arşivdeki belgeleri kimi eller çekip almamışsa, bunlar kimilerinin keyfine ya da çıkarına uygun biçimde yok edilmemişse, yağmalanmamışsa, alınıp satılmamışsa... Nerede bu raporlar? Evet, neredeler? Yok, yok, yok. Var diyen varsa, beri gelsin, açıklasın, anlatsın. Ve aydınlatsın araştırmacıları.
"Araştırmacılar"... Bunlar, asıl yetkilileri, tepede bulunanları ilgilendiriyor mu dersiniz? Araştırmacılar, hele sıradan olanlar ya da sıradan görülenler, ilgililerin ölçülerine uyabilecekleri kesin olmayanlar o kapıları açabilirler mi? Örneğin, Atatürk'e ait elyazmaları arşivinde bulunan, Ruşeni'nin son derece önemli kitabı, Atatürk'ün de övgülerini taşıyan "Din Yok Milliyet Var" adlı kitaba ulaşmak kolay mı? Dahası, mümkün mü? Bunun için çok sıkı biçimde "dinli ve imanlı" olmak gerek. Hem de ilgililerin, yetkililerin ölçüleri içinde dinli imanlı olmak... Başka türlü o kapılar açılmaz. Araştırmacıya yol yok. Ya bulduğuyla fikirleri ve de inançları bulandırırsa? "Yağma yok," öyle...
Peki, yağma yok da ve olmamışsa söz konusu arşivdeki belgeler niye tamam değil? Bulunması gereken belgeler bulunmuyorsa, yağma; yalnızca belirli kesim için mubah görülmüş olmuyor mu? O belgelerin yok edilmesinde bu kesimin payının olduğu düşünülemez mi?
Şimdi bir düşünün: "Dinli imanlı görünen ya da öyle olan bir kimse, bu niteliğine ve ilgililerin yasa üstü ölçütlerine uyma noktasındaki güvenilirliğine bağlı olarak güven sağlayıp, söz konusu arşive dalıyor. Dilediğini alma, sözüm ona inceleme rahatlığına sahip. Ve karşısına Tahsin Mayatepek'in Atatürk'e gönderdiği raporlar türünden belgeler çıkıyor."Amanınnnnn! Bunlar hep imansızca şeyler! Yokedilmeli bunlar!"Diye düşünmez mi?
Belgelerin yok olmasında "din, iman" mı, yoksa "çıkarlar" mı, yoksa her ikisi mi rol oynamıştır? Hiçbirinin günahı yoksa bir kez daha sormalı: Nerede bu belgeler? Niye olmaları gereken yerlerinde değiller?
Raporun İçeriği: İslam’daki İbadetler "Güneş Tapımı" Kaynaklı.
Orta Asya'daki ecdadımız gibi Güneş Kültüne salik(bağlı) olan Meksika yerlilerinin Güneşe tazim (saygı gösterme, ululaştırma) ayinlerini ne suretle yapmakta oldukları ve Ezan, Abdest ve secde gibi Müslümanlığa ait oldukları zan olunan hususatın Müslümanlığa güneş dininden girdiği ve İslam dininde vazıh (belli) bir manası olmayan secdenin Güneş Kültünde çok derin bir manası olduğuna ve saireye dair mühim malumat ve izahatı havi rapor:
En başta böyle sunuluyor rapor.
"Güneş Kültü" deniyor.
"Kült" nedir?
Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek şöyle tanımlıyor:
"Yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara karşı gösterilen saygı, onlara tapınış."
Kısaca “tapım” denebilir.
Öyleyse "güneş kültü", "güneş tapımı" demektir.
Rapor, İslam’ın öz ibadetleri olduğu sanılan ibadetlerin, gerçekte hangi kaynaktan geldiğini örnekleri ve kanıtlarıyla sergiliyor. Bir, bir!
İlk kez yayımlanacak olan bu raporu, eksiksiz, olduğu gibi yayımlamadan önce bir-iki nokta üzerinde duralım:
Bu ve benzeri raporlara o dönemlerde neden gerek duyuluyordu?
Atatürk neden istiyordu? Bu raporun kapsadığı alanda aydınlara, araştırmacılara neden görevler yüklemişti? Ve aydınlar, araştırmacılar, bu alanı neden bu denli iş edinmişler ve çabalara girişmişlerdi?
Noktalardan biri de bu.
Raporda ileri sürülenler alanında Kur'an'da neler var? İslam ve İslam araştırmacıları ne diyor? Başka dinlerin ve efsanelerin kutsal yapıtları ne diyor?
Noktalardan biri de bu.
Bu noktalar üzerinde önce özet olarak durulacak. Rapor tümüyle sunulduktan sonra da yer, yer açıklamalar ve ayrıntılarla kimi kesimlere daha çok açıklık getirmeye çalışılacaktır.
Birinci nokta: Raporun yöneldiği amaç.
Bu amacı, Atatürk'e rapor, daha doğrusu raporlar yazıp gönderen Tahsin Mayatepek'in, raporda çok açık biçimde yansıyan coşkusunu anlayabilmek için, genç cumhuriyetin yöneldiği amacı, temel taşlarını, hangi dünyaya, uygarlığa yönelik olduğunu anımsamak gerekir. Ve iki yolu birbirinden ayırdıktan sonra hangi yolu seçmek gerektiğinin bilincinde olmak.
İki Yol:
- Bilim yolu.
- Bilim dışı yol.
Birincisinde gözlem var, deney var, değerlendirme var, nesnel gerçekler var, sorunları gerçeklerin yasalarına göre açıklama, çözümleme var, bir sağlam sonuçtan, bilinmeyenden bir başka sağlam sonuca ulaşma var, bilinmeyenleri bilinen durumuna getirme var, dinamiklik var, değişmeler ve gelişmeler var, sürekli ilerlemeler var, kapısı hep ileriye doğru açık uygarlık var, insan var, insanların toplumlar yararına girişilmiş buluşları var, insanca düşünülüp konulan ve her zaman değiştirilebilen yasalar ve yöntemler var, açıklık var. Kısa söylenecekse,"din ve iman"la,"çıkara dayalı saptırma amaçlı yorumlarla ırzına geçilmediği zaman güvenilirliği olan akıl var, bilim var.
İkincisindeyse, binlerce yıllık ilkellikler var, "din" var, inançlar var, düş var, büyü var ve olayları bunlara, bunlar kullanılarak oluşturulan kalıplara göre çözümleme, daha doğrusu çözümleyememe var, içinden çıkılmaz kurallar, karanlıklar var, karanlık kaynaklı yasalar var, Mahmut Esat Bozkurt'un Türk Medeni Kanunu'nun gerekçesinde belirttiği gibi durağanlık var, donukluk var, değişmezlik var, gerilik var, karanlığa teslim olma var. Kısacası, insanı kendi dışındaki korku, umut ve türlü hastalıklar ürünü uydurma bir güce ya da güçlere bağlama var, görünmezler adına tutuklama, hapsetme, çürütme, insanı mallaştırma, toplumları sürüleştirme, uyutma, uyuşturma ya da gözlerini döndürüp özgürlüklere, özgür düşünceye, özgür insana, çağdaş uygarlık yolunun yolcularına, akla, bilime saldırtma var.
Bu yollardan hangisi seçilmeli?
Cumhuriyet'in kurucusu ulu önder, toplumu için bu yollardan hangisinin seçilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Cumhuriyet'in kuruluşundan çok önceleri de seçimini yapmıştı. Birinci yolu seçmişti ve güçlü kişiliğiyle seçtirmişti.
Ulu önderin birinci yolu seçtiğine o denli kanıtlar var ki, saymakla bitmez.
Birinci yolu seçtiği için ilkelerini, devrimlerini art arda sıralayıp gerçekleştirmişti. "En gerçek yol gösterici bilimdir." ünlü sözünü söylemiş olması bundandı. Ve devlet yönetimini, bu yönetimdeki politikasını, 'gökten indiği sanılan kitaplara' dayandırmadığını, bu kitaplardan 'esin'(ilham) almadığını, yaşamın gerçeklerinden güç ve esin aldığını özenle belirtmiş olması da bu nedenleydi.
