24 Aralık 2012 Pazartesi

890/ISPARTA İDARE MAHKEMESİNİN FETVASI!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;24 Aralık 2012.         

                            ISPARTA İDARE MAHKEMESİNİN FETVASI!
                 Nurculuk hakkında; kaziye’i Muhkem hale gelmiş, Yargıtay Genel Kurulu Kararı var iken, İdare mahkemelerimiz ancak ve dahi ancak Türkiye Cumhuriyetinin Evrensel hukukuna uymayan fetva mahiyetinde karar verebilir:Ostüzü.
             YARGITAY GENEL KURULU KARARI:
             Karar tarihi:20 Eylül 1965,
             Esas:234/D-1,
             Karar no:313,
             Tebliğ name:1–1078
             Lütfen okuyunuz da sizler karar veriniz: Nolcek şimcik?                                  
             “Isparta İdare Mahkemesinden fetva gibi karar:  Said Kürdi(Nursi)   "İslam Âlimidir”Türk Atasözü: Yazmadan kâtip,okumadan âlim olunmaz!”İlmi Ledün,İlmi Batin ve İlmi zahir!Âlimim deyenler akıllarını kaçırmışlardır zahir!Merhum İkinci Abdülhamit
 Davacımızın Savı:         
“Kurtarıcımız ve kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’e,"saltanat-ı hilâfeti" mahveden bir Deccal” , "şimal tarafında zuhur" eden bir Büyük Deccal de vardır. ,"o insafsız, o çok  kusurlu adam" . "Ayasofya Camisini puthaneye, Meşîhat Dairesini (Osmanlı Diyanet Dairesi) kızların lisesine çeviren adamı sevmemek suç olması imkânı var mı" "günahkârlar",  "seyyiesiz", "Süfyan", "Nefreti âmmeye lâyık adam", "Deccal",  "İslam’ın en büyük fitne-i diniyelerinden”, “Türkiye'nin siyasi rejimi Nur Saadetini söndürmeye çalışmaktadır.” “Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir.” ]  diye saldıran Said Kürdi(Nursi)   Isparta İdare Mahkemesine göre “İslam Âlimi”.
T.C ISPARTA İLİ,  İL GENEL MECLİSİ, 22. Dönem 06.12.2011 tarih 12/2–363 sayılı kararının “g” bendinde “Barla İlçemiz Ana yol kavşağına,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılmasını kararlaştırılmıştı.
 ADD Isparta Şubesi olarak “Bu kararın iptali istemi” ile, 29.03.2012 ISPARTA İDARE MAHKEMESİNE açtığımız dava, 20.11.2012 günü yapılan duruşma sonunda karara kalmıştı. Karar 18 Aralık 2012 günü tarafımız tebliğ edildi. 
Kararda;
 “Bu durumda, yukarıda yer verilen Kanun hükmü ve ara karar cevabı ile dava dosyasında yer alan diğer bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden; düşünceleri ve eserleriyle toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul gören ve "İslam Âlimi" olarak nitelendirilen şahsın isminin, hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Bar1a Kasabası'nın tanıtımı için kullanılacak sloganlarda yer almasına ilişkin kararın, kültür ve turizm ihtiyacının karşılanmasına yönelik hizmetlerden olduğunun kabulü gerektiğinden anılan kararda herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gibi bu durumun yörenin inanç turizminin gelişmesine katkıda bulunacağı sonucuna ulaşılmıştır.”
“Öte yandan, davacının "Bediüzzaman, Nursi" gibi unvan ve lakapların kullanılamayacağı yönündeki iddiasını; unvanların bir kimsenin işi, mesleği veya toplum içindeki durumu ile ilgili olarak kullanılan ad, san, şahıs adlarıyla bir arada kullanılarak
Şahsın ailedeki veya toplumdaki mevkiini gösteren bir ad şeklinde tanımlanması karşısında tanınan ve toplum tarafından kabul gören şahıslar için unvan ya da lakap kullanılmasında herhangi sakınca bulunmadığından yerinde görülmemiştir.”
“Açıklanan nedenlerle, davanın REDDINE,…..”
Biz bu davanın “yalnızca bir tabelanın asılıp asılmaması davası” olmadığını,  Bu davanın “Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine, kuruluşuna, kurucusuna, laik demokratik cumhuriyete ve cumhuriyet hukukuna karşı olduğu belgelerle sabit bir kimliğin ve adının itibarlılaştırılması davası”  olduğunu,  “Eğer Mahkeme, bu davayı reddederse “Nur Cemaati”  müritlerinin amaç ve  düşüncelerinin gerçekleştirilmesinin önünde hiçbir engelin kalmayacağını”  ileri sürmüş ve bu kaygılarımızı belgelendirmiştik.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.9.1965 gün ve E. 234/D-1 K. 313, Tebliğname:1-1078 Kararında “Said Nursi nur risalelerinde: Türkiye Cumhuriyeti»’nin tamamen şeriat esaslarına ve islamın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmesi gerektiğini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesi lazım geldiğini, devrim kanunlarının geçici olduğunu, Kuran dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını, İslamlığın düsturlarına uymayan devrimlerin meşru olmadığını mükerreren ve ısrarla yazıp telkin ve propaganda yapmakla beraber laik bir cumhuriyet rejimi kurduğu için Atatürk’e düşman kesilerek onu Ebusufyan ve Deccale benzetmek (tek gözlü deccal ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın) diye ağır tecavüzlerde bulunmak suretiyle Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesini ihlal eden suç işlediği”
belirtilmektedir. TCK 163 kaldırılmıştır. Anacak   Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ kararında belirtilen fiiler Günümüzdeki Türk Ceza Kanununa göre yine suçtur.
Diğer taraftan
T.C. Anayasasının 174/7 “26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanunun1.Maddesi “ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. ERKEK VE KADIN VATANDAŞLAR, KANUNUN KARŞISINDA VE RESMİ BELGELERDE YALNIZ ADLARİYLE ANILIRLAR”
denilmesine, bu hususun dava dilekçemizde açıklıkla belirtilmesine karşın,  Isparta İdare Mahkemesi “toplum tarafından kabul gören şahıslar için unvan ya da lakap kullanılmasında herhangi sakınca bulunmadığından” gibi hukuk la uzak yakın ilgisi olmayanların bile isyan edeceği bir kararın altına imza atmıştır.  Hukuk fakültesinde Anayasasının 174/7 maddesini böyle yorumlayan bir öğrenci  yaşamı boyunca o fakülteden mezun olamaz.
Isparta İdare Mahkemesi bu dava ile ilgili kararını yalnızca  “Diyanet işleri Başkanlığı'nın en yüksek danışma ve karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu'nca verilen 10.07.2012 kayıt günlü” yazısını temel alarak verdiği anlaşılmaktadır.
Biz Mahkemeye,  “Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu 1964 yılında yayımladığı “NURCULUK HAKKINDA” adlı kitapçığını ek belge olarak sunmuştuk.(Bu belgeye dileyen Diyanet işleri Başkanlığı Web sitesinden ulaşabilir).
 1964 yılında “Din İşleri Yüksek Kurulu “Said Norsi"nin Risale-i Nur eserlerinin ve Nurculuğun, İslam"a aykırı ve zararlı olduğunu, Nurculuğun milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu”nu tespit ve ilan etmektedir.
1964 tarihinden bu yana değişti? Dinimizin temeli olan Kur an mı değişti?, Yoksa Din İşleri Yüksek Kurulu, Said Kürdünin yoluna mı girdi? Çünkü Said-i Kürdi; Risalelerinin Müslümanların kutsal kitabı Kuran’dan üstün gördüğünü açıkça göstermektedir. Risale-i Nur adeta zamanın Kuran’ıdır iddiasındadır.
Sonuç olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AİHM’in türban kararından sonra, “Onlar ne anlar, ulemaya sormak lâzım” demişti.
Anlaşılan, Isparta İdare Mahkemesi de Başbakanın sözü doğrultusunda karar verdi “Atatürkçü Düşünce Derneği ne anlar, ulemaya( Din işleri Yüksek Kuruluna) sormak lazım” dedi. Ulemanın Kararını da bize “tebliğ” etti
Isparta İdare Mahkemesi; Türkiye’de işlenen “Hukuk katliamına” bir yenisini eklemiştir.
Bu kararda, “laik hukukun” değil, Şer-i hukukun hükümleri uygulanmıştır!
Bu Karar; Yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tümden yok sayılmasıdır!
Bu karar; “Deccale siyaset vasıtasıyla galip gelinmez” diyen Kürt Said-in, Anayasa ve evrensel hukuk kuralları yok sayılarak koruma altına alındığının göstergesi, Yargıya egemen olduğunun açık kanıtıdır!
Bu karar; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yedi Düvel’e” meydan okuyarak, dünyaya örnek bir kurtuluş savaşı ardından yapılan görkemli devrimlerle kazanıp kurduğu Türkiye Cumhuriyetini, ret ve inkâr eden bir karardır.
Bu Kararla; Yalnız Isparta değil, Menemen’e; “DERVİŞ MEHMET’İN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ”,  Elazığ-Palu ilçesine “ŞEYH SAİD’İN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ”, Balıkesir’e “ANZAVUR AHMET İN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” , Tunceli’ye “SEYYİD RIZA HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” Sivas’a “KIYAM IN YAPILDIĞI TOPRAKLARDASINIZ” vb. sloganlarının yazılmasının” yanı sıra, Ege bölgesinde hemen tüm illerimizin ve ilçelerimizin  girişine “HELEN UYGARLIĞININ KURULUP YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ”, Başta İstanbul olmak üzere tüm Trakya topraklarındaki yerleşim yerlerine “BİZANS(DOĞU ROMA) UYGARLIĞININ KURULUP YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” Sloganlarının asılmasının  yasal dayanağı verilmiştir. 
Bu Kararla Atatürk Cumhuriyetinin tüm kurumlarının hukuksal güvenceleri ortadan kaldırılmış, Cumhuriyetin tüm kurumları ile birlikte lağvedilmesinin önü açılmıştır.

Mahmut ÖZYÜREK
Atatürkçü Düşünce Derneği
Isparta Şubesi (önceki) Başkanı      
   T.C. ISPARTA
İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO          : 2012/394
KARAR NO: 2012/1098

DAVACI: ATATURKÇU DÜŞÜNCE DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESI
                              ADINA MAHMUT OZYUREK
VEKİLİ: AV. ALİ KUTLAY ALPUĞAN
                              Adakale Sokak No:25/46 Merkezi ANKARA

DAVALI                    ISPARTA VALILIGI
VEKILI                         :AV. ABDULLAH ÇELIK
 İl özel İdaresi Merkez/ISPARTA

Davanın ÖZETI           :   Isparta ili Eğirdir İlçesi Barla Kasabası ana yol kavşağına
"Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız" sloganının yazılması ve daha sonra bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi'nin Yaşadığı Topraklardasınız" olarak düzeltilmesine ilişkin Isparta il Genel Meclisi'nin 06.12.2011 tarih ve 12/2-363 sayılı kararının; "hazretleri" ibaresinin Anayasa'nın 174/7 maddesine aykırılık oluşturduğu, "Said Nursi" adlı kişinin Türk Cumhuriyeti karşıtı olduğu bu nedenle Türk topraklarında bir yere adının verilmesinin kabul edilemeyeceği, halkı kendi arasında düşmanlığa, kin beslemeye alenen tahrik edebilecek nitelikte olduğundan Türk Ceza Kanunu'na aykırılık oluşturduğu iddialarıyla iptali istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Yörenin inanç turizminin gelişmesine yönelik olarak alınan bir karar olduğu, "hazretleri" ibaresinin daha sonra alınan bir kararla sloganda çıkarıldığı, ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak yetkili oldukları bir konuda alınan bir karar olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TURK MİLLETI ADINA
Karar veren Isparta İdare Mahkemesi'nce önceden belirlenip tarai1ara tebliğ edilen 20.11.2012 gününde saat:1O:00'da duruşma açıldı. Davacı ve davacı vekili Av. Ali Fuat ÇETİNKAYA, davalı idareyi temsilen Av. Abdullah ÇELİK in geldikleri görüldü. Gelen taraf1ara usulüne göre söz verilerek duruşma tamamlandı. Dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü;

Dava, Isparta İli Eğirdir İlçesi Barla Kasabası ana yol kavşağına "Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız" sloganının yazılması ve daha sonra bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız" olarak düzeltilmesine ilişkin Isparta İl Genel Meclisi'nin 06.12.2011 tarih ve 12/2-363 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu'nun "İl Özel idaresinin Görev ve Sorumlulukları" başlıklı 6/a maddesinde; il Özel idaresi mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla, sağlık, gençlik ve spor, tarım, sanayi ve ticaret Belediye il sınırı olan Büyükşehir Belediyeleri hariç ilin turizm, sosyal hizmet ve yardımlar yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve

1/3        
              
T.C.                                                                                                                              ISPARTA IDARE MAHKEMESI
ESAS NO   : 2012/394
KARAR NO:2012/1098

“Yetiştirme yurtlan; ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşı1anmasına ilişkin hizmetleri il sınırları içinde yapmakla görevli ve yetkili olduğu belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; Isparta İl Genel Meclisi tarafından Isparta İlinin ulusal düzeyde tanıtımının sağlanmasının amaçlandığı bu amaç doğrultusunda alınan 06.12.2011 tarih ve 12/2–363 sayılı kararla Keçiborlu! Gümüşgün, Isparta! Eğirdir yol güzergâhında o yöreyi tanıtıcı, dikkat çekici sloganların billboardlara yazılmasının kararlaştırıldığı. Anılan kararın (g) maddesinde Isparta ili, Eğirdir İlçesi, Barla Kasabası anayol kavşağına "Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız"  sloganının yazılması, daha sonra Meclislin 05.04.2012 tarihli kararıyla bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız " olarak düzeltilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılmakla olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkememizin "Said Nursi'nin kim olduğu, İslam tarihindeki yeri, eserlerinin neler olduğu, Isparta İli ve Barla Kasabası açısından nasıl bir öneme sahip olduğu, hayatı ve eserleri değerlendirildiğinde İslam inancı bağlamında "İslam âlimi" olarak kabul görüp görmediğinin" sorulmasına ilişkin 041O6i2012 tarihli. Ara kararına Diyanet işleri Başkanlığı'nın en yüksek danışma ve karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu'nca verilen
10.07.2012 kayıt günlü cevapta özetle; Said Nursi'nin 1878-1960 yılları arasında yaşadığı, yaşadığı dönemin siyasi ve konjoktürel şartlarına bağlı olarak kimi. Zaman tutuklandığı, sonrasında beraat ettiği, kimi zaman sürgüne gönderildiği, ardından serbest bırakıldığı, düşüncelerini "Risale-i Nur" adını verdiği eserlerinde ortaya koyduğu, İslam inançlarının temellendirilmesine yönelik açıklamalardan oluşan bu eserlerin din ilimleriyle fen ilimlerine ait verilerin birbirini desteklediği anlayışı üzerine kurulduğu ve yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından bir tür "Kur'an tefsiri" olarak, anıldığı, genel olarak İslam âlimlerince tenkite tabi tutulmayıp İslam inançları b3ğlamında "İslam Âlimi il olarak değerlendirildiği, dini konularda eser kaleme alan bir müellif olarak kalmayıp ilgilendiği ve yetiştirdiği öğrencileriyle bir hareket oluşturduğu, 1926 yılından itibaren hayatının yaklaşık sekiz yıllık bölümünü Isparta iline bağlı Barla Kasabasında geçirdiği, düşüncelerini ortaya koyduğu Risale-i Nur adındaki eserlerinin bir bölümünü burada yazdığı ve "Barla Lahikası" adıyla kitaplaştırdığı belirtilmiştir.

Bu durumda, yukarıda yer verilen Kanun hükmü ve ara karar cevabı ile dava dosyasında yer alan diğer bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden; düşünceleri ve eserleriyle toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul gören ve "İslam Âlimi "olarak nitelendirilen şahsın isminin, hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Bar1a Kasabası'nın tanıtımı için kullanılacak sloganlarda yer almasına ilişkin kararın, kültür ve turizm ihtiyacının karşılanmasına yönelik hizmetlerden olduğunun kabulü gerektiğinden anılan kararda herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gibi bu durumun yörenin inanç turizminin gelişmesine katkıda bulunacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan, davacının "Bediüzzaman, Nursi" gibi unvan ve lakapların kullanılamayacağı yönündeki iddiasını; unvanların bir kimsenin işi, mesleği veya toplum içindeki durumu ile ilgili olarak kullanılan ad, san, şahıs adlarıyla bir arada kullanılarak
2/3
          T.C.
        ISPARTA
  IDARE MAHKEMESI

ESAS NO   : 2012/394
KARAR NO:2012/1098

Şahsın ailedeki veya toplumdaki mevkiini gösteren bir ad şeklinde tanımlanması karşısında tanınan ve toplum tarafından kabul gören şahıslar için unvan ya da lakap kullanılmasında herhangi sakınca bulunmadığından yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davanın REDDINE, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.200,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta Avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren (30) gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak Üzere, 20.11.2012
Tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Başkan                             Üye                         Üye                                              
HASAN UZUNOVA              ZAFER ŞEKER       HÜSNİYE KÖMÜRCÜ
   38008                                     101755                            138938                                                            


                                                                                           
YARGLLAMA GIDERI
Başvuru Harcı:                   21,15 TL
Karar Harcı                      21,15 TL
Vekâlet Harcı                      3,30 TL
YD Harcı                         34,80 TL
YD İtiraz Harcı:                   57,50 TL
Posta Gideri                       111,50 TL
TOPLAM                               249,40 TL                   3/3
                                   

                             YARGITAY İLAMI.
    Esas:964/1543
    Karar:964/1825
    Tebliğ name:1/B/1462

YARGITAY İLAMI
“Hükümetçe yasak edilen Nurculuğa ait kitapları muhtelif şahıslara okumak veya okutmak veya vermek suretiyle, laikliğe aykırı olarak, Nurculuğun propagandasını yapmaktan sanık Mehmet Akın ve Tevfik Dilek’in yapılan duruşmaları sonunda: Beraatlerine ve suç delili olarak zaptedilen kitap ve teferruatın sanıklara iadesine dair (Burdur) Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 17.4.1964 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi C.Başsavcılığı yürek makamından tebliğname ile Yargıtay birinci Ceza Dairesine gönderilmekle okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği konuşuldu ve aşağıdaki karar tebliğ edildi.
1-Saidi Nursi’nin önderliği altında gelişerek Devlet Nizamına tehlike verecek şekilde Memleket dâhilinde oldukça geniş bir faaliyet sahası bulan Nurculuğun esas gaye ve hedefinin laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai, iktisadi, siyasi ve hukuki, Dini esas ve inançları uydurmak ve tamamen şeriat esaslarına dayanan bir Devlet tesis eylemek olduğu bugün bilinen ve üzerinde münakaşaya dahi lüzum olmayan bir vakıadır.
Gerçekten; Sanıkların evlerinde ve üzerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen ve kendisini insanüstü bir insan olarak gören Saidi Nursi tarafından yazılıp bu görüşü benimsemiş olan kitlelere dağıtılmış bulunan muhtelif kitap ve risalelerde Nurculuğun prensipleri izah edilip methedildikten sonra bunların benimsenmesi için ikazlarda bulunulduğu gibi. Bunlar arasında bilhassa “Mesnevi’i Nuriye” adlı eserde (.......İslamiyetten düsturlarına aykırı inkılap yapılmayacağı, şarkı ancak dinin kalkındırabileceği......)
“Bediüzzaman cevap veriyor” adındaki kitapta (.....Bolşevizme ve Sosyalizme karşı artık milliyetçiliğin zayıf kaldığına işaretle İslamiyet milliyetinin zaruri olduğu, Türklerin islam kalmalarının şart ve faydalı bulunduğu şeriat ahkamının tamamen tatbik ve icraası lazım geldiği....) “Mektubat” isimli kitapta (.....Şeriatın tamamen lazım geldiği; İslam dini dünya ve ahireti birlikte nazara alarak dünyaya ait kanunlar dahi koyduğu cihetle din ve dünyanın ayrılmayacağı ve bu itibarla dünya için başka kanunlar koymanın ve dinin dünya kanunları olan şeriata aykırı kanunlar koyup onu değiştirmeye çalışmanın sahibi-şeriatı inkar ve tekzip demek olduğu, İslam birliğinin bir parçası olan Türkiye Devletinin her davranışında şeriata uygunluğunun lazım bulunduğu....) “Lemalar” adlı yazıda (.....Cumhuriyetin Bolşevik ve Komünist esaslara göre kurulmuş olduğu,çarşafın daimi bir giyim ve çok kadınla evlenmenin islamı bir icap olduğu aile nizamının İslami kaidelere uygun olması gerektiği...) “Hutbei Şamiye” adlı yazıda (....Dünya saadetinin şeriatı islamiye ile mümkün olabileceği, cezaların ilahi emre uygun olması icap edebileceği, aklımızı başımıza almayıp, hakiki islamiye dairesinde mahkemeler açılmazsa başımıza kıyametler kopacağı....) “Hanımlar Rehberi” adlı yazıda (.....Türk İnkılapları neticesinde memlekette yerleşmiş batılı müesseselerin ve anlayışın dine aykırı olduğu, inkılapçı idarenin ve kıyafet ile maarif sisteminin dinsiz bulunduğu bunun bir zulüm devresi olduğu....) ifade, izah ve müdafaa edilmek ve bu fikirlerin benimsenmesi ve o yolda hareket edilmesi yolunda ikaz ve telkinlerde bulunmak suretiyle laikliğe aykırı olarak Devletin içtimai, İktisadi ve Hukuki temel nizamlarını dini esaslara uydurmak maksadıyla propaganda yapıldığı hiçbir tereddüte yer verilmeyecek ve bilirkişi incelemesine dahi lüzum göstermeyecek bir şekilde kesin olarak anlaşılmıştır.
    Bu itibarla; suç mevzuunu teşkil eden bu kitap ve yazılarının tahukkuk eden suç mahiyetine, sanıklar dava safhalarındaki ifadelerinde: (...Evlerinde ve üzerlerinde yakalanan bu matbuaların Saidi Nursi tarafından yazılmış ve Nurculuğu benimsemiş oldukları, gittikleri yerlerde muhtelif kimselere de okumaları için bunlardan vermiş ve dağıtmış bulunduklarını....) Açıkça bildirmelerine, bu kitapların şu mahiyetleri bilinerek ve isteyerek dağıtılması ise kitaplardaki fikirlerin propagandasını yapmaktan başka bir mana taşımayacağını nazaran her iki sanığında laikliğe aykırı olarak Devletin Temel nizamlarını dini ve esas ve inançlarına uydurmak maksat ve gayesini güden Nurculuğun propagandasını yaptıkları sabit iken: Vakıaya uymayan ve hadisenin ve delillerin hakiki mahiyetine aykırı düşen isabetsiz bazı düşüncelerle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,
    1-Sanıklardan zaptedilip suç mevzuunu teşkil eden kitapların müsaderesi gerekirken kendilerine iadesine karar verilmiş olması,
    Yolsuz C.Savcısının Temyiz itirazları bu itibarla varit bulunduğundan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi bu sebeplerden dolayı (BOZULMASINA) 25.9.1964 gününde karar verildi.”

