1 Mayıs 2012 Salı

710/SOYUTTAN SOMUTA MUSTAFA KEMAL:2

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;26 Temmuz 2010./01 Mayıs 2012.Tekrar!
SOYUT’TAN SOMUT’A MUSTAFA KEMAL!(2)
“Ben ki; Fatih sultan Mehmet Han oğlu, Beyazıt Han oğlu Yavuz Sultan Selim Han’ım. Sen ki EŞEK TÜRK!”
Yavuz’un Şah İsmail’e yazmış olduğu mektup.
Japon Başbakanının eşi, kocasının başbakanlığa lâyık olmadığı halde, nasıl başbakan olduğuna akıl erdiremeyerek bir kitap yazmış! Bizdeyse tüm başbakanlık yapmış politikacılarımızın eşleri kocalarını dahi saymışlardır
Bir zamanlar, bir Türk ile bir Hıristiyan, imam ve papaz üzerine söyleşi yapmışlar. Hıristiyan Türk’e sormuş:
“Sizin imamlarınızın tahsil seviyesi nasıldır?”
“İlkokul düzeyindedir. Son senelerde, imam-Hatip liseleri ve ilahiyat Fakülteleri açılmış olmasına rağmen, buralardan mezun olanlar bürokrasiyi seçerek dinciliğe soyunmuş olan siyasi partilerin kadrolarını oluşturuyorlar.” Demiş ve sormuş:
“Sizin din adamlarınızın tahsil düzeyi nasıldır?”
“Bizim din adamlarımız, üniversiteyi bitirdikten sonra üç sene de ruhban okulunda din öğrenimi görürler. Akademik kimlik sahibi olurlar.”Bizim Türk vatandaşı dini ve dahi imanı büsbütün Türk:
“O ne demek?”Demiş. Hıristiyan:
“Üniversitelerde doktora ve Doçentlik sınavlarını verirler; Doktor, Doçent ve hatta profesör olurlar. Ünlü Protestan Martin Lüther ve Profesör Dr. Papaz Martin Neomüller doktorasını vermiş birer din adamıydılar. Doktor Papaz Martin Lüther,1520’de İncil’i Latinceden Almancaya tercüme ederek 5000 adet te bastırtmıştı!”Sizin imamlarınız yabancı dil bilirler mi?”Bizim Türk vatandaşımız:”Hayır’” Deyince şu karşılığı almış:
“Size ilkokul mezunu imamlar çok gelir; bize de üniversite mezunu papazlar az gelir!”
Şimdi; izin verirseniz, iki başbakanın eşlerini bir karşılaştıralım:
Türk Başbakanının hep birlikte dünya turuna ve resmi toplantılara beraber götürdüğü Sayın eşlerini bir dinleyelim ve pir dinleyelim:
“Davos’ta İsrail başbakanının hiç te doğru olmayan konuşmalarını dinledikçe, ağladım ve”birisi çıksa da şu adamı bir sustursa “ diye içimden dua ettim!”
Sayın Emine Hanımefendi Hazretleri; siz, bir başbakanın karşısında utancından kıpkırmızı kesilen ve ancak:”Van minüt!” Diyerek meydanı gazayı terk eden kocanızın içine düştüğü hale gözyaşları ve dualarla ortak olan siz,”Son Osmanlı Padişahı “pankartına neden tepki göstermediniz?
Japon Başbakanının Sayın Eşleri, kocasının Japon halkını aldatmaması için, kocasının iç yüzünü bir kitapla açıklamasına ne buyuruyorsunuz?
Batı Cephesi Komutanı ve Hariciye Vekili olarak, Lozan’da Türk ulusunun onurunu savunan Rahmetli ve dahi cennetmekân İsmet Paşa’dan hiç mi ders almadınız? İsmet Paşa 39,Eşleri Rahmetli Mevhibe Hanımefendi de 23 yaşındaydı. Ne konferans salonuna ağlamak için gitti, ne de kocasını küçük düşürecek bir davranış sergilemişti! Bir Türk vatandaşı olarak sizleri ayıplıyorum. İzninizle; Revenons a nos Moutons! Konumuza dönelim!
Birinci bölümden devam!
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı İbn’i Kemal’in Çaldıran Muharebesiyle ilgili fetvaları:
Vezir İbn’i Kemal olarak bilinen (Efendinin )Şeyhülislam’ın (Mektubu) FETVASI:
Fetva: III.
“Bu yerde adı zikri dolaşan, bütün zamanlarında tanındığından dolayı varlığının açıklanmasına gerek duymayan. Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Şah İsmail’in ve din gününe (kıyamet) kadar lanetlenmiş grupların ve tabalarının yenik, zelil askerlerinin küfrü hususunda Hamdi kerim; Kuvvetli, Büyük ve Yüce olan Allah içindir. Övgü, doğru yola rehberlik eden Hz. Muhammed ve diğer dinde ona uyanlar (övgüler olsun)Şia’nın (Şah İsmail ve tebasının) kendi imanlarından başka doğru yola götüren imam, imamlığın ilk dört halifenin halifeliğini inkâr ettikleri, İmam Ebu Bekir’le, İmam Ömer’le, İmam Osman’a (Yüce Allah hepsinden razı olsun) açıkça küfür ettikleri, Sünni memleketlerinden birçok yere h3akim oldukları, oralarda boş mezheplerini ortaya koydukları haberleri ard,ardına geldi.Müslüman ülkelerde bu durumun etkileri çoğaldı.Şeriatı ve ona uyanları küçümsüyorlar.Bu şeriatla içtihat edenlere ,kendi mezheplerinin tersine,müçtehitlerin mezheplerinde zorluklar olduğunu ileri sürerek (şeraite tabi olanlara)sövüyorlar.Tarikatlarının liderine de Şah İsmail adını verdiler.
Onlar, Şah İsmail tarikatının metodunun son derece kolay olduğunu ileri sürüyorlar. Şah İsmail’in “helaldir” dediğini helal, haramdır dediğini haram sayıyorlar.
Şah, şarabı helal kılsa, şarap helal oluyor.
Osmanlı devleti ricali ve uleması, İslam dinini, bir mezhebin diğer inanç gruplarını yenerek, iktidarların bu mezhep doğrultusunda kullanılması için kullanmışlardır. Din ve ahlak ve dahi Türk geleneklerine aykırı davranışlar Osmanlının günlük eğlence işlerindendi.”
Sayın Baki Öz’ün”Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları”adlı kitabının 81’inci sahifesini birlikte okuyalım:
“b-Bunalım, ahlaksal çöküş, içki ve fuhuş:”
“içki ve fuhuş, Osmanlılarda tarih boyunca yaygındı ve hiçbir zaman da önlenemedi. Bu, düzenin gereğiydi. Osmanlı toplumu, hiçbir zaman bunalımsız olmadı. Bunalımın kaynağı toplumun düzeni olduğundan, çıkarılan yasalar hiçbir dönem yeterince önleyici olamadı. Suhte-Medrese öğrencileri-oto.-hücreleri, büyük kentlerde fahişe kadınların ve leventlerin bekâr odaları, hamamlar içki ve fuhuşun yuvalarıydı.(298).
Osmanlılarda; içki ve eğlence vakanüvislere göre, Yıldırım Beyazıt ile başladı. Padişahı da buna alıştıran Ali Paşadır.(299).Ali Paşa, aynı zamanda, Yıldırım Beyazıt’ı oğlancılığa da alıştırmıştır. Genç Hıristiyan delikanlılarını satın alarak bu işte kullanıyor, onları daha sonrada “iç oğlanlar” adı ile saraya alıyorlardı.(300).Oğlancılık ve homoseksüellik, daha sonraki dönemlerde de vardı.
Padişah Üçüncü Osman, sarayında kadın görmeye bile tahammül edemezdi. Kadınlar, ayak seslerini duyup ta kaçsınlar diye, pabuçlarının altına demir çakdırttığ rivayet olunmaktadır.
1730 ayaklanmasında; damdan, dama atlarken düşerek ölen Şair Nedim de hırlılardan değilmiş. Şiirlerinin yorumu yüzünden çok tenkitlere uğramıştım. Bakalım sizler ne buyuracaksınız!
“Kızoğlan nazı, nazın/Şahlevent avazı avazın/Belasın ben dahi bilmem/Kız mısın, oğlan mısın kâfir? Ne mana gösterir/Duşundaki ol ateşin atlas/Kıyanı şuleyi cansuzu/Hüsnü anmısın kâfir?/Kimi sana canım, kimi cananım deyu söyler/Nesin sen doğru söyle/ Can mısın, canan mısın kâfir? Tam,65 sene önce ezberlemiş olduğum bu şiir böylece güzelce gitmektedir. Hele bir de çok ince bir duyguyu anlatan şu mısra:
“Güllü diba giydin amma/Korkarım izar ider? Bunlar güzel söylemler. İşte, işin garip tarafı da şu söyleyişte:
“İzin al Maderden Cuma namazına deyu/Gidelim sevdiceğim seninle Sadabada?”
Kadınlar ve dahi kızlar, camiye, Cuma namazına gitmeyeceğine göre; buradaki sevgili kim ola ki!
19’uncu asırda bile, büyük devlet adamlarının oğlanları olduğunu biliyoruz. Tanzimat’tan çok sonraları, Batılı devlet adamlarından çekinildiğinden, bu âdete son verilmiştir.
Bir tarafta; soyut masallarla halkı aldatma numaraları, din adına oynanırken, Osmanlının SOMUT yaşantısı işte böyleydi.
Fatih Sultan Mehmed de, şaraba ve oğlancılığa oldukça düşkündü. Manisa’da vali olarak bulunduğu sıralarda; daha sonra Veziri Azamı ve damadı olacak olan Zağanos Paşa bu işlere Fatihi de alıştırmıştı.-oto-Rum Mehmet Paşa ile Fatih Sultan Mehmet’i kandırarak Çandarlı Halil Paşa’nın idam edilmesini sağlamışlardır. Oto.
Bizans başbakanı Rahip Lukas Noturas’ın ondört yaşındaki yakışıklı oğlunu istemiş, vermeyince de Rahibi öldürtmüştü.(301) Avni mahlası ile yazmış olduğu (72) şiirlik divanının (27) şiiri oğlanlara aittir. Osmanlı sarayındaki bu yaşam tarzı uzun zaman sürdürülmüştür. IV’ üncü Murat’ın da bu tür bir yaşam tarzı olduğunu tarihler yazmaktadır. Annesi Kösem Sultan, oğlunu güzel oğlanlara yöneltmişti. İlk gözdesi Ermeni dönmesi Musa Melek Çelebi idi. İkinci gözdesi, Yeniçeri ağalığına atadığı Hasan Halife idi. Sonra, Abaza Mehmet Paşa, Bosnalı Mustafa, Melek Ahmet, Musa Siyavuş, Deli Hüseyin, Dimitraki, Nefraki, Can Memi Şah, Arslan Şah, Şahin Şah, Fitne Şah, Mirza Şah, Zalim Şah, Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, ol Padişah’ı Ruyu zeminin oğlanları olmuştu! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’ya göre; bu zevk sapığı genç İmparatorun sevgililileri;”kimi sakız mahbubu, kimi mukaşşer şehir oğlanı. Kimi Abaza, Mergil ve Çerkez Güllamı idi.
“kanlı müstebit sapık zevklerinin yolunda, ölüm döşeğine uzanıncaya kadar pervasız yürümüştü.”Oğlan simsarı İranlı Yusuf, sürekli onun meclisindeydi. IV’ üncü Murat, kendisine oğlan sağlayan bu İranlıya Emirgân koruluğunu bağışlamıştı.(303).Kısa süren saltanatı dönemimde;(110.000) kişiyi öldürttüğü söylenmektedir.1639 Bağdat seferi sırasında; muharebe sırasında esir alınan İranlı askerlerin sayıları (1000)’i bulduğunda; tahtına oturarak boyunlarını vurdurduğu anlatılmaktadır.
Bunalım artışına paralel olarak; içki ve fuhuş geniş kesimlere doğru yayılmıştı.(304).”Hamamda, yolda ve başka yerlerde emret oğlanlara livata “ettikleri kadı sicillerinde de görülmektedir.”(305).
Batılı gözlemciler de bunun bilincindedirler..1552-1556yıllarını anlatan bir gezgin ,”Türklerin İslamlıklarına karşın şarap ve rakı içtiklerini ; özellikle de Tekke çevrelerinde esrar kullandıklarını ve dahi oğlancılığın yaygın olduğunu (306).1717-1718’leri gözlemleyen Lady Montaigü, yaygın biçimde içki kullanıldığını yazmaktadır.(307).
Ne Kanuni döneminde getirilen yasalar (308) ne de IV’ üncü Murat’ın cezalandırarak yasaklamaları, kaynağını toplumsal düzenden alan bu ahlaksal çöküşün önüne geçememiştir.1630–1650 yıllarını anlatan Mehmet Halife; içki, fuhuş, oğlancılık ve homoseksüelliği açıkça belirterek, toplumsal bunalımın doruğa ulaştığı dönemin bu yanını açıkça saptamaktadır:
“O zamanlar kulun(askerin) azgınlığı o ölçüye varmış idi ki; gündüz hamamdan peştamal ile çıplak avrat çıkarmak, gulamiye aldıkları günde Sultan Mehmet Camiinde duhan(sigara) içmek, Müslümanların ırzına sarkıntılık etmek; köşelerde açıkça ayak üzere zina ve livata etmek… Halk tabakasının çoğu zina ve livata’ya karşı eğilim ve sevgi besliyordu.”(309).
İşte Osmanlı’nın SOMUT DÜZENİ. Soyut kavramlar kitaplarda kalmış! Düzen ve düzülen çok. Devlete ve Osmanlı toplumuna tam bir düzensizlik egemen olmuş. Bu ortamda; bazı kimseler çözüm arayışına yönelmişlerse de onların da başları kesilmiştir. İlk modern anlamda bütçe kanunu yapmak isteyen Taroncu Ahmet Paşa da; teminat sözü almasına karşın başından olmuştur.
Arnavut asıllı KOÇİ Bey de, İmparatorluğun eski gücüne kavuşması için bir risale yazarak IV’ üncü Murat’a sunmuştur. Risalenin önemli bölümlerinden birisi de, devletin ve ordunun çürümüşlüğe düşme nedenlerini açıklayan maddesidir:
“Her zümreye-Ocağa- adı geçen tarihten beri, milleti ve mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, Tatar, Kürt, Ecnebi, Laz, Yörük, Katırcı, Deveci, Hamal, Ağdacı, Yol kesen, Yankesici ve diğer çeşitli kimseler katılıp, usul ve kaideler bozuldu. Kanun ve kaide kalktı.”Koçi Bey Risalesi, s.43.Zuhuri Danişment.
Yeniçeri Kanunnamesi madde:5-“Türk’ten yeniçeri alınmaya.”
Ayrıca bir ferman’ı şerif!:”Türk’ten vezir olmaya.”Osmanlının (243) vezirinden sadece ve dahi sadece (10) veziri Türk asıllıdır.

C-Suhte Ayaklanmaları ve Yarattığı Huzursuzluklar.
Suhteler, Cemali kavgasının özgün eylemci gruplarıydı. İmarethane ve medreselerin zor koşullarında yaşayan gençlik, ruhsal ve maddi bunalıma girmişti. Bu bunalım, kimi kez ahlak dışı davranışlarla, kimi kez de tepkisel eylemlerle ortaya çıkmaktaydı. Çoğu kez, Leventlerle birlikte hareket edilerek çok geniş boyutlar kazanmaktaydı. Toplumsal nitelik gösteren bu oluşum, çoğu yerde,”Soyguncu Bölükler”şeklinde hareket ederek korku salıyor ve düzeni bozuyordu. EN GENÇ VE DELİKANLILIK DÖNEMLERİNİ KAPALI, KARANLIK VE KARŞI CİNSTEN UZAK YERLERDE GEÇİREN SUHTELER, TAŞKINLIK YAPABİLİYORLARDI. Toplumu tedirgin edilebiliyorlardı.1550’lerde başlayan Suhte olayları,1560’larda Leventlerle birleşerek, birkaç yüz kişilik çetelere dönüştü. İkinci Selim döneminde; Suhte olayları iç kavga biçimindeydi. Suhtelerin leventlerle birleşmeleri bürokrasiyi(ehli örf ve kapıkulu) karşılarına almaları ve Anadolu Ayanı ile bağlaşmaları, eylemlerine TOPLUMSAL VE SİYASAL bir nitelik kazandırdı. Eylemlerinin sınıfsal ve siyasal yönünü ortaya koydu.(310).Bilindiği kadarıyla, suhtelerle ilk anlaşmayı, Sancak Beyi Ali Ağa,1604 tarihinde gerçekleştirmiştir.(311).Mustafa Kemal; Laiklik ilkesiyle, dini vicdanlara çekerek, diğer sosyal düzen kurallarını yok etmesini önlemiştir. Kadın-Erkek ayırımcılığının kadınları Lezbiyenliğe; erkeleri de homoseksüelliğe itmesine de engel olmuştur. Efendim; kız ve erkeklerin birlikte okumaları dinen sakıncalıdır! El ele tutuşurlar, birikirlerini de severler! Ne yapsınlardı? Unutulmasın ki; Din de, Hukuk ta, Örf te, Moda da insanların mutlu olmaları içindir. Din soyuttadır: Diğer sosyal düzen kuralları da somuttadırlar ve insan aklının ürünleridirler.
Anadolu’da borçlar nedeniyle çiftliklerin bozulması; köylünün büyük şehirlere akması ki buna BÜYÜK KAÇKUN denilmektedir. İşsiz insanların güçlü kimselerin emrine askeri nitelikte girmesi sonucunu doğurmuştu. Medreselere yeni gelen öğrencilerin, zorla ırzlarına geçilmekteydi. Manavgat’ta, Aydın’da ve Gemlik’te Medreseli bölükleri her önüne gelenin ırzlarına geçmekteydiler. İşte övündüğümüz Osmanlının en güçlü olduğu zamandaki SOMUT durumu! Profesör Dr. Mustafa Akdağ, Dirlik ve Düzenlik Savaşımız.
Dipnot.
1*(298)-Osmanlı vakanameleri ve kadı sicilleri bu tür örneklerle doludur. Bkz. M.Akdağ 1975,s.81,100,102ve 155,158.
2*(299)Bkz.Âşıkpaşaoğlu Tarihi, s.74.Yayın tarihi ı/158,Müneccimbaşı tarihi1/29,Tacü’t -Tevarih,1.211,223,
3*(300)Hammer1/158.
4*(301) Hammer, II/386,Kinross, s.120,
5*(302) Shaw,1/203.Zelyut(1986,s.99 ve sonrası.
6*(303)Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Nebioğlu Yay.İst.207–221,
7*(304) Yavuz dönemindeki yaygınlık için bkz. Tansel, s.25.kanuni Dönemindeki yaygınlık için bkz. Mustafa Akdağ (1975) s.104 ve devamı.
8*(305) Bkz. Mustafa Akdağ,(1975) ,s.105.
9*(306) Türkiye’de Dört Yıl, (1552–1566)S.55.66.85.
10*(307)Lady Montagu, s.29,42.
11*(308)Ahmet Lütfi, s.39.
12*(309)tarihi Gilmani, s.28,144.
13*(310)Profesör Dr. Mustafa Akdağ(1975) ,Dirlik ve Düzenlik Savaşımız. s.20,71vd.153 vd. 178 vd. 255 vd. 300 vd.Yarasimos1/426 vd. Toy,s.122 vd. Cezar,s.196 vd.
144*(311) Toy, s.127.
Burada da belirtildiği üzere, günlük namazın sünnetlerinin toplamı, farzlarının toplamından fazla! Kur’anı Kerim’de çok açık ayetler vardır.”Sen benim emirlerimi tebliğe memursun. Ne bir eksik ne bir fazla!”Tanrımız; Miraçta Hz. Muhammed’e, günlük namazların rekâtlarını eksik mi vermiştir? Bunu bana açıklayan çıkmamıştır! Osmanlı Padişahı bir papaz yamağına (27) şiir yazarken bir Bektaşi dedesi de namaz üzerine şiir yazmaktadır. Ve bu kesim insanlarımız da dinden çıkmış kabul edilmektedir. Hadi canım sizde!
Mustafa Kemal’in, Balıkesir Paşa camisindeki vaazını her müslümanın bilmesi gerekir diyorum. Bu ünlü konuşmayı buraya almış olsam sahifeler dolacaktır. Ancak, bir şeyi onur duyarak yazmak istiyorum:
Abdülhamit’i Sani’nin Osmanlı padişahlığından azil fetvasını Elmalılı Hamdi-Yazır- vermişti. Mustafa Kemal, Kur’anı Kerimi bu İslam Bilginine tercüme ettirerek bastırtmış ve kitap bastırtma bedeli olan (15.000) Türk lirasını da cebinden ödemiştir. Dokuz cilt olarak yayımlanan bu dev eser kütüphanelerimizi ve bez torbalar içersinde, duvarlarımızı süslemektedir! Laikliği getirecek bir büyük devlet adamının en büyük isteği, Türk toplumunun dinini öğrenerek din satıcılarının tuzağına düşmemelerini sağlamaktı. Türk insanları, onun göstermiş olduğu Somut yaşam yolunda yürümesini bilselerdi; bugünün soyut masalcılarının peşine takılarak Ortaçağ yoluna girmezlerdi.
Osmanlının Ahlak Kitabı!
İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet adlı bir kimesneye, KEYKAVÜS’ÜN ünlü KABUSNAME adlı eseri tercüme ettirilmişti. MEB. Yayınlarından satışa sunulan bu eserin, son basımlarında 112 ve 113’üncü sayfaları yoktur.
Tercüman gazetesinin (1001) temel eserleri arasında yayımlanan adı geçen eserin de o iki sahifesi yoktur. Çıkarılmış olan o iki sahifede oğlancılık ballandırılarak anlatılmaktaydı ve bu kitap Osmanlının ahlak kitabı sayılmıştı.
“Yazın iki kadın şeyi arasında yat, serin olur. Kışında iki karavaş-Erkek hizmetçi-arasında yat; tenleri sıcak olur. Sıcak ten şehveti azdırır!”Ahlak kitabı! Cinsellikte Somut yaşam buna denmeyip te neye denilir?
Yavuz Sultan Selim, özünde bir Alevi düşmanıydı. Bu inanışa hiç itibarı yoktu. Daha Şehzadeliği zamanında; Trabzon valiliği zamanında, babasından Anadolu’da gittikçe güçlenen alevi hareketinin bastırılmasını istemekteydi. Bu konuda; İkinci Beyazıt’ın Şah İsmail’in etkisinde kalarak, etkin olmadığını gördüğünde, kendi olanaklarıyla gerekli önlemleri almaktaydı. Öte yandan Osmanlı tahtına geçmeye de hazırlanıyordu. Henüz Amasya valisiyken, kendi adamlarını Osmanlı devletinin kilit noktalarına getirtmişti.(37).Safevilerin ticaretlerini baltalıyor, İran tüccarlarının mallarına da el koyuyordu. Bu davranışlarını bir planlı politika olarak sürdürüldüğü anlaşılmaktadır”
Dipnot.
1*(298)-Osmanlı vakanameleri ve kadı sicilleri bu tür örneklerle doludur. Bkz. M.Akdağ 1975,s.81,100,102ve 155,158.
2*(299)Bkz.Âşıkpaşaoğlu Tarihi, s.74.Yayın tarihi ı/158,Müneccimbaşı tarihi1/29,Tacü’t -Tevarih,1.211,223,
3*(300)Hammer1/158.
4*(301)Hammer, II/386,Kinross, s.120,
5*(302)Shaw,1/203.Zelyut(1986,s.99 ve sonrası.
6*(303)Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Nebioğlu Yay.İst.207–221,
7*(304) Yavuz dönemindeki yaygınlık için bkz. Tansel, s.25.kanuni Dönemindeki yaygınlık için bkz. Mustafa Akdağ (1975) s.104 ve devamı.
8*(305) Bkz. Mustafa Akdağ,(1975) ,s.105.
9*(306) Türkiye’de Dört Yıl, (1552–1566)S.55.66.85.
10*(307)Lady Montagu, s.29,42.
11*(308)Ahmet Lütfi, s.39.
12*(309)tarihi Gilmani, s.28,144.
13*(310)Profesör Dr. Mustafa Akdağ(1975) ,Dirlik ve Düzenlik Savaşımız. s.20,71vd.153 vd. 178 vd. 255 vd. 300 vd.Yarasimos1/426 vd. Toy, s.122 vd. Cezar,s.196 vd.
144*(311) Toy, s.127.
Dipnot:
1*(37)-Selim name.
2*(38)-Bkz.Peçevi tarihi,1/4 Sümer 976) s.40,
3*(39)-Tansel, s.93.
4*(40)-Bu saptama ,Alevilerin “defterlerinin yapılması”ve bu insanların “defterlerinin dürülmesi” için Bkz.Tacü’t-Tevarih IV/176,181;Müneccimbaşı Tarihi,II/457;Solak zade Tarihi ,II/16;uzunçarşılı,II/256;Tansel,s.37vd.;shaw,ı/123vd.;Yetkin,I/92;Şener,S.77;Bozkurt,S.57;Yörükoğlu,s.64;Bayrak(1984)s.85;beşikçi,s.170;Özellikle belgeler için Bkz.Tekindağ,Tarih Dergisi.C.17.sayı.22,Mart 1967,s.56,
5*(41)-Bkz.Özkırımlı(1990)s.171 vd.
6*(42)-Fetva metni için şu kaynaklara bakılabilir. TekindağTarih Dergisi.C17,sayı 22,Mart 1967,s.54 vd. Atilla Özkırımlı, Alevilik ve Bektaşilik ve Edebiyatı, Cem yayınevi ist.1976.s.45 vd. Bozkurt, s.56; bayrak (1986),s.38;Beşikçi, s.172;Doğan Avcıoğlu(1978)I/105 vd.
İkinci ve Kinci ve dahi Türklüğü ve Türkçeyi beğenmeyip, ümmetçilik masalı ile Araplaşmaya sevdalı İkinci Abdülhamit’in Kara çarşaf hakkındaki fermanı övgüye değmektedir.Fermanın Osmanlıcasını ,Arap ve Acem kırmasını da, veriyorum.Türk,Türklük ve İslamiyet düşmanı Kürt Sait’in sayıklamalarını sözlüğe bakarak okuyanların Türkçeye ve bunu Türk ulusuna armağan eden Mustafa kemal’e düşmanlıklarını anlamak ne mümkün.İhanetin genlere geçtiğini kabul etmek durumundayım.
ALINTIDIR!
“KARA ÇARŞAFI YASAKLAYAN PADİŞAH EMRİ LATİN HARFLERİYLE (YIL 1892)”
Tarih: 18.06.2011 19:57:06
“Bugün cuma selâmlığı töreninden sonra Teşvikiye'deki silâhhaneyi Padişah Hazretleri teşrifle oradan saraylarına dönerler iken yolda, tuhaf bir şekilde bellerinden bağlı siyah çarşaflara bürünmüş ve yüzlerini de siyah renkte ve gayet...

Osmanlıca orijinali

Yıldız Saray-ı Hümayunu
Başkitabet Dairesi
5897
Bugün Cuma selamlık resm-i âlisini müteakip Teşvikiye'de kâin silahhane-i hümayunu teşrif-i maali-redif-i hazret-i padişahî vuku'uyla oradan saray-ı hümayua avdet buyurulur iken rehgüzar-ı şahanede bir tarz-ı acibde bellerinden bağlı siyah çarşeblere bürünmüş ve yüzlerini dahi siyah renkte ve gayetinçe peçeler ile örtmüş bazı kadınlar müsadif-i nazargah-ı ali olarak bunların gayr-ı mesture denilecek halde açık saçık bulunmalarına ve adeta matem elbisesi iktisa etmiş hristiyan kadınlarına müşabih olmalarına nazaran vehleten İslam olmadıklarına tereddüd buyrulmuşdur. Muhtac-ı irad ve izak olmadığı vechile Devlet-i Muazzama-i İslamiye edameha'llahu teala ila-yevmi'l-kıyamenin kıvam ve bakası ve tezayüd-i şevket-ü i'tilası hey'et-i devletin efradından bulunan bilcümle Müslimin ve Müslimatın kâffe-i ahval ve evza' ve harekatda şeri'at-i garra-yı Ahmediyenin ahkâm-ı münife ve münciyesine kemal-i ihtimam ile tevessül ve irtiba' etmelerine menut ve merbut olup aks-i hal ma'aza'llahü teala gerek efrad-ı ümmet ve gerek esas-ı devlet için maddi ve ma'nevi mucib-i mazarrat-ı bi-nihayet olacağından İslam kadınlarının cümle-i evamir-i İlahiyeden bulunan ahval ve adab-ı mergube-i tesettür ve ihticaba fevkalade dikkat ve itina etmeleri lüzumu vareste-i beyan ve ityan olarak işbu çarşebler ise İslam kadınlarınca emr-i tesettüre asla muvafık ve müsaid olmadığı gibi li-maksadin şuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından dahi bir yerde fesad vemel'anet olarak istimal edilmekde olup hatta geçenlerde bir erkek bu suretle çarşebe bürünerek kadın kıyafetinde müsellehan bir haneye duhul ile evdeki kadının üzerine bi'l-hücum sirkat eylediği eşyayı pencereden arkadaşına atarak savuşnuş olduğundan diyaneten ve maslahaten derkar olan mazarrat ve mezahir-i adidesine mebni bu babda icab edenlere suret-i leyyine ve münasibede tefhimat ve vesaya-yı lazime ifa edilmek suretiyle kadınlarca çarşeb iktisasının men'i esbabının istihsali şeref-sadır olan emr-ü ferman-ı hümayun-ı padişahî iktiza-yı âlisinden bulunmuş olmağla ol babda emr ü ferman hazret-i veliyyü'l-emrindir.
Fi 4 Ramazan sene (1)309
ve
Fi 20 Mart sane (1)308
Ser-Katib-i Hazret-i Şehriyari

[düzenle] Türkçe metin

Padişah hazretlerinin, bugün yüce cuma selamlığı törenini müteakip Teşvikiye'de bulunan devlet silahhanesini yüksek teşrifleri gerçekleştikten sonra saraya dönerken geçtiği yol üzerinde acayip bir tarzda bellerinden bağlı siyah çarşaflara bürünmüş ve yüzlerini dahi siyah renkte ve gayet ince peçelerle örtmüş bazı kadınlar gözüne ilişmiş, bunların neredeyse çıplak denilecek derecede açık saçık bulunmalarına ve adeta matem elbisesi giyinmiş Hıristiyan kadınlarına benzemiş olmalarına bakarak birdenbire Müslüman olup olmadıklarında tereddüde düşmüştür.
Delil ve açıklama gerektirmez bir husustur ki, Yüce İslam Devleti'nin (Allah onu kıyamete kadar yaşatsın) kıvam ve bekasının ve şevket ve yükselişinin artışı, devlet kurumunun fertlerini oluşturan bütün erkek ve kadın Müslümanların hal, durum ve hareketlerinde Şeriatın faydalı ve kurtarıcı hükümlerine eksiksiz bir ihtimamla uymalarına bağlıdır. Aksi hal, Allah korusun, gerek ümmetin fertleri, gerekse devletin esası için maddî ve manevî açıdan sonsuz zararlar verecektir.
Bu yüzden Müslüman kadınların Allah'ın emirleri arasında bulunan tesettür ve hicaba girmenin güzel adabına dikkat ve özen göstermeleri gerektiğine dair beyan ve delil getirmek gereksizdir. İşbu çarşaflar ise Müslüman kadınlarca tesettür emrine asla uygun ve müsait olmadığı gibi, [kötü] bir maksatla şuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından dahi bir yerde fesat aleti olarak kullanılmaktadır.
Hatta geçenlerde bir erkek bu şekilde çarşafa bürünerek kadın kıyafetinde silahlı olarak bir eve girmiş ve evdeki kadının üzerine hücum edip çaldığı eşyayı pencereden arkadaşına atarak savuşmuştur. Dinî açıdan ve toplumun iyiliği için açık olan çok sayıdaki zarar ve sakıncaya dayanarak bu konuda gereken kişilere yumuşakça ve münasip bir üslupla anlatılmak ve gerekli nasihatler verilmek suretiyle kadınlarca çarşaf giyilmesinin yasaklanması [veya engellenmesi] için sebeplerin temini padişahın emir ve fermanı gereğidir.
O konuda emir ve ferman, emir sahibinindir.2Nisan 1892

Deri değiştirir gibi fikir değiştiren Sayın Bay Recep Tayyib Erdoğan’ının devlet arşivlerinde saklanmakta olan Yemin ve Kasemini çok kere yayımlamışımdır. Bu yeminiyle soyut durumunu ifade eden bu Büyüğümüz,son seçimden sonra,iç ve dış desteklerle Somut duruma geçmiştir.Biz Atatürkçüler ne mi yapıyoruz!GAFLET;DALALT içinde dizi filmleri seyrediyoruz.
Gerçek FERMAN NEBATİ Yazısı ile!

30 Nisan 2012 Pazartesi

709/SOYUTTAN SOMUTA MUSTAFA KEMAL.TEKRARDIR.

   OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 23 Temmuz 2010 /29 Nisan 2012.
                  Efendim;"Kemalizm ve Atatürkçülük karmaşasını"iyice anklatabilmem içindir.
"Soyuttan Somuta Mustafa Kemal", Atatürkçülerimiz sayesinde tekrar Soyuta döndürülmüştür.  Peş peşine ileteceğim Üç yazıdan sonra da"Somuttan Soyuta Kemalizm ve Mustafa Kemal yazımı ileteceğim.Saygılarımla.     
                                                                                                                  
                       
SOYUT’TAN SOMUT’A MUSTAFA KEMAL!
                                              
BİRİNCİ BÖLÜM. (TEKRAR)

Doğu haksızlığı Tanrı’ya; Batı da haksızlığı namluya havale eder!”                                                                          
Papaz Ernest Renan. 01 Mayıs 1882,

Milletler, maddi ve manevi değerlerini          yitirmekle yıkılmazlar. Milletleri yok eden illet,       hafızalarını yitirmiş olmalarıdır!”        
                                                           Prof.Dr. Gustave Le Bon.

            Elbe adasından 1100 askeri ile kaçarak, Marsilya sahillerinden Fransa’ya çıkan Napolyon Bonapart’ın, ünlü 101 günlük imparatorluğu vardır.
İngiltere ile Prusya hemen anlaşarak ordularını Belçika topraklarına sokarlar. Avusturya ve Rusya ordularının gelmesini beklemeden; Napolyon Bonapart; önce, Prusya kuvvetlerine saldırır.
16 Haziran 1815 günü; Belçika’da Ligne muharebesinde; Prusyalı komutan Blücher’i yener; fakat Prusya ordusunu imha edemez. General Blücher Waterlo yakınındaki Wawel’e çekilir. 18 Haziran 1815 günü sabahı çok şiddetli yağmur yağar. Waterlo Meydan Muharebesi aynı gün öğleden sonra başlar. İngiliz ordusu ile Napolyon kuvvetleri arasında korkunç muharebe bütün hızı ile devam eder. Bir binanın ele geçirilmesi için iki taraftan (15.000) kişi ölür. İngiliz Başkomutanı Dük Wellington’un ordusu yenilmek üzereyken; Dük, İncil’den dualar okumaya son vererek; yüksek sesle:
            “Ya gece, ya da General Blücher yetiş!” Diye bağırır. Dağılmış güçlerini toparlayan Prusyalı Komutan Blücher, şimşek gibi muharebe meydanına yetişerek Napolyon Bonapart’ın yenilmesini sağlar ve 1805 Osterliç yenilgisindeki tutsaklığının intikamını da alır.
            Uhut gazasında; Mekkeli hemşerileri tarafından yüzünden yaralanarak bir hendeğe düşürülen Hz. Muhammet; öldürüleceğini anlayınca, var gücü ile bağırır:
            “ Ya Ali yetiş!”
            Şimşek gibi yetişen Hz. Ali, Mekkeli silahşorları öldürerek, Amcası ve Kaim pederi Hz. Muhammet’i mutlak bir ölümden kurtarır. Tehlike karşısında; niçin somut bir yardım dileyiş ve bir somuta sığınış?
            İlk zamanlardan beri şekillenen bu insan davranışı; ruhsal, bedensel ve toplumsal bir içerik kazanmıştır. İnsan ruhunun ve insan inancının ve dahi insan beklentisinin varıp ta dayandığı bir sığınak olmuştur SOMUTLUK!
            Soyut nedir? Somut nedir?
            Dil VE TARİH Yüksek KURUMU’NUN İKİ ciltlik, Türkçe sözlüğüne bir bakalım. C.2 S1330-1331 ve1335.
            SOYUT: Soyutlama ile elde edilen, varlığı ancak eşyada gerçekleşen, mücerret, somut karşıtı. Gerçeklikte ayrılamaz olan düşüncede ayrılma.
          SOYUTLAMA: Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilkelerden her hangi birisini tek başına ele alan zihni işleri; gerçeklikte ayrılamaz olanı düşüncede ayırma.
            SOYUTLAMAK: Bir kimseyi, bir durumu, düşünce içinde, toplum, durum veya düşünceden ayrı tutmak.
            Bu, ta soyuttan başlayan bir insan beklentisi bir somutta muradına ermektedir. Bu elle tutulur, gözle görülür ve yaşanılır olgulara rağmen, bazı hayalî düşünce sahipleri tarafından algılanamamaktadır. Kulluk, kölelik ve insan yerine konulmamak olgusunun yaratmış olduğu alçalma duygusu soyut ile somutu algılamamıza engel olmaktadır.
            Bizans şehri (29) defa kuşatılmıştır. Haçlılar, 1206 yılında Bizans'ın merkezini, Bizans şehrini, ele geçirerek, Ortodokslara etmedikleri kötülükleri bırakmamışlardır. Bir Bizanslı fahişenin başına Ortodoks Patriğinin başlığını giydirerek Ayasofya kilisesinde dans ettirmişlerdir.
            Müslüman-Arap ve Ermeni orduları ve dahi Yıldırım Beyazıt İstanbul’u kuşattığı halde, bir türlü surları aşamamışlardır. Bizanslılar; denizde bile yanan Rum ateşine, Haliç’i kesen kalın zincire ve dayanıklı surlarına sığınarak kurtulmuşlardır.
Somut güçler soyut değerlere üstün gelmiştir.
Osmanlı Padişahı İkinci Mehmet; Edirne’de döktürmüş olduğu ağır topları, mandalar ve öküzlerle çektirerek İstanbul’ kuşatma altına almıştır. Dolmabahçe sarayı-Tünel başı ve Kasımpaşa’ya ulaşan güzergâh üzerine yağlı kalaslar döşeterek bir gece içinde, (167) parça gemiyi Halice indirtmiştir. Kuşatma devam ederken de Halice gemilerin girmesini engelleyen kalın zinciri de kırdırtmıştır.
            Hz. Muhammet; Mekke’de sergilemiş olduğu Hz.İsavari dinini yayma denemesinin başarısızlığını görerek Medine’ye sığınmış ve MS.624 senesinde, somut eyleme başlamıştır.
            İkinci Mehmet’in ağır topları, Bizans surlarını paramparça ederken; Bizanslılar, silahlarını bırakarak Ayasofya kilisesine soyuta sığınmışlardır. Somutluluk İkinci Mehmet’in eline geçmiştir; bu nedenle de Osmanlı ordusunu hiçbir Bizans önlemi durduramamıştır.
            Bizler; içki masalarında ve özel günlerimizde, şımşırık Atatürkçü geçinen bizler, soyuta soyunduğumuzdan habersiz, habire söylemlerde bulunmayı görev yapıyoruz sanan bizler, tüm soyutlarımızın birer, birer somutlaştıklarını bile görmekten çok uzağız.
            Hangi bir örneği ele alacağıma karar veremiyorum. Soyutlar dört bir yanımızdan şimşek hızı ile üstümüze, üstümüze gelmektedir. Fazilet takviminden derleyerek biriktirmiş olduğum örnekleri her ÇAĞDAŞ’A okutmak isterim. 19 Şubat 1999 tarihli takvim yaprağı: (1)                                                                                      
            “İbn’i Abbas (R.Anhüma) anlatıyor: Resulullah (S.A.S) buyurdu ki: ”Cihada çağrıldığınız zaman, cihada koşun!” (Kütüp’i sitte Muhtasarı,17/352”.
İster misiniz,11Mart 1999 tarihli yaprağı da okuyalım:
            “Üç kimseye yardım etmek, Allah üzerine bir haktır: Allah yolunda cihad edene” hadis’i Şerif-et Tergib ve’t-Terhib3-43”.
            Kime karşı savaşmak için cihad? Sonra, kim ve kimleri ne zaman ve ne hakla cihada çağıracak? Sonra; ne demek ganimet? Hangi asırda ve hangi hukuk sisteminde yaşıyoruz?
            Çağımıza ayak uyduramayan bu insanlar, geçmişi geleceğimiz yapma ve beyinlerimizi de taşlaştırma eylemlerine soyundular.
Müflis kaçak kömürcü Süleyman Hilmi Tunahan’ı da, El-Haruk ettiler ve “seyyidler zincirinin 33’üncü ve sonuncu halkası yapıp ta çıktılar.
Ebediyete kadar geçecek zamana bir tek evliya bile bırakmadılar. 33’üncü ve son halka Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S) Hazretleri! ”Kendilerine vaki tecelliyatın büyüklüğünden, seyyidler zincirinin 9’uncu büyük rütbesi Salahuddin İbn’i Mevlana Siracüddin (K.S) hazretleri tarafından Müceddid’i Elf’i Sani İmam’ı Rabbani Ahmedi Faruk’i Serhendi hazretlerinin nisbeti ruhaniyesine teslim edildiler…”
Bu İslam dinini yenilediği iddia edilen kişi 16 ve 17’inci asırda Hindistan’da yaşamış birisidir. Oğlu Mahdum’un yayımladığı Mektubat adlı eseriyle de ünlüdür. Süleyman Hilmi Tunahan; 1888 Silistre doğumlu, ”Mektubatı ben yazdım!” Diyordu!
Soyutları ısrarla somutlaştırma gayreti hangi amaca yöneliktir? Din ile aldatma amacına yöneliktir! Sait’i Norsi de böylesine akıl dışı bir amacın peşinde koşmuştur.
Bizler, derin bir rehavet içersinde, mışıl mışıl da mışıl mışıl uyurken, atı alanlar Üsküdar’ı da alıp geçmişlerdir.
            Benim görevim, doğruları bulabilmemiz için kafalarımızı karıştırmaktır. Üşenmeden okuyup, uzun ve dahi çok uzun düşünmeliyiz!
            Hz. Muhammet, makro düzeyde bir üretim biçimi olan GANİMET- YAĞMA- için, iktidarların soyut bir duruma getirmiş olduğu Arap dinamiklerini SOMUT bir halde tutmak istemişti.
Bizim antikacılarımız, kime karşı CİHATTAN söze diyorlar! Türkiye Cumhuriyeti bir başka din mensuplarının işgali altında mı? Allah yoluna cenk politikamızın sonuçlarını ne çabuk unutmuşuz!
Arapların yüz binlercesini kestiği Ortaasya’ya karşı mı? Yoksa her emirlerini şıpıdanak yerine getirdiğimiz, ülkemizin tüm değerlerini satmakla övündüğümüz Hıristiyan âlemine karşı mı?
Hiç kafanızı yormayınız; onlar tarafından DAR’ÜL HARP BÖLGESİNDE kabul edilen biz çağdaş Atatürkçülere karşı cihat!
            Taa 1910 senesinde; Mısırlı Din Bilgini Rahmetli Şeyh Raşid Rıza, nasıl da soyuttan somuta haykırarak geçmişti: (2)
            “Sanki çağımızda müslümanlar, insan doğasının aşağısında bulunan başka bir yaradılışta yaratılmış gibiler… Puta tapan, Buda, Brahman, Mecusi ve Frenk ulusları arasında yaşamakta bulunan Hint Müslümanları bile bunlardan geridir…
            Müslümanların başlarına gelen belaların ve bozgunluğun nedeni, dinlerine yakışıksız şeyler katmaları, dinlerinin temelini unutmaları… Onun içini dışına çevirmiş olmaları. Bir takım, büyük olarak tanıdıkları kimselerin din suretinde gösterdikleri her şeyi kabul etmeleri… Kur’an din kitabıdır. Vicdana hitabeder. Bütün bilgileri ve fenleri Kuran’da aramak doğru değildir. Bu hal, Kuran’a karşı bir harekettir…”
            “Çok kere, Müslümanlar, gerçek olmayan şeylere, erenlerin, evliyaların olaylarda etki yaptıklarına inanmaları ve Allah’ın yarattığı kanunları bilmemeleri yüzünden geri kalmışlardır…”
            Bu arada somut bir başkaldırı olayı; soyutluluğun İslamlaştırarak ülkeleştirdiği ve taşa çevirdiği, soyutluluğu somut bir değişmezlik haline soktuğu; bireysel ve toplumsal aptallıkları dine çevirdiği Mısır’da, İngiliz sömürgesinde bu olay yankı bulamamıştır. Ehramların sert taşlarına çarpan sıcak bir soluk olarak kalmıştır!
            Anadolu Selçuklu devleti; Büyük Selçuklu Devletinin Prenslerinin egemenlik kavgası sonucu, iktidarı elde edemeyenlerin batıya akmasıyla kurulmuştu. Her iki Selçuklu da; Pers kültürüne ve Farsçaya tutsak olmuştu. Mevlana Celalettin’i Rumi bir Acem hayranıydı. Mesnevisini ve rubailerini farsça ve Aruz vezniyle yazmıştı.
Somut’ta Farsça egemendi. Tabanda, alevi kesiminde Türk halkı somuttaydı ve de Türkçe, hece vezni, somut olarak egemendi. Ortaasya’dan akın, akın gelen Türk boyları parçalanarak Anadolu’ya dağıtılmıştı. Amaç, Kendisinden olmadığını anladığı DEVLET’E isyan etmesinlerdi!
            Bir yandan Moğol baskısı, bir yandan haçlı seferleri; öte yandan da Selçuklu ve beylik kavgaları, gençlerin hep askerde olmaları, Türk halkını elinden tutan din adamları vasıtasıyla soyuta itmişti. Din adamlığına soyunarak halkı etrafında toplayan yaşlı kimseler, ERMİŞ MİTOSUNA halkımızı inandırmışı.
            Ezilmiş, perişan ve çaresiz halk yığınları SOYUTLA bütünleşmişti.
1204 senesinde; Baba İshak’ın SOMUT gerçekliğinde; beklenilen kurtarıcı zuhurun geldiğine inanılmış; SOYUTTAN sıyrılan Türkmenler, SOMUTLULUK bilincine bir soyut yalancının kimliğinde inanmışlardı.
            “Babalara, ok, kılıç ve mızrak işlemez!” Soyut inancı ile koskoca Selçuklu ordusu yenilmiş; Kırşehir ovasında, muharebe meydanına egemen olan zırhlı ve paralı yüz Frenk süvarisinin SOMUT GÜCÜ, Selçukluya zaferi kazandırmıştır.
            Yeni ve somut bir umut olarak; Osmanlı, tarih sahnesindeki yerini almıştı. Artukoğullarından sonra; Kayı Boyu bir beyliğe daha mührünü vurmuştu. Başlangıçta; boy geleneğine göre yönetilen bu yeni beylikte yoğun problemler yaşanmamıştır. Selçuklunun ve öteki dinsel içerikli kurallarla yönetilen devletlerin etkisi altına giren Osmanlı, önce Işıklı taifesine- Kızılbaşlara-sonra da tüm Türkmenlere ve Türklere düşman kesilmiştir.
            Haksızlığa uğrayan Alevi ve Türkmen kesimleri silaha sarıldıkça; Osmanlı düzenli ordularıyla bunları kıyımlara uğratmıştır. Bir yaşlı Türkmen, bir dönümlük kıraç arazisine kırk akçe arazi vergisine itiraz etmek üzere oğlu ve damadı ile gitmiş olduğu İçel vilayetinde, itirazına yanıt olarak, sakalları kılıç ile tıraş edilmiştir.
            Kanuni dönemindeki Anadolu isyanlarının çıkış nendi bu haksızlık olmuştur.
Makbul İbrahim Paşa; haksızlık yapan idarecileri idam ederek isyan ateşinin hararetini ancak söndürebilmişti.
            Yenilme ve toplu kıyımlar; Türkmenleri somuttan soyuta taşımıştır.
            Köle olarak Mısır’a götürülüp, taş ocaklarında çalıştırılan İsraillilerin içine düşmüş olduğu durum da aynıdır.
Somut olarak kurtuluş umudunu yitiren İsrail oğulları, soyut’a dört elle sarılmışlardır.
Suyla gelen-Moşe-önderliğinde soyut üreten önderlerinin yol göstericiliğinde, Sina çölüne dalmışlar, (40) sene boyunca dön babam dön, dönmüşlerdir. Musa’dan yüzlerce yıl önce; eşekleriyle, sahil şeridinden Mısır’a erzak almaya gidenlerin yolları belliyken, Tanrı’mızın kapısında yol göstericiliğe yükselttiğimiz Musa’nın parmak kadar çölde yolunu bulamaması, getirmiş olduğu yeni inanç yolunu anlatmak için olsa gerektir.
            MS.70 yılında; Romalıların Kudüs’ü yakmaları; MÖ: 586 yılında; Nabukodonosur’un- Nabukednezzar’ın- İsrail oğullarını Babil’e sürgün etmesi, soyutçu babaların İsrail oğullarının ruhlarını esir etmesine yetmiştir.
            Eskiden dünya çok büyüktü. İletişim ve ulaşım araçları da yoktu. Ulaşım araçları da canlılardan oluşuyordu. Bireysel iletişim ses, işaret ve kuşlarla oluyordu. Haksızlığa uğrayan her yörede, ortak bir inanç gelişmişti: “Tanrılarımız cezasını verir!” Tek Tanrılı dinler dünyaya egemen olunca da bir Mehti kavramı geliştirildi. Yahudilikten diğer dinlere de bu kavram hızla egemen oldu:
            “Mehti, Kurtarıcı, Ermiş gelecek; zalimleri yenecek, dünyaya mutluluk egemen olacak!”
            Küçücük, çaresiz, ezilmiş yöre halkı için; soyutluk inancına uyan görünür kişi, halkın somut çıkışının Önderliğine soyunmuştur. Bu suretle de, her toplumdan bir ermiş, bir kurtarıcı ve bir de Mehti fışkırmıştır. Bu kurtarıcı önderliğinde, kurtuluşa hazırlanmış olan ruhlar, mızrak, kılış, ok ve tüfek olarak somutlaşmıştır. 17’inci asırda ve Ilgında; soyuttan somutlaşmanın doğacağına inanan Türkmen toplulukları, Osmanlıya top bile kullanarak ayaklanmıştır.
            Anadolu’da ve Rumeli’nde iki kültür oluşmuştu:
            1-Osmanlının dört elle sarıldığı, Arap- Emevi Müslümanlığı kültürü, Kavmi Necib’i Arap yüceltisi. Türkmenler ve Türkler için de ”Etrabı bi idrak-Anlayıştan yoksun Türk” inancı-
            2*Alevi Türkmenler için; insan sevgisine dayalı, İslamiyetken öncesine bağlı din ve ahlak inancı.
            Sünni Arap kültürü; zorla iktidara ve Halifeliğe elkoyan Ebu Süfyan’ın Hindi’den olma oğlu Muaviye kültürü. Emevi soyundan Üçüncü Halife; ölüsü müslüman mezarlığına değil de Yahudi maşatlığına gömülen, iki rekât namazı bile dört rekât olarak kıldıran, islamiyete haksızlığı ve rüşveti sokan halife Osman’ın kültürü. Burada, soyut somut olarak kabul ettirilmiştir. Bu kesim mutlak ezilmeyi meşru inanç haline getirecek hadisler bile uydurmuşlardır ve bu inanç halen de sürmektedir: ”ZALİM OLSA BİLE, ULULEMRE MUTLAK İTAAT. HESABINI ALLAH SORAR!” Birey ile egemen arasında, bir hak kullanması anlaşması olan BİAT köleliğe dönüştürülmüştür.
Batıda;18’inci asır filozofları; egemenin zalim olması durumunda, halkın ayaklanmasının ve verdiklerini geri alma hakkı olduğunu dünyaya yaymışlardır.
Amerika’daki İngiliz kolonileri halkının ayaklanması bu hakkın ilk defa kullanılışı olmuştur. Soyut, bireyi ve toplumu somut bir biçimde soymak için, yönetenler ve din ile aldatanlar tarafından alçakça kullanılmış ve kullanılmaktadır.
            Işıklı, Kızılbaş, Tahtacı, Çepni taraflarında soyut ve somut farkı konulmamıştı. Soyut kavramlar somut olarak yaşanmaktaydı. Soyutluk bireyi ve toplumu soymak için bir kılıf olarak kullanılmıyordu. İslamdan önceki Türk toplumlarında AVAM ve AYAN farkı da yoktu. Bir Türk toplumunun çobanı; kendisi olmadan KAMUTAYIN almış olduğu kararları yok saydırtabiliyordu.
            Manheizm, Mecusilik ve İran dinlerinin birçok inançları Müslümanlığa da yansımıştı.”Kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsü!”. İyilik ve kötülüğün simgeleri Ahuramazda, Angrımanyu, sinek sıçmaz defterler.
            Öte taraftan; Gılgameş Destanındaki, sağ ve sol omuzlara oturarak günahları ve sevapları yazan melekler. O zaman Tanrının meleklerinin video kameraları bile yokmuş. Silivri’dekiler daha mı şanslı dersiniz! Her şeyi gören ve bilen Tanrımız ne diye melekleri kâtip tutar ki? Soyutla bireyi ve toplumu korkutup, soygunu rahatça yapmak için! Halk seçtiklerini türlü çeşitli teknik araçlarla kontrol edeceğine, seçilenler seçenleri kontrol etmektedirler. Vekiller, kendilerini seçen asilleri korku tünellerine sokmaktadır.
            Bektaşi ve Alevi inancını taşıyanlar, din adına uydurulmuş olan bu masalları yutmaz. Yutmadığı gibi de hafiften, hafiften tiye alır.
            Herkesin camilerden çıkmadığı bir devirde; cami ve namazla ilgisi olmayan Bektaşi’ye sormuşlar:
            “Niye namaz kılmıyorsun?”
             Bektaşi, kara kaplı kitabı açarak göstermiş:
            “Bakın, burada yazıyor: ”Namaz kılmayın!” Diye!
            “iyi amma, onun üstü de var. ”Aptestiniz kaçmışsa namaz kılmayın”, diye yazıyor!
            Bektaşi başını sallayarak:
“Vallahi, benim gözüm orasını seçemiyor!” Demiş.
            Bektaşi, her nasılsa gitmiş olduğu camide, namazdan sonra dua etmiş:
            “Allahım, bana bir rakı parası ihsan eyle!”
            Bir başka Sünni müselman:
            “Rabbim, bana iman ver!” Diyerek ellerini göğe kaldırmış! Her ikisini de dinleyen imam, Bektaşi’ye:
            “Bak herkes ne istiyor Tanrı’dan! Sen ise rakı istiyorsun! Utanmaz mısın?” Diyerek çıkışmış. Bektaşi gayetle sakin bir şekilde:
            “Ne kızıyorsun imamım? Herkes kendisinde olmayanı istiyor Ulu Tanrımdan!” Demiş(3).
            XV’ inci asırda; Alanya’da (Alaiye’de) yaşamış olan Kaygusuz Abdal da; dünya yaşamının somut örneğidir (4):
            “Âdemi balçıktan yuğurdun, yaptın,
            Yapıp ta neylersin, bundan sana ne?
            Halk ettin insanı cihana saldın,
            Salıp ta neylersin, bundan sana ne?
                        Bakkal mısın, teraziyi neylersin,
                        İşin, gücün yoktur gönül eylersin,
                        Kulun günahını tartıp neylersin
                        Geçiver suçundan bundan sana ne?
            Katran kazanını döküver gitsin,
            Mümin olan kullar didara yetsin.
            Emreyle yılana tamuyu yutsun,
            Söndürsün tamuyu bundan sana ne?
                        Kaygusuz Abdal’ım sözümüz budur,
                        Her nerde çağırsam Hak onda hazır.
                        Hep dügâha bastırırsın kim nedir,
                        Yakma kullarını bundan sana ne?
            Yücelerden yüce gördüm,
            Erbabısın sen koca Tanrı.
            Âlem okur kelam ile
            Sen okursun hece Tanrı.
                        Asi kullar yaratmışsın,
                        Varsın şöyle dursun deyü.
                        Onları koymuş orada,
                        Sen çıkmışsın uca Tanrı.
            Kıldan köprü yaratmışsın,
            Gelsin kullar geçsin deyü.
            Hele biz şöyle duralım,
            Yiğit isen geç a Tanrı.
                        Kaygusuz Abdal yaradan
                        Gel içe gör şu curadan.
                        Kaldır peçeyi aradan
                        Gezelim bilece Tanrı.
            XV1-XV11’inci asırda Romanya’da yaşamış olan Kazak Abdal da, pervasız bir somut dünyalıdır. Rahattır ve küfreder gibi şiir yazmıştır. Soyutluluğunun kan kusturduğu, her şeyin soyutla açıklandığı bir çağda aklın ışığını cesaretle parlatmıştır.
                        “Eşeği saldım çayıra,
                        Otlayıp karnını doyura.
                        Gördüğü düşü hayıra
                        Yoranın da anasını.

                                    Köyüne sokma bed huyu,
                                   Yıkar, harap eder köyü.
                                   Ölüsüne meyyit suyu
                                   Dökenin de anasını.

                        Gammaz ile madrabazın
                        Bir de olup ta yemezin,
                        Ölürse meyyit namazın
                        Kılanın da anasını.

                                   Derince kazın kuyusun
                                   İnim, inim inlesin.
                                   Kefen dikmeye iğnesin
                                   Verenin de anasını.

                        Dağdan tahta indirenin,
                        Mezarına götürenin,
                        Talkınını bitirenin
                        İmamın da anasını.

                                   Kazak Abdal söz söyledi,
                                   Cümle halkı dahleyledi.
                                   Sorarlarsa kim söyledi,
                                   Soranın da anasını.

            Osmanlının Özakideci-Ortodoks-Sünni politikası; Anadolu’nun ve İmparatorluğun diğer yörelerinin Türkleşmesine ve yaşanılan çağlara da ayak uydurmasına engel olmuştur.
Altınları verenler; kolayca ve ceylan derisine yazılan şecere belgeleriyle Seyitlik ve Şeriflik soyuna girivermişlerdir. İslam dinine ve akla ters yorumlarıyla, dinimizi de, ulusal kimliğimizi de perişan eden Norslu Sait Okur bile hızını alamayarak baba tarafından Hz. Hüseyin’e seyitliğe, ana tarafından da Hz. Hasan’a Şeriflik mertebesine erişmiştir. İşin garip ve dahi orijinal tarafı da kendisinin azılı bir Kürt olmasındadır!
            13 Şubat 1925 günü Kürt isyanını çıkaranların başı olan, 29 Haziran’da idam yıldönümünde anılan, 29 Haziran 1925’te yargılanarak asılan Şeyh Sait bile Seyitlik sıfatına sahipti!
            Bendeniz; 1965-1968 yıllarında; Derik ilçe Jandarma Bölük Komutanı iken çok sayıda Seyyit sıfatlı hayvan hırsızları yakalamıştım. Osmanlı bunlarla uğraşacağına fetvalar yoluyla Kızılbaşlara yüklenmiştir. Çünkü onlar somut olarak hayatlarını kendi kurallarına göre, kadın ve erkek bir ve beraber yaşıyorlardı.
           (16ıncı yüzyılda, Rafızîlik ve Bektaşilik’e dair  HAZİNE’İ Evrak Belgeleri    
                                                                                                Ahmet Refik-1932.
                                                    Belge:1
             SEYDİGAZİ IŞIKLARININ YOLA  GETİRİLMESİNE DAİR.

                        “Eskişehir kadısına hüküm ki:
            “Şu sıralarda mektup gönderip, yüce hüküm gelip kutlu anlamından kavranıldığı gibi, Eskişehir ile Seydigazi (1) ilçelerinde yaşayan Seydigazi ışıklarının (Kızılbaşlarının) bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp güvenilir adamlara teslim edip, Kütahya kalesinde hapsedesin ve sebeplerini deftere yazıp arz edesin diye ferman (emir) olunmuş idi. Yüce emir gereğince denetlendikte, Eskişehir kadılığında iki nefer ışıklı bulunup, biri yirmi yıldır ve biri onbeş yıldır Ehl’i SünnetVe’l-Cemaat (Sünni) yoluna girip ve ikisi de evlenip çoluk çocukları olup kendi hallerinde olduklarından başka hiçbir veçhile geçmiş töhmetleri (suçları da)olmayıp, iyiliklerine o ilçenin halkı şahadet eylediklerini bildirmişsin.
                        İmdi, buyurdum ki:
            Önceki emir ile amal edip (işlem yapıp), öyle fesatçılara ruhsat (izin) vermeyesin. 23 Ramazan 966 (1558).
            (1) ”Selçuklular, Mahan civarından Danişmentliler ilinden H.476 tarihinde Rum ülkelerinden Karaman beldelerini aldıkta, burayı da fethedip üzerlerine Selçuk Beyleri kubbe ve mutfak, imaret ve benzeri şeyler yaptırtmışlardır. Hâlâ Büyük asitane olup, iki yüzden fazla iyi huylu, dürüst, yumuşak yaradılışlı dervişler vardır ki (Kâfir de olsa, misafir ikramda bulunun) sözü üzre, her gelene ağırlama ve ikramda bulunarak gece ve gündüz gelene, gidene, can’ü gönülden hizmet ederler.” Evliya Çelebi, C.II. S.13.C.I.S.470.
            Belge:12
            Varna’da Akyazılı Baba Tekkesindeki Dervişlerin Teftişine Dair.
                        Varna Kadısına hüküm ki:
            “Şu günlerde Zaim (Tımar sahibi) Mehmet Efendi ile mektup gönderip, Varna ilçesine bağlı sabak mevkiinde Akyazılı Baba Tekkesinde bulunan IŞIKLILARIN-ALEVİLERİN- durumları, şerefli emir gereğince denetlendikçe, adı geçen tekkeye yakın olan köylerin halkından nice Müslümanları bu tekkeye uç beyleri hizmet için birçok kullar (adamlar) gönderip, adı geçen kullar tekkenin etrafında üzüm bağları yetiştirip ve üzüm sıkıp, şarap yapıp, her türlü fenalığı yaptıklarından başka adı geçen tekkede Ehl’iSünnet ve Cemaat inancı üzre olan dervişler dahi yukarıda anlatıldığı biçimde şarap verip, özellikle içlerinden Mevvac Ali adlı IŞIK, haramzade olup, her zaman fesat işlerin fesatçılarından olduğundan, tedip olunup (cezalandırılıp) birkaç günden sonra Pervane ve birkaç IŞIK” tekkenin işini kul taifesi yapmalıdır”diyerek yabacı kullar ile anlaşıp, bu tekke halkının arasına velvele (gürültü) bırakıp, tamamen fesada sebep olmuştur diye arzolunduğu sebeble, buyurdum ki:
            Adı geçenleri güvenilir adamlara teslim edip, yüce katıma gönderesin. Rebülevvel967(M1559)(Adı geçen Mehmet Haseki’ye verildi).
            Belge: 7
            Varna İlçesinde Sarı Saltuk Zaviyesinde IŞIK taifesinden Mehmed’in Şeriata aykırı sözleri üzerine, IŞIK TAİFESİNİN araştırılmasına dair.
                        “Varna Kadısına Hüküm ki:
            Balçık kasabası naibinin imzasıyla yüce huzuruma sicil sureti sunulup, hükmün altında bulunan kaigra(Kaliakra) adılı kalede bulunan Sarı Saltuk zaviyesinde IŞIK TAİFESİNDEN Mehmed adlı kimse şerefli şeriata ve islam dinine aykırı bazı sözler ettiği bildirilmiş.
            İmdi, bundan önce tarafımdan gözetilen memleketlere(Osmanlı memleketine) yüce fermanım gönderip, buna benzer zaviyelerde şerefli şeriata aykırı bid’ad ehli (sapık) IŞIK TAİFESİNİ bırakmayasın diye buyrulmuştu. Buna göre, buyurdum ki…”
            KIZILBAŞLARIN ÖLDÜRÜLMESİ İÇİN OSMANLILAR DÖNEMİNDE VERİLEN FETVALARDAN ÖRNEKLER.
            Kızılbaşların katli için Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı Müftü Hamza’nın fetvası:
            Fetva:1
            “Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki, şu Kızılbaş toplumunun başkanları Erdebil oğlu Şah İsmail’dir. Peygamberimiz Aleyhiselamın şeriatını ve sünnetini ve İslam dinini ve din bilgisini ve Kur’an’ı küçümsedikleri ve de Allah’ı Teâlâ’nın haram kıldığı günahlara helâldir dedikleri ve Kuran’ı ve Mushafları ve şeriat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hazreti Ebu Bekir’e ve Hazreti Ömer’e halifeliklerini inkâr edip sövdükleri ve de peygamberimizin şeraitini ve islamı yok etmeye kastettikleri bu anıları ve de bunların şeriata karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer islam âlimlerine göre tevatürle bilinip, açıkça belli olduğundan biz dahi şeraitin hükmü ve kitaplarımızın nakli ile FETVA VERDİK Kİ, adı geçen toplum KIZILBAŞLAR KÂFİR VE DİNSİZDİRLER! VEde her kimse onlara uyup, o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizdirler. BUNLARI DA ÖLDÜRÜP, TOPLUMLARINI DARMADAĞIN ETMEK TÜM MÜSLÜMANLARA VACİP VE FARZDIR. Müslümanlardan ölen said ve şehit olup cennete girer. Ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir. Bunların hali, kâfirlerin halinden daha fena ve çirkindir. Zira bunların kestikleri ve avladıkları ister Doğan ile ister ok ile ve av köpeği ile olsun murdar ve nikâhları gerekse kendilerinden ve gerekse başkasından alsınlar batıldır ve de bunlara kimseden miras yemek yoktur(bir bucak halkı bunlardan olsa da)Allah yardımcısı olsun Osmanlı Padişahına gerekir ki bunların(Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını, kadınlarını ve çocuklarını islam Gazilerine taksim ede. Ve bunları ele geçirince tövbelerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki bu vilayette olup, onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplu hem dinsizdir ve hem bozguncudur; iki yönden katledilmeleri vaciptir. Ey Allahım, dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör.(Bu fetvayı veren) Saru Görez adıyla meşhur el-müftü Hamza.” Hatırlatma: Osman Beyin Kayınpederi de IŞIKLI TAİFESİNDEN-Kızılbaş-Edepli Ali Efendidir. Sonradan EDİBALİ olarak ünlenmiştir!
                        Fetva: II
            Yavuz Sultan Selim, Türk ve Türkmen düşmanı Osmanlı Padişahının şeyhülislamı Ebu Suud Efendinin fetvası.
            “Kızılbaş toplumunun şeriatça katli(öldürülmesi) helâl olup, öldürülen Gazi ve Kızılbaşlar elinde ölenler şehid olurlar mı?
            -Olur. En büyük savaş ve ULU ŞEHİDLİKTİR.
            Padişah buyruğu ile Kızılbaş tayfası vurulup, küçüğü ve büyüğü esir olanlardan kimisi Ermeni olduklarından bu durumda kurtulurlar mı?
            -Olurlar. Ermeniler, Kızılbaşlar askeri ile islam askeri üzerine gelip savaşmadıkça, şeriata göre esir olmak yoktur.
            Mürtedde, Dar’ül harbe lahika olmadan alıp esir etmek caiz olduğuna göre, Kızılbaş avratlarını esir edince İslam askerlerine güç ve kuvvet, din düşmanlarına sonunda zaaf ve aşağılık gelse, o rivayete uymak şeriatçe caiz olur mu?
            -Caizdir.
            Büyük Sahabelerden Muaviye’ye lanet eden kişiye şeriatçe ne yapılır?
            -Azarlama, dayak ve hapis gerekir!     

            BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

           

İzleyiciler

Blog Arşivi