25 Mart 2015 Çarşamba

2012/16/17Ocak 1923,İZMİT BASIN TOPLANTISI.



İZMİT BASIN TOPLANTISI: “Mustafa Kemal Paşa'nın amacı, saltanat ve hilafet konusunda alınan kararların halk üzerinde ne gibi etkiler yaptığını incelemek ve belirlemek olan Batı Anadolu Gezisi'nin en önemli bölümünü onun İzmit'te dönemin bazı İstanbul gazetelerinin başyazar ve yazar konumundaki gazetecilerle yaptığı basın toplantısıdır" Bu basın toplantısıyla Mustafa Kemal Paşa, günün tartışma konusu olan çeşitli konularda gazetecileri aydınlatmayı ve onların kafalarındaki soru işaretlerini dağıtmayı düşünmüştü. Çünkü O, kamuoyunun ve özelliklede İstanbul kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için önce kamuoyunu etkileyecek en önemli araç olarak gördüğü gazetecilerle 16/17 Ocak 1923 tarihinde, İzmit’te Abdülaziz’in av köşkünde bir basın toplantısı yapmıştı.19 Oak 1923 akşamı da, İzmit halkına, şehir sinemasında hitap etmişti.64 sene saklanan bu basın toplantısı tutanakları, türlü söylentilerin konusu olmuştu.Ele alınan tüm konular çok önemliydi.Hilafet konusu da Başkomutanımız ve Cumhurbaşkanımız Mustafa  Kemal tarafından derinlemesine ele alınarak anlatılmıştı.Bu ilginç söyleşilerin özeti aşağıdadır.Kitap olarak ta yayımlanmıştır:                                                                                                                                    “ Eskişehir ziyaretinden sonra İzmit’te, İstanbul’dan gelen belli başlı gazetelerin Başyazarları ile bir basın toplantısı yapılması planlanmıştır. Bu basın toplantısına Gazi büyük önem vermiş, toplantıdaki konuşmaları harfi harfine kaydetmek üzere Meclis’teki dört rapor yazıcıyı beraberinde getirmiştir.  Basın Toplantısı,16 Ocak 1923 Salı günü, İzmit’te tarihi İzmit Kasrı binasının alt katında yapılır. Toplantıya,  Başyazarlarla birlikte, Gazi adına onları davet eden Adnan Adıvar ve  eşi Halide Edip Adıvar da katılır.21.30’da başlayan toplantı gece yarısı,03.00’a kadar sürmüştür.  Toplantıda Gazi Mustafa Kemal çok şey anlatmış ve fakat konuşulan şeyler hemen yayınlanmamıştır. İlk olarak 1929 yılında izin alınarak yayınlanan bu konuşmalar o gün itibariyle çok önem arz eden hususlardır. O günlerin  İstanbul Basınından bahsedecek olursak özetle şu hususları söyleyebiliriz: İstanbul Basınını Milli Mücadeleyi destekleyenler ve desteklemeyenler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Alemdar” ve “Peyam-ı Sabah” gazeteleri Millî Mücadeleye karşı idi. “Alemdar, Damat Ferit Paşa yanlısı bir yayın politikası izliyordu. Peyam-ı Sabah’ın başyazarı da Ali Kemal’di. “Tevhid-i Efkâr”, “Tanin”, “İleri”, “Vakit”, “İkdam” ve “Akşam” gazeteleri ise Milli, Mücadeleyi destekliyorlardı. Toplantıya katılan altı gazetenin başyazarı şunlardı:

 Tevhid-i Efkâr Başyazarı, Velit Ebuzziya,

Vakit Başyazarı, Ahmet Emin (Yalman).

Akşam Başyazarı, Falih Rıfkı (Atay),

İleri Başyazarı, Suphi Nuri (ileri),Kılıçzade Hakkı Bey (İzmit muhabiri)

İkdam başyazarı, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu),

Tanin Başyazarı, İsmail Müştak (Mayakan).

Toplantıya başlarken Mustafa Kemal Paşa, ”Konuşacağımız esaslı meseleler ne ise evvela onları tespit edelim. Hangi noktaları öğrenmek istiyorsunuz?” Diye sorar. Alınan cevaplar tatminkâr değildir. Gazi daha zor ve esaslı sorular bekliyordur.

 Suphi Nuri  -Lozan’dan beklenen neticeyi,

İsmail Müştak -İstanbul’un geleceğini,

Yakup Kadri -TBMM de ortaya çıkan gruplaşmaları,

Ahmet Emin -Dışardan gelecek göçmenlerle ilgili konuları öğrenmek istiyorlardı. Daha sonra ilave sorular da olur. Oysa Gazi Paşa, Kamuoyunu yönlendirebilecek daha kapsamlı ve önemli konulardan söz etmek ister: Gazi Mustafa Kemal, Saltanat sonrası TBMM’nin varlığı ve öneminden, halifeliğin durumu ve geleceğinden, Lozan’da olmazsa olmazlarımızdan, Cumhuriyet’ten bahsetmek, yapılan ve yapılacak önemli inkılâplardan söz etmek istiyordur… Gazi, konuşmaların gidişatını kendisi yönlendirir. Söylemek istediği hemen her şeyi söyleyerek kamuoyunu yönlendiren bu önemli kalemleri bilgilendirmek ister… O gün, Gazi Mustafa Kemal’in altı saatlik konuşmasında belli başlı şu hususlar öne çıktı:  -Osmanlı Devleti’nin harbi Umumiye (1’inci Dünya Savaşı) nasıl bir maksat ve gaye ile girdiğini anlamış değilim. Harbe girdikten sonra idare noktayı nazarından yapılan hatalar çoktur. Bir Milletin kuvveti asliyesi kendi hayatını ve mevcudiyetini unutup da kuvvetini her hangi bir yabancı bir gaye için teksif etmesi asla caiz değildir.  

 -Milli Mücadelenin maksat ve gayesi milletin tam istiklalini ve bila kayd-ü şart hâkimiyetini temin ve idame ettirmektir. İki aydır müzakereleri devam eden Lozan Konferansında muhataplarımız, Sevr anlaşması ile Türkiye’yi imha koşullarını biraz değiştirerek bize dayatmak istiyorlar. Bunu kabul edemeyiz -Dâhili vaziyet mevzuu bahis olurken en evvel inzibat ve asayiş meseleleri akla gelir. Pontus meselesi diye Samsun havalisinde zaman, zaman vuku bulan gayri tabi harekâtın sureti katiyete önüne geçilmiştir. Pontus diye artık Türkiye’de bir meseleden bas olunamaz. Asırlardan beri vukuatsız kalmayan Dersim’de adi vukuat bile yoktur.  -Harpten çıkan bir memleketin en mühim iştigali iktisadi vaziyetin ıslahıdır. Bu sene içinde çiftçiye epeyce yardım yapılmıştır.

 -Hükümet merkezi neresi olmalıdır? Düşündük. Bendenizce iki noktai nazardan tetkikat yapmak icap eder.

Birincisi, Bir geminin topundan telaşa düşebilecek bir yerde hükümet merkezi olmaz.

İkincisi, Hükümet merkezi öyle bir yerde olmalı ki hükümet nazarını memleketin her tarafına eşit bir şekilde atfedebilsin.

            İstanbul, en güzel bir şehrimiz, en kıymetli bir hazinemizdir. Fakat bu muhabbetimiz onun mutlaka hükümet merkezi olması şeklinde tecelli etmemelidir. Herhalde birçok sebepler hükümet merkezinin (Ankara- kayseri- Sivas) üçgeni dâhilinde bir noktada olmasını icap ettiriyor. Ankara da oturmakla beraber yine İstanbul’dan daima istifade edeceğiz. Hep beraber Meclis’in üç buçuk senelik bir tarihçesini yapalım:

               İstanbul’daki Meclis taarruza duçar olurken(saldırıya uğrarken) Anadolu’da Büyük bir meclis olsun dedim. Aynı zamanda bu Meclis’in salahiyeti de geniş olsun istedim. Ancak, blok halinde bulunan Meclis bir gün beş parçaya ayrıldı. Fakat sağ, Sol cenah şekli de değil, hissi, şahsi, fikri muhalif nedenler dolayısıyla parçalara ayrıldı. İcrai salahiyete sahip bu Meclis’te birçok mühim meseleleri Meclis’le istişare etmek, oradan karara almak mecburiyeti vardı. İş o reddiye geldi ki en basit meseleler için de Meclis’ten karara almak imkânı kalmadı. Ben bu vaziyeti çok tehlikeli buldum. Hatırıma gelen şey bu ufak parçaları birleştirmek ve bir grup haline koymak oldu. Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Grubu diye bir grup yaptık. Bu gruba program olarak esaslı iki şey gösterdik: Misak-ı Milli, Teşkilatı Esasiye İkinci Grup nasıl kuruldu sorusuna gelince, Gayrimemnunların memnuniyetsizliği şahsi nedenlerdendi. Doğrudan doğruya benim şahsımdan gayrimemnunlar da vardı. Nihayet bu gayrimemnunlar kendilerine ikinci grup dediler. İkinci grup ve ona tabi olan mürteciler mütemadiyen vekillere taarruz ederler, onları düşürmek isterler, orduyu tenkit ederlerdi. Onlar daima hükümeti ellerine almaya çalışıyorlardı. Hele Dâhiliye Vekâletini ele geçirmeye bilhassa ehemmiyet veriyorlardı. Fakat bu teşebbüslerinde Muvaffak olamadılar. Mevcutları yirmi üç kişiye inmişti. Yetmiş dörtten yirmi üç kişiye indiler. Bugün bu efendilere bazı hocalar da iltihak etmişlerdir. Hocaların en cahilleri onlara iltihak etti. Binaenaleyh halife böyle olmaz, halifeye kuvvet kudret lazımdır, salahiyet lazımdır ”demeye başladılar. “Ona biz bir hak veririz ki Meclis’in kanunlarını, Hükümetin kararlarını tasdik eder”, diyorlardı.

-Gazi,”Hilafet meselesi hakkında görüşelim. Size soracağım, Velid Beyefendi, nasıl görüyorsunuz, nasıl tasavvur ediyorsunuz? Der. Tevhid-i Efkâr gazetesinin başyazarı Velid bey’in cevabı pek olumlu değildir: Bendeniz bu meseleyi ta’mik etmedim (derinliğine düşünmedim),”der. Devamla şunları ifade eder: ”Diyorum ki bunlar çok esaslı meselelerdir. Bunu iyi tetebbu edebilmek için zihinler sair meşgalelerden azade olmalıdır; devir bendenizce henüz gelmedi. Buna şahsi olsun, esaslı karara verebilmek için kat’i kanaat sahibi olmak lazımdır,”der. Gazi Paşa’nın,”Diğer arkadaşlardan görüş bildirenler olacak mı? Hanginiz bu hususta daha fazla meşgul oldunuz?” Sorusuna kimseden cevap gelmez. “Müsaade buyurursanız yine ben devam edeyim” diyerek halifelik konusunda ilave görüş ve düşüncelerini ortaya kor.  -Çok şayanı arzu idi ki bu meselenin münakaşası sulhten sonraya kalsın. Fakat görülüyor ki şimdi bu meselelerden hararetle bahsedenler var. Projeler, risaleler yaparak halka dağıtanlar var. Şükrü Efendi diyor ki ”halife şu demektir, halifenin salahiyeti şudur, vazifesi budur.” Bu fikirler bütün Milletin dimağına sirayet ediyor. Mademki menfi bir gayret vardır tedbir almak mecburiyetindeyiz. Falih Rıfkı (Atay)ın,”Paşam, sulhten sonra güç olur, en müsait zaman bu zaman…”Gazi’nin cevabı şöyle olur: ”Biz bu meseleyi siyaseten halletmişizdir. Dünya üzerinde müstakil ve yeni bir Türk devleti var. Devleti kuran milletin bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Türkiye devleti başka bir makam tanımaz. Hilafet demek bütün âlemi İslam’a şamil ise tarihte bu hiçbir vakit vaki olmamıştır. Bütün Âlemi İslam’ın halife sıfatıyla bir adam tarafından idaresi vaki de değildir. Malumu âliniz bir defa Peygamberimizin kendisi demiş ki: “Benden otuz sene sonra hilafet yoktur.” Bu makama birde salahiyeti vermeye kalkacak olursak ne olur? Bu salahiyetin tatbikat sahası bütün âlemi İslam olmak lazımdır. Halife bu salahiyetini bütün âlemi İslam üzerinde tatbik edebilecek midir? Tatbik edemezse zaten manası kalmaz… Her başı sarığı olanın halkın karşısına geçip, istediği bimana şeyleri onun kafasına sokmaya müsaade edilemez. Benim kanaatim, malumatım ve kati itikadım bundan ibarettir. Bu devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur. -Kılıçzade Hakkı Bey,”Paşa Hazretleri yeni hükümetin dini olacak mı” diye sorar. Gazi Paşa, ”Vardır efendim vardır. Fakat İslam dini hürriyeti efkâra mani değildir.” “Yani hükümet bir din ile tebeyyün edecek mi?”. “Edecek mi etmeyecek mi bilemem. Buğun mevcut kanunlarımızda aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir, mütedeyyindir. Dini de dini İslam’dır. Dini reddedecek ortada bir sebep yoktur.”Diye konuşmalar devam eder…. İsmail Müştak Bey sorar: ”Türkiye’de hilafet siyaseten bir menfaat ve kuvvet midir, yoksa bir zaaf mı?  - Gazi Paşa cevap verir: “….Hilafet başımıza bir beladır. Osmanlı padişahlığı hilafeti almadan evvel devrinin en parlak safhasını yaşamıştır Hilafeti aldıktan sonra da bir sükût (düşüş) başlamıştır, der. Basın Toplantısının sonunda öne çıkan cümleleri şunlar olur: Gazi Paşa’nın “Hiç şüphesiz sulh olduktan sonra( Lozan Barışı) çok çalışmak lüzumuna kaniyiz. Bunun için zayiatımızı en az bir zamanda telafi edecek esaslı bir program yapmağa mecburuz… Milleti teşkilatsız ve hedefsiz bırakamayız.  Bu üç senelik milli mesainin, fedakârlığın neticesi olmak üzere vasıl olduğumuz hedefler ikidir: Birisi, istiklali tam, diğeri de bunun kadar ehemmiyetli olan yeni hükümetimizdir. Birincisini izah etmek kolaydır. İkincisini ise herkes anlamıyor. Bunun için hükümetin vaziyet ve mahiyetini, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ruh ve manasını görüştüğümüz noktalardan tahlil ve tetkik ederek halka anlatmalıyız. Mutaassıpları mutlaka bize hücum ettirmek için değil, aklıselim sahibi olan millet ekseriyetine hakikati anlatacak tarzda… Harici siyasetin mesnedi kuvvetli bir siyaseti dâhiliyedir. Ne şarka, ne de garba ehemmiyet vermeksizin yalnız kendi mevcudiyetimize istinad ile iktifa olunabilir mi? Suali de hatıra geliyor. Doğrusunu söylemek lazım gelirse bu dakikada emniyete şayan siyaset yalnız kendi mevcudiyetimize istinat etmektir. Başkalarına emniyetle rabtı kalp edemeyiz. Fakat bu demek değil ki yarın vuku bulacak inkişaflar karşısında herhangi bir tarafa daha çok yaklaşmak mümkün değildir ve gayri caizdir. “Gazi devamla:”Aradaki ihtilaf daha ziyade menfaat ve hissi şeylerden ileri geliyor. Fakat her ne surette olursa olsun bir ihtilaf noktası aramakta idiler. Bugün bu Efendilere bazı hocalar iltihak etmiştir. Çünkü hilafet ve saltanat yekdiğerinden ayrıldıktan sonra, bazı hocalar büyük bir teessüre kapıldı. O kadar ki, kendi dinlerinden ve imanlarından şüphe etmekte olduklarını söylemeye başladılar. Acaba, bu şerait dâhilinde Müslüman mıyım? Bu suretle hocaları en cahilleri onlara iltihak etti. Binaenaleyh, halife böyle olmaz, halifeye kuvvet ve kudret lâzımdır” demeye başladılar. Kendilerine müdafaalarına lazım olacak tezi de buldular; diyorlardı ki “biz, bu tarz hükümete, Meclisin bu mahiyetine tariz değiliz. Bugün salahiyetleri haiz olanın yerini tutacak zat makamı riyasette kim olursa o olacaktır. Bugün için Mustafa Kemal Paşa vardır. Belki şeraiti hazırası,(şimdiki koşulları) ile bu makamı tutabilir. Fakat yarın çekildiği ya da öldüğü zaman mümessil olarak yerine kimi getireceğiz? Biz, birbirimizi çekemeyiz. Böyle bir Meclis bulamayız. Netice inhal olur. Binaenaleyh, o makamda (yani Millet Meclisi Riyasetinde) öyle bir zat bulunmalı ki, böyle intihabatla, diğer bazı şeylerle takyid olunmasın(sınırlandırılmasın).Bu zat kim olabilir? En münasip şekil, riyasette halifenin bulunmasıdır. Halifeyi reis yaparız. Onu bir defaya mahsus olmak üzere intihabederiz. Ondan sonra hiçbir şey düşünmeyiz. Orası öyle bir makam olur ki, oraya herkes gözünü dikmez. Ona biz bir hak veririz ki, Meclisin kanunlarını, hükümetin kararlarını tasdik eder. İşte bu adamlar, böyle bir formül ile prensip ihtilafı şeklinde arzı mevcudiyet etmiş bulunuyorlar. Değil mi Adnan Bey?

         Adnan Bey—Evet Efendim.

Gazi-Şekil budur. Yani Meclis’in bir kısmı vardır ki, bu arzettiğim formül üzerinde uğraşıyorlar. Hatta bugün Ankara’dan bir telgrafname aldım, telgrafnameyi okur:”Bugün, Ankara’da (Hilafet’i İslamiyet ve Büyük Millet Meclisi) nâmı altında bir risale neşredilmiştir. Beş kuruş fiyatla satılmaktadır. İmza sahibi Karahisarı sahip mebusu Hoca Şükrü Efendidir. Bu risale, yeni bir matbaa tesis eden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in matbaasında basılmıştır. Risalenin muhteviyatı malum olan mevzu hakkında yani saltanatı şahsiyenin ilgası hakkındaki 1Teşrin’i sani 1338/1 Kasım 1922/ tarihli Meclis kararının şeriata mugayir Olmadığını bazı taraflarda ve matbuatta bu tarzda intihab olunan halifenin kuvvetsiz ve hükümetsiz bulunmadığını, halifenin kabulü ile onun levazımından(gereklerinden) olan hukuk ve levazımı şeriatın kabul edilmiş olduğunu ifade etmektedir. Risalenin muhtelif mahallerinde aynen şu ibareler vardır:”Büyük Millet Meclisi ile Meclis’in intihab ve tesbit ettiği halife’i Müslimin arasında hiç bir ayrılık ve gayrılık yoktur. Halifenin kuvvet ve şefkat sahibi olması en büyük esası şer’idir. Bununla beraber, bugünkü hale göre, hükümetimizin ve devletimizin bir reisi olması zaruridir. Bu hususta başka bir türlü şekle imkân yoktur. Şu hale nazaran tanzimi kavanin, icraiyesi… Vs. Riyaseti tabiyesini halifemizin haiz olması, yani devlet ve mukadderatı devletin nazarı tasdikine iktiran etmesi bir emri zaruri ve şer’idir. “Gazi, devamla-Bu münasebetle, hilafet meselesi hakkında görüşelim. Size soracağım, VelidBeyefendi. Nasıl görüyorsunuz, nasıl tasavvur ediyorsunuz?                                                  Velid Bey_- “Bendeniz, bu meseleyi ta’mik etmedim(Derinliğine düşünmedim) Paşa Hazretleri. Tamikinin de sulhtan sonraya bırakılması fikrinde idim. Şimdi asıl hepsinin fevkinde olan esaslı mesele, memleketimizi düşmandan kurtarmak için efkâr ve mesaimizi buna münhasır olmak kanaatinde bulunduğum için bu mesaili kendi kendime tetkik etmedim. Hatta Teşkilat’ı Esasiye Kanunu’nu da tetkik ve tetebbu etmiş(incelemiş) değilim. Böyle bir sırada bu mesele çıkmıştı. Tabii, mesele karşısında kendi, kendime bir gazeteci olmak itibariyle gafil bulundum. Ancak, ,herhangi mühim bir mesele hakkında her türlü mütalaat yapmak mecburiyetinde olduğum için bir günlük intibaları o mesele hakkında düşündüklerimi yazmıştım. Bendeniz, hâlâ bir dereceye kadar o fikirde bulunuyordu. Diyorum ki, bunlar çok esaslı meselelerdir. Bunu iyi tetebbu edebilmek için, zihinler sair meşgalelerden azade olmalıdır. O devir bendenize henüz gelmemiştir. Buna şahsi olsun, esaslı karar verebilmek için, kati kanaat sahibi olmak lâzımdır.                                          Gazi Paşa-Diğer arkadaşlar mütalaa dermeyan edecek mi? Hanginiz bu husuta daha fazla meşgul oldunuz? Müsaade buyurursanız, yine ben devam edeyim. Çok şayanı arzu idi ki, bu meselenin münakaşası sulhten sonraya kalsın. Fakat görülüyor ki, şimdi bu meseleden hararetle bahsedenler var. Böyle projeler, risaleler yaparak halka dağıtanlar var. Hulasa bizim arzumuza muvafakat etmeyenler var. Biz,”zamanı değildir. Sükûneti muhafaza edelim, asıl iştigal olunacak mühim işlerimiz vardır,”diyoruz. Fakat Şükrü Efendi diyor ki:”Halife şu demektir, halifenin selahiyeti şudur; vazifesi budur!”Ve bu fikirler bütün milletin dimağına sirayet ediyor. Mademki menfi bir hareket vardır, bunu karşılamak mecburiyetindeyiz. Ya onların iddiası doğrudur, ya bizim yaptıklarımız. Yaptığımız ve idame etmek istediğimiz şeylerin siyaseten, fennen, ilmen, dinen, bu memleket ve milletin hayat, refah ve saadeti noktai nazarından doğru olup, olmadığınıtetkikedelim.                                                                           Falih Rıfkı Atay—Paşam, sulhtan sonra daha güç olur. En münasip zaman, bu zaman…                                                                                                  Ahmet Emin Bey—Vaziyetin muvazzah(durumun açık? Olmamasından ileri gelmiyor mu? Hilafetin bütün İslam’a şamil-Yaygın-bir müessese olduğu meydana çıkar. Dâhili bir mesele olmak mahiyetini kaybeder.”                                                                                                          Gazi—Biz, bu meseleyi siyaseten halletmişizdir. Dünya yüzünde Müstakil ve yeni bir Türk Devleti vardır. Devleti kuran milletin bir. Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Memleketin yegâne, hakiki mümessili bu Meclis’tir. Türkiye devletinin reisi de vardır. Bu şekil şer’idir, ilmidir, bilhassa istiklali devleti en iyi muhafaza edebilecek bir şekildir. Türkiye devleti, başka bir makam tanımaz. Haddizatında başka bir makam yoktur. Hilafet demek, bütün âlemi İslama şamil bir idare noktası demek ise, tarihte bu hiçbir vakit vaki olmamıştır. Bütün âlemi İslamın halife sıfatıyla bir adam tarafından idaresi vaki de değildir. Hazreti Ali zamanında,”Sıffin”muharebesini, müteakip, âlemi İslam halife namı altında, iki zatın daire’i hükmü altında kaldılar. Bir taraftan Ali,”Halifeyim” diye icrayı hükmetmişti. Bir taraftan da Muaviye aynı sıfatla hükümet yapmıştı. Abbasiler zamanında ise bir taraftan Bağdat’ta, diğer taraftan Endülüs’te“Halifeyim”,diye saltanat sürenler vardı. Bugün Fas’ta, Sudan’da halife vardır. Onlar da kendilerine “Emirülmümin”,diyorlar. Bundan sonra bütün Müslümanları makamı hilafet namı altında bir noktaya bağlamanın imkânı yoktur. Filhakika şimdi, Mısır, Hindistan; Türkiyesizin İslamlarının hepsi kendi muhitlerinin şeraitinden, ananatındantecerrüt ederek (şartlarından ve geleneklerinden ayrılarak)   ümmet namı altında birleşmelerine nasıl imkân tasavvur olunabilir? Bu tarihin hükmüdür. Diğer taratan şer’in hükmü de ayrı bir şey değildir. Hakikatte şer’an ve dinen hilafet denilen şey yoktur. Malumu âliniz, bir defa Peygamberimizin kendisi demiş ki:”Benden otuz sene sonra hilafet yoktur!”                                                                              HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR!                                                                                Gazi devamla—Hazreti Ali halife olduğu zaman, kendisine:”Halife’i Resulullâh”,demişler. Kendisi, ilk hutbesinde demiş ki:”Böyle bir sıfat bende yoktur. Halife denilen şey de yoktur. Siz müminlersiniz, ben de sizin Emirinizim!”Zaten peygamberin vefatından sonra, halife intihabı için hiç kimsenin aklına bir şey gelmemiş. Hilafet namı altında vukuu bulan teşekkülatı emaretten başka bir şey değildir. HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR. Bu böyle olunca, hükümetin nasıl olması mevzuubahis olabilir? Esasat’ı şer’iyede şu veya bu şekilde bir şey tesbit edilmiş midir? Biliyorsunuz ki müstebit(baskıcı) hareket eden hükümetlere bile, din uleması(Meşrudur!”Demişler. Dinin esaslarında sadece idarenin ne gibi noktaları ihtiva etmesi lâzım geleceği musarrahtır.(açıklanmıştır).Adalet, meşveret, ulülemre itaat. Bizim hükümetimiz, tamamen bu esasları ihtiva ediyor. Binaenaleyh başkaca halife mevzuubahis olamaz. Böyle olduğu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendisinden başka nasıl bir halife’i müslümin intihab etti ve bir makam’ı hilafet hâsıl oldu? Bu hal, şöyle izah olunabilir: Bütün İslam âlemi esaret altındadır. Şayan’ı arzudur ki, bunlar ayrı, ayrı çalışsınlar; kendi hâkimiyeti milliyelerini istihsal etsinler. İşte bunlara bu hususta medar’ıtesliyet(teselli nedeni) olmak üzere bir irtibat göstermem arzu ediliyor. Fakat onlar tamamen esaretten kurtulduktan sonra; başlı, başlarına müstakil olduktan sonra, behemehâl birleşik bir makamın idaresine girmek isteyeceklerini düşünmek caiz midir? Bu da ayrı bir mesele. Demek istiyoruz ki, onların kurtulması için müşterek bir noktayı rabıta(ortak bir bağlantı noktası) göstermek suretiyle tarihi, vicdani ve yahut dini bir vazife yapıyoruz. Manasızlıktan daha da ileri giderek, bu makama bir de selâhiyet vermeye kalkarsak ne olur? Bu selâhiyetin tatbikat noktası bütün âlemi İslam olmak lâzımdır.Halife,bu selâhiyetini bütün âlemi İslam üzerinde tatbik edebilecek midir?!Tatbik edemezse zaten manası kalmaz.Halbuki müdahaleyi –halife tarafından bile olsa—istiklaline mugayır bulan  bazı Müslüman devletleri,buna asla muvafakat etmeyeceklerdir.Nitekim,Afgan Emiri,aramızda yaptığımız bir muhadeye koymuş konmuş olan bir-iki noktayı,istiklaline müdahale telakki ederek reddetmiş ve demiş ki:”Afgan milletinin istiklaline kimseyi karıştırmam.Benim,namaz kılacağım camideki hutbe ve bu hatibin irad edeceği hutbelere ait olsa bile…”Müstakil İslam devletleri böyle…Diğer Müslümanlara gelince:Onlar başkalarının idaresi ve tahakkümü altındadır.Her şeyden önce hürriyetlerini istihsal etmek lâzım…Hâkim devletlere ilanı harp mi edeceğiz?!Halife,bütün bu işleri Anadolu Türk’ünün kuvvetine istinad ederek mi yapacak?!Böyle şey olmaz efendim! HER BAŞINDA SARIĞI OLANIN BİMANA/MANASIZ/ ŞEYLERİ HALKIN KAFASINA SOKMASINA MÜSAADE EDİLEMEZ!                                             

Ahmet Emin Bey—Hatipler, medreseler meselesi var.                                  Gazi—“Camilerdeki imam ve hatibi halife tayin edecektir!”Demek isteniyor.Efendim;bu hatibin vazifesi mensup olduğu millet ve  devletin istiklali ile,hakimiyetiyle alakadardır.Dinde hatip bir devletin reisidir.O reisin bulunamayacağı yerlerde,onun mümessilidir.Dinde hatip var mıdır?!Hutbe nedir?Doğrudan,doğruya reisi devletin,yahut en büyük rüesayı devletin halkı tenvir için söz söylemesi değil midir?Her başında sarığı olanın,halkın karşısına geçip,istediği bimana şeyleri onun kafasına sokmasına müsaade edilemez.Benim kanaatim,malumatım ve kati itikadım,bundan ibarettir.Bu devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur.Hakikati ifade lâzım gelirse,biz yapmak istediğimiz inkılabı iki parçaya ayırmış bulunuyoruz.Evvela birincisi.Sonra ikincisi.biliyorum sizi yordum.                                                               -(Bilakis, istifade ediyoruz Paşa Hazretleri!)                                                                   Kılıçzade Hakkı Bey—Paşa Hazretleri, yeni hükümetin dini olacak mı?                                                                                                       Gazi Paşa-Vardır, Efendim. Fakat İslam dini hürriyeti efkâra mani değildir.                                                                                                                   Hakkı Bey--Yani, hükümet bir din ile tedeyyün edecek mi?                                  Gazi—Edecek mi, etmeyecek mi bilmem. Bugün mevcut olan kanunlarla aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir, mütedeyyindir. Dini de dini İslam’dır. Dini reddecek ortada bir sebep yoktur.                                                                                                  Hakkı Bey—Şu halde Paşa Hazretleri, bir mesele hakkında, herkesin itikadı ve düşüncesine göre bir fikir ortaya koymak hususunda hükümet beni susturacaktır veya tecziye edecektir. Diyecektir ki,sen bu hususta hükümetin düşündüğü gibi düşünmüyorsun.                                     Gazi---Hükümetin düşündüğü gibi düşünmeye hiç kimsenin mecburi yeti yoktur. Hürriyeti hakikiyenin cari olduğu bir memlekette hürriyeti vicdaniye vardır ve yahut yoktur olduktan sonra bunu düşünmek doğru değildir. Vicdanının icabatını söyler.                            Hakkı Bey—Herkesin kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? Gazi—Heyeti içtimaiyede hürriyet mukayyeddir. O da bir fert değil,heyeti içtimaiyenin  menafii müşterekesi(ortak çıkarları) icabı olarak mevzu Kanunlar iledir.Hürriyeti vicdaniyemizi ne dereceye kadar kullanabileceğimiz mevzu(çıkarılmış kanunlarla anlaşılabilir.Mesela bir Hoca Efendi diyor ki:Şu işi behemehal yapmalısınız!Demek istediği şey de mesela Hakimiyeti milliyeyi kaldırınız…Gibi bir şey ise fiile teşebbüs ettiği dakikada mürteci telakki olunur.Kanunların icabatına tabi olur.O halde şer’i bir takım umur(işler)olunca rüyet edecek bir makam lâzımdır.O makama Şeriye Vekili deyiniz,her ne derseniz deyiniz,asıl mevzubahis olacak şey hususi bir şer’i ye vekilinin heyeti hükümetin içinde bulunup,bulunmaması meselesidir.Ayrıca bir büro yaparız,imamları tayin eder,bittabi hükümetin idaresinde.                                                                    SuphiNuriBey---Ya Evkaf işleri?                                                                             Gazi---Evkaf ayrı bir şeydir. Evkafı şer’i umuruna tahsis etmek esasen doğru değildir. Evkaf, bilhassa bizim memleketimizde, en mühim menabii servetten(servet kaynaklarından) biridir. Binaenaleyh, bunu yalınız medreselere bırakmak olmaz. Bu da ileride hallüfasıl olacaktır. (çözümlenecektir).

HİLAFET,BİR MENFAAT VE KUVVET MİDİR,YOKSA ZAAF MIDIR?!                             İsmail Müştak Bey—Türkiye’de hilafet,siyaseten  bir menfaat ve kuvvet midir,yoksa bir zaaf mıdır?!  

Gazi---Şüphe etmeyiniz, zaaftır. Bugünkü şeraite göre, biz kendi üzerimizdeki fenalığı tezyid ediyoruz,(arttırıyoruz).  Sembol olarak diyeceksiniz… Böyle sembolü kimse tanımıyor ki. Zannediyor musunuz ki, Hindliler, Mısırlılar, Afganlılar bize dini bir alaka ile merbutturlar. Her halde hilafet başımıza bir beladır: Osmanlı padişahlığı, hilafeti almadan evvel devrinin en parlak safhasını yapmıştır. Hilafeti aldıktan sonra da sükût(düşüş) başlamıştır. En felaketli zamanımızda bizimle harp edenler arasında hilafet yüzünden bize merbutolanlarvardır.

Suphi Nuri Bey---Paşa Hazreteri, fiilen mevcut vaziyeti tashih etmek zaman meselesi değil midir? Gazi---Tashih olunmuştur Efendim. Tashih olunmayan bir şey kalmamıştır. Bizce mesele hallolmuştur. Kendisi meşgul olmazsa ve kendisinden menfaat umanlar, yerinden kıpırdamazsa, bizce mesele hallolunmuştur. Ve evvela hocaların, Hoca Şükrü Efendi ve bunun gibi Hocaların arzularını yerine getirmek isteyenlerin yapacakları faaliyet, derhal meseleyi daha kati şekilde hallettirir.

 

 

TAASSUB, CEHLE İSTİNADEDER,                                            TAASUBU OLAN CAHİLDİR. 

Hakkı Bey—Hilafetin Osmanlı hanedanı elinde kalmasından bendeniz ati(gelecek) itibariyle bir tehlike devresi görüyorum,korkuyorum.  Gazi--  Ne için korkalım Beyefendi? Üç senedir na mütenahi /sonsuz/ fedakârlık ihtiyar eden bu millet, halifenin ordularıyla çarpışıyor ve onları makhur ediyor. Sonra mefluç kısımdan ne için korkalım? Eğer, aleyhine müteveccih (yöneltilecek) bir hareketleri olursa, millet onları başından nihayete kadar başından defetmesini de bilir.

Ahmet Emin Bey--  Acaba münazaa(anlaşmazlık) vesaire olmaz mı? Gazi—Bu noktadan ictinabdan (çekinmede) dolayıdır ki taassuba kıymet ve ehemmiyet veriyorsunuz. Taassup, cehle istinad eder. Binaenaleyh, taassubu olan cahildir. İlim behemehâl cehle galebe çalar. O halde, halkı tenvir ediniz.(aydınlatınız).                            Velid Bey---O halde Paşa Hazretleri, Teşkilatı Esasiye Kanunun bir noksanı var gibi geliyor. Kararların yalınız bir noktadan geçmemesi, yani gerek kuvvei teşriiye, gerek kuvvei icraiyeyi yalınız bir meclisin idare etmesi. Netice, bazen kararları yanlış çıkıyor. Mecliste, insan istediği bir fikri kabul ettirebilir. O karar, ikinci bir dereceden istinaf ve temyizden geçmek lâzımdır: Yani… Gazi—Hükümdarın mevcudiyeti bunu temin eder mi? Velid Bey—Teşkilatta ikinci bir meclis olsaydı, kararlarda daha büyük bir isabet olurdu demek istiyorum.

Gazi---Meclisi Ayanın (senatonun) mevcudiyet ihatadan masuniyeti tamamen temin edemedikten başka, hâkimiyeti milliyenin temsil ve tecellisi noktayı nazarından da mahzurları daidir, müntahap olsa dahi. Mevzubahis mahzuru izale için mutlaka bir başka meclis yapmaktan ziyade, bu şekil dâhilinde başka bir tedbir düşünebiliriz.

Müştak Bey—Meclisi ayan olmayan hükümetlerde kuvvetli bir Şurayı devlet olursa.

Gazi—Şurayı devlet biz de yapacağız. Şekli asliyi bozmamak şartıyla tedbir bulalım, her halde iki meclise taraftar olmayınız…”

 

HALKI KENDİ HALİNE TERK EDERSEK BİR HATVEİLERİ ATAMAYIZ.

“Ben, Halk fırkası namı altında bir fırka tesis edeceğim.”dediğim zaman, zan olunmuş idi ki milletin sınıfu muhtelivesinden(Çeşitli sınıflarından)bir veya iki sınıfın menafiini yahut refahını temin etmeye matuf bir gaye takip edeceğimden sınıfu sairenin menafiini düşünmeyeceğim. Böyle bir şey yoktur. Fırkanın programı bütün milletin refah ve saadetini temine matuf olacaktır.”Çeşitli kaynaklardan ve İsmail Arar,İzmit basın toplantısı.

                                                       

 

 

 

 

                                                                               

 

 

 

 

 

                                                               

 

 

 

 

 

                                                                      

 

 

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi