12 Nisan 2010 Pazartesi

76- PATATESLER

                                       
        OSMAN TÜRKOĞUZ,
       Çeşmealtı; 14 Mayıs 2008
        


            76- PATETESLER.

           Patates denilen yamru yumru ürün, Domates, Fasulye, Kakao ve Hindi gibi, Amerika kıtasından gelmedir. Dünya üzerinde, binlerce tür PATATES çeşidi mevcuttur.
Patlıcan, Biber, Domates ile birlikte kızartılan Patates yemeğine bayılırım. Fakir fukara, ellerine geçirdikleri etin içersine Patates ekleyerek yenilen bir sofra’da buluşurlar.
Geçmiş yıllarda; kışlalarda, Patates soymak çok zor bir mutfak göreviydi.
Hele şükür; bir sivri akıllı ortaya çıkarak Patates Soyma Makinesini icat ederek Patates soyma derdini sona erdirdi.
Kızartılmış, ince dilim Patatesler, nerede ise dünyayı istila etti. Bu PATATES öyküsü, birdenbire, neden mi beynime takıldı.
İngiltere’de ve tüm dünya’da atasözü haline gelmiş olan, İrlandalı bir yazarın özdeyişini okuduğum torunumun değerlendirmesini, Sayın Bay Fazıl Emre’nin, Kuşadası’nda yaptığı OSMANLI SERANAT’I hatırlattı.
Kupkuru, geçmişleri ile övünenlere: ”Yalınız ataları ile övünenler, Patatese benzerler ki İşe yarar kısımları, toprağın altındadır.” dediğimde, torunum da.” Dedeciğim Patateslerin toprağın üstünde kalan kısımlarını inekler bile yemezler. Toprağın üstündekiler, kendi değersizliklerini örtme savaşındalar.
Biz, geçmişten dersler çıkartarak, kendi geleceğimizi ve gelecek çağların geleceklerini kurtarmak için, kendi çağımızdaki savaşımıza bakalım.” Dediydi.
Çağrışım denilen olgunun gücü; benim, savaşa bu şekilde girmeme neden oldu.
            Ünlü bir Romalı: “Geçmişlerini doğru, dürüst bilmeyenler, yaşamları boyunca, hep çocuk kalırlar.” demiş, doğru söze ne denir.
Bendeniz, ilk önce, Üçüncü Mustafa’nın bir şiiri ile meydana gireceğim. Üçüncü Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler yazmıştır.
Şimdi, kendi devrinden ve devletinden nasıl yakındığını okuyalım.

               “Yıkılıptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;
                Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,
                Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele, (saadet kapısında)
                İşimiz kaldı heman Merhamet’i lemyezele.
                Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,
                Envai inayatını kıldın bana ihsan,
               Gördüm, fukara kullarının hali perişan,
               Her biri ider mihnet ile çaki giriban
               Tahrib’i bilad itmek ile dümen’i İslam
               Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.
               Her semt’i memalik denice türlü mehalık.
               Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.                                   1
              Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,
              Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.
              Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,
              Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.
                         1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:

“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,
Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan
Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah.”
Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25

           Şeyhülislam Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda yalınız kaldıklarında: ”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar.” Der.
Sadrazam, bu nasihata bozulur, alaylı bir biçimde:
Tamı tamamına (135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halkı; bakınız, olaya hangi pencereden bakmıştır:

Eyeri kaltağ Osmanlı,
                     Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                     Ekende yok, biçende yok
                     Yiyende ortağ Osmanlı.

           Şimdi, kalkıp,   Rahmetli Fikret’in,  HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım?
Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin (1371–1439) HARNAME adlı hicvini okumayan var mı?
Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin sosyal tarihi değil de nedir?
Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük şairidir. (1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış, 1556 senesinde de vebadan ölmüştür.
Kanunî Sultan Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır.
Kanunî de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı.
Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun İstanbul Elçisi BUSBECG’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR çekimidir. (1554–1562 arası).
ŞİKÂYETNAME’NİN başlangıcını okumak yeterlidir. Kanunî’nin emri ve haberi olmadan maaşının verilmemesi düşünülemez.
Kanunî’yi uyaranlar : ”Devletlû ve dahi Azametlû Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR!
Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız bilürsünüz” dediler; maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı.
ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:
”Selam verdim, rüşvet deyildir deyü almadılar.
Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit olmadılar.
Eğerçi zahirde suret’i itaat gösterdiler,
Amma zeban’ı hal ile cemi sualime cevap verdiler…”

Avusturya Elçisi Busbeck,1555 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’da bulunan dostlarına yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir.
Bu mektuplardan bir iki parça vermekle yetineceğim.
Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi: ”Gerçekte, Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa gitmiş olması için dua edecektir”.s. 38
“İyi tanıdığım, yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü. İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktim edeceğini öğrenince, buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim.
Kendisine, iki ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının. Yenilginin sürekli bir anısı olarak, düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282
“Rüstem, her zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi.
Politik durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı. Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245
“Rüstem, tercüman’a: Sizin fikriniz nedir,  Busbeck’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: Busbeck, vaat ettiği hediyeleri verir.” Dediğinde. ”Git evine, sor o’na. Der.
Bu konuda Busbeck’i dinleyelim:<şimdi, yanımda, her türlü olasılığa karşı, (5.000) Düka altını var. Bu miktar altın, (6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir para vaat etmiştim.”s.246
           Yeniçeri Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi, Kanunî’nin damadı bile olmuştu.
Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen, Ukraynalı bir papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade MUSTAFA’YI boğdurtmuşlardır.
Busbeck:
Şeyh zade Mustafa öldürülmeseydi, çocuklarımızın başına musallat olacaktı: diyor.
            Ben, bu konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş.
Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı dönemini göklere çıkartarak: ”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi olacağız” buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada.
Bu Beyefendi, hiç merak etmesinler, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Osmanlı devleti gibi olmasına izin veremeyiz. Demek ki, bu zat’ı muhterem de gidişata bakarak, sonumuzu iyi görmedi. İşte, bu tutarsız toplantı yüzünden bu yazıyı, çalakalem yazdım.
             Osmanlı döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk kökenlidir.
             Osmanlının bu konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının 6’nci maddesinin, TÜRKTEN VEZİR ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da haberi şerifleri yoktur sanırım.
Arnavut kökenli Koçi Bey, dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar: Der.
İkinci Murat döneminde, “Yazıcı oğlu Ali’ye Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde” ula Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ GÜNÜ OLAN, 27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti ile boğdurulmuştur.
            Daha anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar.
Osmanlı Tarihçisi NAİMA, Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak, Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I Bİ İDRAK)-Akılsız,  idraksiz Türk –diyebilmiştir.
Lütfen,   Von HAMMER’in Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir yerinde: Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan… Değerlendirmesini görürsünüz.
            Osmanlı’nın biz Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur?
“Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık lık içer ayranı.”
            Osmanlı Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil miydi?
            Osmanlı dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler. Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız.
Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının, hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof.Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü araştırmasından öğreniyoruz.
Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.
          Anadolu, anlatılan ve üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler olduğunu bir de benden okumalısınız.
Osmanlı devleti, tam (375) sene, Mekke ve Medine’ye Sürre Alayları ile neler mi gönderdi. Sürre Emini’nin atının eyer takımları altın ve gümüşten imal edilirdi, Urgan olarak kullanılan kısımları da saf ipekten yapılırdı. Götürdükleri eşyanın tutarı da akıllara zarar verecek cinsten idi.
         —200.000Düka altını, 20.000 ton buğday,
           —100.000 kat, elbise, çakşır, camedan, şalvar
           —100.000 adet kaftan,
           —Kâbe’de yakılacak bir senelik gülyağı. Osmanlı, tam (375) sene Kâbe’de GÜLYAĞI yaktırmıştır. E.B.Şapalyo, Mezhepler ve Tarikatlar tarihi
           Bir de, Şu Damadı şehriyarı Hırvat’tan dönme Rüstem Paşa’nın Terekekesini görelim. Kardeşi Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın Damadı ve karındaşından ünlüdür.             
          Rüstem Paşa’nın terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cöngünden alınmıştır. Eşi Mihri mah Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000Düka altını bıraktığı da rivayet edilmektedir.
        —8.000 adet güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli Mushaf. 5.000 adet çeşitli kitap, Memlûk köle, (oğuz, Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve Rumeli’nde 815 çiftlik, 2900 muharebe atı, 476 su değirmeni, 1106 adet deve, 5000 sırmalı kaftan, 8000 kavuk, 11.000sırmalı kavuk, 2.900 zırh, 2.000cübbe ve cevşen (örme zırh), 600 gümüş eyer, 500 gümüşlü miğfer, 500 altın kakmalı murassa (cevherli) eyer, 130 çift altın eyer, 700 murassa kılıç, 1000 gümüşlü mızrak, 70.000 Düka altını, 112 yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde, 1000yük kuruş, (100.000.000guruş). V Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
         Osmanlının tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta, gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D:N.A. yapısı oradaki Türk vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı?
Ben, hiçbir kimseye hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline.
Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
           Rüstem Paşa’nın saptanabilen tereke kesinini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz.
            Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?
“Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
            Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz.
"Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ
             
                              

                                                                      

                                                                                  5

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi