26 Ekim 2011 Çarşamba

451-GÜNÜMÜÜZÜN MİMARLARI!

                                                                                    
OSMAN TÜRKOĞUZ
 İzmir; 20 Ekim 2011

                      GÜNÜMÜZÜN MİMARLARI!

                                             “Zaferin babası çoktur; yenilgi kimsesiz bir yetimdir!”
                                                                                Napolyon Bonapart.
“Hükümranlık haklarıyla kendi kendilerini bizzat idare etmek hakkından mahrum kalanları, bunlara kavuşturmağa AMERİKA ile İNGİLTERE çalışacaklardır!  Atlantik Beyannamesi, 14 Ağustos 1941. ABD. Başkanı Rosewelt, İngiltere Başbakanı W.  Churchill.
          Türk Toplumu, Mustafa Kemal’den önceki duruma getirildiğinde, herkes ve bu durumun sorumluları Günah Keçisi—Skapogoat—aramanın telaşına düşmüşlerdir. Ve tüm sorumluluğu halkımızın ve aydınlarımızın yüzünü bir defa açarak bakmadıkları, 17 kere değişikliğe uğratılarak, 80 maddesi değiştirilmiş anayasamıza yükletilmiştir. İşin en Traji komik yanı da Yeni Türk Ceza Yasasına ve Terörle Mücadele Yasasına kendilerinin koymuş oldukları kırmızı çizgileri sıkılmadan yine kendilerinin aşmış olmalarıdır.
             Kâzım Karabekir Paşamızın; Hüseyin Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy), Refet(Bele)   ve Dr. Adnan (Adıvar) ile birlikte kurmuş olduğu --“Terakkiperver Cumhuriyet fırkası – 17 Kasım 1924—“Parti, dini düşüncelere ve inançlara saygılıdır!” maddesini parti tüzüğüne ekleyerek irticayı ayağa kaldırarak Cumhuriyet Halk Partisinin aksi inanışta olduğunu örtülü olarak savunmuştu. 
Sonunda da olanlar olmuş ve parti kapatılmıştı. 
Bir demokrasi denemesi de hüsranla sonuçlandığından, 12 ağustos 1930 tarihine kadar da başka denemelere de kalkışılmamıştı.
          Paris büyük Elçiliği görevinden izinli olarak yurdumuza dönen Ali Fethi Bey (Okyar), Cumhurreisimiz Mustafa Kemal ile görüştükten sonra Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmuştur. Parti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi ve Laiklik ilkelerine bağlı kalacağını parti tüzüğüne geçirmişti. Serbest Cumhuriyet Fırkasının yönetim kurulunda önemli isimler yer almıştı: Ağaoğlu Ahmet, Nuri Conker, Dr. Reşit Galip, Aydın il başkanı Adnan Menderes.
          Parti genel başkanı Ali Fethi Bey’in İzmir mitinginde söylemek istediği söylevi, İzmir Valisi Kâzım Dirik tarafından önlenmek istenmişti. Durumu bir telgrafla Cumhurreisimiz Mustafa Kemal’e bildiren Ali Fethi Bey, çok onur verici bir telgraf almştı:
          “Anladığıma göre seni İzmir’de konuşturmak istemiyorlar. Yarın İzmir’de o nutkunu söyleyeceksiniz. Başvekilin, İçişleri Bakanının ve İzmir valisinin görevi asayişi sağlamaktır!” Telgrafın birer benzerleri de bu makam sahiplerine çekilmiştir. 

İzmir mitinginde polisin ateş açması sonucu 14 yaşındaki bir Genç öldürülmüştü. Demokrasi hareketi Cumhuriyete karşı bir harekete dönüştürülmüştü; hem de Parti Genel Başkanının itirazlarına karşın. Balıkesir’deki tüccarların İstanbul’a çekmiş oldukları “FES sipariş telgrafları “köşke de iletilmişti. Rahmetli Ali Fethi (Okyar) Bey köşke çıkarak Cumhurreisimiz ile konuştuktan sonra, 17 Kasım 1930 tarihinde İçişleri Bakanlığına bir dilekçe vererek partiyi fes ederek kapattığını bildirmişti.
Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü; etrafımızdaki ulusların seçim üstüne seçim yaptıkları haberlerini duydukça duvarlar bile  bakamıyordum!” Dediği duvarların dışına yansımıştı. 
Atlantik beyannamesi ve Damberton Oak Konferansında; tek parti egemenliği Nazizm olarak ilan edilmişti.                                                                                      İngiltere Başbakanı W.Churchill, Amerikan başkanı Roswelt ile Atlantik Okyanusunda bir savaş gemisinde buluşarak, 14 ağustos 1941 tarihinde bir beyanname yayımlamışlardır:
 1*Birleşik Amerika ile İngiltere, toprak vesaire bakımından büyümek gayesi gütmeyeceklerdir.
  2*Uluslar tarafından özgürce bir istek gösterilmedikçe, dünyada hiçbir sınır değişikliği yapılmayacaktır!      
  3*Her ulus, istediği hükümeti seçebilecektir.
  4*Hükümranlık haklarıyla kendi kendilerini idare etmek hakkından mahrum kalanları, bunlara kavuşturmağa Amerika ve İngiltere çalışacaklardır.
   5*Uluslar arası tam bir işbirliği kurulacaktır
   6*Barış, bütün insanlara, hiçbir engele uğramadan açık denizleri ve Okyanusları aşmak haklarını verecektir.
   7*Bireylerin ve milletlerin ekonomik refah hakları vardır.
   9*.Her ulusun kendi sınırları içersinde güvenle yaşama, korku ve ıstıraptan uzak olarak yaşama hakları vardır.
   10-Dünyanın bütün milletleri, gerek kendi maddi çıkarlarına dokunan sebeplerle ve gerek ruhi ve ahlaki nedenlerle, zora başvurma âdetinden vazgeçeceklerdir. Kendi sınırları dışındaki milletleri tehdit eden veya etmesi ihtimali olan milletlerin eşlinde kara, deniz ve hava silahları bulundukça yarınki barış korunamaz. İleride geniş ve sürekli bir güven sistemi kurulmak için ilk iş olarak böyle uluslar silahsızlandırılacaktır. Barışsever milletlerin sırtındaki silahlanma yükünü hafifletmek için Birleşik Amerika ile İngiltere ellerinden gelen her yardımı yapacaklardır!” 
Gördünüz mü Zokanın ucundaki yemleri! Ostüzü.                                   
 Savaşın sonuna doğru, galip devletler, dünyayı nüfuz bölgelerini göre paylaşma anlaşmasına varmışlardı. W.Churchill, ”Jül Sezar’ın Karısının namusu gibi namuslu bir antlaşma yapalım!” Önerisine, Jozef Stalin gülümseyerek:
“Onun namusu hakkında da söylentiler vardır!” Demişti. 
W.Churchill’in; Balkanlar’da  %90’a karşılık %10 çıkar bölge teklif pusulasını da çaktırtmadan cebine koymuştu. Türkiye müzakere masasına yatırıldığında da, Jozef Stalin çok sert bir eda ile: “Türkiye’nin savaşa girme kararını beklemeden kulağından tutarak savaşa sokalım!” Önerisi kabul görmemişti
İsmet İnönü’nün, 1960’larda Demokrasiye adım atma kararını bu Yalta Konferansının öne aldırttığı üzerine de çok tezler ortaya atılmıştı. Rahmetli Prof.Dr. Nihat Erim’in,” yeni bir bakkal dükkanı açıldığında; halk fiyatlara bakmadan o dükkâna hücum eder!” Telgrafı bile İsmet İnönü’yü yeni kararından döndürememiştir.
Demokrat Partisi Celal Bayar, Refik Koraltan, Profesör Fuat Köprülü—Ortaokul mezunu—ve Adnan Menderes tarafından kurulmuştur. 
İkinci Dünya Savaşı yıllarının sıkıntısı, Türk halkına jandarma baskısı ve her işin Jandarma kanalı ile gördürülme hatası ve 18TL. Yol vergisi halkı bir kurtarıcı olarak demokrat Partiye itmiştir. 
Rahmetli Avni Doğan’ın çok güzel bir değerlendirmesi vardır:
Memleketin tüm sorunlarını ilkokul mezunu bir Jandarma Onbaşısına havale ederek, yapamadın diye onu mahkemelerde süründürmekle nereye varılır?”                                    
Köylüyü topraklandırma kanununu Adnan Menderes, Eskişehirli ve Adanalı iki toprak sahibi 17’inci maddeyi ekleyerek işlemez hale getirdikleri halde Halkımız onlardan medet ummuştur. 
Demokrat Partisi Ezanı, Saiti Norsi’nin teklifi üzerine Arapça yapmıştır.
Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal, Konya’ya 2’inci ordu komutanlığına yapmış olduğu bir ziyarette, 2’inci Ordu Komutanımız Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Orgeneral Ali Sahip Ayerdem’e:
    “Ezanı Türkçe yaptım!” Dediğinde şu yanıtı almıştı:
     “Sağlığınızda ezanı Türkçe okuturlar, siz öldüğünüzde de eski haline döndürürler!”
        1949 senesinde yalınız 10 tane dini dernek varken, dini derneklerin sayısı 1969’da 10.000 olmuştu. 
Demokrat Parti iktidarı, Anayasamıza giren Atatürk İlkelerini doğrudan çıkaramadığı için, Türkçeleştirilmiş olan 1945 tarihli Anayasamızı yürürlükten kaldırarak, 1924 Teşkilatı Esasiye Kanununu kabul etmiştir. 
Bakanlıklar, Vekâletler, Milli Savunma Milli Müdafaa, Genelkurmay Başkanlığı ErkanıhariyeReisliği haline dönüştürülmüştür. 
Ve ilk ağızda; Genelkurmay Başkanımız Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanı Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman ile birlikte 15 General ve 150 Albay emekliye sevk edilmiştir
Ekonomimizdeki tıkanıklıklar ortaya çıktıkça dini kullanma da hızla artmıştır.
1957 Seçimlerinde; Saiti Norsi’ye Chevrole marka bir araba armağan edilerek, Demokrat Partinin propagandası yaptırılmış ve Isparta Milletvekili Dr.Tahsil Tola marifetiyle Rialei Nurlar yayımlattırılmıştır. 
Tevfik İleri ve Samet Ağaoğlu, Isparta Eğirdir yolunda Saiti Norsi’nin elini öpmüşlerdir.   
Rahmetli Cennetmekân İsmet İnönü’ye Cumhuriyet Halk Partisinin akıldaneleri! Seçim gezilerinde Allah adını kullanmasını ısrarla tembih etmişlerdi. Diyarbakır’da halkımıza hitabeden İsmet İnönü, konuşmasının sonunda, gülerek ve şapkasını sallayarak kalabalığa  “Allahaısmarladık!” Demiştir.
Rahmetli Osman Bölükbaşı bir yandaş hâkim marifetiyle sürekli tutuklattırılmıştı. 
Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanlarımızdan Emekli General Sadık Aldoğan da; Demokrat Parti yönetimini:
“Eski hamam, eski tas. Yalınız tellaklar değişmiş!”Tanımlaması üzerine tutuklattırılarak Çankırı Cezaevine kapatılmıştı. 
Cezaevinin en üst katında, yola bakan bir odaya kapatılan Rahmetli General Sadık Aldoğan’a her gün önünden tören geçişi ile 160 Teğmen saygı gösterisi yapardık. Bunun üzerine Rahmetli General Sadık Aldoğan yola bakan odadan uzaklaştırılmıştı. 
Yüzbaşı Kaya Aldoğan da Kore’de şehit düşmüştü. O sıralarda Menderes’in büyük oğlu da Paris’te Nato merkezinde yedek subaylığının tadını çıkarmaktaydı.
Rahmetli İsmet İnönü’nün damadı Gazeteci Metin Toker de çıkarmakta olduğu “Akis” dergisi yüzünden tutuklanmıştı. Vatan cephesi ilanları gibi densizlikler ve “Ön tedbirler Kanunu” gibi “Tabii hâkim” ilkesine aykırı davranışlar da—Anayasa Madde:83-- denenmişti.
Ben, yazımın bu kısmını tamamladığımda; aşağıdaki iletiyi aldım. Vay! Canına dedim.  
Politikada Dini hiç kullanmamış olan! Süleyman Demirel’in yaptıklarını hatırladım ve onları dahi yazmaktan kendimi alamadım!
          Sabahattin Önkibar  19 Ekim 2011.

“Önceki gün öğle sonrası. “
“Meltem - Mesaj Gurubu Ankara Bölge Sorumlusu Dr. Abdullah Terzi ile beraber 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i Güniz Sokaktaki evinde ziyarete gittik.
Ziyaret amacımız Sayın Demirel’i 22 - 23 Ekim 2011 yani önümüzdeki Cumartesi ve Pazar günleri Bursa’da yapılacak olan Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumuna davet etmek.
Demirel yapılacak olan bu sempozyumun önemine dikkat çekerek şu hususların altını çiziyor:
“Vatan yaptığımız bu topraklarda Alevisi, Şia’sı, Sunnisi bütün Müslümanlar asırlardır gönül gönüle kardeşçe yaşadık. Bizim o kardeşlerimizle ayrımız gayrımız yok ve olamaz.”
Prof. Dr. Haydar Baş’a takdir ve övgü!
Demirel devam ediyor:
“Realite bu iken dış dinamikler zaman, zaman bu konuyu kaşımış ve olmayan bir ayrılılığı var yapmaya çalışmışlardır. Dolayısı ile buradan hareketle Haydar Baş Beyefendinin bu sempozyumu düzenlemek ve de benzeri bütün çabaları hem mübarek dinimiz hem de milli bütünlüğümüz adına müthiş bir hizmettir. Prof. Baş’ı tebrik ediyor ve takdirlerimi sunuyorum.”
Sayın Demirel’i bulmuş iken iç ve dış siyasi gündemi konuşmamak olmazdı.
Bizde öyle yaptık ve başladık sormaya..
İşte 9. Cumhurbaşkanına sorduklarımız ve aldığımız karşılıkların özeti:
SORU: Efendim siz 50 yıldır devlet yönetimindesiniz. Bu tecrübelerinizin ışığında Başbakan Erdoğan’ın Suriye’yi tehdit eden ve iç işlerine müdahaleyi çağrıştıran sözlerine ne diyeceksiniz?
DEMİREL: İyi oldu diyemeyeceğim.
SORU: Neden?
DEMİREL: Bakın bugün siz Suriye’nin içişlerine karışırsanız, yarın birileri de sizin yani Türkiye’nin içişlerine karışmaya kalkar ve de bunu kendinde hak olarak görür. Devletler günü birlik dalgalanmalar ışığında yönetilemez. Yönetirseniz bedel ödersiniz.
ABD İran’a saldıramaz!
SORU: Bugün durum böyle midir?
DEMİREL: Maalesef öyledir...
SORU: Siz olsaydınız ne yapardınız?
DEMİREL. Ben meşruiyetçiyim. Ortada Birleşmiş Milletler kararı var mı? Yok... O zaman bu yaptığın nedir diye sorarlar adama! Bakın sadece ben değil Büyük Atatürk da aynı şeyi yapardı. Keza Rahmetli İnönü, Menderes, Özal, Erbakan, Ecevit, Türkeş hepsi benim gibi davranırdı zira doğru bir tanedir yani meşruiyet esastır.
SORU: Yine güncel bir konu İran olayıdır. ABD İran konusunda vites büyütmeye başladı. Son yaşananlar sıcak bir çatışmaya sebep olabilir mi?
DEMİREL: Hiçbir şey olmaz.
SORU: Obama, “İran Suudi Elçisini öldürmek istedi” diyerek bilgi çarpıtma yapıyor. Bu hikâyenin ardında bir hedef yok mu?
DEMİREL: Dediğin gibi yanıltma haber yani karalamaktır amaç. Artık bir şeyden emin olmak lazım!
SORU: Neden Efendim?
DEMİREL: ABD, Irak ve Afganistan’da yaşadıklarından sonra İran’a karşı sıcak bir çatışma gibi şeylere tevessül etmez, edemez.
Önceliğimiz Arap Çölü değil, Türk dünyası!
SORU: O zaman Obama Tayyip Erdoğan’ın çok sık yaptığı gibi kendi kamuoyunu ve Musevileri tatmin için ses bombası mı patlattı?
DEMİREL: Öyle yaptı çünkü malum önümüzdeki sene ABD’de seçim yılı.
SORU: Başka bir konu siz geçen hafta Azerbaycan’da idiniz, Azeriler Türkiye’ye kırgın mı? Böyle bir gözleminiz oldu mu?
DEMİREL: Oldu, Azeri soydaşlarımız maalesef kırgınlar.
SORU: İktidarın ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Türk dünyasını boşladığını düşünüyor musunuz?
DEMİREL: Her şey ortada değil mi? Bizim önceliğimiz Arap Çölleri değil Türk dünyası olmalı. Kuşkusuz Filistinli kardeşlerimizi elbette sahiplenmeliyiz ama Sayın Erdoğan BM’de Filistin davasını anlatırken bile Filistin Devlet Başkanı ile Arap Birliğinden hiçbir liderin olmaması manidar değil midir?
Denktaş’la alay ettiler
SORU: Gelelim Kıbrıs’a, AKP’nin Kıbrıs politikasında zikzakları nasıl değerlendiriyorsunuz?
DEMİREL: Bu gibi sorulara en iyi cevabı zaman verir. Çok değil bir iki sene önce gerçek bir Kıbrıs kahramanı olan Rauf Bey’le açıktan alay ettiler ama şimdi onun çizgisine geldiler. Bunun bir anlamı olmalıdır.
SORU: Bir başka konu başlığı Amerika ve Avrupa Baharı... ABD ve Avrupa’daki sistem karşıtı gösterilere ne diyorsunuz? Kapitalizm çöküyor mu?
DEMİREL: Hayır ben o gösterileri öyle okumuyorum. Gösteri yapanlar kızgınlıklarını dışa vuruyorlar ama ne aradıklarını bildiklerini de sanmıyorum.
SORU: Sıradan bir olay mı yani?
DEMİREL: Yürüyen bu topluluklarda milli gelir 40 bin dolar civarı... 300 dolar milli geliri olan bir ülkede bu tür gösterilerin bir anlamı olur da, 40 bin dolarlık ülkede olmaz.
SORU: Yani?
DEMİREL: Yanisi şu, bu nümayişlere yeni rejim arama olarak değil, anlık kızgınlık şeklinde bakmak lazım.
SORU: Hülasa siz hala ‘Yaşasın Kapitalizm’ çizgisindesiniz!
DEMİREL: Ben ona piyasa ekonomisi diyorum.
SORU: Bu modelde sorunlar olduğuna inanmıyorsunuz?
DEMİREL: Her modelin sorunları olabilir ancak şu gün için en ideal olan modeldir.
Teröristlerle müzakere olmaz!
SORU: İç politikaya gelirsek Türkiye’nin önceliği yeni Anayasa mı?
DEMİREL: Elbette değil. Yürürlükteki Anayasanın onlarca maddesi yeni yani değiştirilmiştir.
SORU: Bazılarının arzuladığı gibi Türkiye Başkanlık rejimine geçer mi?
DEMİREL: Çok zor. Bu tür tartışmalar hep olmuştur. Büyütmemek lazım.
SORU: PKK ve Öcalan’a genel af eşikte diyorlar.
DEMİREL: Bugünün Türkiyesi’nde bu mümkün değildir. Teröristin elinde silah varken onunla müzakere olacak şey midir? İngiltere eski Başbakanı Blair’ın İstanbul’da söylediklerine dikkat edin o da aynı hususun altını çiziyor.
SORU: Anayasanın ilk üç maddesine dokunulacak diyorlar.
DEMİREL: Onlara dokunulursa bu ülkenin mukadderatına dokunulmuş olur.
SORU: Gelelim Türkiye ekonomisine? Sizce tablo nedir?
DEMİREL: Şeklen yani zahiren iyi görünüyor!
SORU: Yani?
DEMİREL: Kıtlık yok, mal var! Ancak...
Özel sektör borcu
yakın tehdit!
SORU: Evet ancak?
DEMİREL: Bu tablo yapılan korkunç borçlanmanın sonucu yani güncel ifade ile sanaldır! Bol ,,bol borç alınmış ve bunlarla sınırsız ithalat yapılmış. Yarın-öbür gün bu borçların geriye dönüşüm sürecinde buhran çıkar diye endişeliyim.
SORU: Biraz daha açar mısınız?
DEMİREL: Türkiye hesapsız-kitapsız borçlandırıldı. Borçlanma bütün Cumhuriyet tarihinde yapılanı geçti. Borçlanma kötü bir şey değildir de karşılığı olması lazım. Bugün yapılan borçlanmaların günü kurtarmanın ötesinde zerre bir karşılığı yok. Aldığım son rakamlara göre özel sektörün borcu da 200 milyar dolara yaklaştı ve bunun bir bölümü yakın vadeli. İşte bu tehdit.
SORU: Nasıl?
DEMİREL: Borcu ödeyemeyen iflas eder. Türkiye’de ekonomi ve istihdam artık ağırlıklı olarak özel sektörün sırtında. Devlet, sanayici iflas ederse bu benim sorunum değil diyemez zira topluma iş ve aş veren onlar. Yani özel sektörün ya da bazı şirketlerin iflası Türkiye’yi işsizler cehennemine çevirir ve bu da bütün ekonomik göstergeleri alt-üst eder.
Kriz kapıdadır!
SORU: Gelelim cari açık olayına, bu konu sizi ürkütüyor mu?
DEMİREL: Cari açıktan ürkmeyen ekonomiyi hiç bilmiyor demektir.
SORU: Orada sorun var mı?
DEMİREL: Sorun olduğunu artık hükümetin üyeleri bile söylüyor.
SORU: Bu konu kaos’a sebep olur mu?
DEMİREL: Dilerim olmaz... Bakın ben olmasın diye dua ederim ama gidişattan endişeliyim. Sıcak para akışı durduğu gün kriz kapıdadır.
SORU: Hükümet zamlara güncelleme diyor, ne dersiniz?
DEMİREL: Fiyat artışına ne ad koyarsanız koyun yapılan halkın sırtına yük bindirmedir.
SORU: Teşekkür ederiz efendim.
         NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE-İNADINA İLELEBETBoş

                                24 Ocak 1995, Cumartesi ve 29 Ocak 1995 Perşembe tarihli Hürriyet gazetesindeki iki haberi okuyalım:
“DEMİREL, NURCU LİDERLE GÖRÜŞTÜ”
“Cumhurbaşkanı Demirel, dün Türkiye'nin en etkin İslami kesimlerinden 'Nurcuların  ‘Yeni Asyacılar' diye nitelenen grubunun lideri ve Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet Kutlular ile görüştü.”Mehmet Kutlular da Ispartalı, Yalvaçlıdır da!” Ostüzü.
Demirel'in, Başbakan Çiller'in, İslami kesimin iki güçlü ismi Fethullah Gülen ve Kemal Kaçar ile görüşmesinin ardından yaptığı görüşme, Cumhurbaşkanı'nın da 'İslami kesime sıcak mesajlar verdiği' yorumlarına yol açtı. Demirel ile Kutluların, dün akşam saatlerinde gerçekleşen görüşmesi yaklaşık yarım saat sürdü. Köşk kaynakları,
"Kutlular, Cumhurbaşkanı'nın, aktif siyasetle uğraştığı yıllardan, yani çok eskiden beri tanıdığı bir kişidir dediler. Son günlerde; Atatürkçü kesilen, Haç farizasını yerine getirirken sinek ısırmayan Sayın Fethullah Gülen Hoca'ya da sözümüz olacak! Eroinden kızını kaybeden, Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibini dinleyelim.”
“Demirel ile görüşen Nurcu lider: 'Tarikatlara da alışacaksınız'”
“Çankaya Köşkü'ne çıkarak Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşen Türkiye’nin en etkin İslami kesimlerinden Nurcuların "Yeni Asyacılar" grubu lideri Mehmet Kutlular, "Herkes siyasal ve sosyal hayatta, tarikat ve cemaatlere alışacak" dedi.
“Kutlular, Hürriyet'e şu açıklamaları yaptı:”
“KORKU Tarikat ve cemaatler bin senedir bu milletin içinde yer almış. Sen yasaklasan da devam eder. Onun için buna alışacağız diyorum. Bunları normal karşılayacağız korkmakla, ürkmekle, karşı çıkmakla olmaz. Böylece demokratlaşacağız. O zaman meselede kalmaz.”
TARAFSIZ DEVLET Cumhurbaşkanı, laiklik meselesini, Avrupa-Amerika tipi din ve vicdan hürriyetinin teminatı ve şemsiyesi tarzında kabullenerek gelmiştir. Doğrusuda budur, bize göre de. Devlet tarafsız olsun, herkes de inancının gereğini yeterince yapsın. ÇİLLER Başbakan'ın tarikat temasları, demokrasiler için normal şeyler. Ama bizde demokrasi tam yerleşmediği için yadırganıyor. Şimdi. Anayasa değişikliği ile sivil toplum örgütlerine siyaset hakkı tanınıyor. Tarikat ve cemaatler de, dernekler ve sendikalar gibi bu ülkenin bir gerçeği. Hem tarikatları, hem de cemaatleri siyasetçilerimiz ziyaret ederler, düşüncelerini alırlar. Başbakanımızın görüşmeleri de yadırganmamalı Bunlar, demokrasinin normal hal ve hareketleridir. Ama bizde, bu konularda biraz lüzumsuz hassasiyet var.”
Tarikat, Mezhep, Cemaat, Nurculukà İslam dini oluveriyor. Nurculuğun İslam ile ne ilgisi var. Göreceğiz.
“İSLAM VE DEMOKRASİ İslamiyet ile demokrasinin çok fazla çatışma noktaları yoktur. Çünkü İslamiyet, bütün insan haklarını en mükemmel manada getirmiş bir din. İslam’da hukuk devleti, adalet ve seçim ister. ANKARA
2. Mayıs. 1978, Salı günü yayımlanan Yeni Asya gazetesinden, İhsan Atasoy’u okuyalım. Risale-i Nur ilimle imanın mezcedildiği eserlerdir. ‘Ahmet Mısırlı –ÖDEMİŞ Risale-i Nur Külliyatı, 130 küsur risaleden müteşekkildir. Isparta'nın Barla nahiyesinde ilk defa Haşir hakkındaki "Onuncu Söz" telif edilmiştir.
Risale-i Nur bir ihtiyaçtan doğmuştur. İlimden gelen dalalet ve şüphelere karşı Kur'an ayetlerinden süzülmüş gerçeklerdir. İlimle imanın mezcedildiği eserlerdir. İlim kitabından çok, irşat kitabıdır. Eşyanın hakikatinden, yaratılış ve var oluş hikmetlerinden, kâinat ve insanın mahiyetinden bahseder. Aslında cihanşümul hakikatler manzumesi olan İslamiyet’in iman dü­şünce ve tefekkür sisteminin bütünü ve özünü kucaklayan Risale-i Nurların bir hususiyeti de asrımıza hitabeden Kur'an'ın yönünü açığa çıkarmış olması, şüphe ve hücum yollarını kapat­mış olmasıdır. Bu zamanda Din iman ve İslam etrafında hangi mesele olursa olsun hepsine direk ve dolaylı yoldan cevap bulmak için Risale-i Nurların tetkik edilmesi icap eder. Ancak Bediüzzaman’ın da dediği gibi gazete gibi okunmamalıdır. Her ilmi eser kendi sahasına göre ba­zı çalışmaları ve ön bilgileri gerektirir anlaşılabilmesi için. Şüphesiz siz de ilk defa okurken ko­laylıkla anlayamayacaksınız. Ama mevcut lügatler yardımıyla iman ilmini tahsil etme azmi içinde olduktan sonra ayıracağınız belli bir zaman içinde günden güne mesafe alacağınız şüphesizdir.
        Selamlar, dualar ve başarılar.”
29 Ekim 1994 tarihinde, Cumhuriyet Bayramında, yayımlanan Hürriyet gazetesinden, 15 yaşındaki Berk Türker'i okuyalım.
15 yaşındaki Berk'in Atatürk faksı…
“Anafartalar'da Mustafa Kemal'din...
Kurtuluş Savaşı'nda Gazi Kemal...
Laik Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarak Kemal Atatürk oldun...
Biliyoruz ki Şeyh Sait, Derviş Mehmet'iyle, İzmir suikastı ile Said Nursi'siyle senin ışığını yok ederek " Aydınlanma Devrimi"ni karartmak isteyenler, Ortaçağ zincirlerinin kapkara halkaları, halkın düşmanlarıdır.
Yüce Atatürk izindeyiz. Yobaza, mürteciye, şeriatçıya geçit yok...
Gözbebeğin gibi sevdiğin Türkiye, laik, demokrat, devrimci, bağımsız, aydınlık bir Cumhuriyet olarak sonsuza dek yaşayacaktır.
İnşallah Taksim Anıtı'na gelerek bu güzel Cumhuriyet Bayramımızı kutlayalım.
Berk Türker
Levent~İstanbul

Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir haberi izleyelim:
Said-i Nursi Caddesi
Rize’nin Refah Partili Belediye Başkanı Şevki Yılmaz, kentte Ziraat Yokuşu olarak bilinen yola­ Said-i Nursi Hazretleri Caddesi" adını verdiğini açıkladı. Dün bir basın toplantısı düzenleyen Yılmaz, Said-i Nursi'den "Türkiye'nin kurucularından Ulu Önder Said-i Nursi Haz­retleri" diye söz etti. “Ölümünün 34'üncü yıldönümü nedeniyle kendisini rahmetle andığını kay­deden Yılmaz, şöyle konuştu: "Said-i Nursi'nin kitapları okullarda ders kitabı olarak okutulma­lıdır. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin eserleri, Mevlana'nın eserleri okullarda okutulma­dıkça, bu terörün önüne geçmek, temiz eller operasyonunu gerçekleştirmek mümkün değil­dir. Ölümünün 34'üncü yılında halen cesedi bu millete verilmeyen, gizlenen bu zatın, cesedi­ni gizleyen ve gizlemeye sebep olan kişileri de protesto ediyorum." Rize Belediye Meclisi, da­ha önceki bir toplantısında, Atatürk'e suikasttan idam edilen Ziya Hurşit'in adını bir caddeye verdi..”
NURCULUK

Köprü Dergisi'nin Mart 1986, Bediüzzaman Said Nursi özel sayısında, ilginç açıklamalar yayımlanmıştır.
Süleyman Demirel'in çok ilginç açıklamaları, Nurcuların göğüslerini kabartmış; (92 Sanıklı Nurculuk Davası) olayının üstüne ılık sular serpmiştir. Nurculuk olayına can ve gönülden bağlı bulunan ve bu yüzden, 1981 yılında, ağır bir trafik kazası geçirerek, Nurculuk lisanıyla, hafif bir şefkat tokadı yiyen Necmettin Şahiner sormuş, Demirel de yanıtlamıştır.
Sual: "Bediüzzaman Said Nursi hakkında kanaat ve düşünceleriniz nelerdir?"
        Elcevap: "Merhum Bediüzzaman Said Nursi, üzerinde çok tartışma yapılmış bir zattır. Birçok kimse, kendisi hakkında peşin hükümlere sahip olmuşlardır."
"...Nur Talebeleri, yüzlerce defa mahkemeye çıkarılmıştır. Türk Ceza Kanunlarına göre -aynen böyle diyor- bunların hiç birinde suç bulunmamıştır... Kimsenin önünde eğilmemiştir. Devirlerle hoş geçirmek gibi bir yola sapmamıştır."
"Gerek eserlerinde, gerek bu nasihatlerinde, hep iyiliği tavsiye etmiştir. İnsanların kötülükten uzak durmalarını tavsiye etmiştir."S. 7–8
        "...930'lu yıllarda -ki bu yıllar çok kötü yıllardı-. İktisaden perişan yıllardı. Laikliğin he­ men hemen dinsizlik şeklinde anlaşılıp, tatbik edildiği yıllardı-."
"Tabii merhum Bediüzzaman'ın lisanı fevkalade kudretlidir. Üslubu çok tesirlidir" S.9
Sual: "İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Said Nursi'nin halifesidir" sözünü neden söyle­di? Siz, bu sözü, dün ve bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?"
Elcevap: "Merhum İsmet İnönü, bu sözü 1966 yazında söylemişti. Konuşmasını Uşak civarında, yolda öğrenmiştim. Maksadı, beni irtica ile malul göstermekti. Merhum Bediüzzaman, babamı ve kayınpederimi severdi, onların duacısıydı; onlar da kendisine hürmet gösterirlerdi. Anlaşılan, birisi bunları kendisine söylemiştir. Beni, bilhassa entelektüelin gözünden düşürmek istiyordu. Ben, 1965 yılında "Herkes göğsünü gere, gere" Ben Müslümanım diyecektir" diyen kişiyim. Söyleşi bu minval üzere sürer ve köprü "İslam köyünden bir insan çıkacak" başlığı altında; sohbet sahifesinin üst köşesinde, çerçeve içerisinde, şu "gaybı ışaratı" yayımlar:
"Son şahitlerin ilk cildi; 1978'de yayımlandı. Kitap, neşrinden önce, Yeni Asya gazetesinde de tefrika edilmişti. Görüşülen "son şahitlerden birisinin gönderdiği bir mektup, o günlerde, büyük akisler uyandırmıştı. Mektup, Bediüzzaman’a aitti. "Nur Postacısı" İslam köylü Abdullah Çavuş, elli yıl sakladığı mektubu, nihayet gösteriyordu.
Bediüzzaman, mektubunda; "İslam köyünden bir insan çıkacak" demekteydi, "Bu milletin başına geçecek. Eğer Kur'an'a dayanırsa muvaffak olacak. Eğer Kur'an'a dayanmazsa, sonu vahimdir" ve aynı sahifenin alt köşesinde, çerçeve içersinde: "Üç ayrı yılda Demirel ve Risalei Nur" başlığı altında:”Hani Gaybın anahtarları Tanrımızın yanındaydı!” Ostüzü.
Sual: İsmet İnönü, bir beyanatında AP. İktidarının tehlikeli bir silahla oynadığını söylemiştir. Anlaşıldığına göre, bu silah Nurculuktur. Adalet Partisinin Nurcularla hem fikir olduğu, bir kısım yöneticilerinin de Nurcuları himaye ettiklerine dair bir söylenti var. Bendeniz 15günIsparta'da inceleme yaptım, müftü ile konuştum, elimde beyanları ve yazılı vesikalar var; bunları neşredeceğim. Sayın Demirel ailesinden bir veya iki kişinin Nurculuğu himaye ettiğini öğrendim. Ailenizde Nurculuğu himaye eden kimse var mı?"
Elcevap: "Neşriyatınızı yapınız, alacağınız cevabı da hesaba katınız.
                      Türkiye'de mahkemelerin bulunduğunu, hukukun bulunduğunu da hesaba katınız.  Ayraca, burada şunu söylemek istiyorum ki, sizin yaptığınız tetkikatın sadece sizin gözünüzle ve neticelerinin de size ait olduğunu unutmayınız; bunu umuma teşmil gibi yetkinin bulunduğunu da iddia edemezsiniz. Yapacağınız neşriyatı burada açıklamış olmanızın maksadını da anlamış değilim. Bu itibarla, size vereceğim cevap budur."
15 Ekim 1966 da; Demirel, Nurculara karşı bayağı sert!
“Şimdi: geçmişteki, Demirel ve Nurcular arasında geçen olayları bilmeyenler, Demirel'in Nurcuların Piri ve Nurculuk hakkındaki yorumlarında bayağı etkilenir. "Vay anasını" der; 1965'e kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde hiç bir kimse "ben Müslümanım" diyemiyormuş. İyi ki Türkiye’mizde doğmuşsun Demirel!
Biraz gerilere dönelim. Mühendis olan oğlunun Televizyonda güzel mi güzel taklitler
yaptığını keyifle izlediğimiz, bir Jandarma Albayının Isparta İL Jandarma Alay Komutanı olduğu 1971 yılına; İrfan Özaydınlı isimli ATATÜRKÇÜ bir Hv. Korgeneralinin Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olduğu, 1971 ve 1972'li yıllara dönelim. Ve Politik yatırım için Nurcularla oynamanızın sizin gibi bir Kurt Politikacıya yakışmadığını da söyleyelim. Sayın Demirel.
8 Ocak 1971; 21 Ocak 1971 ve 25 Mayıs 1971 tarihlerinde, Jandarma, Isparta'nın Say ve Kuleönlü köylerine bir dizi baskınlar düzenleyerek "Nur Mekteplerini" kapatmış ve Nur Talebelerini de, ellerindeki Nur Risaleleriyle birlikte, yakalamıştır.
5 Temmuz 1971 günü de; Hüsrev Altınbaşak adlı Nur lideri; yeşil cübbeler ve Nur Risaleleriyle, Isparta'daki şehir merkezindeki evinde, yakalanmıştır. Hem de 14 arkadaşıyla birlikte.
Jandarmaca düzenlenen hazırlık soruşturması evrakı, Isparta Sorgu Yargıçlığına gön
derilerek 92 sanığın sorguları Isparta Sorgu Yargıçlığınca yapılmıştır.
Isparta ili; Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı sorumluluk alanı sınırları içerisindedir ve Hv. Korgeneral irfan Özaydınlı; (92) Nurcu sanığın işlemiş olduğu suçlar nedeniyle, 1402 sayılı Sıkıyönetim yasasının 13/2’inci maddesi uyarınca, davalarının Eskişehir sıkıyönetim Mahkemesi bakılmasına karar vermiştir."
Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi; 25 Mart 1972 gün ve 1972/3 esas; 1972/24 karar sayılı kararıyla 92 Nurcuyu çeşitli cezalara çarptırmıştır. Bu karar, Askeri Yargıtay’ca da onaylanmıştır. Bu, Sav ve Kuleönlü Nur Mektepleri olayı, Sayın Turgut Etingü tarafından incelenerek, 24.25.26 Ocak 1972 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.
Tüm bunların, Süleyman 'Demirel'le ne ilgisi var; demeyin, var. Öykünün altını okuyunuz; ondan sonra kararınızı veriniz:
20 Mart 1977 günü; Milli gazetenin 1503 sayılı nüshasının 3’üncü sayfasında; namlı ve anlı, şanlı Nurculardan Zübeyir Yetik imzalı ve de Pazarlık başlığı altında, ilginç bir siyasi pazarlık sergilenmiştir. Bu pazarlığı okuduktan sonra; 15 Ekim 1966 tarihinde, İsmet Paşa’nın çıkışının, AP'NİN tehlikeli bir silahla oynadığını; Süleyman Demirel'in Norslu Sait’in halifesi olduğunu söylemesinin nedenin, sağlam gerçeklere dayandığını da anlamış olacağız.
"Müslümanlar üzerindeki baskının hafiflemesine vesile olur ümidi ile bizim, AP'NİN sayılıları ile yaptığımız sohbetlerde uçurduğumuz balonlar, bir yerde, netice verdi. O günlerde "irtica" tehlikesinin azametini ortaya koymak için "Nurcuların aleyhinde yapılan yayınlarda zikredilen rakamlar da, bu konuda epeyce faydalı oldu. Bu aralık, eski bir partiye verilen yeni bir kan sebebiyle bu partinin canlanma ihtimali de belirmişti. Bütün bunlar bir araya gelince, AP, "şu kadar oyları var ve bizim kendilerine karşı olduğumuz kanaatindeler. Bu kanaati izale etmezsek, canlanması muhtemel partiye kayabilirler." şeklinde bir hesap olacak ki, faaliyete geçti.
İşte, "pazarlık" dediğimiz hadise bu sırada Gerçekleşti. AP'NİN sayılılarından biri sohbet sırasında kendilerinin "Nurculara karşı olmadıkları konusunda üst üste teminat verirken, "bu parti sizin partinizdir. İstediğiniz kimseleri kontenjandan milletvekili yapmağa bile hazırız." gibisinden bir vaadde bulundu.

Biz, bu fırsatı hemen değerlendirerek, kontenjanın kaç kişi olabileceğini sorduk. Aldığımız cevap "beş kişi" şeklinde oldu. Ve bu teklife karşı kendi teklifimizi ilettik: "Hayır, yirmi beş kişi" Muhatabımız bu rakamı çok büyük bulmakla birlikte, yetkililerle bu konuyu görüşeceğini belirtti.

Biz de, hemen, Risale-i Nur talebelerine haber uçurduk. Yirmi beş olmazsa bile ondan ziyade milletvekilliği için "kontenjan" alınabileceğini AP'NİN buna amade olduğunu, bu konuda sıkı durulursa istedikleri isimlerden epeycesini Millet Meclisine sokmak suretiyle hizmete vesile olabilecek bir fırsatın doğduğunu belirtip, ne düşündüklerini sorduk. Aldığımız cevap "Ağabeylerle görüşelim" şeklinde oldu. Burada, hemen bir noktayı belirtelim: Biz, o sıralarda,23–24 yaşlarında bir gazeteciyizdir. Milletvekili olmaya yaşımız bile müsait olmadığı için, konunun kendimize yontabileceğimiz bir yanı olmadığı gibi, teklif ettiğimiz herhangi bir isim de söz konusu değildir.
Biz, "ağabeylerle görüşme"nin neticesini bekler ve bu arada AP canibinden gelen "yumuşama" ve "sayı azaltma" tekliflerine karşı: "Benim elimde bir şey yok. Ben aracıyım, ama Risale-i Nur talebelerinin yirmi beş rakamından aşağı düşmeyecekleri kanaati içinde bulun­maktayım." diye celadetle direnirken, birden, Ankara'da AP'NİN yeni bir taktikle saldırıya geçtiğini öğrendik:
Hacı Ali Demirel devreye sokulmuş ve Risale-i Nur çevresine yakın kimselerle temasa geçirilmişti. Ve o cephe, daha müsait görüldüğü için ağırlık o tarafa verilmişti. Nitekim çok geçmeden müspet neticeler de aldılar. Risale-i Nur talebelerini ikna etmiş oldular. Bizim "ağabeylerden beklediğimiz cevap da şu şekilde geldi:
"Euzubillahi mi neşşeytanirracim vessiyase"...
       Yani, Hacı Demirel'in devreye girmesi netice vermiş ve önce "kontenjan"a istekli görünenler, birden siyaset dışı kalmaya karar vermişlerdir. Ve 1965 seçimlerine böyle gidildi."       

Bu pazarlık açıklaması çok ilginçtir. Said de Menderes ile böyle bir pazarlığı, mektup yazarak yapmamış mıydı?

Cumhuriyet dönemimizin Atatürkçü bir partisi; yine Cumhuriyetimizin bir Siyasi Partisinin yayın organında Atatürk Düşmanlarıyla pazarlık etmekle suçlanıyordu.
          Bu, Köprü Dergisinin Mart Özel sayısında neler var, neler.
Yargıtay'ın 1964/1543 esas, 1964/1825 karar sayılı kararıyla ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.9.1965 gün ve 234/0–1 esas ve 313 sayılı kararıyla hem de Kaziyei Muhkem hale gelmiş kararıyla, mahkûm olan Nurculuk Risalelerinde suç unsuru yok diyen profesörler; Nurculuğa gönül veren türkücüler, "Ben de yazdım" isimli sekiz ciltlik eserinde, Derviş Vahdet'iye İngiliz casusudur -ve de asılmıştır ve de Said Nursi'nin Volkandan arkadaşıdır- Koca mürteci diyen Mahmut Celal Bayar; Said Nursi'ye methüsenalar düzmektedir.

En önemlisi de Cemil Meriç'in aydınlarımız için söylediği sözlerdir.
"Risale-i Nurları okumadan ne Türk Dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risale-i Nurlar bizim milli hazinemizdir".                                               ­
                      .-"'-"C
        Sual: "Ülkemiz aydınlarının başlangıcından beri Risale-i Nur'a olan tavrını, "pısırık kor­kak ve samimiyetsiz" olarak değerlendiriyorsunuz. Bu değerlendirmenizin sebebini izah eder misiniz?"
Cevap: "Aydınların pisliği ve rezilliğidir. Bunlar sahte aydınlardır:" S. 24–25
"Yarasaların gözü, ışıktan daima incinir. Yarasa gözü, aydınlıktan hoşlanmaz, karanlığı arar. Bizdeki inkılâpçı yobazlar da karanlıktan hoşlanırlar. Hiçbir aydınlığa tahammülleri yoktur." Bu sözleri: Sayın Cemil Meriç, deli saçması, Nur Risalelerini kabullenmeyen Türk Aydınlarına ithaf ediyor; horul, horul uyuyan, Türk Aydını bu sözleri kabullenirse; vakfiyesini Yeni Asya'dan gidip te alsın. Ostüzü.
"Milletim Kürttür"; "Milletçe Türk unsurundan sayılmam"; "Kader bana Türkçeyi az vermiş, hatta hiç vermemiş, dilim kalbimin lisanını iyi anlamıyor ki, tercümanlık etsin. Hem de derin yerden çıkarıyor manayı bazı hakikat parçalanır. Sizin fehim ve dikkatiniz bana yardım etsin." münsi Bediüzzaman-ı Kürdi, Bekir Berk Nurculuk Davası (S. 674) diyen bu adamın saç­malarını okumadan Türk Dili öğrenilemezmiş!

Süleyman Demirel'de; Köprü'nün özel sayısının 7–8 ve 9’uncu sayfalarında yayımlanan sohbetinin bir yerinde; Said Nursi için aynen:
"Gerek eserlerinde, gerek bu nasihatlerinde, hep iyiliği tavsiye etmiştir. İnsanların kö­tülükten uzak durmalarını tavsiye etmiştir" buyuruyor. Şimdi; bu Sait’in nasihatlerine bir göz atalım:

“Ben hiçbir zaman Hükümeti tanımadım” R.N.K.’Lemalar S. 49 MÜ? Said Nursi. Yeni ba­sımlarında bu cümle yoktur.

"Ben Said Kürttür, milletimden olmayan birisiyle teşrikimesai etmek hamiyet-i milliyeye muhaliftir".

"Benim gibi Şafi-ül mezhep adamlara, hangi usul ile Türkçe Kamet teklif ediyorsunuz? Benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usulledir? R.N.K. Mektubat S. 39~-399. mü? Said Nursi.

"Evet, ben, unsurca Türk sayılmıyorum. "R.N.K. Bediüzzaman cevap veriyor. S. 92. mü? B.S. Nursi.

"Eğer milyonlar ile efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutma­yan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihat arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kal­dırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara tek­lifiniz bir nev'i usul-ü vahşiyane olur; yoksa sırf keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz” R.n.K. Mektubat S. 300 mü? S. Nursi.
         
"Türklük milliyetine bütün zıt bir şekilde Frenklik manasında Türkçülük namıyla Tahrifdarane ve bidatkarane bir fetva ile Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten onlara teklif etmek hangi usulledir". R.N.K. Mektubat S. 393–399 mü? S. Nursi

"Ey Türkler ve Kürtler, acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadını­zı ve iki asır sonraki evladınızı, şu gürültülü hane olan, Asr-i hazırda meclise davet etsem". R.N.K. Münazarat Risaleleri S. 73-90 mü? B.S. Nursi. Herif, Tanrı gibi konuşuyor, delilik bu ya; yapar mı yapar. Bu kadar insanı nerede toplar, nerede yatırırız. Ne ile besleriz. Gel Said yapma Bölücülük et de Tanrıcılık oynama.

"Ey Asurîlerin, kıldanilerin cihangirlik zamanında pişdarı, kahraman askerleri olan ars­lan Kürtler, beş yüz senedir yattığınız yeter artık, uyanın sabahtır. Yoksa sahrayı vahşette, gaflet sizi gark edecektir". iki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi veya divanı harb-i örfi ve Sa­idi Kürdi mi. Saidi Kürdi. Gericilik ve Ötesi S. 65–66. Fuat Kadıoğlu: Zonguldak Valisi 1965.

        Ya; gördünüz mü Kur-an'ın Kerim tefsirlerini; gördünüz mü islama ve de Türk' e hiz­metlerini; gördünüz mü nasihatlerini! Ostüzü.          
        Taa. Abdülhamit ve Mehmet Reşat zamanında; Bitlis'te ve de Van'da, Kürtçe tedrisat yapacak bir üniversite açacakmış.
Sayın N. Şahiner; Medinetüz Zehra ismi verilen ve…”
                      İmam Hatip açma rekortmeni Demirel
        Gazeteci Mehmet Ali Kışlalının, İmam hatip liseleri konusunda Kenan Evren’e yönelik açıklaması üzerine, askeri dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam aradı.
         
Sağlam, Kışlalının “kendi görüşlerini” yansıttığını, ama gerçeklerin böyle olmadığını söyledi. Bize verdiği tabloda en çok imam hatip lisesinin, Demirel’in başbakanlıklarında açıldığı ortaya çıkıyor.
         
Evren’in “Bizim dönemimizde bir okul açtık” demesinin de doğru olmadığını belirten Sağlam, askeri dönemdeki imam hatip liseleri ile ilgili şu bilgileri verdi:
          “Elimde DİE’den derlenmiş bilgiler var. Bizim dönemlimizde imam hatip liselerinin açıldığına ilişkin gerçek şudur: 12 Eylül’den 11 Aralık 1983’e kadar görevde kaldık. 12 Eylül’e kadar 374 İmam Hatip Lisesi açılmıştı. Göreve başladığımda bir sürprizle karşılaştım; çünkü önümde geçmiş hükümetin 7.1.1980’den 9,9.l980’e kadar açma kararı verdiği 34 imam hatip lisesi daha vardı. Çoğunun temeli 1971–73 yıllarında atılmış, izin bekliyorlardı. Sayın Demirel, biz gelmeden önce bunların açılışına izin vermiş. Ancak, ben bunları ortaokul düzeyinde bıraktım, kadrolarını alarak, faaliyetlerini “durgu” hale getirdim. Olanlar biz gidince oldu. Evren’in sözünü ettiği bir imam hatip lisesi açılması da -Valinin önerisi üzerine Özal’ın yeni gelişiyle oldu. (Tabii Evren, cumhurbaşkanıydı.) Bizim dondurduğumuz 24 lisenin faaliyetine de, Özal’ın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler izin verdi. Gerçek budur.”

          İmam hatipleri kim açtı?
          1951             Menderes                   19
          1962–63        İnönü                            7
          1965–71        Demirel                     46
          1973–74        Ecevit-Erbakan          29
          1975–78        Demirel-Erbakan-Türkeş   233
          1978–79        Ecevit (azınlık)                          4
          1979–80        Demirel (azınlık)        36 (34+2)
          1984–89        Özal                             44  
          1989–91        Akbulut-Yılmaz           23
          1991–92        Demirel-İnönü            12
          1992–95        Çiller                           130
          Toplam:                                                   583

          (Not: İmam hatip liselerine bağlı çok sayıdaki şubelerin bağımsız okullara dönüştürülmesi, Çiller’in başbakanlığında oldu.)
          Emekli Korgeneral Sağlam, görevi sırasında Din Eğitim Genel Müdürlüğü ile 50 imam hatip lisesine elektrik, ağaç işleri, halıcılık, nakış gibi 13 dalda “iş ve teknik eğitim” dersleri koyduğunu, bu öğrencilere mesleki beceri de kazandırdığını söyledi:
          ‘En önemli projesinin, okuma-yazma projesi olduğunu ve yüzde 67,1 okuma-yazma oranını yüzde 85’e çıkardığını’ anlatan Sağlam, ‘Ülkemizin sorunlarının ve dağınıklığının TBMM ve liderlerin bir araya gelerek Anayasa ve Tevhit-i Tedrisat Kanunu’nda çağdaş düzenlemelerle aşılabileceğini;’ bildirdi.” Osman Türkoğuz, Nurculuk, İslam Dinine, Türklüğümüze Akla ve Bilime Aykırılık, Yeni Dinler.
          Prof.Dr. Necmettin Erbakan;--Tabutunun üstüne Nebati yazılı bir bez örttüren Mücahit!?--”Milli görüş” diyerek anlam kargaşasını yaratmıştır.MİLLİ ve Millet=Bir din ve mezhepte bulunanlar grubu demektir.X1X’uncu asırda,mademki %99 müslümanız,Millet kelimesi= Ulus anlamında kullanılsın denilmiştir!Mustafa Nihat Özön,Osmanlıca Türkçe sözlük,s.537 yeni basım.
          Bu Erbakan, dört elle din ile aldatmaya sarılmış, bir ikindi namazını üç camide kıldığı basınımıza bile yansımıştır.
           Demirel ve Bülent Ecevit, Fethullah Güleni baş tacı yapmışlardır. Yeni yetme politikacı Turgut Özal hepsini de geri bırakmıştır.1600 kanunun yürürlüğünü kaldırttığı gibi, ”Şeriata dayalı devlet kurmanın Vatana İhanet olduğunu” düzenleyen kanunu ve TCK’nin ünlü 163’üncü maddesini de yürürlükten kaldırtmıştı.    
            Beşi Bir aradalar da bu vadide yaya kalmamışlardır. Bu duruma kolay mı geldik sanıyorsunuz!
          Aklıma yaşanmış ve yaşanmakta olan bir öykü geldi: Elazığ’daki Akıl Hastanesinin dış kapısı açık kalınca, 415 akıl hastası kaçarak şehre dağılmış. Hastane Başhekimi, tüm personelin arkasında katar olmasını emrederek, tren gibi düdük çalarak şehrin sokaklarına dalmışlar. Bir saat sonra, upuzun kuyruk oluşturan kafile Akıl Hastanesine girerek kapıları kapatmışlar. Hastane çalışanları, İçeri girenleri saydıklarında dehşete düşmüşler; 755 kişi kuyruğa takılarak Hastaneye girmişler.



25 Ekim 2011 Salı

450-ÖLMEYE EMROLUNMAK!

                                                                                   

OSMAN TÜRKOĞUZ

İzmir;24 Ekim 2011.

              ÖLMEYE EMROLUNMAK!

      “Ben, size taarruz etmeyi değil, ÖLMEYİ emrediyorum!”

Erkânıharp Kaymakamı Mustafa Kemal, Selanik.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
Her türlü hatasına karşın, Libya’yı bağımsız ve zengin bir ülke haline getiren Rahmetli Kaddafi, kendi tabancası ile kendi vatandaşı Müslüman bir Arp gencine öldürtülmüştür! Emeksiz para ile yönlendirmenin sonudur tüm bu ihanetler. Aynı hatayı Osmanlı imparatorluğu Suudi Arabistan’da işlemişti. Her sene Sürre alaylarıyla gönderilen yiyecek, giyecek maddeleri ve altın, Müslüman Arapları satın alınmaya alıştırmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Müslümanları İngiliz altınları satın alarak Müslüman Türklere karşı silahlı başkaldırmada kullanmıştır.
Bazı cibilliyetsiz sütü bozuklar ve akılları kulaklarında olanlarımız, PKK’NIN cinayetlerinde vermiş olduğumuz şehitlerimize bakarak:
“Verelim, kurtulalım! Bunca zayiata değer mi?”Yılgınlığını ifade etmektedirler.
Bendeniz, bazı istatistikler vererek karşılaştırma yapmak istiyorum:
Vatan gazetesi 24 Ekim 2011 günlü sayısında ülkemizde meydana gelen büyük depremlerde ölmüş olan insanlarımızın sayılarını verdi:
“108 YILDA 28 BÜYÜK DEPREM 78 BİN 694ÖLÜ!”
“Van’da merkez ilçeye bağlı Tabanlı köyü merkezli 7,2 büyüklüğündeki deprem, bir kez daha deprem ülkesi olduğumuzu gösterdi.108 yılda meydana gelen depremlerde 78 bin 694 kişi ölürken,70 bin 424 kişi ise yaralandı. İşte en büyük depremler:
1*-28 Nisan 1903 Malazgirt:6,7’lik depremde 2 bin 628 kişi yaşamını yitirdi.
2*9- Ağustos 1912-Mürefte:7,3 olan bu depremde216 kişi hayatını yitirdi.
3*6- Mayıs 1930-Hakkâri:2514 kişi öldü. Depremin büyüklüğü ise 7,2’iydi.
4*26- Aralık 1939 Erzincan:7,9’luk bu büyük felakette ölü sayısı 32.962 oldu, ulusal yas ilan edildi.
5*20- Aralık 1942 Niksar/Erbaa:7,0’lık depremde 3000 vatandaşımız öldü,6.300 vatandaşımız da yaralandı.
6*26- Aralık 1943 Tosya/Lâdik:2 bin 824 can alan bu depremin büyüklüğü 7,2 olarak ölçülmüştür.
7*-1Şubat 1944 Bolu/Gerede:7,2 büyüklüğündeki bu depremde 3959 kişi ölmüştü.
8*-31 Mayıs 1946 Varto/Hınıs:839 kişi yaşamını yitirmiş,149 kişi de yaralanmıştı.
9*-19 Ağustos 1946 Varto:2394 kişi öldüren 6,9 büyüklüğündeki bu felaket14889 kişiyi de yaralamıştı.
10*-28 Mart 1970 Gediz.7,2 büyüklüğündeki depremin tablosu,1086 ölü,1260 yaralıdır.
11*-6 Eylül 1975 Lice:6,9 büyüklüğündeki depremde 2385 kişi öldü.
12*-24 Aralık 1976 Çaldıran/ Muradiye: Büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü. Can kaybı 3840 ölü ve 497 yaralı.
13*-30 Kasım 1983 Erzurum/Kars:6,8’lik depremde 1155 kişi öldü,1142 kişi yaralandı.
14*-13 Mart 1992 Erzincan:Erzincan la birlikte Tunceli’yi de vuran bu depremde 653 kişi öldü.
15*-1 Kasım 1995 Dinar:5,9 büyüklüğündeki bu depremde ölü sayısı 94.
16*-27 Haziran 1998 Ceyhan:6,3 büyüklüğündeki depremde 84 kişi hayatını kaybetti.
17*-17 Ağustos 1999-Kocaeli: En büyük depremde 17 bin 127 kişi czan verdi,43,953 kişi de yaralandı.
18*-1999 bolu/düzce:7,2 büyüklüğündeki bu depremde 845 kişi öldü,4bin 948 kişi de yaralandı.
19*-2003 Bingöl.6,4 büyüklüğündeki bu depremde 176 kişi öldü,520 kişi de yaralandı.
20-2004 AĞUSTOS-Ağrı:5,1 büyüklüğündeki bu depremde 18 kişi öldü,32 kişi de yalandı.
21*-2010 Elazığ:6,0 büyüklüğündeki bu depremde 51 kişi öldü,74 kişi de yaralandı.”
22*-Son olarak Van depremi! Bunca felaket ve gözyaşına karşın deprem yörelerimizde hâlâ yaşamaktayız. Buraları terk etmeye de hiç niyetimiz yoktur.
“Ulusal Kurtuluş savaşını yapan Türkiye Halkına Türk Milleti denir!”Mareşal Mustafa Kemal.
“Van depremine yetişerek yaralılarımıza derman olmak için, Sevri yırtmak için koşuşanlar gibi çırpınarak koşuşan Türkiye Halkına da Türk Milleti denilir!”Ostüzü.

KARAYOLLARIMIZDA TRAFİK KAZALARI!

ULUSAL TRAFİK GÜVENLİĞİ PROĞRAMI
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
SAĞLIK BAKANLIĞI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
YÖNETİCİ ÖZETİ
ARALIK 2001”

ÖNSÖZ:

“Türkiye’de her yıl DOKUZ BİNİ AŞKIN KİŞİ TRAFİK KAZALARINDA ÖLMEKTE VE YAKLAŞIK 200.000 KİŞİ DE YARALANMAKTADIR.Yani, Türkiye’deki yollarda her gün  yaklaşık 25 kişi ölmekte  ve 500’den fazla kişi de yaralanmaktadır.Yaralananlardan bazıları da ömür boyu sakat kalmaktadır.KAZA KURBANLARINI ÇOĞU GENÇTİR..”
“Acı, sıkıntı ve keder ve üzüntüye ilave olarak kazalar Türk Toplumu ve vatandaşlar için büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Yollarda meydana gelen kazaların sosyo-ekonomik maliyetinin (1999 yılı fiyatlarına göre) 400 milyar seviyesinde olduğu tahmin edilmektedir.”
Karayollarımızdan vazgeçmek hiç aklımıza geliyor ve İhanet içinde olanlar tarafından öneriliyor mu? Hâlâ, neden karayolları yapmakla övünüyoruz

TÜRKİYE’DE İŞLENMEKTE OLAN CİNAYETLERE BİR BAKALIM!

TÜRKİYE CİNAYETTE AVRUPA ÜÇÜNCÜSÜ.-Eurostat verilerine göre.-
Yıllara göre işlenmiş olan cinayet sayısı:
2002-5683 kişi öldürülmüştür.
2003-5308 kişi öldürülmüştür.
2004-4986 kişi öldürülmüştür.
2005-4973 kişi öldürülmüştür.
2006-4763 kişi öldürülmüştür.
2007-30080 kişi öldürülmüştür.
2008-2751 kişi öldürülmüştür.
Tabancalardan ve öldürücü silahlardan ve yaşamaktan vazgeçiyor muyuz? Düğünlerimizde ve şenliklerimizde havaya kurşun sıkarken masum insanları öldürmekten de vazgeçiyor muyuz?

SAVAŞ KAYIPLARIMIZ

Çanakkale Muharebelerinde 253.000 şehit vermiştik.628 mevcutlu 57’inci Alayımızın yaş ortalaması 24 idi ve hepsi de şehit olmuşlardır. Birinci Dünya Savaşında da 3.159.230 şehit ve 130,000 yaralı vermiştik.
AllahıEkber dağlarında da Damadı Şehriyari Enver paşamız,90.000 Türk askerini dondurarak öldürtmüştü. İşte biz; Mustafa Kemal’in önderliğinde, kaputsuz, postalsız, süngüsüz ve ekmeksiz bir onur savaşına koşmamış mıydık?
. Bütün muharebelerde 13 Erbaş ve ere karşılık 1 subayımız şehit olmuştu. Sakarya Meydan Muharebesinde de 8 Şehit erimize karşılık 1 subayımızı şehit vermiştik. Sakarya Meydan Muharebesinde;7’si büyük rütbeli olmak üzere 686 subayımızı ve 13917erbaş ve erimizi şehit vermiştik. Yaralı miktarımız da 20.000’in üzerindeydi.
Büyük Taarruzda 146 subay ve 3397 Er ve erbaşımızı Şehit vermiştik.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızda 33.687 subay ve Eratımız yaralanmıştı. Bunlar, yokluk ve yoksulluk içersinde canları pahasına bizlere bugünleri ve şanlı cumhuriyetimizi armağan etmişlerdi.
Sakarya Meydan Muharebesinin en kritik bir anında; masasındaki haritadan başını kaldıran başkomutan Mirliva Mustafa Kemal Paşa, esas duruşta bekleyen sınıf arkadaşı ve Garp Cephesi Kurmay Başkanı Miralay Asım(Gündüz)’e—Kel Asım olarak anılmaktadır—
“Asım bana iki fırka bul!” Emrini verir. Tasarruf edilerek getirilecek iki fırka—Tümen—114 Kilometre daha güneydedir. Emirler verilir; iki fırka kuzeye doğru cebri yürüyüşe başlar. Dünya yürüyüş tarihinde bir ilk gerçekleştirilir. Bu iki fırka 114 Kilometre yolu 24 saatte alarak istenilen yere yetişir. Cephenin merkezinden DUA Tepeye hemen taarruza geçirilir.900 Şehit verilerek DUA tepeye Türk Bayrağı dikilir. Yırtık çarıkları ve ekmek torbalarında kavrulmuş Buğdayları ile ölüme atılan bu Kahraman Türk Askerleri Sevr paçavrasını yırtmak için ölürler. Canları pahasına Sevr’i yırtarlar.  Şimdi; Türk Toplumu,  canla ve kanla yırtılan şeyi oylarını vererek KABUL ETMEK AŞAMASINDADIR! Nereden nereye, DUA Tepeden indirecekler Türk’ü Sevre geriye!
Şimdi de gelelim Terör safhamıza!

Yıllar1
PKK üyesi
Sivil
Asker
Polis
Köy korucusu
1984
11
20
24
-
-
1985
100
82
67
-
-
1986
64
74
40
3
-
1987
107
237
49
3
10
1988
103
81
36
6
7
1989
165
136
111
8
34
1990
350
178
92
11
56
1991
356
170
213
20
41
1992
1055
761
444
144
167
1993
1699
1218
487
28
156
1994
4114
1082
794
43
256
1995Altı aylık
2292
1085
450
47
87

1Amerikan Bilim Adamları Federasyonu (FAS)’ın PKK ve terörizm raporu[16]
HERKES KENDİSİNE GÖRE BİR SAYI UYDURMAKTADIR

Kamalak: Terörle Mücadelede Kurtuluş Savaşı’ndan Fazla Şehit Verdik

Bu haberi paylaş:


“Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, memleketi Kahramanmaraş’ta yaptığı konuşmada, PKK ile mücadelede verilen şehit sayısının, Kurutuluş Savaşı’nda verilen şehit sayısından fazla olduğunu söyledi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, memleketi Kahramanmaraş’ta yaptığı konuşmada, PKK ile mücadelede verilen şehit sayısının, Kurutuluş Savaşı’nda verilen şehit sayısından fazla olduğunu söyledi.
Partisinin Saffron Otel’de düzenlediği iftar yemeğine katılan Kamalak, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Konuşmasına, “Somalili kardeşlerimize yardım elini uzatmamız icap ediyor” diyerek başlayan Kamalak, ülkede son günlerde PKK’nın saldırısı sonucu şehit sayısının artması konusuna değindi. Kurtuluş Savaşı’nda, 4 yılda 10 bin 875 şehit verildiğini belirten Kamalak, PKK ile mücadelede ise 25 yılda 11 bin 785 şehit verildiğini kaydetti.
Mustafa Kamalak konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye’mize bakıyoruz, her gün şehitler geliyor. Akan kan, bizim kanımızdır. Yanan can, bizim canımızdır. Bir rakam vermek istiyorum. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 1919’dan düşmanın denize döküldüğü tarihe kadar vermiş olduğumuz toplam şehit sayımız yani 4 yılda verdiğimiz şehit sayımız 10 bin 785’dir. Güneydoğu’da 1984 yılından 2009 yılına kadar vermiş olduğumuz şehit sayımız ise 11 bin 785’tir” diye terörle mücadelede şehit düşen güvenlik güçleriyle ilgili rakamlar verdi. “MNŞ - Kahramanmaraş
Doğan Haber Ajansı [2927386] Haber Yayın Tarihi: 12.08.2011 23.55”
PKK’ kaç şehit (asker) verdik?
(1/1)
“nara:
Kafama takıldı bu rakam. 1999’da Apo’nun yakalanmasından sonra terör bitme seviyesine gelmişti.”
---------------------------------------------------------------------
BKZ: http://www.ntvmsnbc.com/news/7559.asp
Şırnak’ta gazetecilerin sorusu üzerine Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Kara Pilot Kurmay Albay Fahir Altan, terör olayları ve teröristler hakkında istatistiği bilgiler verdi. Albay Altan’ın verdiği bilgiye göre, 1994’te bölgede 3300 terör olayı yaşandı. Ancak bu sayı izleyen yıllarda 1436, 1512, 919, 589 ve 1999 yılında 488 olarak gerçekleşirken, 25 Mayıs 2000 tarihi itibariyle yıl içerisinde sadece 18 olay yaşandı. İstatistiklere göre, 1994-1999 yılları arasında ayda ortalama 114 terör olayı yaşanırken, 2000 yılının ilk dört ayında bu oran aylık ortalama 3,8’e düştü. Bölgedeki terörist sayısının toplam terörist sayısına oranı yıllar itibariyle şöyle:
        “1994: 65, 1997: 50, 1998: 42, 1999: 26, 2000: 11”
--------------------------------------------------------------------
“Daha sonra malum koalisyon hükümeti dönemi, ekonomik kriz ve 2002’de AKP iktidarı. Bu zaman zarfında yani 2000’den sonra sadece PKK terörüne verdiğimiz şehit sayısını merak ettim. Ve aylarını.
Çünkü istatiksel olarak terörün son günlerdeki seyrinin normal olmadığını düşünüyorum. Bunu görmek istedim sadece.
Kendim üşenmedim, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/Ayintarihi.htm
adresinden şehit haberlerini arattım. Tek, tek yazmaya çalıştım.
Sonra topladım. Benim topladıklarımla, internetten bulduğum bazı gazete yazılarından (genelde tenor AKP döneminde hortladı turu iktidar karşıtı yazılar) bulduğum rakamlar arasında uçurum vardı.”

BKZ:
--------------------------------------------------------------------
“TERÖR HORTLAMADI MI? “

“Peki AKP iktidarında bölücü terör ne oldu? Yine “abartma” azarı işitmemek için resmi rakamları konuşturalım. Önce tüm terör olaylarının toplamını verelim. 2002”de bin 380 terör olayı yaşanmışken, bu rakam 2005”te 2 bin 593”e yükselmiş. Yani artış neredeyse yüzde 100.Bir fikir vermesi için terör olaylarının en yoğun olduğu dönem, terörist başının henüz yakalanmadığı 1998”in rakamını söyleyelim; 2 bin 576.

PKK”nın terör eylemlerine de bakalım; AKP iktidara geldiğinde sadece 757 imiş. Bir yıl sonra bin 500, 2004”te bin 26, 2005”te bin 310”a çıkmış. PKK”nın 1998”e ait terör eyleminin sayısı ise, bin 218.Yani AKP döneminde PKK terörü, en azgın dönemindekini geçmiş.

Gelelim yüreğimizi yakıp, dağlayan bölüme;

2002”de, 32 vatandaşımız hayatını kaybetmiş; 6 askerimiz, 6 polisimiz, 5 köy korucumuz şehit olmuş. Yaralı sayısı 290.

2003”te kaybettiğimiz vatandaş sayısı 768 polis, 18 asker, 3 korucu şehit olmuş. Yaralı sayısı da bin 37’yi bulmuş.

2004”te terör 39 vatandaşımızın canına kast etmiş. 9 polis, 60 asker, 10 korucu şehit vermişiz. Toplam 636 vatandaş ve güvenlik görevlimiz de yaralanmış.

Ve 2005.Ölen vatandaşımız 42.Şehidimiz 4 polis, 92 asker, 10 korucu. Yaralımız; bin 22.

Terördeki bu tırmanış mıdır, “istikrar, huzur, güven ortamı”? Nasıl olmuştur da, güvenlik güçlerinin insanüstü mücadeleyle yok olma noktasına getirdiği terör 3 yıl gibi kısa sürede yeniden hortlamıştır?

http://www.etikhaber.com/content/view/22050/77/
PKK teröründeki artışı rakamlarla açıklayan Güven, terör örgütünün 2002’deki saldırılarında 6 güvenlik mensubunun şehit düştüğünü, bu rakamın 2003’te 21, 2004’te 73, 2005’te 97 ve bu yılın ilk yedi ayında 91 olduğunu söyledi. Sadece temmuz ayında, 25 güvenlik mensubu şehit oldu.
--------------------------------------------------

Ve son olarak “içişleri bakanlığının böyle bir çalışması olduğunu okudum.
----------------------------------------------------
BKZ: http://www.haber5.com/haber.php?haber_id=283539
Dünyada istatistikler genellikle “ekonomi”yi çağrıştırır.
Oysa Türkiye’de “terör istatistiği” tutuluyor 23 yıldır.
İçişleri Bakanlığı’nın bir çizelgesi var.
Son günlerde her gün yenileniyor.
Her mayında, her pusuda...
Sanki savaştayız.
Taburlar dolusu askerimiz yitip gidiyor.
-----------------------------------------------------

“Genelkurmay’ın da böyle bir istatistiği mutlaka vardır ama herhalde başka işlerden bunu web sitesine koymaya vakti olmuyordur. Neyse
arkadaşlardan ricam, resmi rakamları bulup koyabilecek olan var mı?
(2000’den sonra PKK’YA verilen şehit asker sayısı)”
“eddaiolcaytoo:
Teröre 1 ayda 42 can verdik

26 güvenlik görevlisi şehit olurken 16 sivil vatandaş terör nedeniyle hayatını kaybetti.

Türkiye terör saldırılarında son bir ayda 42 kurban verdi. 9 Mayıs – 9 Haziran arasında terörist saldırılar nedeniyle 26 güvenlik görevlisi şehit olurken, yaralı sayısı 60 oldu. 16 sivil vatandaş da terör nedeniyle hayatını kaybetti.”

“Sınır ötesi operasyon tartışmaları ve Genelkurmay Başkanlığı’nın teröre karşı toplumsal refleks çağrısının yankıları sürerken, Güçlükonak’ta uzaktan kumandalı tuzakla 1 yarbay, 1 binbaşı ve 1 onbaşı hayatını kaybetti.

Anka’nın belirlemelerine göre 9 Mayıs- 9 Haziran tarihleri arasında 25 asker ve 1 korucu şehit oldu. İzmir’de pazaryerine bomba patlaması ve Ankara Ulus’taki intihar saldırısının da yaşandığı bu ay içerisinde terör nedeniyle hayatını kaybeden sivil vatandaş sayısı ise 16 oldu. Düzenlenen operasyonlarda çıkan çatışmalar ve mayınlı tuzaklar sonucu 60 güvenlik görevlisi de yaralandı. Bir ay içinde terörün mal olduğu can kaybı 42’ye yükseldi.”

Muhafaza karman:                                                                         “Ülkede ne kadar istikrar, belini doğrultma, ekonomide güçlenmeye başlama, önü açılacak olmasında hortluyor (düğmeye basılıyor!) Özal zamanındada durum aynı imiş arkadaşlar..Büyük ekonomik atılım hamleleri güzel neticeler vermeye başlayınca , bireyler vaat edince çıkmış..Ne kadar özüne dönmeye başlasa başlayacak kozlar ele geçmeye başlasa , kendi ayakları üzerinde durmaya başlasa o kadar ateşin şiddeti artırılıyor..Kaç şehit vermemizden ziyade bu büyük düşmanlığın arka tarafı destekçileri deşifre edilmelidir..Amaçlarında Kürtlerin daha ferah bir hayat yaşaması değil Türklerle çatışma ortamına çekmeye çalışan DTP lilerden önde gelen kadınları Leyla Zana ağzından çok güzel kaçırmıştı..BARZANİ-TALABANİ-APO derken.Barzaniler Yahudi kökenliler , ABD ile İsrail ile işbirliği halinde..O bölgedeki ganimete konup yine o bölgeyi Türkiye’deki istikrarı bozma silahına getirmeyi ayarlamışlardı..”
            Söz konusu vatansa hepimize ölüm hak ve şereftir. Biz, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, emeklisi ve muvazzafı “Vatanımız ve bağımsızlığımız ve bölünmez bütünlüğümüz için ölümüne emirle bağlıyız. Bu böyle biline masallarla ülkemiz ve ulusumuz bölünmesin.
            İnsanlarımızı neredeyse %99’u yataklarında ölmektedir. Yeni evliler, tüm yakınlarını yataklarda kaybedenler neden yataklardan vaz geçmezler!
            Bir gencimizin ölümüne yanmaksa, diğer ölümlerle ölenlerimize neden yanmıyoruz! Vatan için ölenler ölür, vatan bize kalır. Ölenlerimiz de öldükleriyle kalmamış olurlar. Terörü dış baskılı anayasa ile bitirmek demek diğer azıttırılanlar için de aynı oyuna gelmek demektir. Mustafa Kemal’in 06 Mart 1922 tarihindeki Türkiye Büyük Millet meclisindeki değerlendirmesini unutmamalıyız. Saygılarımla.





 

İzleyiciler

Blog Arşivi