KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK KARMAŞASI!
OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 23 Nisan 2012./21 Ekim 2102,VAKANÜVİS
ATATÜRKÇÜLÜK!
“Çatlayan duvarın çatlağını
sürekli olarak kireçle tıkarsanız duvar mutlaka çöker!” Ostüzü.
Sayın Yılmaz Dikbaş’a, gerçekleri
yazdığı için, Atatürkçüyüz! Denilen cepheden epeyce sataşmalar olmuştu. Son
olarak ta, Sayın Yılmaz Dikbaş’ın anasının İngiliz olduğu kendisinin de İngiliz
Entellijans servisinin güdümünde bir Papaz olduğu ortaya konulmuştur. Bizim
saygı ile emirlerine uyduklarımızın, Vatan hainlerinin ahfatlarının Cinslerine ve Cibilliyetlerine bakan mı
var.Profesör Dr. Andrew Mango da İngiliz.Rahmetli Cennetmekân Agop Dilaçar da
Ermeni, En kolay yol, tam bilmeden ve dahi ne dediği anlaşılmadan yapılan eleştiriler olsa gerek
dedim.Sayın Yılmaz Dikbaş’ın 700 sahifelik,”Atatürkçüler Yenildi!”
Adlı kitabının yayın dünyamızdaki yerini aldığını sevinçle öğrenmiş bulunuyoruz.
Söylediği yalan mı?Hukukçuyum diyenlerin Anayasamızın 10’uncu maddesinden
haberleri yok.Sait’i Norsi ve gözleri yaşlı Amerika’ya sığınmacı.Fethullah
Gülen ve cenazesinin üzerine Türk Bayrağı örttürmeyen,Türkiye Cumhuriyetini
Sahte belgelerle 2.000.000.000.000TL.Dolandırmaktan Hükümlü Necmettin Erbakan
da Müslüman!Somut ve Yaratıcı özelliği olan Kemalizm;Soyut bir vakanüvis öyküsü
ve yükselme aracı haline getirildiğinden,mideleri
yıktırdıkları devletlerin enkazı ile dolu olan İmamların toplumu ele
geçirmesiyle: Askerlerimiz,Öğretmenlerimiz ve Hukukçu geçinenlerimiz
İmamlara,Hurafelere,Allah ile aldatanlara ve
paraya yenildiler.TSK’NIN Heykelci Tehditçi ve Şekilci Paşaları dahi fena halde
yenildiler.
Bu konuda Mustafa Kemal
Atatürk’ümüzün en yakınında bulunan Rahmetli Falih Rıfkı Atay’ı da
dinleyelim:Din meselesi de halledilmeliydi.Atatürk devri Laiktir.Laisizm,din ve dünya işlerini
ayırmak demektir.Daha ilk günden Laisizm halk yığınlarına “dinsizlik” hareketi
diye telkin edilmiştir.Halk,camilere gidiyordu,dini görevlerini yapıyordu.Fakat
kendisine kılavuzluk edecek devrimci din adamları yetiştirilmediği için,eski
hocalık hiç bir zaman olmadığı kadar
kaba,cahil ve mutaassıp bir yobazlık halini alıyordu.İmam-Hatip okullarında ilk
öğrenilecek şey Laisizmin bizzat
Müslümanlığın da kurtuluş davası olduğu idi.Devlet,din işlerinden elini
büsbütün çekecekse ,din işlerini topluluklara da bırakacaksa,,yine her şeyden
önce bu mesele halledilmiş olmalıydı.Bugün de bu ikisini yapmak,tam ve çabuk
yapmak zorundayız.”Çankaya,s.546,Profesör Dr.Sayın Yaşar Nuri
Öztürk,Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na bir bakış,s.22 Sayın Cazim Gürbüz,16 Ekim 2012
tarihinde,”Dokuz Koldan” başlığı altında,”Atatürkçüler Yenildi” kitabına
objektif bir yorum getirmiştir.Makalenin başlığı da şöyleydi:”Kemalist olamadı
yenildi Atatürkçüler”Bumakalede,Atatürkçülerin eğitim,ekonomi ve askerlik
alanlarındaki dışa bağımlılıkları ve umursamazlıkları anlatılmaktadır.ki
hepsini de yaşayarak görmüşüzdür.
Daha
önce yazarak yayımlamış olduğum bir yazımı arşivimden çıkartarak ufak
eklemelerle huzurunuza sunacağım.
KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK
KARMAŞASI
KEMALİZM’DEN ATATÜRKÇÜLÜĞE!- A
TILIMDAN EYYAMCILIĞA!
“Ben, manevi miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir
doğma, hiçbir dondurulmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim medeni
mirasım, İLİM ve
AKILDIR. Zaman
süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk
anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler
getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim
ve başarmaya
çalıştıklarım ortadadır. Bundan sonra beni benimsemek isteyenler, bu
temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi
mirasçılarım olurlar” Mareşal
Gazi Mustafa Kemal.
Milli Eğitim Bakanımız
Rahmetli Dr. Reşit Galip’in—1893 Rodos-Mart 1934 Ankara-- bir sorusu üzerine. Mareşal Gazi Mustafa Kemal bu yanıtını
Atatürk soyadını almadan çok önce vermiştir. Kemalist Devrimi/Türk Devrimi/de
1919/1933 yılları arasında Mareşal Gazi Mustafa Kemal tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Ostüzü.
“Sömürgeci Batının “Truva atı görevini” üstlenen iktidar
sahipleri, Siyonist ve CIA ajanı Graham Fullerin “Kemalizm'in modasının
geçtiği” yolundaki emirlerini, ellerine geçirdikleri tüm kurumlarda eksiksiz
yerine getirmektedirler. Bu nedenle bu işlem tek başına AA genel müdürü Kemal
Öztürk’ün değil, iktidarı ele geçiren Sömürgeci Batı destekli irticanın
“Kemalist Cumhuriyet’in tasarımını değiştirme” eyleminin bir parçasıdır.” Anadolu
Ajansından Mustafa Kemal adının silinmesi üzerine Isparta A.D.D.Bildirisi.
Önce Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal, hangi tarihte ATATÜRK
soyadını almıştır. Ona bir göz atalım: Soyadı kanunu çıktığında Her Türk
vatandaşının bir soyadına sahip olması yasal bir zorunluluk haline gelmişti.
Mustafa İsmet’e İNÖNÜ soyadını Mustafa Kemal vermişti. Mustafa Kemal’e ATATÜRK
soyadının verilmesini de Mustafa Kemal’in DİLAÇAR soyadını vermiş olduğu Ermeni
asıllı Agop Martayan—22 Mayıs1895–12 Eylül 1979- teklif etmişti. Aşağıdaki
fotokopiden de anlaşılacağı üzere; Başbakan ve Malatya Mebusu Mustafa İsmet ve
arkadaşlarının TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA vermiş oldukları bir
önergenin yasalaşması üzerine de Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadı verilmiş
oldu.1932 Türk Dili Kongresine; Türk vatandaşı olmadığı halde, Mustafa Kemal’in
özel davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiştir.
“AtatürkDevrimleri--1922/1933”
Aslında 22 Haziran 1919Amasya Genelgesi ile Temel değişim başlatılmıştır! Göksel irade yerini Beşeri—İnsan—iradesine bırakmıştır:”Vatanımızın ve ulusumuzun bağımsızlığı tehlikededir. Vatnımızın ve ulusumuzun bağımsızlığını, yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır!” Ostüzü.
14/21 Temmuz 1921 tarihleri arasında, Kütahya ve Aslıhanlar
muharebesi devam ederken, Ankara’da maarif Kongresine ülkemiz genelinden
250’den fazla Kadın ve erkek Öğretmen katılmıştı. Kadınlarla Erkeklerin aynı
salonda, ayrı yerlerde oturdukları halde buna tahammül edemeyin bazı geri
kafalılar Çankaya köşküne çıkarak, durumu Türkiye Büyük millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal’e şikâyet etmişlerdi. Kongrede görev alanları köşke davet eden Mustafa
Kemal, şikâyetçilerin önünde onları paylamıştı:
“Birbirinize güveniniz mi yok! Aynı salonda; Kadın ve Erkek öğretmenleri neden
ayrı yerlerde oturtuyorsunuz!”Şikâyetçiler, boylarının ölçülerini alarak Köşkü
terk etmişler, Kadın ve Erkek öğretmenler de Kongre süresince karışık olarak
oturmuşlardır! Bu devrim değil midir?
İşin ön emli yanlarından birisi de, Kütahya-- Aslıhanlar Muharebesinde, Türk
Ordusunun en yetenekli yiğit subaylarından birisi olan 4’üncü Tümen Komutanı
Miralay Nazım Bey, atının üzerinde Yunan kurşunlarına hedef olarak şehit
olmuştu---15 Temmuz 1921--.Bu haber Mustafa Kemal’e ulaştırıldığında ve
muharebenin aleyhimize döndüğü sırada, Maarif Kongresine giderek Öğretmenlere
ülkemizdeki cehaleti vurgulamıştı.
Selanik’te bulunan bir alayın komutanı rahatsız olduğunda, alayında kıdemli
subaylar var iken alay komutanlığı vekâletini Üsteğmen Mustafa Kemal’e
bırakmıştı. İlk sabah tekmiline, atının üzerinde çıkan Üsteğmen Mustafa Kemal,
askere:”MERHABA ASKER!” Dediğinde, askerler şaşalayarak sessiz kalmışlardı.
İkinci sefer ve daha gür bir sesle: MERHABA ASKER!”Dediğinde de
askerler:”SAĞOL!” Demişlerdi. Eskiden komutanlar askerlere Selamün aleyüm!”
Derlerdi. Bu bir devrim değil midir?
Komünizm, Faşizm ve Nazizm prensipleri, dogmaları olan birer
ideolojidir. Dinler de aslında değiştirilemez, esnetilemez, bilimsel
gelişmelere ayak uyduramaz ve toplumların gelişmişliklerine uyamayan birer
ideolojidirler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mustafa Kemal’e:”Kemalizm’in
prensipleri yok!”Dediğinde şu ünlü yanıtı almıştır:
“Prensip koyarsak donar çocuğum!”Bizim Batı sosyolojisine
göre düşünen kopyacı Aydınlarımız, KEMALİZM’İ de öteki dar kalıplı ideolojiler
gibi yorumlamışlardır. İLİM ve AKIL
faktörlerini göz ardı etmişlerdir.
Anadolu’da başlayan ulusal şahlanışın başında, bu şahlanışı yaratan Mustafa
Kemal olduğu için; Batılı Emperyalist ülkeler, özellikle de İngiltere ve
Fransa, “Ulusal Kurtuluş Savaşını “Kemalist bir hareket “olarak nitelemişlerdi.
Bu savaşın içinde ve Mustafa Kemal’in komutası altında bulunanlara
da”Kemalistler!”Denilmişti. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Batılı
Emperyalistler Mustafa Kemal için:”Müslüman dünyanın Militan Lideri”unvanını
vermişlerdir.” Fransız parlamentosunda,Fransa Başbakanı, Mustafa Kemal için Çete!”Dediğinde,
kürsüye çıkan muhalefet lideri de:”Bu gibi kimselere Fransa’da
kahraman denilmektedir!”Demişti.
Türkiye’de oldum olası kullanılması yasak kelime ve deyimler
vardır: Abdülhamit döneminde”Burun”,”Yıldız”gibi kelimeleri kullanmak şiddetle
yasaklanmıştı.12 Eylül 1980 olayından sonra da “Devrim!”Kelimesini kullanmak
yasaklanmıştır. İnkılâp denilecektir. Jandarma Genel Komutanlığı, subay ve
astsubaylara bir metin örneği göndererek, bunu el yazıları ile yazıp,
parmak izleri ve imzalarıyla de onaylamalarını emretmişti. Bana gelen örnek
metinde İNKILÂP kelimesi İNKİLÂP şeklindeydi. Bunu Kelpleşmek=Köpekleşmek
anlamına geldiğini yazarak açıklama da yazıp öyle iade etmiştim.
Kemalizm’i Komünizm ile birmiş gibi göstererek Atatürkçülük kelimesi devreye
sokulmuştur. Kemalist olanlar; Mustafa Kemal gibi,
Emperyalizme düşman ve Tam
Bağımsızlıktan yanaydılar. Bu da Amerika’ya ve
Avrupa ya yamanan iktidar sahiplerinin sevmedikleri bir durumdu. Bu nedenle,
KEMALİSTLER ve TAM BAĞIMSIZLIĞI savunlar Komünistlerle bir tutuldular, Eyyamcı,
Masalcı ve Heykelciler Mustafa Kemal’e mirasçı oldular. SİMİTÇİ! SÜTÇÜ! Ve
YOĞURTÇU! Gibi bir sıfat haline sokuldu dinamik Kemalizm! CHPARTİSİNİN 1935’te
toplanan Dördüncü kongresine, Partinin güttüğü prensiplerin KEMALİZM
PRENSİPLERİ olduğu vurgulanmıştır. Tama Bağımsızlıktan yana olanlar ve
Emperyalizm’e karşı olanlarla; Statükocu ve Statik eyyamcı olanlar karşı
karşıya gelmişlerdir. İktidarı ve Türkiye Cumhuriyetini ele geçirenler,
Atatürkçülüğü belirli günlerde Atatürk’ü anmak ve Atatürk heykellerine çelenk
koymak olarak anlattılar ve tanıttılar. Karşı taraftan da Gardırop
Atatürkçülüğü deyimi ile karşılandılar. Atatürk’e ve Kemalizm’e düşman olanlar
da aynı oyunu oynadılar. Uğur Mumcu, Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı Kemalist
oldukları için öldürüldüler. TSK da bu politikaya tamamen uydu. Statik bir
Atatürkçülük t anlayışı ülkeye ve devrime egemen oldu. Kemalizm bir atılım ve
kendi kendini feda etmeye gönül vermek iken, yozlaştırıldı ve pasifize edilerek
bugünlere gelindi. Ben, Atatürkçüyüm derken Kemalist olduğumu söylemekteyim.
Onun için de emekli olduğum ve 15 Mayıs 1931 doğumlu olduğum halde Kemalist bir
ruh taşımaktayım. Buyurunuz okuyunuz. Benim Atatürkçülüğüm heykel dikmek,tehdit
etmek,yükselmek için yağ yakmak değildir.Ulusumun ve Ülkemin lehine bir şeyler
ortaya koymak,her anımda da kendimi geçebilmektir.
“Zamanı hâs,
zamanı âma tercih edilir”Türkçesi:Kişisel zararla kamu zararı yan yana
geldiğinde kişisel zarar tercih edilir”İlkesini
ömrü boyunca kullananlardanım!
Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal
Kayseri'de halka Latin alfabesini tanıtırken (20 Eylül 1928).
Atatürk
Devrimleri ya da Atatürk İnkılâpları:
“Atatürk Devrimleri ya
da Atatürk İnkılâpları (Kemalist Devrim, Türk Devrimi, Atatürk Reformları,
Türkiye Cumhuriyeti Devrimi, Atatürk İhtilali vb. adlarla da anılır), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk
cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük
edilen, TBMM'nin
açılmasından sonra 1922'de
saltanatın kaldırılması ile 1933'e kadar devam eden
ve sonucunda teokratik
ve çok uluslu Osmanlı
Devleti'nin laik,
demokratik
ulus
devlet Türkiye'ye
dönüşmesiyle sonuçlanan devrimlerin tümüdür. Bu devrimler toplumsal, kültürel, legal
ve ekonomik bir dizi düzenlemelerdir.
Konu başlıkları |
Yapıldıkları alanlara göre devrimler
Siyasî alandaki devrimler
· Çok Partili Rejim Denemeleri (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 1924, Serbest Cumhuriyet Fırkası 1930)
Toplumsal alanda yapılan devrimler [değiştir]
· Milletlerarası Takvim ve Saatin,
Yeni Rakamların Kabulü ve Ölçülerde Değişiklik (26 Aralık
1925 - 26 Mart 1931)
Eğitim alanındaki devrimler [değiştir]
Ekonomi alanındaki devrimler [değiştir]
Hukuk alanındaki devrimler [değiştir]
Devrimlerin özeti [değiştir]
Devrim
|
Türü
|
(Başlangıç)
Tarihi |
Siyasî
|
1922–11–22
|
|
Siyasî
|
1923–10–13
|
|
Siyasî
|
1923–10–29
|
|
Siyasî
|
1924–03–03
|
|
Siyasî
|
1924
|
|
Siyasî
|
1930–04–03
|
|
Toplumsal
|
1925–11–25
|
|
Toplumsal
|
1934–11–26
|
|
Toplumsal
|
1934–06–21
|
|
Toplumsal
|
1928–04–10
|
|
Toplumsal
|
1925–12-26
|
|
Toplumsal
|
1925–11–30
|
|
Eğitim
|
1929–01–01
|
|
Eğitim
|
1924–03–03
|
|
Eğitim
|
1924
|
|
Eğitim
|
1926
|
|
Eğitim
|
1928–11–01
|
|
Eğitim
|
1928
|
|
Eğitim
|
1931–04–12
|
|
Eğitim
|
1932–07–12
|
|
Eğitim
|
1933
|
|
Eğitim
|
1933–05–31
|
|
Ekonomi
|
1923
|
|
Ekonomi
|
1925–02–17
|
|
Ekonomi
|
1925
|
|
Ekonomi
|
1925–05–05
|
|
Ekonomi
|
1925
|
|
Ekonomi
|
1926–07–01
|
|
Ekonomi
|
1927–05–28
|
|
Ekonomi
|
1929
|
|
I. ve II. Kalkınma Plânları
|
Ekonomi
|
1933
|
Ekonomi
|
1933
|
|
Ekonomi
|
1935
|
|
Hukuk
|
1926
|
|
Hukuk
|
1926–10–04
|
|
Hukuk
|
1926
|
|
Hukuk
|
1924–04–20
|
|
Hukuk
|
1921
|
|
Şer'iyye Mahkemelerinin
Kapatılması
|
Hukuk
|
1924
|
Atatürk devrimlerinin nedenleri
· “Atatürk'e
göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden
olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın
gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi
çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır.
· Osmanlı
Devleti'nin içte ve dışta saygınlığını yitirmiş, vatandaşın sorunlarını
çözmekten uzak hale gelmiş, ekonomisi bozulmuştu. Büyük devletler, Osmanlı
Devleti'ne verdikleri borçların karşılığı olarak, üretilen malların çoğuna
el koymaktaydılar.
· Birbiri
ardı sıra yapılan savaşlar ve ayaklanmalar halkı bezdirmiş, toplum düzeni
bozulmuştur. Vergiler adaletsizdi. Kanun karşısında kimseye eşit davranılmıyor
ve halk gittikçe daha da fakirleşiyordu.
· Osmanlı
Devleti Birinci Dünya Savaşından da yenik çıkınca,
ülke diğer devletlerce işgale uğradı. Artık Osmanlı
Devleti, fiilen çökmüş, sadece ismen varlığını devam ettirmekteydi. Padişah
kendi canının ve tahtının kaygısına düşmüş, işgal devletleri ve vatan hainleri ile işbirliği içerisindeydi. Vatanın ve
milletin kurtarılması gerekiyordu. Bu da ancak yeni bir devlet ve rejimi
kurarak yapılabilirdi.
· Atatürk ve arkadaşları Türk
milletini bu durumdan kurtarmak için Kurtuluş Savaşını başlatmış, Samsun'a çıkışından
sonra Erzurum ve Sivas
Kongrelerini yaparak Anadolu'nun dört bir yanından gelen temsilciler ile birlikte
vatanı kurtarmak için çalışmaya başlamışlardır. Sonunda 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM açılmış ve yeni
bir Türk Devleti , Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş oldu. Bu yeni
devlet içte padişah hükümetine, dışta işgalci düşmanlara karşı büyük bir
mücadele başlattı. Vatan toprakları düşmandan temizlendi. Sonra da padişahlık
yönetimi kaldırıldı. Yerine, akılcı, gerçekçi, ilerici bir yönetim kuruldu. Atatürk'ün yaptığı devrimlerle bugünkü çağdaş
Türk toplum düzeni oluşmuş oldu. Çağdaş devlet düzeninde temel alınan esaslar
çağın ilerleyen devletlerindeki ilerlemeyi sağlayan sistemleri bir devrimle
uygulayarak çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktır. Başarılı olmasının
temel sebebi de daha öneki çabalar gibi taklit ve özenti olması değil ilerleyen
ve çağın ilerisindeki devletlerin nasıl ve ne şekilde ilerlediğini temelde
felsefik olarak inceleyen ve bunu taklit yoluyla değil temelini kurarak düşünce
sistemi içine yerleştirerek akılcılığın öncülüğünde uygulamasıdır.”Bizler,Çağdaş
uygarlığın üstüne çıktığımızda,daha iyiye ve daha güzele varmak için yeni ve
bilimsel akılcı yollar deneyeceğimize çağdışı yolların kavgasına
düştük.Atatürkçülüğü;tek kelimelik bir
ölçü olarak algıladık.Her hangi bir görevliyi ya da basit bir insanımızı
değerlendirirken şu hükümlerle kesin olarak hareket ettik:”Bizden
değildir!”,”Atatürkçü değildir!”,”Atatürkçüdür!”Başkalarının karar makamlarına
fısıldadıkları bu tümcelerle kaderlerimiz belirlenmiştir.Rusya da komünist
İhtilalinden sonraki iktidar kavgasında;Jozef Stalinin Özel Çatma hukuk eseri
Mahkemelerinde kurşuna dizilme suçu”Halka İhanet” suçuydu.Tanımı da yoktu.Halka
ihanet ettik,dedirtilenler Mareşal Tukhaçevski bile olsalar akşama kurşuna
dizilirlerdi.Ama,kurşuna dizileceklere son olarak en çok sevdikleri yemekler
verilirdi!Biz zamanlar,benim Jandarma Subay ve astsubay okul komutanlığına
tayinim söz konusu olduğunda,Rahmetli J.Gn.Komutanı Korgeneral Şahap
Yardımoğlu’na;”Komutanım,bu subay Nurcudur!”Fısıldaması kaderimi çizmiştir.Halbuki
benim Nurculuğu objektif olarak inceleyen 793 sahifelik bir kitabım da vardı.1974
senesinde,her şeyimizi ortaya koyarak,kişisel gayretimizle yayımlattığım
“Halifelik” adlı kitabımın Jandarma Dergisinde ek olarak yayımlanması söz
konusu olduğunda,bu konuda söz sahibi olan devre arkadaşım Hasan
İlleez,komutanımıza:”Kitabın adı tehlikelidir.Zarar görmenize sebep
olabilir!”Diyerek kitabımın yayımını önlemiştir.Emirle satın alınan kitabımın
dağıtılacağı Jandarma birliklerine tarafımdan dağıtılarak bedelinin ödeneceği.Gn.Komutanlığı
Kurmay Başkanı Tümgeneral Sayın Ahmet
Komutanımız tarafından emredildiği halde,bir kurmay albay”,para ödemiz mümkün
değildir!”Diyerek bana kapıyı göstermiştir.
|
"http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Atat%C3%BCrk_Devrimleri&oldid=10987582"
adresinden alındı.
ATATÜRK soyadı Nasıl seçilmiştir:
“14
soyadı adayı arasından Onat’ın tavsiyesi üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın seçtiği
soyaddır Atatürk.
Çankaya’da yapılan toplantıda liste okunduktan sonra Mustafa kemal Paşa orada bulunan Naim Hazım Onat’a: "Siz ne dersiniz?" Diye sormuş; Onat da şu cevabı vermiştir: "Türkata ve Türkatası kelimeleri gerek yazılışta gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar, biliyorsunuz tarihimizde Atabey unvanı vardır. Anlamı da askerlikte müşavir, hoca demektir. Bu unvanı taşıyan birçok Türk büyüğü vardır. Biz de Türk’e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan Büyük Gazi'mize Atatürk diyelim. Bu bana şivemize de daha munis, daha uygun gibi geliyor." Bunun üzerine Gazi, Atatürk soyadını benimsemiştir.
Mustafa Kemal, Gazi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Atatürk. Tüm bu isimler aynı kişiyi işaret eder. Kalplerin ulu insanı Atatürk’ümüzü.”
Çankaya’da yapılan toplantıda liste okunduktan sonra Mustafa kemal Paşa orada bulunan Naim Hazım Onat’a: "Siz ne dersiniz?" Diye sormuş; Onat da şu cevabı vermiştir: "Türkata ve Türkatası kelimeleri gerek yazılışta gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar, biliyorsunuz tarihimizde Atabey unvanı vardır. Anlamı da askerlikte müşavir, hoca demektir. Bu unvanı taşıyan birçok Türk büyüğü vardır. Biz de Türk’e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan Büyük Gazi'mize Atatürk diyelim. Bu bana şivemize de daha munis, daha uygun gibi geliyor." Bunun üzerine Gazi, Atatürk soyadını benimsemiştir.
Mustafa Kemal, Gazi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Atatürk. Tüm bu isimler aynı kişiyi işaret eder. Kalplerin ulu insanı Atatürk’ümüzü.”
İşte O, ATATÜRK soyadını öneren Agop Martayan adlı Ermeni
vatandaşımızdır.Mustafa Kemal O’NU Sofya Üniversitesinden 1932 Türk Dili
Kongresine davet ederek DİLAÇAR soyadını
verip, Türk Dil Kurumunun başına getirmiştir.Mustafa Kemal, ATATÜRK soyadını
bir yasa ile
25
Kasım 1934’te almıştır. Kanımca Atatürk Devrimi ya da Türk Devrimi demek daha
doğrudur.Devrimleri denildiğin de sanki değişik değerde devrimler yapılmış
düşüncesi akla gelmektedir.Devrim yapılan reformlarla meydana çıkartılmış olan
yeniliğin adı olması gerek diyorum.Devrim bir bina gibidir.Yapılan atılımlar ve
değişiklikler bu binanın penceresi,kapısı ve çatısı gibidir.Tüm
yenilikler,Çağdaş,Tam bağımsız,emperyalizme karşı,evrensel değerlere sahip bir
toplum ve insan yaratmaya yönelik olmuştur.
Devrim düşmanları,devrimi
yozlaştırmak için türlü numaralarla halkımızı aldata gelmişlerdir.Devrim,bir
öykü gibi anlatılmış,yaşanmamıştır.Devrimin sömürüsü bittiğinde de yapılan tüm
hata ve yanlışlar Atatürk Devriminin sırtına yüklenmiştir.Yeni sömürü yolları
aranmış;Rahmetli Osman Bölükbaşının deyimiyle:”En iyi yatırım,dine yapılan yatırım
olmuştur!” Atatürkçülük bir seremoni
haline getirilmiş ve halktan da uzak tutulmuştur. Tüm kutlamalar Devrimden
yararlananlarca yapılmıştır.
Sonuç olarak; Mustafa Kemal’in yaratmış olduğu tüm
değerler birer, birer yok
sayılmış,Cumhuriyetimizi tartışma konusu yapılmış, geriye dönüş hızla
başlatılmıştır.Atatürkçüyüm diyenlerin akıllarında bile,Kemalistler ve
Kemalizm tehlike sayılmıştır.
FİLLER
UYURKEN,KÖSTEBEKLER ALTLARINI OYDULAR.
Kimden: Suat DİCLE Konu: NERDEN
NEREYE GELMİŞİZ BE
YAHU!
BURADA BELİRTİLEN TARİHLERDEN DAHA
SONRAKİ HIRS,NEFRET,RÖVANŞ ÇAĞIRIMLARI
DAHA DA FELAKET
SİYASET CAMİLERE SOKULDU.ŞİMDİ
KIŞLALARA MUSALLAT OLACAKLAR ...
SONUMUZ ALLAHA EMANET.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN.
Ünlü öyküdür Sayın Generalim:”İş Allah’a kalırsa,İmam Anamızı çok öper!”
Çetin Haspişiren, E.J.Korgenerali
Kimden: Oraj POYRAZ
NERDEN NEREYE GELMİŞİZ.
• 15 Şubat
1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması
öneriliyor.
• 1 Mart
1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması'na Dair 677 sayılı yasayı
yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer
taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığı'nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk
aşamada 19 idi.
• 12 Nisan
1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini
siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor. 29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes,
sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız" diyerek
irtica ya
İlk işareti veriyor.
• 16 Haziran
1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
• 5 Temmuz
1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
• 21 Ekim
1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar
veriyor.
• 3 Aralık 1950:
Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar
hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama
kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık
yakılıyor.
• 1953: Köy
Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
• 1953: Yasa
değişikliği ile ''siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden
çıkarılmaya neden olan bir suç'' sayılmaya başladı.
• 1954: 25
yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile
öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı
sağlayan yasa çıkarıldı.
• 1955'te
Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: ''Siz
öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz
Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile
getirebilirsiniz.'' Ps:Askerin
yönetime el koymasından sonra;Adnan Menderes hayranı birisine sormuştum:”Bu
Adnan Menderes’in nesini beğeniyordunuz?”Muhatabım,kısve kıs gülerek:”Yalınız
baş harflerini yaz.Halkımızın da neden onu beğenmiş olduğunu anla!”Demişti.
• Menderes, 1956'da Konya'da halka
hitap ederken ''ortaokullara din dersleri konulacağını'' açıklıyor. 13 Eylül
1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
• Başbakan Menderes, 1957'de
Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor:
"Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler
yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u
ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız."
• 14 Şubat 1957: Başbakan Menderes,
Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL
bağış yapıyor.
• 19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka
yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni
15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin
onarıldığını, Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların
İstanbul'a davet edileceğini" söylüyor.
• 1957 – 1958: Liselere seçmeli din
dersi kondu.
• 1959: Din dersleri öğretmeni
yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
• 26 Haziran 1965: Milli Eğitim
bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul
öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
• 15 Nisan 1966: Atatürk büst ve
heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
• 31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de
halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de
gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır."
• 17 Mayıs 1967: İmam hatip
okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
• 20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam
Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor. Aralık
1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.
• 21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı
İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu
açmaktır" diyor.
• 19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi
adlı emperyalizm fedaisi ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler
üzerine "ABD bizim Kabemiz, cihada hazır olun" sloganları ile
dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini
sağlamıştır.
• 1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala
Adalet Partisi'nin 'Kıratlı Kuran'
dağıttığı haberleri basına yansıyor.
• 26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi
genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
• 1974 – 1977: Din kültürü ve ahlak
dersi zorunlu kılındı.
• 1975–1976: Bir yıl içinde 70 imam
hatip okulu açılıyor.
• 1976–1977: Bir yıl içinde 77 imam
hatip okulu daha açılıyor.
• 1977–1978: Açılan bu imam hatipler
yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca
Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
• Kahramanmaraş'ta 21-25 Aralık 1978
tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi
yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları
ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için
savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman
Demirel, şunları söylemişti: "Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor
dedirtemezsiniz"
• 12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı
Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı
müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları
niye Allah adıyla başlamıyor?"
• 4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı
gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel "Çorum'u
bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan
Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
• 22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in
öldürülmesi.
• 7 Eylül 1980: MSP’NİN Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar
tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet… Şeriat
gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada
hazırız…"
• Ve 12 Eylül 1980: Amerika'nın
fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler
kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı.
Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı
birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği
öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını
bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül'ün darbesinin mimarı Kenan
Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem
din adamlarının elini
Öpeceğiz"
diyordu.[1]
• "Gerçekte," der
Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya
başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge
kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını
inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur." [2]
• Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı
16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip
Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da
yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. Maddesinde yaptığı
değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına
yasal dayanak hazırlandı.
• 12 Eylül'de gerçekleştirilen
Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere
katılması engellenirken Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın
Çankaya'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik" biçimindeki
açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına
yansıdı.
• Mart 1987: Demirel, Öğretim
Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız
olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din
değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda
yadırganacak bir şey yokTevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din
eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış
olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur Laiklik çiğneniyor diye
yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı
altına almaktır."[3]
• 1989: TCK'nin Türkiye'de din
devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin
kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
• 28 Aralık 1989: Üniversitelerde
türban serbest bırakıldı.
• 31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer
Aksoy'un öldürülmesi.
• 7 Mart 1990: Çetin Emeç'in
öldürülmesi.
• 4 Eylül 1990: Turan Dursun'un
öldürülmesi.
• 6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye
Üçok'un öldürülmesi.
• 24 Ocak 1993: Uğur Mumcu,
"İmam-Subay" başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban
gitti.
• 2 Temmuz 1993: Sivas'ta her yıl
geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 3.
gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli
aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri ,diri
yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı
ortak sloganları şunlardı: "Zafer İslam'ın…Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu,
Sivas'ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…"
• 27 Mart 1994: Yerel seçimlerle
RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve
İstanbul'daki Anakent Belediyeleri'nin tüm olanakları RP'nin eline geçti.
Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, "Refah
iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı
olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek"diyordu.
• Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli
kararlarını ilan ederken "son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle
Kemalizm'in sosyal devlet alanında
sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
• 10 Kasım 1994: Anıtkabir'de
Atatürk'e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde
etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran'a davet ediyorum." diye slogan
attı.
• 11 Ocak 1995: Onat Kutların
öldürülmesi.
• 9 Ocak 1996: Metin Göztepe'nin
öldürülmesi.
• 1997: Refah Partili Sincan
Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek"
diyordu.
• 1997: Şevket Yılmaz,
"Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun
diye niye çalışmadın?" Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir,
rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim
ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!" Kayseri Belediye
Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere
için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen
değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar
içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."
• Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik,
"Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi
olacak." diyorlardı.
• Ve Nihayet Şubat 1997…Özal'ın
halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda verdiği iftar
yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi
tırmandırdı.
• Laikliliğin tanımı bile
değiştirilerek, "laiklik, din özgürlüğüdür"; "din ise
birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı.
• 21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet
Taner Kışlalının öldürülmesi.
• 18 Aralık 2002: Dr. Necip
Hablemitoğlu'nun öldürülmesi.
• Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi
kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde
çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslar arası
yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul
ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.
• Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden
sırıtıyor!”
Türkiye
cumhuriyetinde;yükselebilmek ve en iyi yerlere gelebilmek için aşağıdaki
formüle uyulduğunu gözlemlemişimdir:”Ziyafet,Kıyafet,Ziyaret.Önünü bir
Madama,Dötünü de bir büyük Adama dayarsan yükselirsin elbet!”Böyle olunca da sitsem
çöker elbet!
Bir
yazımda da bu imzaların yorumunu sunacağıma söz veriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder