8 Aralık 2012 Cumartesi

877- PADİŞAHLAR DA CİVAN SEVER!-1


OSMAN TÜRKOĞUZ


        İzmir; 28 Nisan 2010. (15 Aralık 1997)/07 Aralık 2012*
 
KARDEŞ, EVLAT VE TORUN KATİLİ...                                                                             

                 PADİŞAHLAR DA CİVAN SEVER! 

                Kediler pisliklerini herkesin gözüne bakarak örterler!”Ostüzü.

                “Ben, Mao Çe Tung’un köpeğiydim; kimi ısır derse yalınız onu ısırırdım!”Mao’nun İkinci Karısı, Dörtlü Çeteden, Bayan JİANG QUİNG. 1976 duruşmasında.

         “Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin ilk bölümü oynatıldığında, tüm Osmanlı kulları ayağa kalktılar.

“Padişahlarımızın da manevi değerlerini korumak için, ATATÜRK’Ü koruma kanunu gibi kanun çıkartalım!” Diyerek önerilerde bulundular! 07 Ocak 2011.Türkiye Cumhuriyeti Başsavcısı ve BOP AS BAŞKANI Sayın Recep Tayip Erdoğan da Muhteşem Yüzyıl filminin aleyhinde konuşarak Evlat ve Torun katili ve Osmanlının çöküşünü hazırlayan, saraya kadın kaprislerini sokan, Birinci Süleyman’a sahip çıkınca yer yerinden oynamıştır. Osmanlının kokuşmuşluğunun öğrenilmesini önlemek için de Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisine kanun teklifi de heman sunulmuştur! Sayın BOP As Başkanımız Muhteşem Yüzyıl filmini karalama hızına hız katarak ve yanlışlarla dolu tarih dersini de sürdürmüştür. Sözlü ve yazılı basınımıza yansıyan söylemleri de şöyledir:

“Fatih Sultan Mehmet; İstanbul’a girerken kendisini karşılayan Bizanslı kadınlar:”İstanbul’da Katolik papazı külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz demişlerdir.”İkinci Sultan Mehmet;14 yaşındaki oğluna âşık olarak 27 gazel yazdığı Bizans Başbakanı Noturas bu sözü söylemiştir. Sonra; muharebe sırasında kadınların sokaklarda ne işleri ola ki! Yağma sırasında ganimet olarak Yeniçerilerin eline geçen Bizanslı kızların çoğunu da İkinci Mehmet satın alarak azat etmişti! Ressam Zonora’nın ünlü tablosunda at üstünde bir kucak sakalla Şehre giren Birinci Mehmet’in karşılayıcıları arasında ne Bizanslı erkek ne de kadın vardır. At üstündeki fatih’in solundaki Yeniçeri de Zonora’nın kendisidir. Ressam Zonora,1890’da İstanbul’a getirilerek saray Ressamlığı ile görevlendirilmiş Fetih ile ilgili tablolar yapmıştır. Bunlardan en ünlüleri aşağıdaki tablo ile fatih’in atını denize sürmesi ve donanmanın Halice kaydırılması tablolarıdır.

Şimdi Osmanlı devrine tamamen ve fikren dönüştüğümüzün simgeleri politika arenasında ortaya koyulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin Bakan taşıyan bir uçağının Irak’a inmesine izin verilmemesi,19’uncu asırdaki Osmanlıya Batının yapmış olduğu muamelenin tekrarıdır.

Osmanlı devletine İngiltere, Fransa, Prusya, Rusya’nın yapmış olduğu utanç verici yaptırımlar USA tarafından AKP İktidarına yaptırılmaktadır.
 

Vurgun, Soygun ve iltimas aynen tekrara kavuşmuştur. İnsan hakları Başsavcımızın verdiği kadardır. Yargılamalarımız Boncuklu İbrahim’inkini bile gölgede bırakmıştır. Osmanlının Türk insanına bırakmış olduğu hangi değer savunulacaktır? Kavm’i Necib’iArap! Türkî Basiti!

Sayın Baş tarihçiliğimize de soyunan Bay Recep Tayip Erdoğan Beyimiz hışmını şöylece sürdürmüştür:

“Birileri bizim tarihimizin savaştan, kılıçtan, entrikadan, iç çekişmeden, maalesef Haremden ibaret olduğunu iddia ediyor. Bizden olmayan birileri son derece kasıtlı şekilde bizim tarihimizi bize böyle anlatmaya çalışsa da biz kendimizi böyle görmeyiz, görmeyeceğiz!”Sözlü ve Yazılı basınımız!

Olmuşları ve yaşanarak tarihimize mal olmuşları görmek ya da görmemek bir politika ve vicdan işidir.

Bir kere; bendeniz sizden değilim ve asla da sizden olamam. Belgeleri Objektif olarak değerlendiririm. Yalınız Sayın Recep Tayip Erdoğan Beyimizin bir saptamasına yürekten katılmakta olduğumu alenen ilan ederim: Evet, Osmanlı tarihi ve bizim tarihimiz, Kılıçtan ve Haremden ibaret değildir!”Osmanlı tarihi baştan sona kadar entrikalarla doludur. İktidar kavgası olan yerde en güçlü silah entrika ve iftiradır. Rüşvet, İftira, Oğlancılık, Kardeş, Evlat, Torun, Sadrazam, Vezir, Paşa ve Cariye cinayetleri ile de dopdoludur. Osmanlıdaki kokuşmuşluğu Cihangir Mahlası ile şiirler yazan Osmanlı Padişahı Üçüncü Sultan Mustafa /175/1757/şöyle haykırmaktadır:

                                                                                                                     

               “Yıkılıptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;

                Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,

                Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele, (saadet kapısında)

                İşimiz kaldı heman Merhamet’i lemyezele.

                Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,

                Envai inayatını kıldın bana ihsan,

               Gördüm, fukara kullarının hali perişan,

               Her biri ider mihnet ile çaki giriban

               Tahrib’i bilad itmek ile dümen’i İslam

               Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.

               Her semt’i memalik denice türlü mehalık.

               Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.                                  

              Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,

              Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.

              Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,

              Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.

                         1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:

 

“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,

Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,

Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan

Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah.”

Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25

 

           Şeyhülislam Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda yalınız kaldıklarında: ”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar.” Der.

Sadrazam, bu nasihata bozulur, alaylı bir biçimde:” Şu işe bakınız; senin gibi doğruluktan söz edenler hep sürünmekteler…”

Tamı tamamına (135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halkı; bakınız, olaya hangi pencereden bakmıştır:

 

         Eyeri kaltağ Osmanlı,

                     Şalvarı şaltağ Osmanlı,

                     Ekende yok, biçende yok

                     Yiyende ortağ Osmanlı.

 

           Şimdi, kalkıp,   Rahmetli Fikret’in,  HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım?

Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin (1371–1439) HARNAME adlı hicvini okumayan var mı?

Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin sosyal tarihi değil de nedir?

Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük şairidir. (1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış, 1556 senesinde de vebadan ölmüştür.

Kanunî Sultan Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır.

Kanunî de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı.

Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun İstanbul Elçisi BUSBECG’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR çekimidir. (1554–1562 arası).

ŞİKÂYETNAME’NİN başlangıcını okumak yeterlidir. Kanunî’nin emri ve haberi olmadan maaşının verilmemesi düşünülemez.

Kanunî’yi uyaranlar : ”Devletlû ve dahi Azametlû Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR!

Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız bilürsünüz,”Dediler; maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı.

ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:

”Selam verdim, rüşvet deyildir deyü almadılar.

Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit olmadılar.

Eğerçi zahirde suret’i itaat gösterdiler,

Amma zeban’ı hal ile cemi sualime cevap verdiler…”

 

Avusturya Elçisi BUSBECG,1554 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’da bulunan dostlarına yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir.

Bu mektuplardan bir iki parça vermekle yetineceğim.

Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi: ”Gerçekte, Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa gitmiş olması için dua edecektir”.s. 38

“İyi tanıdığım, yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü. İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktim edeceğini öğrenince, buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim.

Kendisine, iki ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının. Yenilginin sürekli bir anısı olarak, düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282

“Rüstem, her zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi.

Politik durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı. Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245

“Rüstem, tercüman’a: Sizin fikriniz nedir,  BUSBECG’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: BUSBECG, vaat ettiği hediyeleri verir.” Dediğinde. ”Git evine, sor o’na. Der.

Bu konuda BUSBECG’i dinleyelim:<şimdi, yanımda, her türlü olasılığa karşı, (5.000) Düka altını var. Bu miktar altın, (6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir para vaat etmiştim.”s.246

           Yeniçeri Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi, Kanunî’nin damadı bile olmuştu.

Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen, Ukraynalı bir papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade MUSTAFA’YI boğdurtmuşlardır.

BUSBECG:

Atilla dedelerimizin, Fatih babalarımızın, Sultan Süleyman da bizim başımıza bela olduğu gibi; Şehzade Mustafa öldürülmeseydi, O DA  çocuklarımızın başına musallatbela  olacaktı,” diyor.

            Ben, bu konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş.

Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı dönemini göklere çıkartarak: ”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi olacağız! Buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada. Türkiye cumhuriyetinin itibarı da aynı çizgiye getirilmiştir: Askerimizin başına çuval, zavallı halkımıza maval, İçinde bakan olan Uçağımız da Irak’a indirilmeyip Pastırma diyarımıza indirilmektedir!

             Osmanlı döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk kökenlidir.

             Osmanlının bu konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının 6’nci maddesinin, TÜRKTEN VEZİR ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da haberi şerifleri yoktur sanırım.

Arnavut kökenli Koçi Bey, dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar: Der.

İkinci Murat döneminde, “Yazıcı oğlu Ali’ye Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde” ula Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ GÜNÜ OLAN, 27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti ile boğdurulmuştur.

            Daha anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar.

Osmanlı Tarihçisi NAİMA, Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak, Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I Bİ İDRAK)-Akılsız,  idraksiz Türk –diyebilmiştir.

Lütfen,   Von HAMMER’İN Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir yerinde: Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan… Değerlendirmesini görürsünüz.

            Osmanlı’nın biz Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur?

“Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık lık içer ayranı.”

            Osmanlı Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil miydi?

            Osmanlı dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler. Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız.

Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının, hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü araştırmasından öğreniyoruz.

Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.

          Anadolu, anlatılan ve üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler olduğunu bir de benden okumalısınız.

Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline.

Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.

           Rüstem Paşa’nın saptanabilen tereke kesinini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz.

            Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?

“Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?

            Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz.

"Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ

                                      

            Hiçbir ırk, Persler kadar yabancı yöntemleri ve töreleri kolayca benimsememiştir. Örneğin: Kendilerinkinden daha güzel olduğuna inandıkları Med’lerin elbiselerini almışlardır. Askerleri, Mısır askeri biçiminde zırh giyerlerdi. Zevklerde bile, hoşlarına giden şeyleri öğrendikçe; çekinmeden dener ve benimserlerdi. Bunlar arasında, en önemlisi Yunanlılardan öğrendikleri “OĞLANLARA DÜŞKÜNLÜK’TÜR.

Ksenefon’un ünlü ”Onbinlerin kaçışı” adlı eseri, Milli Eğitim Bakanlığınca dilimize çevrilerek yayımlanmıştı.

Bendeniz, 1959 senesinde, bu eseri okuyabilmiştim. Orada ünlü bir oğlancıdan, Parnabazus’tan söz edilmekteydi. Bu Parnabazus denilen Atinalı komutan, Atina-Pers savaşlarında; güzel esir delikanlıların öldürülmelerine engel olarak onları birliğinde toplarmış. 250 kişilik bir güzel oğlanlar birliği oluşturmuş!

Onbinler, geri çekilirlerken, Trabzon’a geldiklerinde; çok ilginç bir olayı gözlemlemişler: Trabzon’daki Yunanlılar, kullanmış oldukları parlak Oğlanları şehir meydanında, biri birlerine göstererek hava atarlar ve alenen şaparlarmış!

Kültür Eski bakanlarından birisi, istediği kadar 1V’üncü Murat’ın cinsel tercihine toz kondurtmasın! 1639 Bağdat seferinde; Osmanlıya esir düşerek Murat Hanın gözüne giren ve Emirgân koruluğu kendisine tahsis edilen İranlı Bey; Dördüncü murat’ı Mey, Afyon ve Civanlarla sermest olmaya alıştırır!

Ulusal özünü yitirmiş olan Selçuklu ve Osmanlı, elalemin sapıklıklarına yönelmiştir.

Mevlana, Büyük oğlu veledi, Şems’i Tebrizi’ye taktidim ederken:

“Afyon içmez, Puşt ta değildir!” Diyerek, temizliğini garantilemiştir. Mevlana’nın kendisinin Şems’i Tebrizi’ye olan tutkusu, Tebriz’inin Sultan Veletçe öldürülmesine neden olmuştur!

Ünlü Hasan Sabah; ”Harun Reşidin sarayında, kadın elbisesi giydirilmiş 2000 genç oğlan vardı!” Diyor.

Tarihin kaydetmiş olduğu en büyük Pasif Homoseksüel Jülyüs SEZAR; genç bir subayken gelmiş olduğu Anadolu’da Bitinya Kralının gözdesi olmuştu. Senato’da bıçaklanarak öldürüldüğünde de; tüm Romalı askerler mataralarını ot ile tıkamışlardı! ”Her erkeğin karısı, her kadının kocası!” sözü, Jülyüs SEZAR için söylenmişti.

            V.Churchill; İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılacak sulh anlaşması için:

            “Öyle bir antlaşma yapalım ki; Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!” dediğinde; Jozef Stalin, pos bıyıklarını altından sırıtarak:

“Onun namusu için de söylentiler var!” Demişi.

Divan Edebiyatında da; Padişahlar, Beyler, Şeyhülislamlar, Divan şairleri parlak Osmanlı Oğlanlar için yanıp tutuşarak, yanık şiirler döktürmüşlerdir.

Arabistan’da peygamberliğini ilan eden Ebu Müseylime:

“Bir erkek, kendisi ile sevişme isteğini reddeden erkeği öldürebilir!” Diye sahte ayetler bildirmişti!

XV’ inci asırın ünlü tarih bilgini Ali Beğ; divanında, erkeklere duymuş olduğu derin tutkularını açık, açık nazmetmişti. Rahmetli İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “DİVAN ŞİİRİNDE SAPIK SEVGİ!” Adlı eseri mutlaka okunmalıdır. Dayanmış olduğumuz kaynaklarımızdan birisi de bu eserdir.

            “Zenne rağbet ider mi akil olan

            Tâb’I Ali civane maildür!”

Türkçesi: ”kendini bilen, aklı başında olan kimse, KADINA EĞİLİM DUYAR MI? Ali’nin gönlü delikanlıya eğilimlidir!” Diyor!

            “Melâhat mısrına melik kılup bir Yusuf nâgâh

            Aziz’i vakt olup Âli melek –rü bir gulam aldım”.

Türkçesi: ”güzellik mısrını melik kılup bir Yusuf’u birdenbire, sultan ederek çağın mutlu kişisi oldum, melek yüzlü bir oğlan aldım!”

“Dünyâ ne kahpedür her ana zir’i dest olam, Erlik midir acûze sevüp zen-perest”.

Türkçesi: ”Dünya ikiyüzlü bir oynaktır, ben onun eli altına girmem. Ona yenilmem. Bir kadını sevmek, kadına düşkün olmak erkeklik midir?”

Ünlü Baki: ”saldın ruyuzemin’e taraf, taraf/demir kuşaklı cihan pehlivanlarını” diye, Kanuni’nin ölümüne ağıt yazmıştı. Bu Baki’nin burada tekrar edemeyeceğim çok biçimsiz ve edeple bağdaşamayan şiirleri de vardır.

                       “Bir Kuloğlu’nun esir oldu kapusuna gönül,

                       İntisab itdi gedâ bârgâh’ı sultane”.

Türkçesi: ”Gönül bir Kuloğlu’nun kapısında tutsak oldu. Bu bir dilencinin sultan kapısına sığınışı gibidir.”

Vinci yüzyılda yaşamış bir Şair Hıfzı:

                        “Zenne meyl eyleyemem kaht’ı ricat olsa bile!”

Türkçesi: ”Yeryüzünde erkek kalksa da, gene kadına ilgi duymam!” 

ŞEYHÜLİSLAM YAHYA EFENDİ’NİN BAYRAM adlı bir oğlana yazmış olduğu şiirinin Türkçesi:

            “can bağının gonca gülüdür Ahmed

            Gülün, gül bahçesinde rengidir ahmed,

            Konuşmaya başlayınca ağzından şeker damlar,

            Hokka ağızlı bir gençtir Ahmed.

            Yan bakışlarla her zaman,

            Ev, bark yıkandır Ahmed.

            Öldüren bakışıyla her zaman,

            Kan dökmede acımasızdır Ahmed.

            Yeni çıkan fitnenin sultanıdır,

            Yeni bir güzellik devletidir ahmed.

            Nazlanıp, konuşmaya başlayınca,

            Şeker dilli bir papağandır Ahmed.”

XVIII’ inci yüz yılda Şeyh Galip:

            “Güzelliğine tutulalı ey ay alınlı Emin,

            Sabahlara kadar çağırır dururum Emin, Emin.

            Bu güzellikle, bu parlaklıkla, bu çapkınlıkla,

            Bir eşin daha var mı Emin?

            Ey fenni, bu özlü, yeni şiirini görünce,

            Belki beğenip aferin der Emin!”

            1730 Senesinde; Patrona Halil ayaklanmasında; damdan, dama kaçarken düşerek ölen Nedim de şairliği yanında az genç oğlan delisi değilmiş!

            “İzin al maderden Cuma namazına deyu;

            Gidelim seninle sevdiceğim Sadabada!”

Kızlar Cuma namazına gidemeyeceklerine göre,  ”nesin sen doğru söyle, can mısın, canan mısın kâfir?” Dediği genç bir oğlan olsa gerek!

            “Ben bugün bir nev-baharı hüsn’ü an seyreyledim,

            Tarf’ı destanında sünbül gibi mülar var idi”

Türkçesi: ”Ben bugün bir bahar güzelliği gibi güzel gördüm. Sarığının kıyısında sünbül gibi saçlar vardı!”

                       “Tıraş oldun efendim, âfiyetler izz’ü devletle,

                       Bir cüvan kaşı sarık sarmış efendim başına,

                       Sürme çekmiş ıtri şahiler sürünmüş kaşına.

                       Şimdi girmiş daha tahminimce onbeş yaşına

                       Gül yanaklı, gulgule kerrakeli, mor hareli”.

            Nedim:”   Kızoğlan nazı nazın,

                              Şahlevent avazı, avazın.

                              Belasın ben dahi bilmem,

                              Kız mısın, oğlan mısın kâfir!” Diye inler.

Nedim’i inletenin kişiliği, diğer şiirlerinden anlaşılmaktadır: Sakalı yeni çıkmış bir Şahlevent!

  Şair Nedim’in çağdaşı olan şair Necati de, hınzır m hınzır bir şair idi. Dili çok ağdalı olan bu Necati’nin şiirini sadeleştirerek veriyorum:

                           “Almış Efendi daireye bir civan’ı şeyh,

                                   Etmiş esir o kâfire, bir Müslüman’ı şeyh,

                                   Bir afetin ki raksı olunca müzakere,

                                   Görmem garip o dem ki depitse tüvanı şeyh.

                                   Meydan’ı akşın olmuş o çâlâk cünbüşi,

                                   Almış koluna vây o şuh’i dilsitane şeyh.

                                   İtmiş velayeti şerefinden anı habir,

                                   Açmış o şuha uhde’i râz’ı nihânı şeyh!”

            Türkçesi: ”Şeyh Efendi, dairesine bir delikanlı almış ta, binlerce Müslüman’ı bir dinsize tutsak etmiş. Öyle bir delikanlı ki, oynayışı konusunda konuşulsa, şeyhe gençlik gelir. İçi açılır. Ağzının suyu akar, buna şaşılmaz artık. O çalak delikanlı, aşk alanının eğlencesi, şenliği olmuş, şeyh de o çapkını koluna almış. Şeyh efendi, o delikanlıya tarikatın gizli sırlarını öğretmiş, o’nu yetiştirmiş doğrusu!”

            Şu iki mısrayı kim söylemiş dersiniz?

                          “Hat geldi gönül seyr’i izar’ü dehen olmaz;

                           Tahsili sâfa itmeğe azm’i çemen olmaz!”

            Türkçesi: Artık sevgili delikanlının sakalı çıktı, ey gönül, ağzına, yüzüne bakılmaz daha; onunla eğlenip oynaşmak için kıra çıkmanın da gereği kalmadı!”

                       ”Hat geldi gitmedi dahi yârim letafeti,

                       “Hat ile vecdi dilbere bu istihâr hat!”

            Türkçesi: ”evet sakal çıktı gene de, sevgilinin gönül alıcılığı yerinde. Şimdi bir de bu durumuyla ün kazandı”.

            Şair Fazıl da az değilmiş hani:

                       “Nesim nâmında bir şuh’i museviye düşüp

                       Dilim hava’yi muhabbetle bir sebu’yi Nesim!”

            Türkçesi: Nesim adlı bir Yahudi delikanlısına gönül verdim, bundan dolayı gönlüm Nesim’in kadehi oluverdi; o’na duyduğum sevgiyle!”

                       “Güzeller şâhı Andon’um sana billahi meftunum

                       Ne simim var, ne altunum, hemen bir tatlı canım var!”

            Türkçesi: Açıklamaya gerek şairin cinsel tercihidir!

            Şair fazıl hep Oğlan sevgililerden söz eder:

                       “Yetmez mi bu bela bize, söylen anasına;

                       O büt’ü gut misali bir dahi oğlan getürmesün!”

            Hamamizade İhsan divanından da; akıcı, çarpıcı bir örnek verelim:                 “Bir damla su ol gönlüme gel ak delikanlı,

                       Bir damla sudan gönlümü yık, yak delikanlı.

                       Dans etmek yeter, aklımı oynatma yerinden,

                       Dansın, reveransın yeter, oynak delikanlı!”

            Kadını toplum içindeki yerinden, din ve Allah adını kullanarak, çeker alırsanız işte böyle tıfıl delikanlılar alırlar kadının yerini.

Konya’da, senelerce önce; bir tartışma sırasında, yaşlı bir adamın Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e kem söz söyleyenlere söylemiş olduğu sözü hiç unutmadım:

“Terbiyesizlik etmeyin; O geldi de kıçlarınız kurtuldu! Onun sevabına kıçlarınızın zekâtını vermelisiniz. Üstümden yorganı altımdan da oğlanı eksik etme ya Rabbi!”Sözü boşuna mı söylenmiştir?

Bendeniz; o büyük insanın ne demek istediğini nasıl anladıysam ötekiler de anlayarak susmuşlardı.

Boynuna bağlanan bir iple; tarikat şeyhi huzuruna çekilerek getirilen İkinci Beyazıt, ”Adli” mahlası ile şiirler yazardı.

Zampara, oğlancı, şarapçı ve afyonkeş olmasına karşın, VELİ sıfatı ile de onurlandırılmıştır.

Şakir Keceli’nin “OSMANLI KİM, ŞERİAT NE?” ADLI KİTABI, S.104; Ali Kemal Meram’ın “Padişah Anaları” adlı kitabının (s.106 da) mutlaka—bazı hatalarına karşın—okunmalıdır. İkinci Beyazıt’ın anası Gülbahar takma adlı “kamelya’dır. Anacığının ve nineciklerinin etkisi ile bu VELİ! Padişah Türk’ü nasıl değerlendirmiştir:

                       “Değme, Etrak ne bilsin gam’ı aşkı Adli,

                         Sırrı aşk anlamaya, haylice idrak gerek!”

            Türkçesi: ”Türkler ne anlar aşktan Adli!

                                   Aşkın sırını anlamaya idrak gerek!”

Türk Halkı da Osmanlıya giydirmesini bilmiştir:

“Osmanlının yanında gözünü; kâtibin yanında sözünü saklı tut!”

                                    “Şalvarı şaltağ Osmanlı, 

                                     Eyeri kaltağ Osmanlı.

                                     Ekende yok, biçende yok,

                                     Yiyende ortağ Osmanlı!”

            Osmanlı’ya hayran; Birinci Osmanlı, İkinci Osmanlı, Osmanlı rüyaları görenler var. Osmanlı’nın düzenine hayran olanlar var. Osmanlı’nın düzenini isteyenler de var! Osmanlı’nın hangi düzenini istiyorsunuz Sayın Beyler ve Ağalar!

            Fatih Sultan Mehmet; ”Avni” takma” adıyla yazmış olduğu 72 şiirini bir divanda toplamıştır. Bu divanında toplamış olduğu 27 şiiri oğlanlar için yazılmıştır.

İlginçtir; Hıristiyanlıkta 72 mezhep vardır. Galata’da bir kilisede görerek çarpılmış olduğu bir papaz yamağı için mi böyle yaptığı bilinmez!

            Genç papaz yamağı için yazmış olduğu bir şiirini daha verelim:

                                “Bağlamaz Firdevs’e gönlünü kalâtâ’yı gören,

                                   Bir Frengi şiveli İsa’yı gördüm anda kim.

                                 Lebleri dirilmişi der idi İsa’yı gören,

                                 Akl’ü fehmin dini imanün ince zapteylesin.

                                   Kâfir olur mu müselmanlar o tersayi gören

                                   Kevseri anmaz o içdüği mey’İ AB’İ İÇEN,

                                 Mescide varmaz o vardığı kilisâyi gören.

                                   Bir frengi dilber olduğın bilûrdı Avni’ya,

                                 Bal’ü boynunda o zünnâr’ü çelipâyı gören!”

            Aynı aruz kalıbı ile yazılmış olan bu şiiri, günümüz Türkçesi ile de verelim:

            “Galata’yı gören cenneti istemez. Orada o servi yürüyüşlü sevgiliyi gören serviyi hatırına getirmez//Orada işveli bir Hıristiyan güzeli gördüm. Onu gören Hazret’i İsa gibi dudaklarının hayat verdiğini anlar//Akıl, anlayış, sin ve imânı nasıl elde tutsunlar? O Hıristiyan güzelini gören Müslümanlar kâfir olurlar//Onun içtiği temiz şarabı görenler cennetteki Kevser’i anlamazlar. O güzelin gittiği kiliseyi görenler mescide gitmezler.//Ey Avni! O sevgili belinde ve boynunda papazların kuşandıkları ipi ve haçı görse kâfir olduğuna inanmış olurdu!”

            Sivas’ta Beylik kuran; Yıldırım Beyazıt’ı da iki defa yenen Kadı Burhanettin de divan şairidir. Bu Kadı Burhanettin’in dahi oğlancıklar üzerine yazılmış şiirleri vardır!

            Divan şairlerimizden Necati’nin iki şiirini de örnek olarak alalım. Necati’nin dili çok ağır olduğu için, şiirlerini günümüz Türkçesi ile vermek istedim:

                                   Gözyaşı sanma gözlerimden akan suları Şeyhi,

                                   Dudağını anarak kaynadı kanım Şeyhi,

                                   Ölürüm de yüzünün güneşine ulaşırım, toz olurum,

                                   Benden geriye bir kırıntıcık kalıncaya değin Şeyhi.

Sana vurgunluğum yüzünden kocaldım, yiğitlik bu mu?

Sen de bir kocal bakalım, benim gibi Şeyhi.

Ne dersem öyle olayım, öleyim dirileyim,

Canım da, cihanım da yoluna gitsin şeyhi.

Özümü denedim, sensiz kalınca ölürüm vallahi,

Gel şu ayrılığı bırak, gel yanıma ey şeyhi.

Necati’nin şiiri Nizami’ye yol gösterir dersem,

.”

Necati’nin bu şiirini de anlaşılır bir dille verelim:

                                   “Yakdı aşkun beni gam adına nâ-gâh Memi,

                                   Yanalım, yakılalum çare nedür ah Memi.

                                   Çün unutuldun bana ahd ile yemin eyledüğün,

                                   Komaya sende benüm hakkumı Allah Memi.

                                   Beni sevdaya salıp eyledi divane saçun,

                                   Nideyim, neyleyim ah Memi, vah Memi?

Sözünde yalan yok sanırım Şeyhi                                                                               Gel ölürsem yazılur seng’i mezârımda benüm

                                   

                                   Çün Necâti gamı Yakdı nideyim ah Memi?”

            Osmanlı Padişahları; İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet’in tercüme etmiş olduğu “KABUSNAME” ADLI kitabı ahlak kitabı olarak baş tacı etmişlerdi! Bu kitap, Milli Eğitim Bakanlığınca da tercüme edilerek yayımlanmıştı.

Sonraları; 1001 kitap dizisinde, tercüman gazetesince de, okurlarına verilmişti. Bu kitabın 112 ve 113’üncü sahifelerinde; yazın ve kışın” kimlerin arasında yatılması gerektiği anlatılmaktadır.

”CARİYE “KARAVAŞ”! ”ikisinin de ayrı tatları vardır!”

            En müptezel oğlancı Üçüncü Osman’dır. Saraydaki kadınlar ayak seslerini duyarak, kendisinden saklansınlar diye, altı demir çakılı pabuçlar giydiği söylenmektedir. Şimdilik bu kadar.

            Son günlerde; Kanuni Sultan Süleyman üzerine çevrilen bir dizi filmin ilk gösteriminde ülkemizde her şey unutuldu; neredeyse kıyametler koptu.

Mustafa filmi ile derin uykularından uyanamayanlar, ülkemizin tüm dertlerini, çift dilliliği bile önemsemeyerek, Padişahlarımızın gönüllü savunucusu kesildiler.

            Bendeniz de arşivimden işbu yazımı bularak bunun altına yazmak gereğini duydum.

Harem ve dahi Osmanlının onuncu Padişahı olan Birinci Süleyman üzerine birkaç söz söyleyeceğim. Efendim ”Harem” yanlış tanıtılmış!” Hadi canım sen de!

             Harem, Saray ve konakların kadınlar bölümü ya da “Tüm kadınlar!” anlamında kullanılan bir kelimedir. Padişahın koynuna girecek yüzlerce zavallı, ailesinden, yurdundan koparılmış cariyelerin sıra beklediği bir kapalı kutudur. Padişahların koynuna girecek cariyelerin ibrişimle tüyleri alınır, tozu yalanmış lokum gibi pespembe yapılırdı ve bir defteri kebire de yazılarak şapılacağı yere bırakılırdı.

Haremde cariyelerden olma (132) YÜZYİRMİ BEŞİĞİN SALLANDIĞI DA OLMUŞTUR.

            Osmanlı, her taşının altında bir cenin ölüsü bulunan ve odalarının tavanlarında boğdurulan Şehzade çığlıkları çınlayan Topkapı sarayını bırakarak neden Dolmabahçe sarayına ve diğer saraylara kaçtı dersiniz!

Deli İbrahim olarak adlandırılan Birinci İbrahim ki 1648’de boğdurulmuştur: ”Ben Müftünün kızı ile evleniyorum!” Diyerek tek kadınla nikâhlandığında, kendisine düğün hediyesi olarak (800) cariye hediye edilmişti.

            Kur’anı Kerim’de bir erkeğin kaç kadınla evlenebileceğine dair kesin hükümler olmasına karşın, Hz. Süleyman’ın (700) karısının ve (300) cariyesinin bulunduğu yazılıdır.

islam Peygamberi Hz. Muhammed’in de (24) karısının ve sayısız cariyelerinin olduğu da İslami kaynaklarda yazılıdır.

Osmanlı Padişahları neye göre yüzlerce kadına sahiptirler!

            V’İNCİ Sultan Mehmet Reşat’ın koynuna 16 yaşında bir Çerkez Cariye koyarak, gece yarısı Birinci Dünya savaşına girme fermanının imzalattırılmış olduğunu bilen var mıdır?

            Bunları yazmak için sahifeler gerekmektedir. Biz, Osmanlının gerçek yüzünden söz etmek için yola çıktığımıza göre, ”Revenons nos Moutons”.

            1-Osmanlı’da ilk aile kanı Osman Bey ile başlatılmıştır. Ertuğrul Bey öldüğünde Aşiret Reisliğine geçmesi beklenen, Ertuğrul Beyin Kardeşi Dündar Bey, Osman Bey tarafından başına yay sopası vurularak öldürülmüştü. (1298).

            2-Murat’ı Hüdavendigar olarak adlandırılan Birinci Murat, Oğlu Savcı Beyin gözlerine mil çektirerek astırtmıştı. Sonra da, kardeşleri Şehzade Halil ve Şehzade İbrahim’i astırtarak öldürmüştü. (1361).

            3-Yıldırım Beyazıt olarak adlandırılan Birinci Beyazıt ta, 1389 tarihinde, Kosova Muharebesinde babası Birinci Murat’ın öldürülmesi üzerine, bozulan Sırp ordusunu takip eden Kardeşi Şehzade Yakup Çelebiyi huzuruna çağırarak boğdurtmuştu. Ayrıca, Eniştesi olan Karaman Beyini de Konya’da sarayında boğdurtmuştu.

            4-Kendisine Çelebi sıfatı yakıştırılan Birinci Mehmet te, Ağabeyi Şehzade Süleyman’ı ve diğer iki Kardeşini, Şehzade İsa’yı ve şehzade Musa’yı öldürtmüştür. Haremden bir İtalyan genci ile kaçan cariyesini cellâda teslim ederken de: ”Aman canını incitmeden başını kesesiniz! O İtalyan’ı da “Çengel Çiçeği yapasınız!” talimatını vermiştir.

            5-İkinci Murat ta, Kardeşi Şehzade Mustafa’yı boğdurtmuş, öteki kardeşlerinin de gözlerine mil çektirtmiştir. (1421).

            6-Fatih Unvanını verdiğimiz İkinci Mehmet te; İKİ (2) yaşındaki, Sırp Prensesi Despina’dan olma, kardeşi Şehzade Ahmet’i hamamda boğdurtmuştur. Ve dahi: ”İbreti âlem için karındaş karındaşı öldüre!” Yasasını da o koymuştur. Daha önce de Tahta geçme sırasında olan ve İkinci Murat’ın çok sevdiği Şehzade Alâeddin ve Şehzade Ahmet te ölmüşlerdi!

29 Mayıs 1453 günü Bizans’ı savunan şehzade Orhan’ı da öldürtmüştür.

Veli Beyazıt olarak tanıtılmak istenilen işret sahibi İkinci Beyazıt ta, Kardeşi Cem Sultanı İtalya’da zehirlettiği gibi, onun (13) yaşındaki oğlu Oğuzhanı’da Bursa’dan İstanbul’a getirtme bahanesiyle yolda boğdurtmuştur.

            7-Sultan Süleyman, Büyük Amcası Şehzade Cem’in oğlu ile torunlarını boğdurttuğu gibi, kendi oğlu Şehzade Mustafa’yı ve Şehzade Beyazıt’ı ve Beyazıt’tan olma torunlarını da boğdurtmuştur.

-Yavuz Sultan Selim olarak  ünlenmiş olan Birinci Selim de bir darbe ile düşürdüğü babası Veli! Beyazıt’ı Dimitoka’ya sürgüne gönderirken yolda zehirleterek öldürtmüştür. Ağabeyleri Şehzade Ahmet’i ve Şehzade Korkutu öldürdüğü gibi, Diğer karındaşları; bu sahada hızını alamayan Birinci Selim; Kardeşleri Şah, Alemşah, Mahmut ve Mahmut’un oğulları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı da boğdurtmuştu.
 
Tüm Osmanlı âşığı kölelerin sahip çıktığı bu Padişahı Oğul ve torun katilini biraz açmak istiyorum.

 Manisa’da vali olarak bulunurken kendisine armağan edilen Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon’un adını Hürrem’e çevirterek ona delicesine bağlanmıştır. Bu papaz kızı esir alınmadan önce, bir Rus genci ile nişanlıymış! Sarı Selim diye anılan bu Şehzadenin sarhoş ve kekeme olduğunu da biliyoruz. Bu Sarılık yalınız anadan mı gelmektedir! Onu da bilemiyoruz. Hırvat asıllı devşirme ve Dönme Rüstem Paşa ile çevirmiş olduğu dolapları  yalınız Sayın RTE bilememektedir. Şehzade Mustafa’nın ve iki Yaşındaki oğlu Osman’ın boğdurulmasından ve Irana sığınmış olan Şehzade Beyazıt’ın ve Üç oğlunun İstanbul’dan gönderilen bir Cellât tarafından boğulmasında da hep onların parmağı vardır.

Şehzade Mustafa boğdurulduğunda Ünlü Şairimiz, Tahçalı Yahya; yazmış olduğu mersiyesine şöyle başlamıştı:

Medet medet ki goptu cihanın bir yanı/Ecel Celalileri aldı MustafHanı.

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU…

 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi