27 Temmuz 2012 Cuma

768/DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI


            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            Çeşmealtı; 25 Temmuz 2012.

                  DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI.
         Ramazanla birlikte din ile aldatmalar da ayyuka çıktı. Kendinden menkul Ulemalar ve dahi Vakanüvisler yazdıkça yazıyorlar. İki gün önceydi; bir gazetemizin Ramazan köşesinde dini terimleri açıklayan bir Ulemamız, kendi sorusuna kendisi yanıt vermişti:
         Soru:“Dünyanın en eski tapınağı hangisidir?
         Yanıt: Kâbe’yi muazzamadır?
         Yalancılık ve dahi ilmi namussuzluk bu kadar olur.

         Anadolu’muzun altına ve üstüne sahip bir Türk vatandaşı olarak, din ve bilim adına çok küfür ettim. Daha bu senenin içinde dünya arkeoloji dünyasına bomba gibi tarihi bir buluntu düşmüştü. Yiğit Urfa ilimizin sınırları içinde bulunan Göbekli tepe’de yapılan kazılar sonunda, MÖ:9000 yıllarına uzanan en eski bir tapınma yerine ulaşılmıştır.
         Mısır’daki piramitlerle, Meksika’da ve Çin’deki Türk piramitlerinin tapınma yeri olarak ta kullanıldığını bilmekteyiz. Meksika piramitlerinde, Tüylü yılan/Quatzequatıl’a, her sene 20.000 insanın kurban edildiğini de biliyoruz. Kâbe’nin içinde kaç kişi tapınır? Hz. İbrahim’in MÖ.2000 yılında Sümerlerde yaşadığını da biliyoruz.
             Alıntı: “ Hz. İbrahim, Tevrat’ta bahsi geçen Abram peygamber olup, Kur’an (6, 74)’a nazaran, Azar’in oğludur ve bu Azar ismi, kuvvetli bir ihtimal ile uşağının adı olan „Elazar“dan alınmadır. İbrahim’in ecdadının Tevrat’taki isimleri olan İbrahim b. Tareh b. Nahur b. Sarug b. Argu b. Falag b. Gaber b. Şalih b. Kinan b. Arfahşez b. Sam b. Nun, Taberi ve İbnü’l-Esir’de zikredilmektedir.
Abram b. Terah b. Nahor b. Seruc b. Reu b. Peleg b. Eber b. Şelah b. Kinan b. Arpakşad b. Sam b. Nun, Tevrat, Tekvin, 11, 10-26’dekine tamamiyle uymaktadır; yalnız Kinan adının, Tevrat, Tekvin, 5, 12’den alınarak bu secereye ithal edilmiş olması muhtemeldir. Tevrat (Tekvin,11, 28)’ta anlaşıldığına göre, İbrahim, Kildanilerin Ur şehrinden dünyaya gelmiştir.”
   Tevrat’ın en eski metni, MÖ: X111 ‘üncü asra aittir.                                                                                                               Lütfen üşenmeyelim de okuyalım.


“DÜNYA'NIN EN BÜYÜK TAPINAĞI URFA'DA”

  • ”Dünyanın en büyük tapınma alanı
    Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Doç. Dr. Schmidt, “Göbeklitepe’de ortaya çıkartılan tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliği taşıyor” dedi.
    21 Eylül 2003 — Şanlıurfa’da, Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Müze Müdürlüğü işbirliğiyle Göbeklitepe’de gerçekleştirilen kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan tapınağın, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıdığı bildirildi.
    Dünyanın en eski tapınağı Şanlıurfa'da
    Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden, Göbekli Tepe Kazıları Bilimsel Başkanı Doç. Dr. Klaus Schmidt, Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’de, 1995’den sonra gerçekleştirilen kazılarda, tarihi M.Ö 9 bin yıllarına uzanan Neolitik Çağ’dan kalma, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşların gündüzüne çıkartıldığını söyledi.
    Bölgedeki kazı çalışmalarının her yıl Eylül ayında başladığını ve yaklaşık 10 hafta sürdüğünü anımsatan Doç. Dr. Schmidt,”Göbeklitepe’deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, Neolitik Çağ’da yaşamış insanların, yabani sığır, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca, dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor” diye konuştu.
    Bu yıl Göbeklitepe’deki kazı çalışmalarında, 15 kişinin görev aldığını, gelecek 10 yıl içinde toplam 9 hektarlık alanda kazı çalışmalarını yürütmeyi planladıklarını kaydeden Doç. Dr.Schmidt, sözlerini, “Kazı çalışmalarında şu ana kadar ortaya çıkartılan büyük boy stelleri yerinde muhafaza ediyoruz. Küçük boy eserler ise Şanlıurfa Müzesi’nde
Sergileniyor. Önümüzdeki yıllarda gerçekleştirilecek kazılardan elde edilecek yeni bulgular, arkeolojinin dini haritasını yeniden şekillendirebilir” diyerek bitirdi.
Piramitlerinin yapan uygarlıklarla Kâbe’nin yapısını bir karşılaştıralım:


Mısır Piramitlerinin Sırrı Nedir?
Dünyanın yedi harikasından biri olup günümüze Kadar zarar görmeden ayakta kalabilmeyi başarabilmiş tek yapı Mısır’daki Gize piramitlerinden Keops piramitidir.
Piramit şeklindeki yapılar sadece Mısır’a özgü olmayıp dünyanın başka yerlerinde de inşa edilmiş örnekleri bulunmaktadır. Fakat sayıca en çok Mısır’da bulunduklarından bölgeyle özdeşleşerek “Mısır Piramitlerinin” olarak anılmaktadırlar.
Dünyadaki Önemli Piramitler:
  • Keops Piramidi (145,75 metre)
  • Mikerinos Piramidi(66,5 metre)
  • Kefren Piramidi (143,56 metre)
  • Sakkara Piramidi (63,17 metre)
  • Maldum Snefru Piramidi (93,26 m)
  • Dahahur Bent Piramidi (104,85 m)
  • Dahahur Snefru P. (103,95 metre)
  • Sakkara Pepi II P. (52,555 metre)
  • Uxmal Tapınağı (Meksika)
  • Teotehuacan (Meksika)
  • Tiahuanaco (Bolivya)
  • Dohan Tapınağı (Çin Halk Cumhuriyeti)
Piramit Nedir?
Tabanı kare şeklinde olup köşelerin tepede tek bir noktada birleşmesiyle oluşan geometrik şekildir. Dört eşit büyüklükte üçgen yüzeye sahip olan piramitler, inşa edildiklerinde mühendislik açısından son derece sağlam bir yapı sergilemektedirler.
Piramitlerin Tarihçesi
Piramitlerin firavunun mumyası ile onun değerli hazinelerini ve dönemin eşsiz sanat eserlerini saklamak amacıyla yapıldığı düşünülmektedir. Fakat bugüne kadar hiçbirisinin içerisinde herhangi bir mumyaya veya hazineye rastlanmamıştır. Dünyanın ilk inşa edilen piramidi Sakkara’da olup yapımı M.Ö 2620 yılında tamamlanmıştır. İlk örnekleri basamaklı yapıda olan piramitlerin birçoğu tamamlanamamış veya yapım aşamasında yıkılmıştır. Bunun ilk örneği M.Ö 2570 yılında yapımına başlanan Meidum piramidi olup, sekizinci basamak yapılmak istenirken yıkılmıştır.
Piramitleri inşa edenler bundan ders çıkararak daha yüksek piramitler yapabilmek için tabanı mümkün olduğunca geniş tutarak eşkenar bir geometri kullanmanın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Nil nehri yakınlarındaki Dahahur bölgesinde M.Ö 2570 yılında inşasına başlanmış olan Bent piramidi, üçte ikilik bölümü tamamlandıktan sonra daha önceki tecrübeler baz alınarak eğim açısı düşürülmüş ve yükseltilmeye devam edilmiştir. Bu yöntemle M.Ö 2565 yılında başarıyla tamamlanan Bent piramidi çok daha rijit bir yapıya kavuşurken, eşsiz bir görünüme de sahip olmuştur. Bu tarihten sonra yapılan tüm piramitler daha küçük sabit bir açı ile yükseltilerek inşa edilmiştir.
Piramitleri Kimler İnşa Etti?
Önceleri piramitlerin Mısırlı köleler tarafından yapıldığı düşünülmekteyken 1990 yılında bir turistin bindiği atın ayağı bir çukura düşer ve bu çukur gizemli bir mahzene açılır. Burası piramit yapımında çalışan işçilerin ustabaşı olan kişinin mezarıdır. Kubbeli mezar olarak da bilinen mekân, duvarları işlemeli ve ihtişamlı bir yapıya sahiptir. Böylesine güzel bir mezarın işçi sınıfındaki birisine yapılması, çalışanların esir olmadığının göstergesiydi. İşçiler gündüzleri çalışıyor ve geceleri buradaki köylerde bulunan evlerine gidiyordu. Daha sonra bu bölgede yapılan kazılarda 250’den fazla farklı mezar daha bulunmuştur. Ustabaşının çevresindeki mezarlar seçkin işçilerin mezarlarıyken normal işçiler biraz daha uzakta toplu halde bulunmaktaydı.
Ölen herkes için bir mezar yapılmakta olduğu anlaşılan bölgedeki kazılarda mezarların girişlerinde işçilerin statülerini gösteren hiyeroglif yazılar bulundu. Bu yazılarda “mezar inşaatı denetçisi”, “mezar inşaatı yöneticisi” gibi ibareler yazmaktaydı. Ayrıca bu mezarlarda işçilerin minyatür heykelleri ve sanat eserleri de yer almaktaydı.
Yaklaşık 200.000 işçinin çalıştığı bölgedeki iskeletler incelendiğinde omurganın inanılmaz bir yüke maruz kaldığı ortaya çıkmıştır. Omurgaya binen aşırı yük buradaki taş taşıma işleminin güçlüğüne işaret etmekteydi. Bu kadar özveri ve emekle ortaya çıkan piramitlerin yapımı için binlerce işçi bu bölgedeki şehirlerde yaşamaktaydı. Yapılan kazılarda evler, fırınlar, çömlekler gibi birçok tarihi eser bulunurken duvarlardaki hiyerogliflerde nasıl ekmek yapıldığı ve içecek hazırlandığı gibi detaylar resmedildiğinden dönemin şehir yaşamı hakkında fikir edinmek de mümkün olmuştur.
Gize piramitlerinde 15 milyondan fazla kireç taşı kullanıldı. Bu taşlar piramitlerden 300 metre uzaktaki bir taş ocağından çıkartılmış ve yine burada kesilip işlenerek hazır hale getirilmiştir. Kazılarda bu bölgede taşların kesilmesi için gerekli olan oluklu platformlar bulunarak etrafı kazılmaya devam edilmiş ve dev bir taş ocağının enkazı ortaya çıkartılmıştır. Taş ocağından çıkartılan taş miktarı piramitlerde kullanılan miktarla örtüşmekteydi. Ayrıca piramitlerin yapımında kullanılan taş rampalar kil ve kireç taşı tozunun karışımından oluşan bir çamurla sıvanmıştı. Bu yöntem çok dayanıklı ve sert bir yapı oluştururken, ufak bir keski darbesiyle de kolayca koparak çözülebilmekteydi. Taş ocağı bulunduğunda içi bu rampanın enkazı ile doluydu.
1954 yılında Keops piramidinin güney ucunda bir kubbe bulundu ve kalıntılar incelendiğinde burada bir geminin yatmakta olduğu anlaşıldı. Bu gemi, Mısır Firavunu Keops’un gemisiydi ve 13 sene süren yoğun çalışmanın ürünü olarak tüm parçalar birleştirilerek müzede sergilenmeye başlandı. Yılda 300.000 kişinin ziyaret ettiği müzede tamamı sedir ağacından yapılmış dünyanın en eski gemisi gururla sergilenmektedir. Daha sonraları benzer şekilde diğer firavunlar için yapılmış bir kardeş gemi daha bulundu fakat bu gemi zarar görmemesi ve tarihi değerini kaybetmemesi için bulunduğu odadan çıkarılmadı.
Firavunların mumyaları bir mağara içerisindeki gizli bir mezarlıkta bulunmuştur. O dönemin mumyalama tekniği sayesinde binlerce yıl sonra bile hala yüzleri tanınabilir şekilde kalan 40 kadar mumya çıkartılmıştır. Mumyalama işleminin nasıl yapıldığı bu mezarlıkta duvarlara çizilen hiyerogliflerden anlaşılmaktadır. Sadece karın bölgesine bir elin girebileceği kadar açılan ufak kesikten bütün organların çıkarıldığı ve içinin özel baharatlar ve yağlarla sıvanarak doldurulduğu gösterilmekteydi. O dönemin insanları öldükten sonra tekrar dirileceğini düşünüyordu ve tüm parasını mumyalama işlemi için  saklıyordu. Çünkü dirildikten sonra bedenlerine ihtiyaçları olacaktı. Bu nedenle bir kişi ne kadar zenginse öldükten sonra o kadar iyi korunacak demekti. Çok pahalı olan mumyalama işlemi sadece önemli kişilere ve zenginlere yapılırken, yoksul insanlar toplu mezarlara gömülmekteydi.
Piramitler Nasıl İnşa Edildi?
İnşa edilen en önemli piramitler Gize Piramitleri’dir ve Mikerinos, Kefren ve Keops ismindeki üç piramitten oluşur. Gize Platosu’nda bulunan bu piramitlerin en büyüğü ve en gizemli olanı Keops piramididir.
Keops piramidi 20 yıl içinde 150 metre yüksekliğe kadar kaldırılan her biri 2,5 ton ağırlığındaki 2.300.000 adet kireç taşı kullanılarak inşa edilmiştir. Toplam ağırlığı 5,5 milyon ton olan bu taşların bu süre zarfında dizilebilmesi için her iki buçuk dakikada bir taşın yerine oturtulmuş olması gerektirmektedir. Bu nedenle günümüzde bu piramidin en anlaşılmaz yönlerinden biri nasıl inşa edildiğidir.
Hayranlık verici bir orantıya sahip olan yapı, gizemini taşların suskunluğuna bırakmıştır. 51° 51’ 14” eğimle dizilen bu taşlarda hassasiyetin binde bir oranında bile şaşması durumunda piramit en tepede düzgün birleşemezdi. Günümüzde bu tarz ufak hatalar en seçkin yapılarda bile makul bir tolerans olarak görülmektedir. Ama bundan 4500 yıl önce inşa edilen piramitlerde tepe noktası kusursuzca birleştirilmiştir.
Milyonlarca taş nasıl olup da 140 metreyi aşan yüksekliklere kaldırılabilmiştir? Bunun için taş bloklardan yapılma büyük rampalar kullanılmıştır. Bu rampa piramitin yakınına kurulmuş olan taş ocağından başlayarak piramite kadar devam eden ve düzenli olarak kesintisiz taş taşınmasını sağlayan bir yapıda inşa edilmiştir. Aksi halde asla gerçekleştirilen süre içerisinde işi tamamlamak mümkün olmazdı. Fakat bu rampa piramit hacminin %65’i tamamlandıktan sonra 43 metre yüksekliğe ulaşır ve bu noktadan sonra ne kadar etkili olduğu tartışma konusudur. Çünkü piramidin tamamını bu rampa vasıtasıyla yapmak için 43 metreden 140 metreye ulaşmak gerekeceğinden, bunun için piramidin toplam hacminin iki katı kadar daha taşa gerek olacaktı. Bu nedenle bu seviyeden sonra piramidin inşasına içeriden devam edilmiştir.
Piramit iki aşamada inşa edilmektedir. Birisi piramidin inşası diğeri ise kral odasının inşasıdır. Kral odası piramit tabanından 43 metre yukarıda bulunmakta olup içerisinde dış ortama açılan hava kanallarının bulunması ve tavanında 60 tonu aşan düz bloklarının kullanılmış olması açısından hayranlık uyandırıcıdır. Tanesi 15 ton olan bu taş blokların nasıl taşındığı ise, kralın odasına giden geniş yolda(büyük galeri) gizlidir. Burada karşı ağırlık mekanizmasıyla çalışan bir sistem bulunmaktaydı ve halatlarla birleştirilmiş olan bu terazi mekanizması sayesinde bloklar istenilen yüksekliğe rahatlıkla kaldırılırdı.
Taşlar istenen yüksekliğe kaldırıldıktan sonra koyulması gereken yere götürülmek üzere 10 kişilik insan grupları tarafından piramidin kenarlarındaki tüneller içerisinde çekilirdi. Eğer bir köşe dönülecekse piramidin açık tünel uçlarında resimde gösterilen biçimde yine bir terazi sistemiyle kaldırılarak yön verilir ve diğer yöne gidecek raya oturtulurdu. Daha sonra bu tünelde de 10 kişilik grup tarafından gereken yere kadar çekilerek götürülürdü. Taşlar çekilirken oluşan sürtünme kuvvetini azaltmak içinse, çamur ve su kullanılırdı.
Piramit yüzeyi önceleri şu an olduğu gibi basamaklı bir yapıda değildi. Keops piramidi 45 asırlık var olma sürecinde üstten 10 metre kadar aşınmıştır. Yüzeyin üçgen şeklindeki basamak araları özel bir kireçtaşı çamuruyla kaplanarak doldurulur ve pürüzsüz, parlak bir görünüm alırdı. Özellikle son 20 senede piramitler geçtiğimiz 400 seneden daha fazla hasar görmüştür. Gerek güneş ışınları gerekse iklim şartları gibi etmenler piramitlerin varlığını her geçen gün daha fazla tehtid etmektedir.
Piramitlerin Gizemi Nedir?
İngiliz matematikçi ve astronomist olan John Taylor birtakım çalışmalar yapmış ve elde ettiği sonuçlar Howard Vyse tarafından analiz edilmiştir. Bunlardan bazıları;
- Keops piramidinin taban alanı dünyayı yataydan ikiye böldüğümüzde ortaya çıkan kesit alanı gibi düşünülürse ve piramidin tabanı dünyanın yarıçapı üzerine oturtulsa, yüksekliği tam kutup noktasına denk gelirdi. Yani burada kusursuz bir oran mevcuttur.
-Keops piramidinin taban çevresini yüksekliğinin iki katına bölündüğünde tam olarak pi=3,1416 sayısı elde edilmektedir.
- Keops ve Kefren piramitleri doğu-batı ve kuzey-güney sınırlarına öyle kusursuz yerleştirilmiştirler ki, o günün koşulları düşünüldüğünde hayret verici bir durum olarak görülmektedir.
- Keops piramidinin üçgen şeklindeki dört yüzeyinin toplam alanı, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
- Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı tam olarak dünya ile güneş arasındaki mesafeyi(149.504.000km) vermektedir.
- Piramitler bir güneş saati olarak işlev görmektedirler. Piramitlerin Ekim ayı ortasında ve Mart ayının başlangıcında yere düşürdüğü gölgeler, mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir.
- Keops piramidiyle dünyanın merkezi arasındaki mesafe, Kuzey kutbuyla arasındaki mesafeye eşittir.
Bilimsel olarak kanıtlanmamış bazı rivayetler ise şunlardır;
- Piramitlerin üzerinden geçen meridyen, karaları ve denizleri iki eşit parçaya bölmektedir.
- Piramit hangi firavunun adına yapıldıysa, kralın odasına yılda sadece iki kez güneş girmektedir. Bunlar kralın doğduğu ve öldüğü günlerdir.
- Piramitlerin içerisinde radar gibi aletler çalışmamaktadır.
- Piramit içerisinde bırakılmış kirli bir su, birkaç gün içerisinde arıtılmış hale gelmektedir.
- Piramitin içerisine bırakılan süt birkaç gün bozulmadan kalabilirken, beklenmeye devam edilmesi durumunda yoğurt haline gelmektedir.
- Piramit içerisine koyulan bir bitki hiç ışık almasa da normale göre daha hızlı büyümektedir.
- Açık bir yara, piramit içerisinde çok daha çabuk bir şekilde iyileşmektedir.
- Piramitlerin içi yazın serin, kışın ise ılık olur.
- Gize Platosu’ndan geçen boylam, denizlerle karaları iki eşit parçaya böler.
Sfenks Heykeli
Gize piramitlerinden Kefren piramidini koruması için yapılmış olan dev bir köpek heykelidir. 70 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğinde olan Sfenks, çakal kafalı Anubis’in heykelidir. M.Ö 2520 yılında yapılmış olan heykel tarih boyunca Nil nehrine bakarak, nehir yoluyla gelenleri karşılamaktadır.
Sfenks heykeline Mısır’ı işgal eden Hiksos’lar tarafından büyük zarar verilmiştir. Daha sonra ülkede düzenin sağlanmasıyla beraber dönemin kralı tarafından yüz kısmı değiştirilerek firavunun(Mısır Kralı) sureti yaptırılmıştır.”

26 Temmuz 2012 Perşembe

767/SÜRÜLER YALINIZ ÇOBANLARINI DİNLER!

OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   Çeşmealtı;25 Temmuz 2012
        
                            SÜRÜLER,YALINIZ ÇOBANINI DİNLER!
                                      “Politika yalan sanatıdır!”Onbaşı Adolf Hitler.
“Yalan ne kadar büyük olursa inananı da o                         kadar çok olur!”Adolf Hitler, Führer.
La Propriété C’est le Vole!=Mülkiyet Hırsızlıktır!”Felsefenin Sefaleti, Pierre Joseph Proudhon(15 Ocak 1800/19 Ocak 1865).
Norveç’te Hz. Muhammed’in karikatürlerini yapan Karikatürist tüm tehditlere karşın, lüks içinde yaşamını sürdürmektedir. Salman Rüştü de hakkında Humeyni’nin vermiş olduğu ölüm fetvasına karşın, Humeyni öldüğü halde, hâlâ yeni eserler vermektedir.
Dante Alighier(/1265/1321),HZMmuhammed’i ve Hz. Ali’yi insanları aldatma suçundan cehenneminin altıncı katına koyduğu halde,eceliyle ölmüştür.Ama hâlâ insanlık âleminde yaşatılmaktadır.
         İran’ın dini lideri Hamaney, makam aracının ön koltuğunda oturmaktadır! Aracının ön camının önünden tavana yansıyan bir ışık huzmesi de oradan Hamaney’in yüzüne yansıyarak NURANİ bir görünüm oluşturmaktadır. Aracın dışından bu durumu gören yığınlar da bu ilahi nurlu yüze bakarak kendilerinden geçmektedirler!”İnternet.
         “Din, karanlıklardan doğan din; karanlıklarda gelişir; sömürülecek yığınlara da yalan, dolan ve Allah ile kandırma ile erişir!”Ostüzü.
         Gazetelerimizde okumuşsunuzdur; Necmettin Erbakan’ın çocukları,babalarının mirası için biri birine girmişti.İşin ucu Saadet Partisine de dayanacağından,bu partinin büyük topları da  araya girerek miras işini tatlıya bağlamışlardı.Cenazesi kaldırılırken tabutunun üstüne üzerinde Nebati yazıları bulunan bir bez örttüren ve cenaze törenine katılanlarını de ellerinde birer bezle gördüğümüz bu Erbakan,Türkiye Cumhuriyetini “Darül Harp”Bölgesi ilan etmiş  Gerici ve Ulusalcılık  haini bir politikacımızdır.Türkiye Cumhuriyetinin Refah Partisine yapmış olduğu 2.000.000.000.000/İki Trilyonu/sahte evrak düzenleyerek zimmetine geçirmekten de hüküm giymişti.Sahtekârlıktan hüküm giydikten sonra bile, bazı kimselerin nazarındaki, dini bütünlük inancını da korumuştur.İkindi namazını üç camide kıldığını da bilmeyenimiz yoktur.Bir gezisi sırasında; özel korumalarının abdestli ayaklarını nasıl itina ile kuruladıkları da basınımıza yansımıştı.Bu politikacımız;tepesinde Ayyıldızlı Al bayrağımızın dalgalandığı binalarda yaşamış ve Ayyıldız sembollü araçlarımızı da babasının malı gibi kullanmıştır.”Millet ve Milli “kelimelerinin bir din ve bir mezhep sahipleri için kullanıldığını bilmeyenlere de “Milli Görüş’ü=Dini görüş’ü” Ulusal Görüş olarak yutturmasını da becermiştir.
         Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olmuş bir politikacının Türk bayrağını kabul etmeyişini bir ihanet göstergesi olarak kabul ediyorum. Hz:Muhammed’in UKAP(OKAP) adlı siyah bezden ilk sancağı Hz. Ayşe’nin  mintanı bozularak yapılmıştı.Araplarda,bir çatışmada sancağı yere düşen taraf yenik sayılırdı.İşte,Türk Bayrağı düşmanlarının mantığı!
         Kaymakamlığı bırakarak ANAP’tan Milletvekili seçilen ve daha sonra da Ulaştırma Bakanı olan Rahmetli V.A.’un askeri liseden atılış nedenini anlatırken; Yaşlı bir Emekli Komutanım:”
         “Sayın Türkoğuz;Necmettin Erbakan benim Kuleli’den sınıf arkadaşımdır.O da Kuleli Asker Lisesinden atılmıştır!Okuldan atılış nedenini de tüm devre arkadaşlarımız bilmektedir”Demişti.Bir Hanım/Sayın Y.K/ yazarımızın kitabında;Necmettin Erbakan’ın merkeplerle olan muhabbetini okumuştum!
         Bugünün baş mimarlarından birisi de Necmettin Erbakan’dır. Bir Fransız romancısının ortaya atmış olduğu tezi eylem haline getirerek ülkemiz kadınlarının başlarındaki bir bezle yere bağlanmasını sağlamıştır. Tanrısal korunma yalanını da o ortaya atmıştır. MİLLİ Gazetede senelerce önce yayımlanmış bir düdüklü tencere ile uyarı olayı; Nurcuların Şefkat tokadı masalının kopyasıdır. Okuyalım, okuyalım da Tanrımızın devletimizi sahte evraklarla soyan ve partisinin paralarını başkalarının üzerinden yatırımlarda kullanan bir tescilli sahtekârı nasıl korumuş! Olduğunu görelim:
         Milli Gazete,09 Mayıs 1978,sayı 1553,s.9
         “Geçen gün,”Yorumsuz”deyip, Erbakan Hocamızın taklidini yapmak isteyen bir adamın başına gelenleri yazmıştık… Biraz dikkat çekmiş olmalı ki, geçenlerde bir okuyucumuz telefon edip, aynı mahiyette bir başka olayı aktardı bize.
         Olay şu:
         İstanbul Sarıyer’de  Hafize Çınar adlı bir yaşlı kadıncağız oturmuş..Bundan bir buçuk—iki ay öncesinde Erbakan Hocamızın temel atma töreni televizyonda gösterilirken,adı geçen bu kadıncağız,tutmuş nereden aklına gelmişse bir lâf etmiş:
         “O temeller kadar başına taş düşsün!
         Aklına gelen bu lâfı etmiş etmesine de sonradan pişman olmuş.Zira biraz sonra girdiği mutfakta,rafları karıştırırken,tepesine bir düdüklü tencere düşmesin mi!Kadıncağız ne olduğunu anlayamadan yere yığılıp kalmış.İçeride onun gelmesini bekleyen oğlu ve gelini,analarının geciktiğini görünce,merakla mutfağa gelmişler.Bir de bakmışlar ki,anneleri yerde upuzun yatıyor.Hemen komşular kolonya –molonya getirip ayıltmışlar analarını.       
 Yüzünü,gözünü silmişler.Yere dökülüp pelteleşen kanı silmişler ve sormuşlar:
         “Ne oldu sana böyle?”
         Analarının konuşmaya takadı yokmuş.Eliyle düdüklü tencereyi göstermiş.Onlar da anlamışlar ki,ihtiyarcığın başına düşen bu imiş. Kendi kendilerine söylenmişler…”Erbakan’ın başına taş düşmedi ama, senin başına tencere düştü!”Annelerine göstermeden biraz da gülmüşler...”Masal bu tarzda sürüp gitmektedir.
         Elimde,Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış,16 nizam partili milletvekilinin 18 Ocak 1977 tarihli bir mektubu da var.
         “Muhterem Necmettin Erbakan,M.S.P genel başkanı.
          1/En mühim meselelerde dahi usulüne uygun istişare etmediniz.
           2/Halisane ikazlarımıza aldırmadınız.
           3/Davamıza samimiyetle bağlı kardaşlarımız arasında meşrep farkı gözeterek cemaat taassubu ile iftiralara sebebiyet verdirdiniz.
           4/Her işinizde sizi metheden bir kısım insanların etrafınızda toplanmasına ve şaibeli menfaatperestlerle mühim mevkilere getirilmesine müsait bulundunuz.
           7/Nihayet maslahat icabıdır diyerek mümin yalan söylemez düsturunu da ihlal etini!...”Şikayetler böylece sürüp gitmektedir.
Bu yazı;”Bayrak, Bayrağımız, Türk Bayrağı!”Yazımdan alınmıştır. Ostüzü.
Bayrakla bütünleşen, ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE,” diyen Türk Toplumu’nun söylemek istediği şeyi de anlamış değiliz.
Ellerinde Türk Bayrağıyla, yüzlerine işledikleri Türk Bayrağıyla sokaklarımızı AL’A boyayan insanlarımızı ve Türk Bayrağı üzerinde, Şükür Namazı kılan Gençlerimizi görünce, derin düşüncelere daldım. Sizlere de, bu düşüncelerimden kırıntılar sunayım dedim.
            Çift Davullu Düğün geleneğimiz, neredeyse kalkmak üzere. Yörük köylerimizdeki Gençler Odası geleneğimiz de unutuldu, gitti.
Çok küçük yaşlardaydım; çift davulların, köyümüzü inlettiği bir gece; ANAM beni düğün alanına götürmüştü. Meydan, lüks lambaları ile ve fenerlerle aydınlatılmıştı. Meydan’ın orta kenarında Efe başı oturmuştu; arkasında, Palalı bir muhafızın dimdik beklediği, Köy Sancağı dalgalanmaktaydı.
Aniden çıkan bir rüzgâr, bu sancağı devirmişti. Gençler telaşla ayağa fırlamış, orada toplananlar çığlık atmaya başlamışlardı. Davullar ve Zurnalar susturulmuş; nereden ve nasıl bulunup getirildiğini kimsenin bilemediği bir Koç, Bayrağın devrildiği yere yatırılıp, kesilmişti.
Bu işlem bittikten sonra da; Eski Muhafız, Efebaşı tarafından azledilerek, yerine yeni bir Muhafız görevlendirilmişti.
Ne olup bittiğini anlayamamıştım.
Rahmetli Anacığım: ”Yavrum Osman’ım, bu Türk Bayrağını Cavırlar böyle yerlere yatırmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, milletin önüne düşerek, binlerce şehit pahasına Bayrağımızı yerden kaldırdı, bizi de esirlikten kurtardı.” Dediydi.
O anda, MUSTAFA KEMAL, BAYRAK, HÜRRİYET ve VATAN kelimeleriyle bütünleşmiştim.
Çok sonraları; bölücü bir siyasi parti’nin Ankara’da yapılan genel kongresinde, tavandan sarkıtılan bir Türk Bayrağı fırlatılarak yere atılmıştı. Bu manzara karşısında, Başbakan Mesut Yılmaz’ın sesi ve soluğu kesilmişti.
Yaşlı bir Yörük’e takıldım. Aldığım yanıt, suratımda bin şamar olarak patladı: ”Siz ne diyorsunuz Beyim? Koç kurban etmek ne kelime. Biz, O ALBAYRAK UĞRUNA koç gibi Delikanlılarımızı kurban ediyoruz, KURBAN!”
            Gelibolu Şehitliğinde yangın çıkmış; muharebe mevzilerimiz yanmış. Yedi sene önce çıkan orman Yangını’nı söndürmek için hayatını veren Orman Bölge Müdürü’nün babasının evinde çıkan yangın, tüm evi yaktığı halde, Türk Bayrağı ve şehidimizin fotoğrafı yanmamış.
Buna ne buyrulur?
            Besançon şehrinde; Yaşlı bir Ermeni’nin evine giden Türk Öğrencilerini bir sürpriz karşılamıştır. Türkiye ile ilgili anılarla dolu odaya, Türk Bayrağının altından geçilerek girilmektedir.
Bizleri Basel Şehrine davet eden eski Osmanlı Vatandaşı Garabet; adres olarak: ”Kime, Türk Garabet derseniz, benim Mağaza’nın adresini size verir.” Demişti.
Çıktığımız yokuşun sol tarafında bulunan Büyük bir Halı Mağazası’nın camekânında Büyük bir Türk Bayrağı asılıydı. Bir Garson Kıza: ”Türk Garabet”, der, demez; Kızcağız, önümüze düşerek, mağazanın yerini tarif etmişti.
KIZILTEPE J.Alay Komutanlığı sancak subaylığına Rum Asıllı J.Asteğmen’ini atamıştım. Ailesini KIZILTEPE’YE çağırdıydı. Alay Sancağımızı dışarı çıkarırken ve yerine alınırken; J.Asteğmeni KARAGÖZOĞLU ve ailesi hıçkıra, hıçkıra ağlamışlardı.
            Bugüne kadar, kimlere Türk Bayrağı hakkında ne sorduysam doğru ve doyurucu bir yanıt alamadım…”           
            Bendeniz; Ali oğlu YÖRÜK Kızı Âlime Kadından olma Osman Zeki Türkoğuz; tabutumun üstüne Türk Bayrağı serilmiş olarak ve bandolu tören kıtası ile son yolculuğuma uğurlanma hakkını elde etmişimdir. Bu Bayrağımızı şimdiden bana verseler de diyorum; bir dağımızın başında, bir taşımızı başıma yastık yaparak bu bayrağımızın altında bir uyusam!
            İki minareli camiden,üzerindi yattığım  top arabası aşağıya doğru inerken,balkonlarına çıkan ahali başlarını aşağıya doğru eğerek şanlı geçmişimi ve onurumu selamlayacaklar.
            Paranın ne vatanı, ne bayrağı ne de milliyeti vardır.İhanetler,paranın satın aldıklarına özgüdür!
            Rahmetli Arif Nihat Asya,”Bayrak şairi”  olarak  anılır.1941 senesinde, bir gaz lambasının ışığı altında yazmış olduğu Bayrağım şiiri de vatan hainlerimizi ürkütmeye yetmiştir ve bazı dizeleri şiirden çıkartılmıştır.
BAYRAĞIM.

            “Ey! Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
            Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü
            Işık, ışık; dalga, dalga bayrağım,
            Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım
            Sana benim gözümle bakmayanın, mezarını kazacağım.
            Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.

            Dalgalandığın yerde, ne korku, ne keder,
            Gölgende, bana da, bana da yer ver.

            Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar,
            Yurda Ay-Yıldızının ışığı yeter.

            Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
            Kızıllığında ısındık.
            Dağlardan çöllere düşürdüğü gün,
            Gölgene sığındık.

            Ey! Şimdi süzgün, rüzgârda dalgalı,
            Barışın güvercini, savaşın kartalı,
            Yükseklerde açan çiçeğim,
            Senin altında doğdum,
            Senin dibinde öleceğim.

            Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim,
            Yeryüzünde yer beğen,
            Nereye dikilmek istersen,
            Söyle, seni oraya dikeyim.”
BAYRAK NÂMUS DEMEKTİR

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
toprak; eğer uğruna ölen varsa vatandır!”

"Bayrağı yırtan, yakan; hain, namussuz alçak
daha adi olanlar ülkesini satandır!"


Bayrağıma uzanan hain el kırılmalı
Milletimin yaralı yüreği sarılmalı
Şan, şeref kirlenmeden huzura varılmalı

Bayrak haysiyet, herkes saygı ile eğilsin!
Bayrak nâmus demektir, namussuzlar ne bilsin!

Şehitlerin kanından, rengi gülden kırmızı
İlahi bir armağan üstünde ay yıldızı
Sevdâlı yüreklerden silinmeyecek yazı

Dalgalansın göklerde; ülke, millet sevinsin!
Bayrak nâmus demektir, namussuzlar ne bilsin!

Ancak gâfil, bir hâin bu ihâneti yapar
Hâinin kafasını bulduğun yerde kopar
Vatanı seven buna nasıl gözünü kapar?

Dalgalan göklerde hür, aslâ yalnız değilsin!
Bayrak nâmus demektir, namussuzlar ne bilir!
                                                                                                                                                                              Nurculuk, Osman Türkoğuz, Alıntıdır!       
“İncelememize başlamadan önce, Ülkemizde ve İran’da ve İngiltere’de tanrılık ve peygamberlik taslayan ruh hastalarına ait örneklerimizi verelim: (11 Mayıs 1972)
     40 yıl önce 11 Mayıs 1933 tarİhlİ Cumhurİyet Ahİr Zaman Peygamberİ
     TAHRAN’DAN bildirildiğine göre, Seyyid Gazanfer isimli bir Ahunt, birçok kimseleri başına toplayarak kendisinin son peygamber, Kuran’da bahsi geçen Mehdi olduğunu iddia etmiş ve polis tarafından yakalanmıştır. Yalancı peygamber iddiasında ısrar ederek kendisine inananları bir araya toplayıp mucizesini göstereceğini söylemiştir. Polisin müsaadesiyle yüzlerce kişiyi bir araya toplamış ve:
     -”Ey ümmetim! Mucizemi şimdi göstereceğim; fakat önce hepiniz bir ağızdan eşekler gibi anırınız” demiş ve onlar da, hepsi bir ağızdan anırmışlar, kürsüdeki Mehdi:
     -”Efendiler ben peygamberim ama işte böyle eşeklerin peygamberiyim.” demiş ve yakalanarak akıl hastanesine gönderilmiş. (28 Mayıs 1972)

     40 YIL ÖNCE 28.MAYIS.1933 TARİHLİ CUMHURİYET ALLAHLIK TASLAYAN AdaM
     ÇORUM, (Özel)- Ağır ceza Mahkemesi’nde Amasyalı Mir Sait isminde bir şeyhin muhakemesine başlandı. Nakşibendî tarikatına mensup ve Hacı Hamza Efendi Camii’nin imamı olduğunu söyleyen Mir Sait, Amasya’da herkes tarafından tanınmaktandır. Çenesinde taşıdığı uzun beyaz sakalı ile yüzünü yeşil bir örtü ile örter ve kendisinin kudretine inananlar evine on dakika kala dizleri üstünde sürünerek yanına gelirler. Allaha yalvarır gibi kendisine yalvarırlarmış. Bunların sayısı da gittikçe artmakta imiş. Allaha tapar gibi taptıkları Mir Sait de, bu cahillerin günahlarını tövbe sonucu affedermiş. Kendisinden paraca memnun kaldıklarına cennetin anahtarlarını verir ve huri ile gılmanını da şimdiden ayırır ve hatta aşiret zevkine mahsuben yeryüzünde müsaadeler bile verirmiş.

     PEYGAMBER OLDUĞUNU SÖYLEYEN BİR ESRARKEŞ TUTUKLANDI
     BATMAN- Şükrü Eren adındaki bir esrarkeş, kendisini yakalayan polislere “Ben son peygamberim, çekilin yolumdan” demiştir.
     Önceki gece İloh mahallesinde tren yolu köprüsünün altında esrar içen Şükrü Eren’i yakalayan polisler üzerinde de 7 plaka esrar bulmuşlardır. Sanık tutuklanmıştır. (THA) (Cumhuriyet gazetesi, 21.2.1973 gün ve s.5 sütun 3)
     23 Nisan 1974 tarihli Hürriyet gazetesinin 4. sayfasında iki fotoğrafın köşelediği Batman çıkışlı bir haber yayımlandı. Sol üst köşede Batman Müftüsü Sayın Alaaddin Yavuz’un fotoğrafı, sağ alt köşede de aklından zoru olan ve haberin konusu Hüseyin Demir’in fotoğrafı ve haber aynen şöyle:
    
     MÜFTÜ HUTBE VERİP “BU AdaMA İNANMAYIN” DEDİ
     ÖTEKİ DÜNYADAN HABER VEREN HÜSEYİN DEDE İÇİN SORUŞTURMA AÇILDI        BATMAN, (Siirt) (HA)- Rüyasında cennet ve cehennemi gördüğünü iddia eden 74 yaşındaki Hüseyin Demir hakkında Batman Savcısı soruşturma açmış, Müftü Alaattin Yavuz da verdiği hutbede, halktan Demir’e inanmamalarını istemiştir.
     Evi her gün yüzlerce ziyaretçiyle dolup taşan eski hayvan tüccarı Hüseyin Demir, yakınları ölenlere öteki dünyadan haber verdiğini ileri sürmekte, Batman’lılara cennete gidip gidemeyeceklerini söylemektedir.
     Batman müftüsü ve diğer din adamlarının bütün uyarmalarına rağmen ziyaretçilerine cennet ve cehennemi anlatarak, bildiğinden şaşmayan Hüseyin Demir rüyasını şöyle anlatmaktadır:
     “Bir gece evde otururken güzel giyimli iki babayiğit odama girdiler. Kalk gidelim diyerek beni önlerine kattılar. Birden uçmaya başladık. Dünya gözümde kayboldu. Gözümü açtığımda cehennemdeydim. Zift kazanları içinde kaynayan binlerce insan. Sonra cennete götürdüler beni. Huriler dolaşıyor, yeşillikler arasında insanlar mutlu görünüyorlardı. Birinin Cebrail Aleyhisselam olduğunu sandığım iki genç cennetle cehennemi bana gezdirdikten sonra dünyaya geri getirdiler.”
    
     GEREKİRSE AKIL HASTANESİNE GÖNDERECEĞİZ           
     Batman Savcısı Mehmet Yılmaz, ziyaretçilerine öteki dünyadan haber veren, cennete gidip gidemeyeceklerini söyleyen Hüseyin Demir hakkında soruşturma açmış, “Gerekirse bu adamı akıl hastanesine göndereceğiz” demiştir. Öte yandan, Müftü Alaattin Yavuz da verdiği hutbede halktan Hüseyin’e inanmamalarını ve onun etkisine kapılmamalarını istemiştir.
     O zaman, Hatay il merkezi Antakya’da, Yarbay rütbesinde ve tabur komutanı sıfatıyla hizmet görmekteydim. Durumu bir yazı ile Batman Müftüsü Sayın Alaattin Yavuz’a sordum.
     .Sayın çok kıymetli Yarbayım”,
     “Göndermek lütfünde bulunduğunuz Hüseyin Demir’le ilgili mektubunuzu aldım, izinli olduğumdan cevabını geciktirdiğim için özür dilerim.
     Haber, gazetelere tam olarak yansımamıştır. Esasen Hüseyin Demir’in davası rüya değil, nakzet halinde idi. Şöyle ki, yatsı namazından sonra evimde yalnız olarak bulunduğum bir sırada iki genç içeri girip beni aldılar. Nehrin kenarına götürdüklerinde gençlerden birisi kolumdan tutarak, “Ben Cebrail’im” diyerek kanatlarını açtı. Birden bire gökle arz nur ve aydınlık içerisinde kaldı. O zaman kendimi sırat köprüsü üzerinde buldum. Cehenneme girdim; oradaki manzarayı ve tanıdığım birçok kimselerin yarısını gördükten sonra Cennete gittim. Orada da birçok şeyler gördüm.
            Muhterem Yarbayım, beyan ettiğiniz gibi bilhassa mutaassıp seleflerimiz ve büyüklerimiz rüyalara çok önem vermiş ve yorumlamışlardır. Tabii, bu biraz uzun iştir. Yalnız şunu arz etmek isterim ki, bu adamın davası apaçık batıl bir iddiadan ibaret olduğu için karşılık vermek mecburiyetinde kaldım..”
İslam ülkelerinde, Müslümanlığın kuralları ZORLA UYGULANDIĞI HALDE, halde AHLAK VE DİNİ KURALLARA UYMAK  neden en düşük düzeydedir? İbadetin zorunlu olduğu toplumlarda, tüm Müslümanlar camilere giderek günlük ibadetlerini muntazaman yapmaktadırlar.Müslümanlığın diğer vecibelerini de yerine getirmektedirler.Buna karşın,İslam ülkelerinde  her türlü melanetler de işlenmektedir.                                                                                                                                          Askerlikte, yanaşık düzen hareketleri birlik ve beraberliği sağlamak, disiplini tesis etmek ve askerlerin aynı doğrultuda hareket etmelerini sağlamak için yapılmaktadır. İslam’ın tüm kuralları,iyi,ahlaklı  ve doğru insan yetiştirmek için konulmuş ve asırlardır da uygulanmaktadır.Bu kurallar, vakitlerinde gösteriş için  uyulmak ondan sonra da her türlü namussuzluğu sürdürmek biçimine dönüştürülmüştür.Habeşistan Fatihi,namazda ağlar,ondan sonra da ağladığı işleri yeniden yapar,civan severmiş.Sadrazam rüşvetini alır,ibadetini de  yapardı. Kadı rüşvetle hüküm verir ibadetini de yapardı.Müftü para ile fetvasını verir yine de ibadetini sürdürürdü.İslam’ın kuralları,  Müslüman toplumların  yaşamının şeklen  uyulması zorunlu hareketleri haline getirilmiştir.Necmettin Erbakan,28 kere, Türkiye Cumhuriyetinin uçağı ile Mekke’ye gider,Kabe’nin içinde bir Meleğin!Kıblenin yön göstermesiyle namazını da eda eder,Türkiye cumhuriyetinin Trilyonlarını da sahte belgelerle zimmetine de geçirir.Bu davranışı da dini bütün çevrelerde olağan karşılanır.Beş vakit namazını kılar,imal ettiği sucuklara da eşek eti koyar.Dini kurallar;insanları kandırmak için, uyulması zorunlu birer şekil haline sokulmuştur.
            Görev yaptığım her yerde,beni metheden;akıllı,cesur,dürüst,halkını seven adaletli bir komutan olduğumu yüzüme söyleyenler:”Bir de aramıza katılıp bizimle camiye gelseniz!”Temennisinde bulunurlardı.Derik ilçemizde ,benim görev yaptığım senelerde, polis teşkilatı da yoktu.Ben,onlara şöyle yanıt verirdim:”Tapu memurunuzun iki karısı var.Bir Türkücü kadından da nafaka ödediği Yasemin adında bir kızı var.”Rüşvet almadan hiçbir işimizi görmez” diyen sizsiniz;onunla da camide aynı sırada namaz kılan yine sizsiniz! Yanıt,yüksek sesle:”He vallah doğridir!”Soygun,gasp,çadır basma,hırsızlık oluyor mu? Yüksek sesle yanıt:”He vallah doğridir!”Olmuyor!”Benim görevim camiye gitmek değil, bana verilen görevleri hakkıyla yerine getirmektir!”Bendeniz şekli çoktan aşmışımdır!
“BUNCA ASIRLARDA OLDUĞU GİBİ KAVİMLERİN AKLINDAN VE TAASSUBUNDAN FAYDALANACAK BİNBİR TÜRLÜ SİYASİ VE ŞAHSİ MAKSAT TEMİNİ İÇİN DİNİ ALET VE VASITA OLARAK KULLANMAK TEŞEBBÜSÜNDE BULUNANLARIN, İÇERDE VE DIŞARDA MEVCUT OLUŞU, BİZİ BU ZEMİNDE SÖZ SÖYLEMEKTEN NE YAZIK Kİ, HENÜZ MÜSTAĞNİ BULUNDURMUYOR.
İNSANLIKTA DİN HAKKINDA İHTİRAS VE BİLGİ, HER TÜRLÜ HURAFELERDEN KURTULUP, GERÇEK İLİM VE FENNİN NURLARIYLA ARINIP MÜKEMMEL OLUNCAYA KADAR, DİN AKTÖRLERİNE HER YERDE RASTLANACAKTIR.” NUTUK CİLT 1.S.431
“BİZİM DEVLET İDARESİNDE TAKİBETTİĞİMİZ PRENSİPLERİ, GÖKTEN İNDİĞİ SANILAN KİTAPLARIN DOĞMALARIYLA ASLA BİR TUTMAMALIDIR. BİZ, İLHAMLARIMIZI, GÖKTEN VE GAİPTEN DEĞİL, DOĞRUDAN DOĞRUYA HAYATTAN ALMIŞ BULUNUYORUZ.
BİZİM YOLUMUZU ÇİZEN; İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ YURT, BAĞIRINDAN ÇIKTIĞIMIZ TÜRK MİLLETİ VE BİRDE MİLLETLER TARİHİNİN BİNBİR FACİA VE ISTIRAP KAYDEDEN YAPRAKLARINDAN ÇIKARDIĞIMIZ NETİCELERDİR. (1937) (S.D.S.389)
“KUTSAL VE TANRISAL OLAN İNANÇ VE VİCDANIMIZI KARIŞIK VE DÖNEK OLAN VE HER TÜRLÜ ÇIKAR VE İHTİRASLARIN GÖRÜNDÜĞÜ SAHNE OLAN SİYASETTEN VE SİYASETİN BÜTÜN ORGANLARINDAN BİR AN ÖNCE VE KESİNLİKLE KURTARMAK, ULUSUN DÜNYA VE AHRET MUTLULUĞUNUN EMRETTİĞİ BİR ZORUNLULUKTUR. ANCAK BÖYLELİKLE İSLAM DİNİNİN YÜKSELMESİ GERÇEKLEŞİR.” (MART 1924-S.D.11)

Mareşal Gazi Mustafa Kemal
                               
   Mustafa Baydar’ın s.g.e.s.44                                                      MuammerYüzbaşıoğlunun s.g.e.s.186
“BİR MİLLET, EMNİYET VE İTİMAT ETTİĞİ KİTAPLARI ŞAHİT GÖSTERİP REHBER OLDUKLARINI İDDİA EDENLERİN SÖZLERİNE İNANARAK YÜRÜRSE VE BU YÜRÜYÜŞ İSTİKAMETİ KENDİLERİNİ MAHVA VE PERİŞANLIĞA DÜŞÜRÜRSE KABAHAT, İSTİKAMETİ TAKİP EDEN, REHBERLERİNE İTİMAT EDEN NEZİH, HALUK, FEDAKAR ZAVALLI HALKTAN ZİYADE REHBERLERE AİT DEĞİL MİDİR.?” (YÜCEL, ŞUBAT 1935)Mustafa Kemal         ATATÜRK
Mustafa Baydar’ın s.g.e. s.38
































İzleyiciler

Blog Arşivi