Başkan            Üye             Üye             Üye             Üye   
A.Ü.                   S.Y.          C.V.             A.Y.             A.S.
       YARGITAY CEZA GENEL KURULU
20.9.1965
Esas:234/D–1
Karar:313
     Tebliğname:1–1078
“Hükümetçe yasak edilen Nurculuğa ait kitapları muhtelif şahıslara okumak veya vermek suretiyle laikliğe aykırı olarak Nurculuğun propagandasını yapmak filleri, T.C.K.nunun 163’üncü maddesine mümas suçlardır.
Hükümetçe yasak edilen Nurculuğa ait kitapları mühtelif şahıslara okumak veya vermek suretiyle laikliğe aykırı olarak Nurculuğun propagandasını yapmaktan sanık Mehmet ve Tevfik’in yapılan yargılaması sonunda: Beraatlerine ve suç delili olarak zaptedilen kitap ve teferruatının sanıklara geri verilmesine ilişkin......Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 17.4.1964 gün ve 963/116-964/39 sayılı hüküm C.Savcılığının temyizi üzerine Yargıtay Birinci Ceza Dairesince incelenerek, 25.9.1964 gün ve 1543/1825 sayılı ilamıyla bozulup yerine geri çevrilmiştir.
(Ceza Genel Kurulu Kararı)
İlk hükümde direnmeyi kapsayan 31.3.1965 gün ve 964/102-965/22 sayılı son hükmün temyiz yoluyla incelenmesi yine C.Savcılığı tarafından istenilmiş olduğundan; dosya C.Başsavcılığının, hükmün bozulması düşüncesini bildiren 14.5.1965 gün ve 1-B/1078 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okunarak gereği konuşulup düşünüldü:

Nurculuğun iyi bir yol olduğunu ve Nur risalelerine okumaları için halka dağıttıklarını kabul ve ikrar eden sanıkların hukuki durumlarının neden ibaret olduğunun tayin ve tesbiti için;
1-Nurculuğun kurucusu Sait Nursi’nin kişiliği, hayatı boyunca gerçekleşmesi için uğraştığı sosyal ve siyasi düzenin mahiyeti,
2-Kur’anın tefsiri ve İslamlığın esaslarının izahı gibi sebebler altında yayımlanmış olan Nur Risalelerinin gerçek amacı, bu risalelerde yer alan zararlı akımlar,
3-Nur talebeleri, görevleri, mükellefiyetleri,
4-Nurculuğun hakiki Müslümanlığa uymayan yönleri,
5-Kanunlarımız karşısında Nurculuk ve sanıkların hukuki durumları gibi hususların incelenmesine lüzum ve zaruret hâsıl olmuştur.
1-Evvelce Saidi Kürdi olarak tanıtıp bu ünvanı kullanan ve soyadı kanunundan sonra, doğduğu Bitlis’in Nurs köyüne izafetle, Nursi soyadını alan Said Nursi yarı cahil, okuyup yazmasını bilmez bir adamdı. Nur risalelerinden Tiryak adlı risalenin 68’inci sayfasında kendisi de bu hususu itiraf etmekte ve risalelerini yardımcılarına (Nur Şakirtleri) yazdırdığını bildirmektedir. Eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi tarafından yazıldığı bildirilen (Tuhfetürreddiye Ala Mezhebi Saidil Kürdiye) adlı risalede (okur, fakat yazamaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı Türk Milletinin lisanına bile hakkıyla vakıf olmamıştır) denilmektedir.
    Meşrutiyetin ilanından sonra Bitlis ve havalisinde şeyhlik faaliyetinde bulunmuş, sonra İstanbul’a gelerek siyasete atılmış ve (İttihadı Muhammedi Cemiyeti) kurucuları arasında faaliyet göstermiştir. “İttihadı Muhammedi” den ne kast ettiğini Hutbei Şamiye adlı risalenin 84’üncü sahifesinde şu şekilde açıklamaktadır: “İttihadı İslam olan İttihadı Muhammedi dediğimiz vakit, umum müminlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihat murattır. Yoksa İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murat değildir. Amma bir katre su da sudur. Bu ünvandan tahsis çıkmaz tarifi hakikisi şöyledir: Esas temel şarktan garba, cenuptan şimale mümted ve merkezi haremeyni şerifeyn ve ciheti vahdet tevhidi ilahi-peyman ve yemini iman, nizamnamesi sünneti Ahmediye, kanunnamesi ve nevahii şer’iyye-kulüp ve encümenleri umum medaris, mesacit ve zavaya o cemaatın ilelebet ve muhallet naşiri efkârı umum kulübü islamiye ve her vakit naşiri eftarı başta Kur’an ve tefsirleri (Şimdi Risalei Nur). Yine mektubat adlı risalede, “azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı talihsiz bir Devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihadı islamdır” diye yazılı bulunmaktadır. “Mektubat, Doğuş Limitet Şirketi Matbaası, Ankara 1958. S.436.”
    Said Nursi 31 Mart vak’asından önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş o zaman yayımlanan Volkan Gazetesinde çıkan yazıları ile 31 Mart vak’asını körüklemiştir. Volkan Gazetesi, 5 Şubat 1908 tarihli 49’uncu sayısından itibaren (İttihadı Muhammedi) fırkasının yayın organı, mürevviçi efkârı olduğunu başlığı altında ilan etmiştir. (Profesör Tarık Zafer Tunay’a İslamcılık Cereyanı s.119,121)
    Said Nursi, yine o tarihte (Kürt Teali Cemiyeti) ne girmiş, 1327 tarihinde yayımladığı bir kitabın gerekçesinde “Uyan ey Selahattini Eyyübi’nin torunları Kürtler” diye Kürtleri Türkler aleyhine tahrike gayret etmiştir. (General Faruk Güventürk, Nurculuğun İç Yüzü s.107). Mektubat adlı risalede, kendisinin Türk olmadığını, Türklük ile münasebeti bulunmadığını, Türkiye’de Kürt milleti diye ayrı bir millet mevcut olduğunu ileri sürerek memleketin birliğini bölücü hareket ve faaliyette bulunmaktan çekinmemiş ve (Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usüldendir. Evet, hakiki Türklere pek hakiki dostane ve uhuvvetkarane münasebettar olduğum halde böyle sizin gibi firenk meşreplerin..... Türkçülüğü ile hiçbir cihetle münasebetim yoktur. Nasıl bana teklif ediyorsunuz, hangi kanun ile. Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binlerce senedenberi milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskidenberi cihat arkadaşı kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini unutturduktan sonra belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz bir nevi usulü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz) diye yazdığı görülmüştür. “Mektubat, Doğuş Limitet Şirketi Matbaası 1958, s.339”
Yine; Sait Nursi o tarihte (Kürdistan Azmi Kavi) Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile boynunda dürbün, belinde kama ve tabanca İstanbul’a gelerek Cuma selamlığında Padişaha cemiyetin Sait imzası altında yazdığı ve esası Kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan ariza takdim etmesinden dolayı bir müddet tımarhaneye konulup sonra affedilmiştir...
    Sait Nursi, İstiklal savaşı sırasında, Ankara’nın (Halife) yi kurtaracağına inandığı için Ankara’ya gelmiş, Laik bir Devlet rejimi ve Cumhuriyetin kurulması üzerine Atatürk’e kızarak Van’a gitmiştir. Kendisi bu olayı şöyle nakletmektedir. (Garplılaşmak bahanesi altında Şeairi İslamiye aleyhinde bir cereyan hissettiğimden Ankara’dan ayrıldım) demektedir. “Münazarat, s.4 Dr.Çetin Özek, Nurculuğun iç yüzü 6.4.1964 tarihli Milliyet Gazetesi.”
    Sait Nursi laik bir Devlet rejimi kurduğu için Atatürk’e düşman kesilmiş, onu şualar adlı risalenin birçok yerlerinde Ebusüfyan ve Deccala benzetmiştir.
    Barla mektupları adlı risalenin 53’üncü sahifesinde Atatürk’ü kastederek şöyle demektedir. (Tek gözlü Deccal, ya iman et yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın) “ Dr. Neda Armaner, İslam dininden ayrılan cereyanlar-Nurculuk adlı esere müracaat.”
    Sönmez adlı risalenin 21 ve 22’inci sahifelerinde yine Atatürk hakkında şu cümleler yer almaktadır: (Ayasofya camiini puthaneye ve meşihat dairesini kızlar lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olması imkânı var mı, Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfi, 1925 yılında vuku bulan Şeyh Sait isyanı ile ilgili görülmüş, Isparta’daki ikameti sırasında dini siyasete alet ve Devletin dâhili emniyetini ihlal suçlarından Eskişehir’de yapılan duruşması sonunda bir seneye mahkûm olup cezasını çektikten sonra, Kastamonu’da ikamete memur edilmiştir.”General Faruk Güventürk, Nurculuğun iç yüzü s.106.”
    Sait Nursi, keramet sahibi olduğunu iddia etmekte ve bunu her fırsat ve vesilede ileri sürmekten çekinmemektedir. Kapalı kapılardan kimseye görünmeden çıktığını, hapishanede iken camide namaz kıldığını, hiçbir şey yemeden yaşayabildiğini, kendisine gaipten sesler ve ihtarlar geldiğini, asırlarca önceden din büyüklerinin kendisi ve eserleri hakkında müjdeler verdiklerini, Kur’anı Kerim’deki Nur suresinin kendisi hakkında nazil olduğunu, (Ya Eyyühel Müzemmil) ayeti kerimesinin Ey Saidi Kürdi demek olduğunu ileri sürmek suretiyle aklın ve bizzat İslamlığın kabul etmeyeceği iddialarda bulunmaktadır. “Asayı Musa 1949, Dr. Çetin Özek, Nurculuğun iç yüzü s.246
    Bediüzzaman cevap veriyor, adlı risalede şu satırlar yer almıştır. (Hiçbir geliri olmadığı ve kimsenin hediye ve ikramını kabul etmediği halde ne ile ve nasıl yaşadığı sualine karşı, bereket ve ikram-ı ilahiye ile yaşadığı, Kur’an hizmetinin kerameti olarak erzak hususunda ikramı ilahiye’ye mazhar olduğu kaydedildikten sonra, bir gün Süleyman adlı bir misafir ile birlikte dağda yalnız kaldıkları ve yiyecek hiçbir şeyleri bulunmadığı sırada misafirlerine ne ikram edeceğini düşünürken altında oturduğu ağacın dalları arasında koca bir ekmek peyda olduğunu ileri sürmekte ve 20–30 gündür hiçbir insanın o tepeye çıkmamış olduğunu ilave etmekten de geri kalmamaktadır.” Bediüzzaman cevap veriyor. Ankara 1960, s.113-114”.
    Sait Nursi’ye göre, araba ile dolaşırken bir yaşındaki küçük bebekler bile koşup elini öperlermiş. “Hanımlar Rehberi s.105”, Zülfikar adlı risalede hayvanların bile Nur risalelerine hayran kaldıklarını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. “ Dr. Neda Armaner Nurculuğun iç yüzü, İlahiyat Fakültesi yayınlarından. S.8”.
    Sait Nursi, bütün ömrünce Doğu’da Nur risalelerini tedris için bir medrese kurmak hevesiyle yaşamıştır. Bu medresenin adı Medresetüz-Zehra olacaktır. Bu medrese Kahire’deki Camiülezherin kız kardeşidir. Öğretim dili bakımından da (Lisanı Arap vacip, Kürt caiz, Türk lazım) demektedir. “Münazarat s.131, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.249–250”. Sait Nursi’ye göre bu şark üniversitesi geleneğe dayanacaktır. Garplılaşma ve medeniyet bu üniversitede yer almayacaktır. İstanbul Üniversitesinde de bir Nur medresesi yani Medresetüzzehranın açılması lazımdır. “Gençlik Rehberi, 1951. S.77, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.250–251
    Yine; Gençlik Rehberi, adlı risalenin 50’inci sayfasında (Eski medreselerde 5-10 seneye mukabil inşallah Nur medreseleri 5-10 haftada aynı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor hem Hükümet bu millet ve vatanın hayatı dünyevisine pek çok faydası bulunan bu Kur’an lem’alarına ve Kur’an dellalı olan Risale-i Nur’a değil ilişmek belki tamamı ile terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara kefaret ve gelecek şiddetli belalara ve anarşiliğe karşı bir set olabilsin) diye yazılıdır. “Saidi Nursi, Gençlik Rehberi, İstanbul Sinan Matbaası 1959, s.50”.
    Kisvenin imanla bir alakası olmadığı halde Sait Nursi, hayatında şapka giymemekle övünmektedir. (Asay-ı Musa) adlı Risalenin 136’ıncı sayfasında (28 sene gâvurlara benzememek için inziva ihtiyar eden bir islam fedaisi ve hakikatı-Kur’aniyenin fedakâr hizmetkârına denilse ki sen kâfirlerin papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün islam ulemasının icmaına muhalefet edeceksin, yoksa ceza vereceğiz denilse, elbette öyle bir şeyi Hakikati-Kur’aniyye feda eden bir adam değil dünya ve hapis veya işkence, belki parça, parça bıçakla kesilse, cehenneme de atılsa; katiyen yüz ruhu da olsa, bütün bu tarihçei hayatının şahadeti ile feda edecektir) diye yazıldığı görülmüştür.
    Sait Nursi’ye ve Nurculara göre, kadınların örtünmesi bir İslami adettir. Kadınların örtünmesine karşı açılmış mücadele Türk kadınının haysiyetine karşıdır. (Lem’alar, Ankara 1957, s.25, Tesettür Risalesi s.84–192).
    Fennin ve medeniyetin bir icadı olan ve nasıl çalışıp işlediği artık herkesçe bilinen radyonun Saidi Nursi’ye görev mahiyeti de şöyledir: (Radyo, bilbedahe kudret-i ilahiyenin bir cilvesidir ve o cilvenin kürresi havaya umumen temsil eden bu gelen hadisi şerifin maali gösteriyor şöyle ki: Bir Melaike var, kırk bin başı var, her başında kırk bin dili var, her dilde kırk bin tesbihat yapıyor. 64 trilyon tesbihat aynı anda söylüyor. Demek ki kürrei hava bu melaike gibidir. Yani bu melaikenin tesbihatı adedince her kelimesi tayyibe hava sayfasında yazıyor, Kürrei hava diyor ki bu hadis benden veya buna benzer memur meleklerden haber veriyor, külli bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi ne bana yani kürrei havaya ve ne de bütün eşyaya vermesi hiçbir ciheti imkânı yok, demek her yerde hazır nazır, ahadiyet cilvesiyle ve içinde hatalı bir irade, mühit bir ilim bulunan bir kudreti ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerden birisi radyodur. (İhlâs dergisi 1964 no.9, s.3, Dr.Çetin Özek, Nurculuğun iç yüzü 12.4.1964 Milliyet Gazetesi).
    Said Nursi’ye göre, elektrik kontağı ve meteor hadiselerinin fenni ve fizik ilmine uygun açıklaması dine aykırıdır, dinsizliğin ifadesidir. Bu ve buna benzer olaylar ilahi kudretin varlığının delilidir ve onun nişanesidir. Bunların hepsi Kur’anda vardır ve fizik kanunlarına göre açıklama yapmak Kur’anın kudretine, hikmetine aykırı düşmektedir. “Saidi Nursi, Ramazan risalesi, s.1-15, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akınlar ve Nurculuğun iç yüzü s.273”
    Yine Said Nursi’ye göre; her şey, her zerre Allaha ibadet eder, mesela pusulanın Kâbe’deki Haceri Esveti işaret ederek titremesi namaz kılmasıdır. “Tiryak, s.116”.
    II.Nur Risalelerinin gerçek amacı, bu risalelerde yer alan zararlı akımlar: Nur Risaleleri 130 kadar olup dava konusu dosyada bulunanların yalnız (Asayı Musa), (Mesnevii Nuri’ye), (Gençlik Rehberi), (Mektubat), (Tiryat), (Hubbei Şamiye), (Hanımlar Rehberi), (İki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi veya Divanı Harbi Örfi), (Barla Hayatı), (Bediüzzaman Cevap Veriyor), (Lem’alar), (Bize Nurcu Diyenlere diyoruz ki), (El-Hüccet-Üzzehra), (Ramazan Risalesi), (İhlas Risalesi) ve (Sönmez) adlı risalelerden ibaret olduğu anlaşılmıştır.
    Kur’anın tefsiri ve İslamlığın izahı maksadı altında yayınlanmış olduğu ileri sürülen bu risalelerin gerçek amaçlarına nüfuz edebilmek için bunların hepsinin teker, teker ele alınıp dikkatle incelenmesi ve Nurculuk konusunda yazılmış olan eserlerin ve yazıların gözden geçirilmesi icabetmektedir. Nur risalelerinde yer almış olan aşağıdaki fikir ve cümlelerin üzerlerinde önemle durulması gerekmiştir.
    1. Nurculuğun esası, fikirleri, maddiyatçı ve tabiatçı modern felsefeyi reddetmekte, dünyanın geçiciliği, ahiretin gerçekliği fikrini telkin etmekte, bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir. (Dr. Çetin Özek, Türkiye’de Gerici Akınlar ve Nurculuğun iç yüzü s.241).
    2. Nurculara göre, laik bir devlet düzeni şeriata aykırıdır. Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında bir fark yoktur. Hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için din ile dünya işleri birbirinden ayrıdır. Reform, Hıristiyanlıkta mümkündür. Türk devrimleri dahi Hıristiyan reformunun bir taklidinden ibarettir. Zira İslamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek derecede mükemmeldir. “Mektubat 1958, s.401, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akıncılar ve Nurculuğun iç yüzü, s.260–261”.
    3. Laik Cumhuriyetçi düzen 20 senelik inkılâplar sonucu doğmuştur ve dini müthiş sadmeye marus bırakmıştır. “Münazarat, s.135-141 Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akıncılar ve Nurculuğun iç yüzü, s.260-261”.
    4. Atatürk idaresi, hadislerde gösterilmiş bulunan dehşetli ahir zamandır. Dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. “Sait Nursi, Sözler 1957, s.143, Dr.Çetin Özek, Nurculuğun iç yüzü 9.4.1964 tarihli Milliyet Gazetesi”.
    5. Türkiye genel olarak Ezanı Muhammedi’nin yasak edildiği, bidatların zorla topluma kabul edildiği bir devre yaşamıştır. Devrim kanunları muvakkattır ve Hıristiyan Kanunlarıdır. “Sait Nursi Tiryak, Taşbasması, s.65, Dr. Çetin Özek, Türkiye’de gerici akıncılar ve Nurculuğun iç yüzü, s.260–251”.
    6. Türkiye’nin siyasi rejimi, Nur saadeti söndürmeğe çalışmaktadır. Kemalistler, seviyesiz anarşist kimselerdir. “Sait Nursi, Münazarat, s.17, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akıncılar ve Nurculuğun iç yüzü adlı eser, s.261
    7. Devlet, İslamın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmelidir. Bütün hayat nizamı onda mevcuttur. “İhsan Emci Aradığımız Şuur, Mart–1964 No.8, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akıncılar ve Nurculuğun iç yüzü, s.262”.
    8. Âlemi İslamda yapılacak devrimler, İslamiyetin desatirine uygun mecburiyetindendir; aksi halde, gayri meşrudur. Bu bakımdan meclis aynı zamanda hilafet görevini de görmelidir. “Sait Nursi, Mesnevi-i Nuriye, 80-82 Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.263”
    9. Şahsı Manevi-i Hükümetin Müslüman olması gereklidir. “Sait Nursi, Hutbe-i Şamiye 80, Dr. Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.263”
10. Türk Devletinin dini islamdır ve bunun vikayesi milletimizin maye-i hayatiyetidir. Hükümet, İslamiyet ve din için hizmet edecektir. “Sait Nursi, Münazara, s.18, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.264”
11.Müslümanlara, Kur’an dışında, bir Anayasa lazım değildir. 1347 tarihinde, felsefenin tahakkümü ile bu dindar millet ehemmiyetli tahavvüllere duçar kılınmış ve Anayasadan devlet dininin İslam dini olduğu konusundaki hükmü kaldırılmıştır. Bu şekilde, gerçek kanun-u esasi tatbik edilmediği gibi, Kur’anda belirtilen şerli inkılâp da tahakkuk ettirilmiştir. Hâlbuki Kur’an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin idaresine değil ilahi bir idarenin sonucudur. İlahi bir kanunu esasidir. “Sait Nursi, Zülfikarı Mucizat-ı İslamiye ve Kur’aniye kısım1, Mucizatı Kur’aniye s.191–193, Tiryak s.65, Dr. Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.264”
    12. İslamiyete ve hakikatı Kur’aniyeye karşı mürdetane mücadele eden bir dessas zındıktır ki bize hücum etmek için istipdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle istibdatı mutlaka-i rejim altına almakla sefahatı-ı mutlaka medeniyet takmakla cebri keyfi-i kürfiye kanun namı vermekle bir istibdatı askeriye ve dalalet kurmuştur. “Sait Nursi, Sönmez 21.22.48, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.265”.
    13. Sait Nursi, Milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Ona göre, milliyetçilik, İslam birliğine manidir. Nurculara göre, milliyetçilik bolşevizm ve sosyalizme karşı mücadele edecek kuvvette değildir. Milliyetçiliğin bu zayıflığına karşı İslam milliyetçiliği bolşevizmi, sosyalizmi, anarşizmi önleyecek kuvvette değildir. “Bediüzzaman Cevap veriyor. Ankara 1960, s.47,51, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.266”
    14. İslam devleti için tek milliyet islam milliyetidir. İslam devleti sonunda, bütün dünyayı hâkimiyetine alacak ve İslam yapacaktır. Bu dünya milleti hayatı maneviyeye dayanacak ve mecrai mesai-i şer’iye ile açılacaktır. Bu İslam devleti de hamiyet-i islamiye ve milliye altında ittihadı Muhammedi dairesinde olan şeyh-i risale-i Nur sayesinde kurulacaktır. “Sait Nursi, Münazarat, 90–100, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.267”
    15. İttihadı İslam, umum askere ve umum ehli islama şamildir. Hariç kimse yoktur. “Saiti Nursi, Hutbei Şamiye, s.91”
    16. Hutbei Şamiye’de milleti İslamiyenin sebebi saadeti yalnız ve yalnız hakiki İslamiye ile olabilir ve hayatı içtimaiyesi ve saadeti bünyeviyesi şeriatı islamiye ile olabilir denildikten sonra mesela şeriat hükmüne göre hırsızların ellerinin kesilmesindeki hikmet ve faideden bahsedilmekte ve işte (bu cüz’i şirkat meselesine dair külli ve şümullü ahkâmı ilahiye kıyas edilsin, anlaşılsın ki, saadeti beşeriyede dünya adalet ile olabilir” diye yazılmaktadır.
Hutbei Şamiye s.66–67, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.269”
    17. Said Nursi’ye göre, İslamiyet Devletinin Mekke-i Mükerremesi ceziret-ül Arap olacaktır. Bu arada, Osmanlılık da bir Medine-i Münevvere şeklini alacaktır. İslamiyeti bir İttihadı fikir teşekkül ettirecektir. Bu fikri Türkiye’de gerçekleştirmek görevi Metresetüzzehraya düşmektedir. Kurulacak nizam İslami esaslara dayanacaktır. Araplar ikisi bir araya geldi mi kavga etmeden duramayan, yıllarca esir yaşamaya alışmış millette bu İslam devletinin en hâkim unsuru olacaktır. “Sait Nursi, Münazarat 109–131, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü 11.4.1964 Milliyet gazetesi”.
    18. İslam dininde inkılâp yapmak şeriat aleyhtarı olduğu için İslamiyetin desatirine aykırı, devrimler de islamiyete aykırıdır. “Sait Nursi, Mektubat, s.403, Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü 11.4.1964 Milliyet Gazetesi”.
                                                                                                        
    19. Çok kadınla evlenmek İslami olduğu için caiz ve şarttır. Teatdüdü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafıktır. “Sait Nursi, Hanımlar Rehberi s.57”.
    20. Benim tesettür, irsiyet, zikrullah ve taaddüdü zevcat hakkındaki Kur’anın sarih ayetlerine, medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirimdir. “ Sait Nursi, Tiryak, s.60”.
    21. Nurculara göre; bugünkü aile sistemi de medeniyet fantazisinden ibarettir. Aile saadeti ancak daire-i şeriattaki adabı İslamiyet ile mümkün olacaktır. Kadının erkeğinden boşanabilmesi İslami esaslara aykırıdır. Şer-i evlenme ise bu imkânı ortadan kaldıracaktır. “Sait Nursi, Kadınlar Taifesi ile muhavere, s.7, Dr. Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.272”.
    22. Said Nursi, faizin yasak edilmesini istemekte, sınıf kavgalarının ortadan kaldırılması için bankalar kapatılmalı, riba yasak edilmeli, Kur’an kadına üçte bir hisse vermektedir. Medeniyetin kadına erkek kadar hisse vermesi adaletsizliktir. “Sait Nursi, Zülfikar, 1945, s.38,39, Dr. Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.272–273”
    23. Said Nursi, Hanımlar Rehberi adlı risalenin 372inci sayfasında; bir zaman çıktığı Ankara Kalesinden etrafı seyrederken hilafet ve saltanatın vefatını hatırlayarak duyduğu teessür ve hüznü ifade ettiği görülmüştür.
    24. Yine; Said Nursi, Tiryak adlı risalenin 27’inci sayfasında “garp uleması ve filozofları itiraf ve ikrar etmişler ki İslamiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlem-i islamın ıslahına kâfidir” diye iddia edilmiştir.
    25. 13 Asrı evvel şeriat-ı garra teessüs ettiğinden ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek dini İslama büyük bir hıyanettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. “ Said Nursi, Kutbei Şamiye, s.79”
26. Eğer, beşer, çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaiki İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşileryecüc ve mecüclere teslimi silah edeceklerdir diye kalbe ihtar edildi. “Sait Nursi, Hutbe-i Şamiye, s.67”
27. Zahiren hariçten cereyan eden Maarrif-i cedidenin bir mecrası da bir kısım ehli medrese olmalı ta gıllü gıştan tasaffi etsin.
Zira bu laikliği ile başka mecradan taaffün edegelmiş ve atalet bataklığından neş’et ve istipdat sünumu ile teneffüs eden zulüm tazyiki ile ezilen efkâra bu müteaffin su, bazı aksülamel yaptığından musaffat-ı şeriat ile söz vermek zaruridir. Bu ehli medresenin duş-ı himmetine muhavveldir.” Said Nursi, Hubbe-i Şamiye, s.82”
28. Said Nursi, 31. Mart vak’ası üzerine sevkedildiği Divanı Harpte verdiği ifadede (en mukaddes maksadım şeriatın ahkamını tamamen icra ve tatbiktir). Demiştir. “Sait Nursi, Bediüzzaman cevap veriyor, Ankara 1960, 84”.
29. Eskiden beri ilayı hikematullah ve bakayı İstiklaliyeti ve İslam için farz-ı kifayei cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan âlemi islama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu Devleti İslamiyenin felaketi âlem-i islamın saadet ve hürriyeti müstakbelesi ile telafi edilecektir. Zira şu musibet maye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişafını harikulade tacil etti. “Said Nursi, Mektubat, Doğuş Limitet Şirketi Matbaası Ankara 1958, s.441”.
30. İki Mektep-i Musibetin Şahadetnamesi veya Divanı Harbi Örfi adlı risalede, şu yazılar dikkati çekmektedir:
A- (Yaşasın Şeri’atı Ahmediye), (Şeri’atı Garra Kelamı ezeliden geldiğinden ebede gidecektir), (Ey evliyayı umur tevfik isterseniz Kavanini adetullaha tevfiki hareket ediniz)” s.43.
B- (Rehberimiz şeriatı garra, kılıcımız berahini katı’adır)” s.44”.
C- (13 asır evvel şeri’atı garra teessüs ettiğinden ahkâma Avrupa’ya dilencilik etmek dini islama büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmaktır.)” s.45.
Ç- Aynı risalenin 48,49,50’inci sayfalarında, büyük harflerle, (Yaşasın Kur’anı Kerim’in Kanun Esasları) başlıklı paragrafında, ey mebusan diye vaki hitabı müteak’i (300 milyon Müslüman’ın Hayatı maneviyesine suikastten ve cinayetten sizi tahlis eden..Kur’anı Mukaddesin desturları ünvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize mehaz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz acaba bu kadar fevait ile beraber ne gibi bir şey kaybedeceksiniz vesselam. Yaşasın Kur’anın Kanun Esasları) cümleleri dikkati çekmektedir.

             III. Nur Talebeleri (Şakirtleri) ve görevleri:
             Nurcular, kendilerine Nur talebeleri adını vermekte ve hizbil Kur’an olduklarını ileri sürmektedirler. Nur Şakirtlerinin nurculuğa girebilmeleri için o mahaldeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunmaları gerekmektedir. Bu taahhütler, nurculuğa ve nurcuların büyüklerine sadakat, nurcuların sırlarını açıklamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nur’un gerçekleşmesi için gayret sarf etmek gibi şeylerdir. Nurculara bulundukları yerlerde nurculukla ilgili olayları nur büyüklerine bildirmeye de mecburdurlar. “Dr.Çetin Özek, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü s.252”
    Nur talebelerinin diğer bir vazifeleri de nur risalelerini çoğaltıp dağıtmaktır. Said Nursi, Asayı Musa adlı risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem etmektedir. Nurculuğun, bilhassa, ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektedir. “Dr.Neda Armaner, İlahiyat Fakültesi Yayınlarından İslam Dininden ayrılan Cereyanlar, Nurculuk, s.6,24”.
    Said Nursi, risalelerinin yayınlanması için dini duyguları da istismar etmektedir. Sönmez adlı risalenin 3‘üncü sayfasında, şu satırlar yer almaktadır. (Ahiret kardeşlerine mühim bir ihtar: iki maddedir. Birincisi; risale-i nur’a intisap eden zatın en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran risalei nur talebesi ünvanını alır ve o unvan altında her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade, hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber benim gibi dua eden kıymettar binlerce kardeşlerim ve risalei nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olurlar.
    İkinci madde, risalei nur’un imansız ve amansız cinni ve insi düşmanları onu çelik gibi metin kalalarını ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden çok gizli dosyalar ve hafi vasıtalarıyla sınırlı olmadan yazanların sevklerini kırmak ve fütur ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytanca hücum edip darbe vururlar).
    Said Nursi’ye göre, Nur talebeliğini bırakmak günah olduğu, nur talebelerine ilişenlerin vatan ve millet haini olduklarının ilan edilmesi, ayrıca tehditler savrulmasıyla gizli bir teşkilatın taktiğine başvurulmaktadır.” Sait Nursi, Hanımlar Rehberi, s.53, Dr.Neda Armaner, İlahiyat Fakültesi Yayınlarından İslam Dininden ayrılan Cereyanlar, Nurculuk, s.25”.
    Nur talebelerinin bekâr kalmaları telkin edilmekte, muhakkak evlenmek lazımsa bir nurcu ile evlenmesi emredilmektedir. “Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s.53, Dr.Neda Armaner, Nurculuğun iç yüzü, s.25, Bediüzzaman cevap veriyor adlı risalenin 118’inci sayfasında, Sait Nursi Hanımlar Rehberi adlı risalenin 242’üncü sayfasında şöyle demektedir (talebeler birkaç tabakadır, bir tabakanın hakiki ihlası, gaybetmemek ve hakiki fedakarlık ve azami bir sadakat taşımak için dünya ihtiyaçlarına mümkün olduğu ömrünün muvakkat bir kısmında bu zamanda lazım geliyor...)
Yine, Nur risalelerinden, Tiryak adlı risalenin 33’üncü sayfasında (Mevt adam değil, tebdili mekândır. Kabir zulmetli bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise bütün şaşaası ile beraber ahirete nispeten bir zindan hükmündedir. Elinde zindan dünyadan bostanı Canana çıkmak ve müz’ic ve dağdai hayat-ı cismaniyede âlemi rahata ve meydanı tayranı erraha geçmekve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzuru rahmana gitmek bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir).
IV. İslam dini yönünden Nurculuk: Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp yayımlanmış olan (Nurculuk hakkında) adlı eserde:
1. Ayet-i kerimelerin tefsirinde mananın tahammül edemeyeceği tarzda Batıni ve indi manalar verilmeye çalışıldığı, ebced hesabıyla ve tevafuklarla manalar verildiği, bunların Müslümanlık esaslarına göre dini ve ilmi kıymeti olmadığı,
2. Nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu,
3. Bir kısım ayetlerin, İslamlığın reddettiği Hurufilik usulüyle tefsirine kalkışıldığı,
4. Risalei Nur’un mukaddesat arasına katılmak istendiği yalnız nurcular için dua yapılarak Müslümanlar arasında bir zümre meydana getirildiği ve tefrikaya yol açıldığı,
5. Said Nursi’nin ve eserlerinin harikuladeliği ve kerametleri hakkında indi teviller ve mübalağalı ifadeler kullanıldığı,
6. Kur’anı Kerim’in harflerinden bir takım manalar istihracına kalkışmak gibi ulemanın ekserisince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, Asayı Musa adlı eserinde bazı ayet ve kelamı kibarı indi olarak tevil ederek bunların risalei nuru tebşir ve teyit ettiği iddiası,
7. Bu gibi indi tevil ve iddiaların İslami esaslara uymadığı,
8. Nurculuğu milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu,
9. Nur risalelerinde Kürtçülüğü körükleyen sözler bulunduğu, belirtilmiş ve 22 ve 23 ‘üncü sayfalarında (Nurcuların inanış ve telakkileri, İslam dininin, Kur’anı Kerim’in ve sünneti seniyedeki kaide ve formüllerine uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dini meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilaveten milli ve içtimai konularda da birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterilen, sırf dini ifadeleri bile yapılan aşırı teviller ve keyfi görüşlerle yukarıda örnekleriyle gösterildiği gibi manevi, milli bütünlüğümüzü bozan gerçek ittikayı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu risaleleri okuyanlar kendilerini bütün Müslümanlardan üstün görmüşler yalnız ve yalnız nurcu olanları cennete ehil, nur risalelerini günahlara kefaret saymışlar ve netice olarak da, nur risalelerini okumayı bir ibadet haline getirmişlerdir. Ey Müslüman kardeş: dine yararlı telif ve irşatta bulunanlar Peygamberin hizmetkârları durumunda oldukları için Kur’anı Kerim’de Peygamber Efendimize hitap edilmiş ayetleri onların şahsına affetmek yakışık almaz. Böyle bir telakkiyi benimsemekte, Müslüman tevazuuna sığmaz....
Nur risalelerini Kur’anın en mükemmel bir tefsiri addetmek, Allah kelamının kıyamete kadar ondan sonra gelecek şeylere ve bütün ilimlere şümulünü bilmemek demektir) denilmek suretiyle nurculuğun ve nur risalelerinin gerçek İslami esaslara uymadığının açıkça ifade edildiği görülmüştür.
             V. Kanunlarımız karşısında Nurculuk ve sanıkların hukuki durumları:
             Yukarıda yapılan açıklamalara ve bizzat nur risalelerinden alınan pasaj ve cümlelere nazaran;
             1. Nurculuğun kurucusu Sait Nursi, hiçbir zaman Türklüğü ve Türk milletini kabul etmeyerek Kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber 1327 tarihlerinde faaliyette bulunduğu anlaşılan (Kürt teali) cemiyetinde çalışmak, memlekette Türklerden ayrı dili ve milliyeti olan bir Kürt cemaatı mevcut olduğunu ileri sürmek, yine o tarihlerde kurulduğu bildirilen (Kürdistan Azmi Kavi) cemiyetinin mümessili olarak İstanbul’a gelip Kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstermek ve “Uyan Ey Selahattini Eyyübi’nin torunları, Kürtler” diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiği anlaşıldı,
             2. Türk milliyetçiliğini ret ve hatta zararlı ve tehlikeli olduğunu ileri süren Sait Nursi’nin Türkiye’nin de dâhil olacağı, tamamen şeriat hükümlerine ve İslami esaslara göre düzenlenmiş ve merkezi Mekke olmak üzere bir İslam devleti kurulmasını ve bu devlette Arapların hâkim bir unsur haline getirilmesi lüzumunu nur risalelerinde teklif, telkin ve teşvik etmek suretiyle Türk devletinin bağımsızlığını tenkis ve birliğini bozma yolunda hareketlerde bulunduğu,
             3. Said Nursi, Nur Risalelerinde; Türkiye Cumhuriyetinin tamamen şeriat esaslarına ve İslamın siyasi prensiplere göre teşekkül etmesi gerektiğini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesi lazım geldiğini, Devrim kanunlarının geçici olduğunu, Kur’an dışında bir Anayasaya ihtiyaç bulunmadığını, İslamlığın düsturlarına uymayan devrimlerin meşru olmadığını mükerreren ve ısrarla yazıp telkin ve propaganda yapmakla beraber, laik bir Cumhuriyet rejimi kurduğu için, Atatürk’e düşman kesilerek onu Ebusüfyan ve Deccala benzetmek, (tek gözlü deccal ya iman et yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın) diye ağır tecavüzlerde bulunmak suretiyle, Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesini ihlal eden suç işlediği,
             4. Yine, Nur risalelerinde, çok kadınla evlenmenin propagandasını yapmak, boşanma ve miras meselelerinin tamamen şeriat hükümlerine tabi olması lüzumunu açıkça yazıp telkin etmek, faizin yasak olduğunu ve bu itibarla bankaların kapatılması gerektiğini ileri sürmek, bugünkü modern mahkemeleri kaldırıp yerlerine Hakaiki İslami’ye dairesinde yani Şer’i Mahkemeler açılmasını teklif etmek, Parlamento üyelerini Kuran’ın düsturlarına göre harekete devam etmek suretiyle yine 163’üncü madde hükmünün ihlal edildiği,
5. Her ne kadar, Hutbe-i Şamiye ile (İki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi veya Divanı Harbi Örfi) adlı risalelerin, Cumhuriyetin önce hazırlanıp, yazılmış oldukları ileri sürülmüş ise de bunların pek yakın tarihlerde yeniden bastırılıp dağıtılmış olması ve (İki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi veya Divanı Harbi Örfi) adlı risalenin ilk sayfasında ise “bu müdafaayı şimdi bu asra daha muvafık gördük güya o zamandan elli sene sonra bir hissi kablelvuku ile bir nevi ihbarı gaybi olarak hayatı içtimaiyeyi alakadar eden çok hakikatlere temas ettiğimden neşredildi” diye açıkça kaydedilmesinin dikkate şayan bulunduğu,
6. Sadi Nursi’ye bağlı Nur talebelerinin ise, III sayılı paragrafta açıklanıp izah edildiği üzere, Memleket ve Devlet için bu kadar tehlikeli ve zararlı olan fikirleri ihtiva eden Nur risalelerini yazıp çoğaltmak ve halka dağıtmak vazifeleriyle mükellef bulundukları, bu talebelerin dikkatli okuyup incelediklerinde şüphe olmayan Nur risalelerindeki bu zararlı ve tehlikeli akımları bilmedikleri ileri sürülmeyeceği, Nur risalelerinde yer alan ve yukarıda temas edilen fikir ve kanaatleri kabul edip benimsemeyen bir kimsenin nur talebesi olmasının tasavvur edilemeyeceği ve sanık Mehmet.........ile Tevfik.......... kendilerinin nurcu olduklarını ve dosyada mevcut olup yedlerinden zaptedilen ve dosyadaki bilirkişiler raporunda da suç olduğu izah olunan Nur Risalelerini okumak üzere halka verdiklerini kabul ve ikrar ettikleri ve bu hareketlerinin Türk Ceza Kanununun 163’üncü maddesini açıkça ihlal eden suç teşkil ettiği ve Birinci Ceza Dairesinin bozma kararı varit ve yerinde bulunduğu halde, nazara alınmadan ve mahkemece işin esası layıkı ile incelenip nüfuz edilmeden ve en yüksek dini müessese olan Diyanet işlerince dahi, nurculuğun İslam dinine aykırı olduğu tespit edilmişken kanuna, işin esasına ve gerçeklere uymayan mesnetsiz mütalaalarıyla yazılı şekilde ısrara karar verilmesi yolsuz bulunmuştur.
Sonuç: Yukarıdan beri açıklanan sebeplere göre, ısrar hükmünün tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 20.9.1965 gününde oyçokluğuyla karar verildi.”
             Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa kemal’in   Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerine,Fakültenin açılış günü  söylemiş olduğu tarihi söylevini hatırladım,bu Fakülteden mezun olduğuma da hayıflandım!









                                                             

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi