27 Nisan 2011 Çarşamba

369-DİNİ HEZEYANLARIN PPSİKO-MEDİKAL YÖNÜ-1

                                                  
                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        İzmir;30 Nisan 2011


DİNİ HEZEYANLARIN PSİKO-MEDİKAL YÖNÜ!
“Zaman geçtikçe yalınız ham armutlar olgunlaşır, insanlar da deneyim kazanırlar!” Ata Türkoğuz

             Akıl hastanelerimizi dolduranlar arasında; tanrılığını, peygamberliğini, Tanrı ile konuştuğunu ve gaipten sesler duyduğunu tekrarlayanlar olduğu gibi; insanlığı sapıklıktan kurtarmak için, Tanrı tarafından görevlendirildiğini söyleyenler de vardır. Bunları dinlediğimiz zaman; sırf akıl hastanesinde oldukları için, deli deyip geçeriz. Toplumların gelişmişliğine göre; her toplumda, bu tür adamların yerleri başka başkadır. Kültürsüz, azgelişmiş ve sağlık kontrolü olmayan toplumlarda, delilerin veli oldukları çok görülür. Bu dünyada, hiçbir problemini halledememiş, hiçbir arzusunu tatmin edememiş insanlara bu tür adamlar yön verirler. Bu tür adamların hezeyanları; telkin ettikleri korkular ve bıkmadan, usanmadan çaldıkları plaklar toplumun beynini yıkamaktadır.
    Fransa’da bile; son peygamber olduğunu savunan birisinin önermelerinin, seksen genç kadının ölümüne yol açtığını gazetelerden öğrenmiş bulunuyoruz.
    Öyle ise; bazı insanları bu tür hezeyanlara ve saplantılara yönelten etken nedir?
    Bunu cevaplandırabilmek için, akıl hastalıklarından bir kısmını incelemek zorundayız.
    İncelememize başlamadan önce, Ülkemizde ve İran’da ve İngiltere’de tanrılık ve peygamberlik taslayan ruh hastalarına ait örneklerimizi verelim: (11 Mayıs 1972)

    40 yıl önce 11 Mayıs 1933 tarİhlİ Cumhurİyet Ahİr Zaman Peygamberİ
    TAHRAN’DAN bildirildiğine göre, Seyyid Gazanfer isimli bir Ahunt, birçok kimseleri başına toplayarak kendisinin son peygamber, Kuran’da bahsi geçen Mehdi olduğunu iddia etmiş ve polis tarafından yakalanmıştır. Yalancı peygamber iddiasında ısrar ederek kendisine inananları bir araya toplayıp mucizesini göstereceğini söylemiştir. Polisin müsaadesiyle yüzlerce kişiyi bir araya toplamış ve:
    -”Ey ümmetim! Mucizemi şimdi göstereceğim; fakat önce hepiniz bir ağızdan eşekler gibi anırınız” demiş ve onlar da, hepsi bir ağızdan anırmışlar, kürsüdeki Mehdi:
    -”Efendiler ben peygamberim ama işte böyle eşeklerin peygamberiyim.” demiş ve yakalanarak akıl hastanesine gönderilmiş. (28 Mayıs 1972)

    40 YIL ÖNCE 28.MAYIS.1933 TARİHLİ CUMHURİYET ALLAHLIK TASLAYAN AdaM
    ÇORUM, (Özel)- Ağır ceza Mahkemesi’nde Amasyalı Mir Sait isminde bir Şeyhin muhakemesine başlandı. Nakşibendî tarikatına mensup ve Hacı Hamza Efendi Camii’nin imamı olduğunu söyleyen Mir Sait, Amasya’da herkes tarafından tanınmaktandır. Çenesinde taşıdığı uzun beyaz sakalı ile yüzünü yeşil bir örtü ile örter ve kendisinin kudretine inananlar evine on dakika kala dizleri üstünde sürünerek yanına gelirler. Allaha yalvarır gibi kendisine yalvarırlarmış. Bunların sayısı da gittikçe artmakta imiş. Allaha tapar gibi taptıkları Mir Sait de, bu cahillerin günahlarını tövbe sonucu affedermiş. Kendisinden paraca memnun kaldıklarına cennetin anahtarlarını verir ve Huri ile Gılmanını da şimdiden ayırır ve hatta ahiret zevkine mahsuben yeryüzünde müsaadeler bile verirmiş. Günümüzde de Sakallı bir Ulema, Cennetle müjdelenen Müslümanlara 72 nikâhlı Kadın, her gün Bakire olmak koşulu ile de, 100 Huri ve dahi sayısız Gılman tahsis etmektedir. Öyle ya, Ulu Tanrımız Kadınlarımızı Zıbık kölesi olarak yaratmış!
    PEYGAMBER OLDUĞUNU SÖYLEYEN BİR ESRARKEŞ TUTUKLANDI
    BATMAN- Şükrü Eren adındaki bir esrarkeş, kendisini yakalayan polislere “Ben son peygamberim, çekilin yolumdan;” demiştir.
    Önceki gece İloh mahallesinde tren yolu köprüsünün altında esrar içen Şükrü Eren’i yakalayan polisler üzerinde de 7 plaka esrar bulmuşlardır. Sanık tutuklanmıştır. (THA) (Cumhuriyet gazetesi, 21.2.1973 gün ve s.5 sütun 3)
    23 Nisan 1974 tarihli Hürriyet gazetesinin 4. sayfasında iki fotoğrafın köşelediği Batman çıkışlı bir haber yayımlandı. Sol üst köşede Batman Müftüsü Sayın Alaattin Yavuz’un fotoğrafı, sağ alt köşede de aklından zoru olan ve haberin konusu Hüseyin Demir’in fotoğrafı ve haber aynen şöyle:
   
    MÜFTÜ HUTBE VERİP “BU AdaMA İNANMAYIN” DEDİ
    ÖTEKİ DÜNYADAN HABER VEREN HÜSEYİN DEDE İÇİN SORUŞTURMA AÇILDI    BATMAN, (Siirt) (HA)- Rüyasında cennet ve cehennemi gördüğünü iddia eden 74 yaşındaki Hüseyin Demir hakkında Batman Savcısı soruşturma açmış, Müftü Alaattin Yavuz da verdiği hutbede, halktan Demir’e inanmamalarını istemiştir.
    Evi her gün yüzlerce ziyaretçiyle dolup taşan eski hayvan tüccarı Hüseyin Demir, yakınları ölenlere öteki dünyadan haber verdiğini ileri sürmekte, Batman’lılara cennete gidip gidemeyeceklerini söylemektedir.
    Batman Müftüsü ve diğer din adamlarının bütün uyarmalarına rağmen ziyaretçilerine cennet ve cehennemi anlatarak, bildiğinden şaşmayan Hüseyin Demir rüyasını şöyle anlatmaktadır:
    “Bir gece evde otururken güzel giyimli iki babayiğit odama girdiler. Kalk gidelim diyerek beni önlerine kattılar. Birden uçmaya başladık. Dünya gözümde kayboldu. Gözümü açtığımda cehennemdeydim. Zift kazanları içinde kaynayan binlerce insan. Sonra cennete götürdüler beni. Huriler dolaşıyor, yeşillikler arasında insanlar mutlu görünüyorlardı. Birinin Cebrail Aleyhisselam olduğunu sandığım iki genç cennetle cehennemi bana gezdirdikten sonra dünyaya geri getirdiler.”
   
    GEREKİRSE AKIL HASTANESİNE GÖNDERECEĞİZ       
    Batman Savcısı Mehmet Yılmaz, ziyaretçilerine öteki dünyadan haber veren, cennete gidip gidemeyeceklerini söyleyen Hüseyin Demir hakkında soruşturma açmış, “Gerekirse bu adamı akıl hastanesine göndereceğiz;” demiştir. Öte yandan, Müftü Alaattin Yavuz da verdiği hutbede halktan Hüseyin’e inanmamalarını ve onun etkisine kapılmamalarını istemiştir.
    O zaman, Hatay il merkezi Antakya’da, Yarbay rütbesinde ve tabur komutanı sıfatıyla hizmet görmekteydim. Durumu bir yazı ile Batman Müftüsü Sayın Alaattin Yavuz’a sordum.
    .Sayın çok kıymetli Yarbayım”,
    “Göndermek lütfünde bulunduğunuz Hüseyin Demir’le ilgili mektubunuzu aldım, izinli olduğumdan cevabını geciktirdiğim için özür dilerim.
    Haber, gazetelere tam olarak yansımamıştır. Esasen Hüseyin Demir’in davası rüya değil, yakzet halinde idi. Şöyle ki, yatsı namazından sonra evimde yalnız olarak bulunduğum bir sırada iki genç içeri girip beni aldılar. Nehrin kenarına götürdüklerinde gençlerden birisi kolumdan tutarak, “Ben Cebrail’im” diyerek kanatlarını açtı. Birden bire gökle arz nur ve aydınlık içerisinde kaldı. O zaman kendimi sırat köprüsü üzerinde buldum. Cehenneme girdim; oradaki manzarayı ve tanıdığım birçok kimselerin yarısını gördükten sonra Cennete gittim. Orada da birçok şeyler gördüm.
    Muhterem Yarbayım, beyan ettiğiniz gibi bilhassa mutaassıp seleflerimiz ve büyüklerimiz rüyalara çok önem vermiş ve yorumlamışlardır. Tabii, bu biraz uzun iştir. Yalnız şunu arz etmek isterim ki, bu adamın davası apaçık batıl bir iddiadan ibaret olduğu için karşılık vermek mecburiyetinde kaldım. İbni Hacet Kitabul İlam adlı eserinde; “yakzet halinde cennete ve cehenneme gittim. Yani ölmezden evvel diye iddia etmek küfürdür.” diyor. Yoksa rüyada akla gelmeyen her şey görülebilir ve münasip bir şekilde yorumlanır...” diyordu.
    Amma, gel de elin et kafalı yaratıklarına meram a8nlat.
    Öte yandan, Milliyet gazetesinin 22 Nisan 1977 tarihli sayısının 13. sayfasında, Urfa çıkışlı bir ilginç rüya haberi:
    “Güneydoğu Haberleri” yazısının altında bir hayali mezar başında esas duruşta bekleyen köy muhtarının fotoğrafı. Ziyaretlerin ve onları getiren sayısız motorlu aracın fotoğrafı ve aynen şu haber:
    “Bir çobanın rüyası, çevre halkı için umut kaynağı oldu...”
   
    MEZARINI YÜZLERCE KİŞİ ZİYARET EDİYOR
   
Urfa Müftüsü Mehmet Keskin, hayali evliya mezarları için, “Bu, dinin istismarıdır” diyor.
    URFA, Ömer Okutan bildiriyor.
    Urfa’nın Sarımağara köyünde Ramazan Çelik adında genç bir çobanın rüyasında gördüğünü söylediği evliyanın mezarı her gün çok sayıda insan tarafından ziyaret edilmektedir.
    Ancak, çobanın rüyasında gördüğü evliyanın mezarı; çobanın gösterdiği yerde bulunamamış, fakat bu ilginç olay, birisi diri diğeri ölü iki evliyanın (!) ortaya çıkmasına neden olmuştur.
    Olayın ilginç hikâyesi ise şöyle:
    Urfa-Gaziantep yolunun 20. kilometresindeki Sarımağara köyünün 19 yaşındaki çobanı Ramazan Çelik, bir gün rüyasında bir evliyayı gördüğünü arkadaşlarına söyler. Arkadaşları ise evlerinde yakınlarına durumu anlatırlar. Bazı yaşlı köylüler çobana gider ve kendisinin de artık evliya olduğunu ve rüyasında gördüğü evliyanın mezarını göstermesini isterler. Yer kazılır ama bir şey çıkmaz. Ama yaşlı köylüler mutlaka evliyanın mezarını bulmak isterler. Hatta çobanın yanlış yeri göstermiş olacağını söyler ve uzaklardaki bir mezarı “evliya mezarı” olarak ilan ederler...
    Bu çağrı kısa zamanda etkisini gösterir ve çevre köylerden hastası olan, sıkıntılardan kurtulamayan ve çare arayanlar “evliya mezarını” ziyaret etmeye başlarlar...
    Ancak ne var ki, olaylar bundan sonra daha ilginç bir görünüm kazanır. Yine ileri sürüldüğüne göre, ziyaretçilerin verdikleri paralarla mezar etrafı briketle çevrilir, artan para ise bir kısım kişiler arasında paylaşılır. Rüyasında evliyayı gören çobana ise pay verilmez. Bu duruma kızan çoban da hikâyenin bir düzmece olduğunu etrafa söylemeye başlar. Ancak, çobanın böyle konuşması, köyden kovulmasına neden olur. Fakat köylülerden bir kısmı çobanın da “büyük ermiş” olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle çoban da gittiği yerde dertlerine çare arayanlarca ziyaret edilmeye başlar...
    Hikâye, şimdilik böyle devam edip gidiyor. Urfa Müftüsü Mehmet Keskin ise halkın, köydeki mezar ile dağdaki çobanı şifa ummak için ziyaret etmelerine karşı çıkıyor ve “bu dinin istismarıdır” diyor.
    Yine özel arşivimde, dünyayı düzelteceğini iddia ederek; köyü halkını yaylım ateşine tutan ve de akıl hastanesine kapatılan Kilis’li bir evliyanın! Fotoğraflı haberi.
    Herodot tarihini açalım; Pers Kralı Kambiz’in rüyasını aynen okuyalım. Sonra da Kserkhes’i mağlup ve rezilliğe sürükleyen rüyasını görelim.
   
             PERS KRALI KAMBİZ’İN RÜYASI
    Pers Kralı Kambiz, Mısır’da seferdeyken, bir rüya görür. Rüyasında bir adam, Kambiz’in kardeşi Smerdis’in başı göklere değerek tahtta oturduğunu söyler. Bunun üzerine güvenilir adamı Preksaspes’i Susa gönderip kardeşi Smerdis’i öldürtür ve gönlü rahatlar.

    Amma; olaylar başka türlü gelişir. Smerdis’in öldürüldüğünü bilen ve Kambiz’in evini yöneten Patizeithes ve kardeşi Smerdis; iktidarı ele geçirip, Suriye’de Ekbatan şehrinde bulunan Kambiz’in ordusuna, emirleri Kambiz’den değil de, Sasa’dan almaları için bir mesaj gönderirler. Mesajı getiren adamı yakalatan Kambiz, kardeşini boşu boşuna öldürttüğünü görerek, ordu karargâhındaki önemli Persleri toplayıp, acıklı bir konuşma yapar. Şimdi; Herodot Tarihinden bu konuşmayı aynen alalım:
   
“Yirmi gün sonra, ordu karargâhındaki önemli Persleri toplayarak bir konuşma yaptı:”
    “Persler, durum beni titizlikle gizlemek istediğim bir şeyi açıklamak zorunda bıraktı. Mısır’da iken bir rüya gördüm. Bu rüyada Persia’dan gelen bir haberci bana Smerdis’in tahtta oturduğunu ve başının göklere değdiğini söyledi. Kardeşimin beni tahtımdan edeceğinden korkarak, akıl yerine duygularımın etkisiyle hareket ettim. Ama şimdi alınyazımı değiştiremeyeceğimi çok iyi anladım. Büyük bir aptallıkla Preksaspes’i Susaya yollayarak Smerdis’i öldürttüm. Bu korkunç iş olduktan ve Smerdis öldükten sonra başka birinin bana karşı isyan edeceğini düşünmeden korkusuz yaşamaya başladım. Başıma gelecekleri hiç düşünmeden gereksiz yere kardeşimi öldürdüm ve krallığımı yine kaybettim.” (Herodot T.s.140)
   
Pers Kralı ünlü Kserkhes, Atina’yı cezalandırmak için büyük bir sefer düzenlemek ister. Tüm yağcı aristokratlar okey çekerlerken, tecrübeli amcası Artabanus bu sefere karşı çıkar. Kserkhes; “babamın akrabası olmasaydın seni tepelerdim” diye amcasını Aristokratlar divanı önünde azarlar. Amma; Artabanus Atina seferiyle Kserkhes’in neleri kaybedeceğini açık, açık söyler.(s.282)
   
Toplantı sonunda, Artabanus’un sözleriyle Kserkhes’in kafasında şüphe fırtınaları eserken seferin olumsuzluğuna karar verir ve uyur. Rüyasında uzun boylu bir adam, hem de soylu görünüşlü, hükümdarın yatağının başında durup:
    “Persia’nın Efendisi, uyruklarına asker toplamaları için emir verdiğin halde, kararını değiştirip ordunun başında Yunanistan’a yürümekten vaz mı geçtin? Kararını değiştirmekle hata ediyorsun. Burada olan biri böyle davrandığın için seni bağışlamayacak.” dedi.
   
Kserkhes, rüyayı unutup, asiller kurulunu topladı ve Yunanistan’a sefere gitmeyeceği şeklindeki kararını açıkladı. Ertesi gece, yine aynı rüyayı gördü, uzun boylu adam;
    “Darius’un oğlu, uyruklarının önünde açıkça savaşı reddederek, sanki hiç duymamış gibi söylediklerime önem bile vermedin. Derhal savaşa gitmeye karar vermezsen bunun sonuçlarının ne olacağını söyleyeyim. Bir anda iktidar ve ihtişama yükseldiğin, yine kısa bir zamanda neyin varsa hepsini kaybedersin” dedi. Dehşete düşen Kserkhes, asiller kurulunu topladı, Artabanus’u bir iyice fırçalayıp savaş kararını bildirdi. Sonunda, bir avuç Ispartalı ve Atinalıya yenilerek rezil ve rüsva oldu.
   
Halikarnas Kraliçesinin aklıyla bu yenilgiyi bir enayi generaline yıkıp, tarihin içine doğru sıvıştı, kaçtı. (s.283)
   
Rüyayla, müyayla iş görülmez. Deliler, Salaklar ve Malaklar rüyayı gerçekten ayırt edemezler. Onların hayatları zaten bir düştür. Aklen malul, zavallı birer yaratıktırlar.
    Akıl hastalıklarının bölümleri:
1.  Psikoz manyak - depressif (mani - melankoli ya da siklofreni)
2.  Şizofreni (demans prekos)
3.  Paranoya - parafrenya - sistematiğe vehim deliliği
4.  Organik (uzvi) reaksiyon tipleri:
·      Sifilis
·      Alkol
·      İhtiyarlık bunaması
·      Dejenerasyon prenesil
5.  Sar’a (epilepsi)
6.  Psikoz-nöroz-histeri-şahsiyetin kaybolması-nevrasteni
7.  Aklı muvazenesizlik-ensefalitis letarjik
    Bunların en önemlilerini kısaca inceleyelim:
   

ŞİZOFRENİ: Erken bunama (Kreapelin) erken bunamayı 4 bölüme ayırmıştır:
1.  Basit şekil (simple)
2.  Hebefrenik şekil
3.  Katatonik şekil
4.  Paranoid şekil
    Bu şekilleri birbirinden ayıran tam ve kesin bir sınır yoktur. Karışık şekilleri de görülür. Biz burada ortak arazları kısaca adli tıp bakımından belirtmekle yetineceğiz.
A. Zekâ Bozuklukları:
    1. İdrak: Başlangıçta sakindir. Zamanla bozulur ve hallusinasyonlar görülmeye başlar.
             A. İşitme hallusinasyonlar çok görülür. Hasta daima fena sözler, gürültüler,                            tehditler işittiğinden bahseder.
             B. Görme hallusinasyonlar: Fena ve korkunç şeyler görür.
             C. Hissi hallusinasyonlar
             D. Tad ve koku hallusinasyonlar
    2. Şuur ve intibak en son devir olan bunama devrinde bozulur.
    3. Hafıza: Genel olarak bunama devrine kadar salim kalır.
    4. Muhakeme kusurları fazladır. Daha başlangıçta kendini gösterir. İti safi, hipokondriak             ve büyüklük hezeyanları sık görülür.
    5.Tedai-i efkâr (Assaciation des ideas): Çok erken olarak bozulur. Sözler kelime          salatası  (Salade de mot) halindedir.
B. Teessüriyet bozuklukları:
    1. Başlangıçtan itibaren Teessüriyet azalır.
    2. Neşelenmesinde ve kızmasında sebat yoktur.
    3. Utanma hissi yok olmuştur.
    4. Sevinecek yerde üzülür, üzülecek yerde sevinirler
    5. Ruhlarındaki zıtlık yüzlerinde görülür.
C. Hareketlerinde bozukluk:
    1. Ağırlaşırlar.
    2. Başkalarının hareketlerini taklit ederler
    3. Menfiyet (Negativizm) vardır.
    4. Durup dururken ani bir akım hareketler yaparlar.
    5. Bazen de devamlı olarak aynı hareketleri yaparlar ve aynı sözleri söylerler.
    6. Kendi kendilerine konuşup, dururlar.
D. Konuşma Bozuklukları:
    2. Bir şey sorulunca, tamamen başka bir cevap verirler.
    2. Manasız şeyler söylerler.
E. Yazı bozuklukları:
    Yazıları intizamlı değildir. Garip işaretler koyarlar. Çok pistirler, pabuçsuz helâya giderler.
F. Organik bozukluklar:
    1. Refleksler canlıdır.
    2. Son devirlerinde bütün akli melekeleri ve Teessüriyet bozulur. Bu hastalıkta düşüncelerle hareketler arasında açık bir uygunsuzluk, ani ve ilgisiz bir hareket temayülü vardır.

    PARANOYA: Bu, müzmin sistematize bir vehim halinin tedricen inkişafıdır. Başlıca karakteristiği hezeyanın değişmez olmasıdır. Hüküm yanlıştır. Fakat bunun dışında bütün akli melekeler normaldir. Hastalık daha ziyade kâhillerde meydana çıkar. İrsiyet yüklülüğünün büyük rolü vardır.
    Ruhi şok ve hapishane hayatının tesiri muhakkaktır. Hastalık yavaş ,yavaş ve gizli bir biçimde gelişir.
    Etrafındakilere karşı devamlı bir şüphe ve emniyetsizlik hissederler. Korkak, mütereddit ve çekingendirler. Ufak bir sebep hastalığın çiçek açmasına sebep olur.
    Tefsiri hezeyanlarda şahıs sabit fikirlerin tesiri altındadır. Zekâ melekesi bu sabit fikirler için çalışır. Muhakeme tamamıyla sabit fikir etrafında döner. Herkes ve her şey kendi aleyhlerine tertip ve tasnif edilmiştir. Muhitlerinde kendileri için iyi niyet ve ilgi mevcut değildir. Komplolar hazırlanmakta, şeref, haysiyetine, sıhhatine hatta hayatına yöneltilmiş tertipler belirmektedir. Şahıs, önceleri bu kadar itisaf karşısında pek şikâyet etmez, sadece muhitle olan temasını tehdit eder, kuşkusu yüzünden ve hareketlerinden bellidir. Daha sonra şikâyete ve himaye aramaya başlar. Fakat her teşebbüsünde hep kinle ve tertiple karşılaştığına inanır. Bu durumda üç türlü reaksiyon yapabilir.
    1. Bütün âlem kendisine düşman olduğuna göre buna nasıl mukavemet edebilir? En muvafık olan intihar edip, bu acıdan kurtulmaktadır.
    2. Niçin kendisini öldürsün? Gerekli olan düşmanlarıyla savaşmasıdır. Asıl düşmanı teşhis etmeye çalışır ve yavaş, yavaş beliren bir çehre üzerinde dikkatini toplar. Ondan sonra bu şahsa karşı tedbirler almaya yönelir.
    3. Yahut da hasta; herkesin aleyhinde yaptığı çalışmalardan bir zarar görmediğine bakarak bir gurur duymaya başlar, kişiliği irileşir, kabarır, kendini önemli bir insan, bazen hükümdar, bazen bir peygamber, hatta bir tanrı saymaya başlar.

    PARAFRENYA: İtisaflı hezayının ikinci bir şekli olup, bunda hallüsünasyonlar vardır. Kişi birtakım sesler duyar, birtakım lezzetler ve kokular hisseder. Yediği gıdalarda birtakım şüpheli lezzetler duyar ve bunların zehirli olduğuna inanır.

    PSİKOPATLAR YÜKSEK DEJENERELER: Bunlar ilk yaşlarından beri geçimsiz, anti sosyal insanlardır. Zekâ kıtlığı göstermezler; fakat kayıtsız egoist, minnet hislerinden yoksun, çok defa atılgan ve mücadeleci olurlar. Birçokları marazi yalancıdırlar. Atılgan ve tedbirlidirler. Cinsi bakımdan soğuk, tersliğe dönüktürler. Sırasında son derece mütehevvir ve kindar, sırasında fevkalade korkak ve riyakârdırlar. İçlerinde adeta ruhi ve teessüri bir enerji vardır.

    MİTOMANİ:  Yalan deliliği demektir. Bunlar, yalan söylemeden rahat ve huzur göremezler. Bunlar yaptıkları işin fenalığını biler; fakat kendilerini o işi yapmaktan alıkoyamayan kimselerdir.

    FOBİ’LER:  Bunlar, ya her şeyden korkarlar (Pano fobi), ya da bir şeyden korkarlar (Mono fobi). Hasta tarafından manasızlığı bilindiği halde defedilemezler.
(Dr. Şükrü Biostancıoğlu; Adli Tıp Notu, 1957, s. 94-102)

    D.P.T. uzmanlarından İskender Evranosoğlu’nun kepazeliklerini, Sayın Emin Çölaşan, kamuoyuna ulaştırdı. Adam, 17 Ocak 1976 tarihinden bu yana, Tanrı Huzurunu komşu kapısı, Sayın Yusuf Özal’ın makamına eşdeğer yapmış. Şıp oraya, şıp buraya. Birisine rapor, pardon vahiy almak için, diğerine de rapor vermek için uğrak yapmış. Ayetleri, kara kaplı bir deftere yazarmış. Bu Evranosoğlu, 1996 yılında, işi daha da ileri götürdü. Mehdi olduğunu, vahiy geldiğini, Tanrı ile konuştuğunu söyledi ve bombayı patlattı. “Kıyamet namazını ben kıldıracağım. Ben, kıyametin imamıyım” dedi. Kabul gördü.
   
Bizimkiler ortalığı toz duman ederlerken, Azerbaycan’dan bir zuhur! Çıkageldi. 20 Şubat 1996 tarihli Hürriyet’te fotoğraflı bir haber:
   
Yeni bir din kurmuş
   
Yaşar Paşa, omuzlarında Güneş Dini’nin simgesi 9 köşeli yıldızlı apoleti bulunan özel bir giysi de diktirdi.
·      Kendisini dünyayı kurtaracak Mesih olarak ilan eden, Ahıska Türkü olan Yaşar Paşa, kurucusu olduğunu iddia ettiği Güneş Dininin, 2050 yılında dünya nüfusunun yarısı tarafından kabul edileceğini öne sürüyor.
·      Azerbaycan’dan Türkiye’ye 1 yıl önce gelen Yaşar Paşa’nın kurduğunu iddia ettiği din, günde 9 gram viski içmeye izin veriyor. Güneş dini, her yıl deniz veya akarsu kenarında 9 gün tatili zorunlu kılıyor, hiçbir yasak getirmiyor.
·      Paşa, Güneş Dini’ni kabul edeceklere, en az 2 yabancı dil bilmeleri, 9 dünya klasiği ile 9 din kitabını okumuş olmaları, 1 ev yapmaları, en az 9 ağaç dikmeleri koşullarını getiriyor.

    Bir zamanlar; bir büyüğümün ünlü kara kaplı defterine girdiğimden bu kara kaplı defterleri bilirim ve de irkim, irkim irkilirim. “Risalet Nurları” adını vermiş bu kara kaplı deftere. Risalet; peygamberliğin peygamberlikle ilgili görevleridir. Risale-i Nur’a benzetme gayreti vardır. Norslu Sait, dolambaçlı yollardan peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Sayın İskender Evranosoğlu apaçık peygamberlik iddiasındadır.
    Tanrıma şükürler olsun, hep ümmilerden ve de başka uluslardan peygamberler gönderen Tanrıma şükürler olsun; okur ve yazar, cin gibi planlamacı ilk Türk Peygamberini; bizlere ihsan, pardon rahmet eyledi! Büyük olay. Bizim galaksimizde en fakir, en küçük güneş sistemi bizim güneş sistemimiz. Samanyolu’nda, bizim güneşimizden 1.000.000 defa büyük, en aşağı 2.000.000.000 güneş sistemi var. Güneşimiz bir noktaysa; dünyamız cim karnında bir nokta. Onun üzerindeki insanları var kıyas eyle. Şimdi; Ulu Tanrımız, işini gücünü bırakıyor; Türkiye ile ilgileniyor. Öyle ya öteki uluslar kendi işlerini bilirler. Ünlü öyküyü bir de ben mi anlatayım. Her işi Tanrıya havale ettiğimizden; Tanrı da İskender kuluna havale eder! Niye etmesin canım; koskoca Türkiye Devleti Ekonomisini, kalkınmasını aynı zatı şerife havale ve emanet ettikten sonra.
   
Şimdi; akıl hocalarıyla ortak bir plan sunuluyor. “Herif zırdeli”, “adam kafayı üşütmüş”, “biz onu uyarmıştık”, “Biz, muhakkik tayin etmiştik”. Özür, kabahatten büyük. Deli ile akıllıyı ayırt edemezseniz ülke çıkarlarını, ülke zararlılarından nasıl ayırt edersiniz? Adamı deli yapıp, eylemlerini hukuk karşısında cezasız bırakınız. Delinin Laik Cumhuriyet aleyhine yaptıklarını keenlemyekün saydırmanın telaşı içerisinde bulunan beyler; bu adamın D.P.T.’da yaptığı tüm işleri niçin keenlemyekün, yani hiç yapılamamış, hiç olmamış saymıyorsunuz! Hangi müritlerine, hangi gerici çıkar çevrelerine neler dağıttığını saptayıp, bunları niye yok saymayı düşünemiyorsunuz?
   
Acı ama gerçek... Sıkışınca peygamberliği de, veliliği de bırakıp deliliğe soyunmanın akıllılıkla ilgisi var mıdır dersiniz. Biz 5 Aralık 1986 Cuma günkü Sabah Gazetesinin 5. sayfasında yayımlanan Sayın Prof. Rafet Sayrılı’nın, bu son zuhuratla ilgili raporuna da bir göz atalım:

EVRANOSOĞLU MİSTİK PARANOYA
    Ege Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Rafet Saygılı, irtica olaylarına adı karıştığı için istifa eden DPT uzmanı Evranosoğlu’nu “Mistik paranoya” olarak tanımladı.
   
Ağustos ayı içinde Evranosoğlu ile görüştüğünü açıklayan Profesör Saygılı, “Bu tip kimseler genellikle zeki de oldukları için, gerçek dışında yarattıkları dünyalarına inanacak kimseler bulabilirler” dedi.
   
İZMİR - Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Profesör Rafet Saygılı, kısa süre önce Devlet Planlama Teşkilatındaki görevinden istifa etmek zorunda kalan İskender Evranosoğlu’nun “psikiyatrik vaka” olduğunu söyledi. Prof. Dr. Saygılı, Ağustos ayı içinde Evranosoğlu ile konuşup hakkında tıbbi yargıya varması için kendisini bir yere davet ettiklerini, orada bir süre konuştuktan sonra gerçek bir kanaate vardığını da sözlerine ekledi.
   
Böyle hastalar çok. “Bu tip hastalarımız çoktur. Kimi, 1960 Askersel darbesinin kendi emriyle yapıldığını; kimi zaman, zaman fezaya çıktığını, kimi Tanrı ile konuştuğunu söyler. Aslında bunlar birer hezeyandır. Gerçek dışı inançtır” diye söze başlayan Saygılı şöyle devam etti:
   
Ayda namaz. “Evranosoğlu, Ay’da namaz kıldığını söyleyebiliyor. Bunun gibi sözde Afrika’ya gidiyor, hatta sözü neredeyse ermişliğine kadar getiriyor. Bilimsel olarak, böyle konuşan kimseler klinik vakadır. Yalnız bunun şizofreniyle karıştırılmaması gerekir; çünkü bu hezeyanların dışında çok normal insanlardır. Hatta zekidirler. Zeki odlukları için de, çevrelerinde hezeyanlarına, yani gerçek dışında yarattıkları hayalî dünyalarına inanacak kimseler toplayabilirler.”
   
Tarihteki ünlüler. “Tarihte ünlü devlet adamları arasında bile, bunun örnekleri çok görülmüştür. Öyle ki bazıları bütün bir toplumu, bütün bir milleti, bilimsel gerçeklere uymayan ütopyalarının peşinden sürükleyebilmiştir. Bu tip vakalara tıp dilinde, (hezeyan ya da Türkçesi gerçek dışı inanç) denilir. Bu olaylar yargı bozukluğudur. Bize göre, kendilerinde Tanrısal güç bulunduğunu ya da Ay’da namaz kıldığını söyleyen ve kliniklerimizde çok sayıda örneği bulunun bu tip hastalar kesinlikle psikiyatrik tedaviye ihtiyaç gösterirler.”

    MİSTİK PARANOYA NEDİR?
   
Mistik paranoya psikolojik bir hastalıktır. Kendilerinde tanrısal güç bulunduğuna inanan bu tür hastalarda yargı bozukluğu görülmektedir. Hayal dünyasında yaşayan ve ileri sürdükleri düşüncelerin bilimsel gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bu kişilerin mutlaka psikiyatrik tedaviden geçmesi gerekir. Söz konusu kişiler zeki olur. Zeki oldukları için de bu hezeyanları (gerçek dışı inanç) dışında normal bir insan olarak görülür ve çevrelerinde hayal dünyalarına inanacak kimseler toplayabilirler.
   
Milliyet’in pazar günleri yayımlanan Haftaya Bakış adlı ilginç bir dergisi var. Bu derginin 14 Aralık - 20 Aralık 1986 döneminin önemli olaylarını içeren 9. sayısıyla 15–21 Şubat 1987 döneminin önemli olaylarını içeren 18. sayısında, Zöhre Anayla ilgili ilginç haberler var.
   
Kendisine şifa için gelenlerin izdihamlarını demir kapıların güçlükle önleyebildiği 30 yaşlarında Zöhre Ana; doktora gidemeyen, ilaç alacak parası olmayanların son sığınağı. İlkokul mezunu; asıl adı Süheyla Höke; eline kitap almamış; modanın öncülüğünü yapmış bir kadın; 3–5 yıl önce ani bir değişimle nasıl oluyor da evliya olup çıkıyor. 3–5 yıl önce Süheyla Höke’de meydana gelen değişiklikler ailesini çok ürkütmüş; götürmedikleri hacı ve hoca kalmamış. Sonra; günlerden bir gün, bir kadın çıkagelmiş; “Bu evde bir ermiş varmış; rüyamda gördüm. Benim hastalığımı iyi edebilirmiş” demiş. Süheyla Höke; şöyle bir okuyup, üflemiş hasta iyi olmuş. Ondan sonra; ta İran’dan Humeyni gibi bir din büyüğünün! Ülkesinden bile otobüs dolusu hasta gelmiş. Doktoru, subayı, polisi ve profesörleri gelmişler; tedavi olup gitmişler. Kadın ermiş! Evlilik yaşamı da tümden bitmiş.
    Bakınız neler diyor Zöhre Ana. Adı değişmiş, Zöhre Ana oluvermiş.
    “Ben, beş yıl önce gerçekleştim. Daha önce herkes gibi bir insandım. Çocukken hiç bir belirti yoktu. Ailem çok sıkıydı. Ben hacı hoca değilim, evliyayım. Şu anda benden başka evliya yok. Tüm eski evliyalarla ilişkiye geçiyorum. İstedikleri zaman türbelerini ziyaret ediyorum. Her evliya bana başka şey öğretti. Bana namaz kılmayı da Allah öğretti.”
“Zöhre Ana, namazı herkesin kıldığı gibi değil. Allahın kıldığı gibi kıldığını dergi mensubuna söyledi. Bütün görevi Allahın kendisinden istediklerini yerine getirmek, hastaları iyileştirmektir.”
    “Evde temizliğe çok önem verildiği için, büyük kalabalığın, duvarlarında Hazreti Ali’nin resmi bulunan odayı kirletmemesi amacıyla, hasta kabulleri koridorda yapılıyordu.”
    “Zöhre Ana, hastaları üç gruba ayırmaktaydı. Birinci grupta, sadece elini sürmesi ve hastayı yeşil bir bez vermesiyle tedavi edilen hastalıklar vardı. Başı ağrıyanlar, midesi ağrıyanlar, gözü az görenler, romatizması olanlar bu gruba giriyorlardı. Felçliler, gözleri hiç görmeyenler, kanserliler, saralılar, korku yüzünden kaşıntıya yakalananlar ise ikinci grubu oluşturuyorlardı. Üçüncü gruba girenler ise çocuğu olmayanlardı. Bunların sırtları Zöhre Ana tarafından sıvazlanıyor ve okunmuş elmaları koçanlarıyla yiyorlardı.”
    “Belki garip gelecekti ama Zöhre Ana bir bakıma koyu bir Atatürkçü sayılırdı. Dergi mensubuna bunları söyledi.”
    “Hacı Beştaş Veli gerçekte ATATÜRK’TÜR. ATATÜRK’ÜN tüm yaşamını, deyişlerini hep bilirim. Bana kendisi öğretti. Ben herkesin düşüncelerini okurum, geleceğini görürüm, ama söylemem, söylemek yanlış çünkü.”
    “Zöhre Ana, hacıya, hocaya ve onların verdikleri muskalara da karşıydı.”
    Zöhre Ana hakkında bakınız Ankara İl Sağlık Müdürü Dr. Muzaffer Keçeci Bey ne diyor:
    —Benim böyle bir olaydan haberim yok. Şarlatanlık yapıyordur. Eğer bize resmi olarak kimse şikâyette bulunamazsa bir müdahale yapamayız. Hastalardan para ve benzeri şeyler almıyorsa, yanlış uygulamalar yapmıyorsa, zarar pek söz konusu değildir.” dedi. 1996 yılında; Mamak’ta Türkiye Cumhuriyeti Yetkilileri, Zöhre Ana külliyesinin temeline attılar.
    25.Ocak.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 1’inci ve 7’inci sayfalarında Londra’dan bir haber yayımlandı. “Peygamber Polis...”
    Ragıp Duran bildiriyor:
    (1. sayfa) Peygamber Polis
    “Allah beni, insan kulları arasına resul olarak gönderdi. Şimdiye kadar yaptığım açıklamalar hep içimden gelen sesin dışarı yansımasıdır” Bunu söyleyen James Anderton adında bir İngiliz. Sıradan bir İngiliz olsa, İngiliz’in de meczubu böyle oluyormuş zahir der geçersiniz. Ama gelin görün ki adam Manchester’ın Emniyet Müdürü.
    (7. sayfa) Polisten Peygamber
    “Allah beni, insan kulları arasına resul olarak gönderdi. Şimdiye kadar yaptığım açıklamalar hep içimden gelen sesin dışarı yansımasıdır” Bunu söyleyen James Anderton adında bir İngiliz. Sıradan bir İngiliz olsa, İngiliz’in de meczubu böyle oluyormuş zahir der geçersiniz. Ama gelin görün ki adam Manchester’ın Emniyet Müdürü.
    LONDRA- Misyoner sakallı, derin bakışlı, iri yarı bir adam. Apoletli üniforması daha da irileştiriyor cüssesini. Kumral Manchester’da değil de Beyazıt Camii’nin oralarda dolaşsa pek göze batmaz belki. “Mülteci” derler geçerler.
    James Anderton Manchester Emniyet Müdürü. 54 yaşında. İngiliz kilisesinde doğmuş, sonra Metodist Kiliseye geçmiş, şimdi de Katolik olmaya meyilli. Geçenlerde BBC radyosunda yayımlanan bir demeci etrafı karıştırdı. Independent gazetesine manşet haber, Times’a başyazı konusu oldu bu açıklama. “Kendimi tamamen yüce Allaha emanet etmiş bir insanım. Tüm benliğimi yüce Allaha ve Hazreti İsa’ya adadım. Belki de bu yüzden Allah, insan kulları arasına beni resul olarak gönderdi. Şimdiye kadar yaptığım açıklamalar hep içimden gelen sesin dışarı yansımasıdır. İçimden gelenleri değiştiremezdim” diyordu James Anderton. İlahi kudret tarafından yönlendirildiğini öne süren ve bu mistik misyonu apoletli üniformasıyla radyo mikrofonlarına, televizyon kameralarına açıklayan Anderton İngiltere’de haftanın adamıydı.
    Belki İngiltere; din kurumunun hem resmi hem de aile düzeyinde, hala oldukça etkin olduğu bir ülke. Ama yine de kamuoyu, “peygamber polis”in bu açıklamalarından tedirgin oldu. İngiltere kilise hiyerarşisinin ilk 26 papazı, mevkileri dolayısıyla Lordlar Kamarası’nın doğal üyeleri. Kimileri bu kara cübbeli, haçlı, sakallı lordları “Tanrı Babanın Kontenjan Senatörleri” olarak niteliyor. Kimseye siyaset yasağı uygulanmayan İngiltere’de ruhbanlar da, özellikle ahlaki konular gündeme geldi mi, siyasi kanallardan görüşlerini dile getiriyorlar. Dahası, haftanın 7 akşamı ticari televizyon kanalı, 3 dakikalık din programıyla kapanıyor. “Gece Düşünceleri” adlı bu programda Hıristiyan’ından Protestan’ına, Müslüman’ından Budist’ine kadar her din, mezhep ve tarikat sözcüsü ekrana çıkıp uykudan önce vicdanları rahatlatmaya çalışıyor.
    Eee, böyle bir ülkede nedir Anderton’un açıklamalarının bunca yankı yaratmasının nedeni? Efendim, ilahi kudretin sözcülüğüne öz atama yoluyla gelen Emniyet Müdürü, nasıl desem biraz sert bir adam. Mesela zanlı, sanık ya da suçlulara dayak cezasının uygulanmasını talep ediyor. Dahası “çalışma kampları” taraftarı. Hazreti Anderton’un en büyük hasımları eşcinseller, fahişeler ve uyuşturucu madde müptelaları. “Bunlar kendi çöplüklerinde birbirlerine girerek, yol açtıkları genel çöküş ve yozlaşmanın kaçınılmaz sonucu AİDS’E yakalanıyor. Müstahak bunlara! “Anderton, bu açıklamalarıyla AIDS’NİN şimdiye kadar gözden kaçan bir kaynağına dikkat çekmesine rağmen, başta doktorlar ve sağduyu sahibi insanlar (kim bunlar Allah aşkına?) tarafından kınandı.
    Olay, şimdi polis örgütü içinde de ele alınıyor. Manchester kentinin siyasi yetkilileri, Anderton’un akli dengesinin istikrarsızlığa doğru yol aldığını belirtirken, istifanın ya da erken emekliliğin çekici bir çözüm olduğu görüşündeler. İçişleri Bakanlığı da soruşturmasını tamamlayıp, peygamber hakkında bir karara varacak.
    Ne demeli? Allah, Anderton’un sonunu hayırlı eylesin!

    TEK BAŞINA DEVLET!
    Karısı kaçtıktan sonra akli dengesi bozulan üniversiteli, tek başına yaşadığı mağarada “TÜRK İSLAM DEVLETİ” kurduğunu açıkladı.
    Almanya’da üniversite tahsili yaparken karısının, çocuğunu da alıp kaçması, İskender Gündüz’ü perişan etti. 4 yıldır, Balıkesir’in Bigadiç ilçesi Çiftlik Köyü sırtlarındaki bir mağarada yaşayan İskender, “Boş durmak işime gelmedi, ben de Türk İslam Devleti kurdum” diye köylere haber saldı.
    Adını Devlet Başkanı İmam Ali Kasım” koyan İskender Gündüz, Amerika ve Rusya bana maddi destek sağlayacaklardı; fakat sözlerini tutmadılar. Sonunda aç kaldım. Şimdi köylüler bana yemek gönderiyorlar da karnımı doyuruyorum;” dedi.
    Ve yine bir resimli haber. Ankara’nın göbeğinden, Anafartalar Caddesi’nden bir haber:

    BİR GARİP İHTİYAR
    Ankara’da, Anafartalar Caddesinde, dün öğle üzeri elinde bayrakla dolaşıp sloganlar atan yaşlı adam etrafına meraklı bir kalabalık topladı. Kamber Kılıç adlı sakallı ihtiyar “Müslümanlar sesimi duyun. Çarşıda kadın gezerse, namaz yalandır. Cuma günleri tatil olmalıdır.” diye bağırıp durdu. Polis, ihtiyar adamı ikaz ederek gösterisine engel oldu ve olay yerinden uzaklaştırdı.
    Ve Evranosoğlu’yla ilgili haberler. Ruh hastası teşhisiyle tabip raporuyla salıverilen Evranosoğlu üzerine yoğun haberler.

    EVRANOSOĞLU’NUN SERBEST BIRAKILMASINA SAVCILIK İTİRAZI
                                                                      Oktay ÖZESKİCİ
Laikliğe aykırı davranmak ve dini bir akım başlatmak için tarikat kurma suçundan yakalanan, ancak akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle serbest bırakılan DPT uzmanı İskender Evranosoğlu ile ilgili olarak DGM savcılığı yeni bir itirazda bulundu. Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin “Akli dengesinin yerinde olmadığına” ilişkin raporu üzerine sanığın DGM’ce serbest bırakılmasına itiraz eden savcılık, bu belirleme üzerine sanığın muhafaza ve tedavi altına alınmasının yasa hükmü olduğunu bildirdi.
    Türk Ceza Kanununun, sanığın akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamayacağına ilişkin 46. maddesinin, bu durumdaki kişinin korunma ve tedavi altına alınması gerektiğini de belirttiğini kaydeden savcılık, bu hükmün uygulanmamış olmasını bir eksiklik olarak gördüğünü ifade etti.

    NE YAPILMASI GEREKLİ?
    12 Mart 1987 perşembe günü hâkim huzuruna çıkacak Evranosoğlu için savcılığın uygulanmasını istediği TCK’nin 46. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyle:-Eski ceza yasamızın-
    “Şahsın korunma ve tedavi altına alınmasına hazırlık soruşturmasında sulh hâkimi, ilk tahkikatta sorgu hâkimi ve son tahkikatta vazifeli mahkeme tarafından karar verilir. (Sorgu yargıçları ve sorgu yargıçlığındaki sorgu kaldırıldı. C.Savcılığı ve Güvenlik te sorgulama yapılmaz (yeni CMUK)
    Koruma ve tedavi altında bulundurma süresi şifaya kadar devam eder. Yalnız, sanığa isnat edilen suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu süre bir seneden az olamaz.”
    TCK’nin 163. maddesi gereğince “laikliğe aykırı hareket ettikleri” iddiasıyla haklarında 10 yıla kadar hapis cezası isteriler İskender Hoca’nın 18 müridi ise suçlu bulunursa cezalandırılacaktır (TCK md.163 kaldırıldı).
    İskender Hoca’nın yargılanmasına başlandı.

    DOKTORLAR DURUMU ANLAMADI
    İskender Evranosoğlu, DGM’deki duruşması sırasında “Ruh doktorları davranışlarımı normal buldu, ama ilham müessesesini anlamadılar” dedi.
    ANKARA (UBA) - İskender Hoca ve 18 müridinin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanmalarına başlandı. DPT uzmanı İskender Evranosoğlu, “Risalet Nurları” isimli yazdığı kitabın kendisine Allah tarafından ilham yoluyla indirildiğini belirterek, “Ruh doktorları davranışlarımı normal buldu, ama ilham müessesesini anlamadılar” dedi.
    İskender Hoca müritleri hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı tarafından laikliğe aykırı davrandıkları gerekçesiyle açılan davanın ilk gününde savcılık iddianamesini okudu. Mahkeme Başkanı Ekrem Çelenk, İskender Evranosoğlu hakkında Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi tarafından 17.2.1987 tarihli 65 sayılı raporda, sanığa Paranoid teşhisi konulduğunun ve ceza ehliyeti ve bunu kaldıran veya hafifleten sebeplerle ilgili TCK’nin 46. maddesinden yararlanabileceğinin belirtildiğini söyledi. Çelenk, sanık Evranosoğlu’na “deli olduğunu söylüyorlar” deyince, İskender Hoca, “Doktorlar benim davranışlarımı normal buldular. Ancak ilham müessesesini anlamadılar ve ilham müessesesinin akıl hastalığı belirtisi olduğunu söylediler” dedi.
    Daha sonra sanıkların sorgularına geçildi. İlk olarak İskender Hoca lakabıyla bilinen DPT uzmanı İskender Evranosoğlu’nun sorgusu yapıldı. Evranosoğlu sorgusunda, mescit olarak kullanılan yerdeki kasada bulunan el yazısıyla yazılmış “Risalet Nurları” isimli kitabın kendisine, Allah tarafından ilham yoluyla indirildiğini söyledi. Evranosoğlu şöyle konuştu:“Ancak bana ilham gelmesi peygamberlikle değil, mehdilikle ilgilidir. Laikliğe aykırı
Hiçbir davranışım olmadı. Laikliğe aykırı telkinde bulunmadım, propaganda yapmadım. Sadece ibadet yaptım, Kuran okudum, tefsir yaptım. Risalet notlarını hiç kimseye açıklamadım. Çünkü bu Allah ile benim aramda iç dünyamla ilgili bir husustur. İslam ekonomisi isimli bir teksir yazdım. Ancak bunu kimseye açıklamadım. İskender Ali Mir ismiyle tasavvuf yolları isimli bir kitap yazdım. Suçlamaların tümünü reddediyorum.”
    Duruşma tanık gazeteciler Emin Çölaşan ile Sabri Canbeyli’nin dinlenmesi için saat 14’e ertelendi. (13.3.1987-Cumhuriyet)

    İSKENDER HOCA ve ARKADAŞLARI İÇİN 3–12 YIL HAPİS İSTENDİ        
    ANKARA, (Hürriyet)- “İskender Hoca” olarak bilinen DPT eski uzmanı İskender Evranosoğlu ile 18 arkadaşının laikliğe aykırı davranışlarda bulunmak suçundan yargılanmalarına dün Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde başlandı. Duruşmada iddianamesini okuyan DGM Savcısı, Evranosoğlu ve öteki sanıkların TCK’nin 163. maddesine göre 3–12 yıl hapis cezasına çarptırılmalarını istedi.
    Savcı, Evranosoğlu hakkında verilen akli dengesinin bozuk olduğu yolundaki raporu da hatırlatarak yargılama ve cezadan muaf tutulması halinde iyileşinceye kadar müşahede altında bulundurulmasını da istedi.
    İskender Evranosoğlu da yapılan sorgusunda laikliğe aykırı davranışlarda bulunmadığını ifade ederek, “Bu, Allah’la benim aramda özel bir konudur” dedi.
    Ve Zöhre Anayla ilgili Prof. Dr. Orhan ÖZTÜRK’ÜN HAFTAYA Bakış’ın 9 ve 18. sayılarında yayımlanan iki görüşünü de okuyalım.
    Prof. Dr. Orhan Öztürk

    HACI, HOCA, ÜFÜRÜKÇÜ ve EYLİYALAR
    Haftaya Bakışın 9. sayısında “Başkent’teki Evliya” başlığıyla Zöhre Ana adlı bir kadının evliyalık öyküsü yayınlandığından beri büromuzun telefonları hiç durmadı. BAKIŞ okurları ısrarla Zöhre Ana’nın adresini istediler. Hepsi dertlerine ya da hastalarına son bir umut peşindeydiler. Ama sadece “ilginç bir olay” olduğu için dergimizde haber olarak yer almış olan Zöhre Ana yayınının yanında Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Öztürk’ün “bu tür kişilerin yararlı olabilecekleri gibi, zararlı da olabilecekleri” yolundaki uyarısı gözden kaçtı. Bu süre içinde Zöhre Ana’ya başvuranlar da “Türbelere ziyarete gitti”, “Evde yok”, “Artık hasta bakmıyor” gibi yanıtlarla karşılaştılar. Bazı suiistimal söylentileri ve olasılığı üzerine konuyu yeniden Prof. Dr. Orhan Öztürk’le tartıştık:
    HAFTAYA BAKIŞ - Kendilerini “evliya” “hacı-hoca” olarak adlandıran ve “şifa” dağıttıklarını söyleyen kişilerin varlığını nasıl yorumluyorsunuz?
    ÖZTÜRK - Türk toplumu hacı, hoca, üfürükçü, evliya, ermiş adı altında tedavi yapmaya çalışanlar tarafından halkın sömürüldüğü, istismar edildiği bir ortamdır. Basın da bu kişilerin gerçek yüzlerini topluma yansıtırken, bir yandan da reklâmını yapıyor.
    haftaya bakış - Dergimizin yayını ile gün ışığına çıkan Zöhre Ana olayını nasıl değerlendiriyorsunuz:
    ÖZTÜRK - Zöhre Ana ile ilgili yayının, bazı kesimlerde yanlış değerlendirildiği kanısındayım, bu tür uygulamalar, gerçekte birçok organik ve ruhsal hastalıkların tanı ve tedavisinin gecikmesine, bazen de tümden önlenmesine yol açıyor. Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra bunlar tamamıyla yasaklanmış oldukları halde, toplumdaki din sömürüsüne paralel olarak artış göstermişlerdir.
    HAFTAYA BAKIŞ- Bazı hastalıkların telkin yoluyla tedavi edilebileceğini söylemiştiniz. Zöhre Ana da, bu yolla tedavi ettiği hastalar karşısında kendisini evliya sanıyor olabilir mi?
    ÖZTÜRK-  Olabilir. Çaresiz ve umutsuz insanlar, doğaüstü bir güce bağlanma gereksinimi hissederler. Örneğin; Anadolu köylerinde, büyük kıtlıklar, yoksulluklar ve bunalımlar olduğu dönemlerde evliyalar türer. Bu tür uygulamaların yaygın oluşunun başka nedenleri de, halkın iyi eğitilmemesi, sağlık kuruluşlarının yetersiz kalması, bu tür uygulamaların dinle ilgisi olmadığı halde, varmış gibi bir inanç yüklenmesidir. Organik bir bozukluğa bağlı olmayan, ruhsal kaynaklı histerik körlük, histerik sağırlık, histerik felç gibi hastalıklar telkinlerle geçebilir, bir kısmı da kendiliğinden iyileşebilir. Ancak, hekime gitmediği içini kronikleşen hastalar da çoktur.
    HAFTAYA BAKIŞ- Ya tıbbın çaresiz kaldığı hastalıklar?
    ÖZTÜRK- İnsan yaşamında tedavisi mümkün olmayan hastalıklar da vardır. Bu hastalıkları, insan onuruna yakışır şekilde kabullenmek gerekir.
    HAFTAYA BAKIŞ- Zöhre Ana 5 yıl önce kendi kendine aralıksız konuşmaya ve ilahiler okumaya başlıyor. Bugün de düzgün ve tekdüze konuşmayı sürdürüyor.
    ÖZTÜRK - Ruh hastaları arasında kendilerini peygamber, evliya olarak görenler, olağanüstü güçleri olduğunu söyleyenler vardır. Okuyup üfleyerek hastaları tedavi ettiğini ileri süren bu insanların önemli bir kısmının da ruh hastası olması mümkündür. Bir kısmı şarlatandır, bir kısmı gerçek ruh hastasıdır. Ama halkı sömürme yoluna gitmeyen ve teselli etmek, rahatlatmak amacıyla dinsel telkinler yapan insanlar da olabilir. İleri derece içe kapanma, kendi kendine konuşma ve sonra da “evliyayım” diye ortaya çıkma, ağır ruh hastalıklarında sıklıkla görülen belirtilerdir. Halk arasında, “Kimi deli, kimi veli dedi” diye bir söz vardır.
    HAFTAYA BAKIŞ- Bu tip ruh hastalıklarının konuşmalarının mantıklı olması olasılığı var mıdır?
    ÖZTÜRK - Konuşmalar bazen mantıklı, bazen de mantıksız olabilir. Konuşmaların içine sürekli dualar katarak, dışarıya bir evliyanın konuşmasıymış gibi gösterilebilir.
    HAFTAYA BAKIŞ- Zöhre Ana gibi kişilerin zararları olabilir mi?
    ÖZTÜRK - Bu tür uygulamaların, hastaları bilimsel tıptan uzaklaştırmaları, erken tanı konmasını önlemeleri, tedavi edilebilecek birtakım hastalıkların tedavisini geciktirmeleri, tedavisi mümkün olmayan hastaların da oradan oraya dolaşmalarına neden olmaları gibi zararları vardır. Sağlık sistemimiz, bütün halkımıza yeterli sağlık hizmeti götürebilecek düzeyde olmadığından ve eğitimdeki eksikliklerden dolayı, bu tür hekimlik dışı uygulamalar Türkiye’de devam etmek durumundadır. Prof. Dr. Orhan ÖZTÜRK
   
    EFSANE YAYGINLAŞTIKÇA, GÜÇ ARTAR     
    Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan ÖZTÜRK, HAFTAYA BAKIŞ’IN sorularını yanıtladı:
    HAFTAYA BAKIŞ - Zöhre Ana olayını nasıl yorumluyorsunuz?
    ÖZTÜRK - Çok eski çağlardan beri, hekimliğin önemli bir kısmı büyüye dayanmıştır. Çağdaş hekimlik geliştikçe büyü kaybolmuş ve yerini bilimsel hekimlik almıştır. Ama özellikle geri kalmış toplum kesimlerinde büyüye dayalı iyileştirme yöntemleri hala süregelmektedir. Burada iyileşme inanmaya bağlıdır. Kişi inandığı oranda iyileşir ya da iyileştiğini kabul eder.
    HAFTAYA BAKIŞ- Bu inanç nasıl doğuyor:
    ÖZTÜRK - Tedavi edicinin çevresinde büyük bir efsane geliştirilir. Bu efsaneye göre birçok öyküler yaratılır. Öykülerin yaratıldığı ve yaygınlaştığı oranda da tedavi edenin gücü artar. Bu kişilere giden hastaların büyük bir kısmı, zaten iyileşmeye hazır bir inançla giderler ve gerçekten de olumlu sonuçlar ortaya çıkabilir. Fakat kanser gibi hastalıkların tedavi olayı, bugünkü bilimsel hekimliğe göre, sadece efsanelerin bir parçasıdır.
    HAFTAYA BAKIŞ - Zöhre Ana ve benzerleri daha çok hangi tür hastalıklarda başarılı olabilirler?
    ÖZTÜRK - İyileşen rahatsızlıklar, genellikle bizim ruh hekimliğinde “histeri” dediğimiz rahatsızlıklardır. Histeri telkinle ve birtakım işlevsel bozukluklarla oluşan hastalıklardır. Örneğin Histerik felç, histerik körlük, histerik sağırlık, histerik kusmalar, histerik öğürmeler olabilir. Bunlar bilinç dışı sıkıntılara bağlı rahatsızlıklardır. Bu rahatsızlıkların önemli bir kısmı telkin yöntemleriyle düzelebilir. Eğer hasta tedavi olacağı bu kişiye inanıyorsa, onun yönteminin ilaç, okuyup, üfleme veya elektrik masajı olması pek fazla fark etmeyebilir. Hastalık ortadan kalkabilir.
    HAFTAYA BAKIŞ- Zöhre Ana’nın körleri iyi ettiği iddiaları da var.
    ÖZTÜRK - Histerik körlük çok eski çağlardan beri bilinen bir şeydir. Peygamberlerin okuyarak, sıvazlayarak iyileştirdiği hastalar bu tür hastalardır. Örneğin İsa, yirmi yıl felçli bir hastayı kaldırıp yürütmüştür. Bu hastalar, derin bilinç dışı çatışmalar, sıkıntılar nedeniyle rahatsızlanmışlardır. Bunlar, Hipokrat döneminden beri bilinen rahatsızlıklardır. Bir kısmı telkin yöntemleriyle düzelir. Hekim ilaç, iğne veya elektrik masajı ile de düzeltebilir. Ama hekim iyileştirdiğinde bir efsane yaratılmaz. Çünkü burada büyüsel bir güce gereksinim yoktur. Oysa Zöhre Ana örneğinde, büyüsel bir etkiye gereksinim olduğundan dolayı, sürekli olarak onun yaşatılması ve iyileştirme olaylarının biraz da abartılmış bir şekilde öyküleştirilmesi gerekir.
    HAFTAYA BAKIŞ- Bu tür kişilerin yararlı oldukları söylenebilir mi?
    ÖZTÜRK - Yararlı olabilecekleri gibi, zararlı da olabilirler. Hekim tedavisiyle iyileşebilecek hastaların uzun süre hekime gitmesinin önlenmesi de söz konusu olabilir. Bazen hekime gitmekte geç kalınabilir. Batı toplumunda inanca dayalı iyileştirme yöntemleri vardır, ama bize oranla çok daha azdır.
    İstediğimiz kadar örnekleri çoğaltalım; bu bir beyin işi. Milliyet gazetesinin 11 Nisan 1977 tarihli ve l0603 sayılı sayısının 13. sayfasında yayımlanan bir haberi de verelim. Suç inananlarda mı, inananları inanmaya zorlayanlarda mı sizler karar veriniz.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hеllο are usіng Wordрresѕ fοг yοur blog plаtform?
I'm new to the blog world but I'm trying to get stаrted and set
up my own. Do you require any html coԁing knowlеdge to make yοuг
own blog? Any help would be really appreсіateԁ!


Also viѕit my webрage seopressor version5

Adsız dedi ki...

Yes! Finаllу sοmеone writеs about Get оnpageseο plugin.


my web blog ... Plugin For Blogs
my web page :: seopressor version5

İzleyiciler

Blog Arşivi