Ulu önder, dinle akıl ve bilimi bağdaştırma, bu yolla bir sentez (Türk İslam sentezi)yapma yoluna da gitmemişti. Bunun bir çıkmaz olduğunu biliyordu çünkü. Biliyordu ki, eğer ırzına geçilmemişse, akıl ve bilimle hiçbir din bağdaşmaz. Bu,açık ve net olarak ortaya konmalıydı.Atatürk bunu yaptı.
İşte bu ulu önder, ümmetlikten, reaya(sürüler) olmaktan çıkarıp, önüne çağdaş uygarlık yolunu açtığı,"ulus" olma bilincini vererek, sağlıklı kişilik ve kimlik kazandırdığı toplumun aydınlarına görevler yüklemişti:"Araştırmalar yapılsın, akla, bilime dayalı olarak toplum aydınlatılsın."Yeteneği olanları bu yöne yöneltmişti. Rapordan çok iyi anlaşılıyor ki, Tahsin Mayatepek de, bu yolda Atatürk'ün güvenini kazananlardan ve bu yönde görev yüklenmiş olanlardandı.
Rapor açıklıkla ortaya koyuyor ki, İslam’ın benim dedikleri bile kendisinin değildir, çok eskilere giden efsanelerdir. Toplumların, bu arada Türk toplumunun çok eskiden yarattığı ve çağdaş ilkellerin yaşamlarında da tanık olunan, inanıldığı bilinen efsaneler... İşte bunlardır yüzyıllar boyu "Tanrı'dan gelme vahiylerin eseri" diye yutturulanlar. Ve kullanılarak kitleler, Türk toplumu üzerinde (Arap ağırlıklı) baskı aracı yapılanlar.
İkinci nokta.
Raporda ileri sürülenlerin gerçeği yansıttığına, Kur'an'dan, ilkellerin kutsal yapıtlarından, Müslüman, Doğu ve Batı araştırmacıların araştırma ürünlerinden, açıklamalarından da ipuçları ve kanıtlar bulunabilir. Hem de bolca...
İşte Kur'an ayetleri:
Kur'an "Güneş Tapımı"nın da İçinde Bulunduğu "Yıldız Tapımı"nı Resmen Tanıyor.
Kur'an'da "Sabiiler"den söz edilir. Bunlar kitap ehli arasında yer alır.
Bakara Suresi'nin 62’inci, Maide Suresi'nin 69’uncu ve Hac Suresi'nin 17’inci ayetlerinde...
İşte Bakara Suresi’nin 62’inci ayeti:
"Şüphesiz, inananlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp, yararlı iş yapanların ecirleri rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir."
Bu ayette, birinci sıra iman edenlere, yani Muhammed dinine inananlara (Müslümanlara) veriliyor. İkinci sıra Yahudilerin, üçüncüsü Hıristiyanların, dördüncüsüyse Sabiilerin. Oysa gerçekten birinci sıranın, Sabiilerin olması gerekir. Çünkü Sabiilik, sayılan dinlerin tümünden önce gelen, hepsinden eski bir dindir. Her neyse...
Ayette açıkça görüldüğü gibi, Müslümanlık, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabiilik inanırları sıralanıyor ve bunların,"Tanrı'ya ve ahiret gününe inanmaları" durumunda "Rablerinin katında ecr, yani sevap alacakları ve korkudan, üzüntüden kurtulacakları",kısacası cennete girecekleri bildiriliyor. Müslümanlar, Tanrıya ve ahiret gününe inanırlar. Ötekiler de... O zaman bütün bu sayıları din inanırlarının Rablerinden karşılık olarak kurtuluşa erecekleri, yani cennete girecekleri bildirilmiş oluyor. Bu İslam Peygamberi'nin ve arkadaşlarının "mümaşat" yaptıkları, yani öteki dinlerin inanırlarıyla barış içinde birlikte yürüme politikası güttükleri, geçinmeye çabaladıkları döneme rastlayan ayetlerdendir. Müslümanlar, kimi mevziler elde etmek için zaman, zaman böyle politika izlemişler ya da izler görünmüşlerdir. Fırsat bulup güçlenince de karşılarındaki dinler inanırlarını, kitap ehli filan demeden vurmuşlardır. Aslında dinler bunu hep yapmışlardır birbirlerine.
Konumuz nedeniyle bizi burada ilgilendiren, ayette, kitap ehli arasında yer verildiği görülen Sabiilerdir.
Kimdir bunlar?
Müslüman Kur'an yorumcularına, din ve tarih araştırmacılarına göre:
- Yıldızlara (güneş, ay da yıldız sayılmıştır) tapanlar.
- Meleklere tapanlar.
- Nuh Peygamber'in dininde olanlar.
- Yahudilerle Hıristiyanlar arasında kalan bir dine inananlar.
- Yahudilerle Mecusiler (Zerdüştçüler) arasında kalan bir dine inananlar.
- Hıristiyanlarla Mecusiler arasında kalan bir dine inananlar.
- Bir dinden öbürüne geçen, din değiştirenler.
- Bir kesim Yahudiler.
- Bir kesim Hıristiyanlar.
- Dinsizler.
Yukarıdaki ayette, Sabiiler, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan ayrı yer aldığına göre, bunlara bir kesim Yahudiler veya bir kesim Hıristiyanlar demek Kur'an açısından mümkün değildir. Dinsizler demek de. Çünkü bunlar, belirli dinlerin arasında, bir din inanırları olarak yer alıyor. Bunlar için din değiştirenler demek de, ayetteki anlatıma uymaz. Çünkü ayette, din değiştirenlerden söz edilmiyor. Ayette anlatılana uyması için Sabiiler, öyle bir dine inanmalılar ki, o din, Yahudilikten, Hıristiyanlıktan ve Hac Suresi'ndeki ayette yer verilen Mecusilikten ve dahası Arap putataparlığından daha başka başlıbaşına bir din olsun. Bu din, kimilerinin ileri sürdüğü gibi, Nuh Peygamber'in dini olabilir mi? İsfehanlı Rağıp, el-Müfredat'ında, bu görüşü benimsediğini belirtiyor. Ama inandıkları neydi, neye tapınıyorlardı? Kimilerinin ileri sürdüğüne göre, meleklere tapıyorlardı. Genellikle benimsenen görüşe göreyse, yıldızlara tapıyorlardı. Bu yıldızların içinde ve başında da, bir zamanlar birer yıldız sayılan güneş ve ay bulunuyordu. Fahruddin Razi gibi ünlü Kur'an yorumcuları da bu görüşü benimserler. İbn Hazm, Şehrestani, Fadullah el Ümeri gibi Müslüman dinler tarihi yazar ve araştırmacılarının benimseyerek belirttikleri görüş de budur ve ayrıca, Sabiilik dininin, dinlerin en eskisi olduğu yolundadır. Yine bu yazarların yapıtlarında belirtilir ki, Sabiilik inanırlarından Kurre Oğlu Sabit ve oğlu Sinan gibi çok ünlü düşünürler yetişmiş, bunlar, çeşitli dallarda verdikleri yapıtları yanında, Sabiilik dinine, inançlarına, ibadetlerine ilişkin kitaplar yazmışlardır. Sabiilikten çok şey almış bulunan Yahudilik dininin ikinci ve yeni baştan kurucusu sayılan filozof ve din adamı Musa İbn Meymun da, Sabiilikte yalnızca yıldızların Tanrı sayıldığını, en başta, güneşe, sonra aya inanıldığını, güneşi simgelesin diye onun için altından put yapıldığını, ay simgesi olarak yapılan putun da, gümüşten olduğunu yazar, Sabiilikteki güneş peygamberinden, ay peygamberlerinden ve bunların kitaplarından söz eder. İbn Meymun, kendi zamanında Sabiilik dinine inanan toplumları anlatırken, en başta "kâfir Türkler'e" yer veriyor, yani Sabiilik dininden oldukları için Türk toplumunu "kâfir" diye niteliyor. Aynı kaynaklarda, Sabiilik dininin en yoğun olarak Kaldeliler'de (Kıldaniler) bulunduğu, dünyanın öteki toplumlarına daha çok bunlardan yayıldığı da belirtiliyor.
Sonuç:
Sabiilik, Kur'an'da resmen bir din olarak tanınıyor.(Birçok alıntısı bu dindendir.)
Kur'an'da, Sabiiler, "kitaplılar" arasında sayılıyor.
Kur'an'da Sabiiler, kitap ehli arasında sayıldığı içindir ki, birçokları gibi ünlü İslam fıkıhçısı ve Hanefi mezhebinin başı Ebu Hanife, Sabiilerin kitap ehli arasında sayılması gerektiğini belirtmiş, onların kadınlarıyla evlenilebileceğine ve kestiklerinin yenilebileceğine fetva vermiştir. Hanefi fıkıh kitaplarında da, bu yönde fetva verilmiştir. Ne var ki, eğer bir kitaba inanıyorlar, bir peygamberi kabul ediyorlar e yıldızlara tapınmıyorlarsa..." diye de bir kayıt konulduğu görülür. Ama bu kaydın, sonradan eklendiği, bir takım polemikler nedeniyle bunu ekleme gereğinin duyulduğu anlaşılıyor. Çünkü Sabiilik dininden olanlar, ayetlere dayalı olarak kitap ehli sayıldıktan sonra böyle bir koşulun artık anlamı olamaz.
Sabiilikte, yıldızlara, en başta da güneşe, aya tapınma vardır.
Ve çok açık biçimde belli oluyor ki, Sabiilikte, Tahsin Mayatepek'in raporunun içeriğini oluşturan güneş kültü, yani güneş tapımı ağırlıklıdır.
Sabiilikteki inanç bilindiği gibi, bu dindeki ibadet biçimleri de bilinir.
Nedir Sabiilikteki ibadetler?
Bu sorunun kitaplardaki karşılığına bakıldığı zaman, İslam’daki birçok ibadetin tümüne yakın bölümünün (bir anlamda tümünün), İslam’a -doğrudan ya da dolaylı yollardan- Sabiilikten geçtiği ve dolayısıyla, Mayatepek'in anlattıklarının, gözlemlerinin, değerlendirmelerinin doğru olduğu açık seçik görülür.
Karşılaştıralım:
- Müslümanlıkta namaz abdestiyle, boy abdestiyle taharet var.
- Sabiilikte de bu var.
- Müslümanlıkta vakitleriyle namaz var. Beş vakit.
- Sabiilikte de bu var. Aynı saatlerde, üçü farz altıvakit.
- Müslümanlıktaki namazlar, cenaze namazının dışında, rükûlu, secdelidir, rekâtlar vardır.
- Sabiilikteki namazlar da böyledir.
- Müslümanlıktaki namazlardan cenaze namazı, dua sayıldığı için rükûsuz ve secdesizdir.
- Sabiilikte de cenaze namazı böyledir.
- Müslümanlıkta oruç vardır.
- Sabiilikte de vardır.
- Müslümanlıkta farz oruçlar bir aydır. Bu ay da kimi zaman 29,kimi zaman 30 gün çeker.
- Sabiilikte de böyledir.
- Müslümanlıkta farz oruçlarının yanında, isteğe bağlı ve nafile adı verilen oruçlar vardır.
- Sabiilikte de böyledir.
- Müslümanlıkta "fıtr bayramı" adı verilen "ramazan bayramı" vardır.
- Sabiilikte de bu ad ve nitelikte bayram vardır.
- Müslümanlıkta kurban vardır.
- Sabiilikte de vardır.
- Müslümanlıkta hac vardır.
- Sabiilikte de vardır.
- Müslümanlıkta Kâbe, Tanrının evidir ve kutsaldır.
- Sabiilikte de böyledir.
- Müslümanlıkta ibadet için tapınaklar vardır.
- Sabiilikte de...
- Müslümanlıkta kutsal kitap vardır.
- Sabiilikte de...
- Müslümanlıkta peygamber, peygamberler vardır.
- Sabiilikte de...
Ve böyle gider. Bütün bunların kanıtlarını ileride ve raporun sonundaki belgelerde bulacaksınız.
İslam da, Tıpkı Güneş ve Ay Kültlerinde(Sabiilikte) Olduğu Gibi Güneşe, Aya Ayarlı.
Dikkat edilmeli: Güneş bir yere geldiğinde bir namaz, bir başka yere geldiğinde bir başka namaz, doğması yaklaştığında bir namaz, battığında bir başka namaz kılınır. Oruç da, güneş ışınları yokken (tanyeri ağarmadan önce) tutulur, güneş batınca bozulur. Yine oruç, hadisteki buyruğa göre,"Ay görülünce(ramazanın başında) başlar, ay görülünce (izleyen ayın başında) bitirilir (bayram edilir).". Ay 29 çekerse ramazan orucu 29, ay 30 çekerse ramazan orucu 30 gün olarak tutulur.
Güneş ve ay kültlerinde (Sabiilikte) de bu ibadetler böyledir, güneşe ve aya göre düzenlenmiştir. Bu da, İslam’daki ibadetlerin nereden kaynaklandığını çok açık biçimde ortaya koyan kanıtlardandır.
Şu ayete bakın:
"Güneşin Kaymaya-Kıpırdamaya Başlaması Zamanı ve Nedeniyle Namaza Başla"
Bu ayette Diyanet'in resmi çevirisinde, biraz eksik, biraz da yanlış olarak şu anlam verilir:
"Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Sabah vakti de namaz kıl. Zira sabah namazı, görülmesi gerekli bir namazdır."(İsra Suresi, ayet 78)
Bu ayetin başına, daha doğru olarak şu anlamı vermek gerekir:
"Güneşin kayma-kıpırdama zamanında ve bu nedenle namaz kıl ve gecenin karanlığına değin (vakit vakit) sürdür..."
Ayette, bir "dülukü'ş-şems" deyimi geçiyor. Bunun anlamı, "güneşin kıpırdaması (delk'ten) ve Kayması”dır. Bu deyimin başında da bir "li" yer alıyor. Bu "lam" ile; "vakit" ve "neden" bildirilir. Dolayısıyla, bu lam için Kur'an yorumcuları ve dilbilimcileri "sebep lamı","vakit lamı" derler. Yani bu "lam" ile "vakit" ve "neden" bildirilir. Dolayısıyla, bu "lam"dan, namazların, hangi zaman ve hangi nedenle kılınacağı bildiriliyor. Fıkıhta da bu hüküm çıkarılır. F.Razi, bu ayet nedeniyle, "Üçüncü Mes'ele" anlamındaki başlık altında şu bilgiyi veriyor;
"Vahidi şöyle diyor: Li düluki'ş-şemsi'deki lam, ecl ve sebep (neden) lamıdır. Bu böyledir çünkü namaz güneşin kaymasıyla vacib (farz) olur. Öyleyse namaz kılana, namazı yerine getirmesi, güneşin kaymaya başlaması nedeniyle gerekli (farz) olmuştur."(F.Razi, E’t-Tefsirü'l-Kebir,21/26)
Her şey çok açık değil mi?
Demek ki temel İslam kaynakları da, namazın güneşin kıpırdamasına-kaymaya başlamasına bağlı olarak insanlara buyrulduğunu kabul ediyor. Güneş Kültü'nün, yani Güneş Tapımı’nın bunda rol oynamadığı söylenebilir mi?
Orucun farz olduğunu ve nasıl yerine getirilmesi gerektiğini bildiren ayetler, Bakara Suresi'nin 182'den 187'ye değin olan ayetleri de, oruç ibadetinde ayın ve güneşin rol oynadığını dile getirir niteliktedir. Örneğin 185’İnci ayette,"sizden kim AY'A tanık olursa (ayı görürse, aya, ramazan ayına erişirse) hemen oruç tutsun..." deniyor.187’inci ayetinde de orucun, "Tan yerinde ak ipliğin kara iplikten ayırt edildiği", yani "tan yeri ağardığı" zamandan önce başlayıp, geceye dek süreceği, yani güneşin batmasıyla sona ereceği bildirilir.
Şöyle bir soru sormayın:
- Peki kutuplarda, gecenin ve gündüzün günlerce, aylarca sürdüğü, örneğin altı ay gece, altı ay gündüz olduğu yerlerde oruç nasıl tutulacak?
Böyle bir soru sormayın, çünkü "Aklı ve bilimi dine araç yapan güruh", bir takım yorumlara çabalamış olsalar da, kimse bu konuda doyurucu bir cevap verebilmiş değildir. Ve siz de kimseden doyurucu bir karşılık alamazsınız.
İbadetlerin güneş ve aya göre düzenlendiği ve düzenleyicilerinin de gündüzün, gecenin o denli uzun olduğu yerlerde yaşamadıkları, öyle durumlar olabileceğini bilemeyecekleri göz ününde tutulduğundaysa, sorunun karşılığı kendiliğinden ortaya çıkmış olur. İlkel insanlar, Güneş Tapımı’nın, Ay Tapımı’nın kurucuları ve inanırları dünyanın o yörelerini, yani gündüzün ve gecenin o denli uzun olduğu kesimlerini nereden bilebilirlerdi?
Kur'an'da, İbrahim Peygamber'in de Yıldız’a, Ay’a ve Güneş’e 'Tanrım' dediği Belirtilir.
En'am Suresi 76, 77 ve 78’inci ayetlerine göre, İbrahim, yıldızı görür, yıldıza; ayı görür, aya; güneşi görür, güneşe "Tanrım" der. Bu gök cisimlerinden güneşi daha büyük ve daha parlak görünce,"Tanrım budur işte, bu daha büyüktür."Diye konuşur. Ne var ki Tanrı dedikleri yerlerinde kalmayıp batınca, bunlara Tanrı demekten vazgeçer. Önce yıldızdan, sonra aydan, sonra da güneşten vazgeçer İbrahim. Artık bunları Tanrı saymaz ve asıl Tanrıya döner.
Kur'an, İbrahim'in Tanrıyı nasıl arayıp bulduğu kendince anlatırken çok önemli bir ipucunu da açığa vuruyor. Demek ki, İbrahim de, süresi ne olursa olsun; yıldıza, aya ve güneşe "Tanrım" demiştir. Sonradan vazgeçtiği ise Kur'an'ın iddiasıdır. İstediği sonuca ulaşmak için bu savda bulunması doğal.
Ayetlerin anlattıklarına bakılacak olursa, İbrahim'in sözü edilen gök cisimlerini Tanrı sayma olayı, bir gün içinde olup bitmiştir. Oysa akla, mantığa vurulursa bunun olabilirliği yok. İbrahim bu gök cisimlerine, biraz düşünmeye başladığı zaman Tanrım demiş olabilir. Diyelim ki erginlik çağında... Peki, bunlara Tanrım dediği günden önce, yıldızı, ayı ve güneşi hiç görmemiş midir? Bu, nasıl ileri sürülebilir? Olay, olup bitmişse, bu bir evre içinde olmalı.
Kaldı ki, İbrahim'in yıldızları ve o zamanlar birer yıldız sayılan güneşi, ayı birer Tanrı saymaktan vazgeçtiğine ilişkin değil; yıldız, ay ve güneş tapımcılarının, yani Güneş Kültünün, Ay Kültünün, bir başka deyişle Sabiilik dininin inanırlarının peygamberliğini yaptığına ilişkin kayıtlar ve aktarmalar vardır.
Üç Dinin Paylaşamadığı İbrahim, Bir Sabiiydi.
Al-i İmran Suresinin 65, 66, 67 ve 68’inci ayetlerinde, İbrahim'in Yahudi mi, Hıristiyan mı, yoksa "Müslim" mi olduğu tartışması yer alıyor ve kesip atılıyor:
"İbrahim ne Yahudiydi ne de Hıristiyandı. O, bir hanif ve Müslimdi."
Ardından da İbrahim'e en yakın olanların, Muhammed ile inanırları olduğu ileri sürülüyor.
Gerçekten de, İbrahim, paylaşılamayan bir peygamber. Özellikle Yahudilerle Müslümanlar paylaşamıyor. Yahudiler de, Müslümanlar da onu kendi ataları sayıyor.
Eğer sözü edilen İbrahim tarihte yaşamışsa, yazılanlara, araştırmalara ve aktarılagelenlere bakılarak rahatlıkla şu söylenebilir:
İbrahim, bir sabiiydi ve Sabiilik dininin peygamber diye inandığı bir kişiydi.
Kur'an ve hadis yorumcularından kimileri, kimi hadisler, İbrahim'in toplumunun Sabii olduğunu, ama onun, bu toplumla savaştığını, onları doğru yola çağırmak ve sokmak için peygamber olarak gönderildiğini ileri sürerlerse de bu, öteden beri alışılagelen bir yutturmacadır. Müslümanların uydurmasıdır. Nice yalan ve uydurmalar arasında bu da sergilenir. İbrahim ile Sabiilerin ayrı ve birbirlerine karşı olduğu ileri sürülüp işlenir. Bununla birlikte çıkarlarının da gereği olarak İslam’ı savunmak için kalemlerini ve olanca güçlerini kullanan Müslümanlardan birçokları da, Sabiilerin, İbrahim'e peygamber olarak inandıklarını belirtmekten kendilerini alamazlar. Bunlardan, ilahiyatçı (tefsir hocası) Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu şunları yazar: "Sabiiler, Âdem, İbrahim, Musa, Yahya gibi peygamberlere gönderilmiş olan kitapların suretlerine sahip olduklarını söylerler..." İbn Nedim'in El Fihrist'inde Haniflerin bir kitabından, öteki kitaplar gibi bu kitabın da Arapçaya nasıl çevrildiğinden söz edilirken, Hanifler şöyle tanıtılıyor:
"Müminlerin Emiri Harun'un -sanırım Reşid'in- azatlısı Abelullah ibn Selam oğlu Ahmet diyor ki: Hanefiler'in kitaplarından olan bu kitabı tercüme ettim. Hanifler, İbrahimci Sabiilerin ta kendileridir. Bunlar, İbrahim Peygambere inanmışlardır." (İbn Nedim, El Fihrist, s.32)
- Kur'an'da İbrahim için ne deniyor?
- "Hanif."
Burada ne deniyor?
- "Hanifler, İbrahimci ve İbrahim'e peygamber olarak inanan Sabiilerdir."
Haniflerle Sabiileri birbirine karşıt gösterme çabaları vardır. İslam propagandacılarınca, bu da önemle işlenir. Ama araştırmalar ve temel kaynaklardan birçoğunda, bunların birbirinden temelde ayrı olmadığı, hatta birbirlerinin aynı oldukları yansıtılır. Şu denebilir: "Hanifler, Sabiilerin bir koludur."
Sabiilerin İbrahim dinine inandıkları, kimi tefsirlerde de belirtilir. Bu nedenle, Ömer Nasuhi Bilmen de, tefsirinde, Sabiileri tanıtırken şöyle der: "Sabii: Hazreti Nuh'un veya Hazreti İbrahim'in dini üzerine bulunmuş kimselerdir." (Kur'an'ı Kerim'in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, İstanbul, 1/63)
.” Kuran'dakipaganayetlerdenbazıları:
Mülk/67-5’inciayet:
" Andolsun ki biz, dünyaya en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış tanesi yaptık ve ahirette onlara alevli ateş azabını hazırladık "
Halk arasında yıldız kayması olarak bilinir. Meteorların atmosfere girince sürtünerek yanması, Kuran'da şeytanlara fırlatılan taneler olarak ifade ediliyor.Amma,bu meteorlar insanları ve hayvanları öldürmektedir?!Ostüzü.
Saffat 37/8’inciayet“Onlar, artık yüce topluluğa kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak meleklerin konuşmalarından bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.”
33/92uncu ayet:“Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Hâlbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.”
37/10’uncu ayet.“Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” Ve “Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk?!”
PEKİ,ŞEYTAN AYETLERİ AÇIKLAMASINA NE DİYORSUNUZ?!ŞEYTAN,ALLAH’IN YERİNE GEÇEREK,CEBRAİL KILIĞINDA  HZ.MUAHAMMED’E ULAŞAC KADAR GÜÇLÜ MÜ?!Şeytan,insanların yaptıkları namussuzlukları yüklemek için uydurulmuş bir günah keçisidir./SKİPOGOAT’TTIR/

 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi