İZMİT BASIN TOPLANTISI: “Mustafa
Kemal Paşa'nın amacı, saltanat ve hilafet konusunda alınan kararların halk
üzerinde ne gibi etkiler yaptığını incelemek ve belirlemek olan Batı Anadolu
Gezisi'nin en önemli bölümünü onun İzmit'te dönemin bazı İstanbul gazetelerinin
başyazar ve yazar konumundaki gazetecilerle yaptığı basın toplantısıdır"
Bu basın toplantısıyla Mustafa Kemal Paşa, günün tartışma konusu olan çeşitli
konularda gazetecileri aydınlatmayı ve onların kafalarındaki soru işaretlerini
dağıtmayı düşünmüştü. Çünkü O, kamuoyunun ve özelliklede İstanbul kamuoyunun
aydınlatılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için önce kamuoyunu etkileyecek en
önemli araç olarak gördüğü gazetecilerle 16/17 Ocak 1923 tarihinde, İzmit’te
Abdülaziz’in av köşkünde bir basın toplantısı yapmıştı.19 Oak 1923 akşamı da,
İzmit halkına, şehir sinemasında hitap etmişti.64 sene saklanan bu basın
toplantısı tutanakları, türlü söylentilerin konusu olmuştu.Ele alınan tüm
konular çok önemliydi.Hilafet konusu da Başkomutanımız ve Cumhurbaşkanımız
Mustafa Kemal tarafından derinlemesine
ele alınarak anlatılmıştı.Bu ilginç söyleşilerin özeti aşağıdadır.Kitap olarak
ta yayımlanmıştır:
“ Eskişehir ziyaretinden sonra İzmit’te, İstanbul’dan gelen belli
başlı gazetelerin Başyazarları ile bir basın toplantısı yapılması planlanmıştır.
Bu basın toplantısına Gazi büyük önem vermiş, toplantıdaki konuşmaları harfi
harfine kaydetmek üzere Meclis’teki dört rapor yazıcıyı beraberinde
getirmiştir. Basın Toplantısı,16 Ocak 1923 Salı günü, İzmit’te tarihi
İzmit Kasrı binasının alt katında yapılır. Toplantıya, Başyazarlarla
birlikte, Gazi adına onları davet eden Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip
Adıvar da katılır.21.30’da başlayan toplantı gece yarısı,03.00’a kadar
sürmüştür. Toplantıda Gazi Mustafa Kemal çok şey anlatmış ve fakat
konuşulan şeyler hemen yayınlanmamıştır. İlk olarak 1929 yılında izin alınarak
yayınlanan bu konuşmalar o gün itibariyle çok önem arz eden hususlardır. O günlerin İstanbul Basınından bahsedecek
olursak özetle şu hususları söyleyebiliriz: İstanbul Basınını Milli Mücadeleyi
destekleyenler ve desteklemeyenler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Alemdar” ve
“Peyam-ı Sabah” gazeteleri Millî Mücadeleye karşı idi. “Alemdar, Damat Ferit
Paşa yanlısı bir yayın politikası izliyordu. Peyam-ı Sabah’ın başyazarı da Ali
Kemal’di. “Tevhid-i Efkâr”, “Tanin”, “İleri”, “Vakit”, “İkdam” ve “Akşam”
gazeteleri ise Milli, Mücadeleyi destekliyorlardı. Toplantıya katılan altı gazetenin
başyazarı şunlardı:
Tevhid-i Efkâr Başyazarı, Velit Ebuzziya,
Vakit
Başyazarı, Ahmet Emin (Yalman).
Akşam
Başyazarı, Falih Rıfkı (Atay),
İleri
Başyazarı, Suphi Nuri (ileri),Kılıçzade Hakkı Bey (İzmit muhabiri)
İkdam
başyazarı, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu),
Tanin
Başyazarı, İsmail Müştak (Mayakan).
Toplantıya başlarken Mustafa Kemal Paşa,
”Konuşacağımız esaslı meseleler ne ise evvela onları tespit edelim. Hangi noktaları
öğrenmek istiyorsunuz?” Diye sorar. Alınan cevaplar tatminkâr değildir. Gazi
daha zor ve esaslı sorular bekliyordur.
Suphi
Nuri -Lozan’dan beklenen neticeyi,
İsmail
Müştak -İstanbul’un geleceğini,
Yakup
Kadri -TBMM de ortaya çıkan gruplaşmaları,
Ahmet
Emin -Dışardan gelecek göçmenlerle ilgili konuları öğrenmek istiyorlardı. Daha
sonra ilave sorular da olur. Oysa Gazi Paşa, Kamuoyunu yönlendirebilecek daha
kapsamlı ve önemli konulardan söz etmek ister: Gazi Mustafa Kemal, Saltanat
sonrası TBMM’nin varlığı ve öneminden, halifeliğin durumu ve geleceğinden,
Lozan’da olmazsa olmazlarımızdan, Cumhuriyet’ten bahsetmek, yapılan ve
yapılacak önemli inkılâplardan söz etmek istiyordur… Gazi, konuşmaların
gidişatını kendisi yönlendirir. Söylemek istediği hemen her şeyi söyleyerek
kamuoyunu yönlendiren bu önemli kalemleri bilgilendirmek ister… O gün, Gazi
Mustafa Kemal’in altı saatlik konuşmasında belli başlı şu hususlar öne çıktı: -Osmanlı
Devleti’nin harbi Umumiye (1’inci Dünya Savaşı) nasıl bir maksat ve gaye ile
girdiğini anlamış değilim. Harbe girdikten sonra idare noktayı nazarından
yapılan hatalar çoktur. Bir Milletin kuvveti asliyesi kendi hayatını ve
mevcudiyetini unutup da kuvvetini her hangi bir yabancı bir gaye için teksif
etmesi asla caiz değildir.
-Milli
Mücadelenin maksat ve gayesi milletin tam istiklalini ve bila kayd-ü şart
hâkimiyetini temin ve idame ettirmektir. İki aydır müzakereleri devam eden
Lozan Konferansında muhataplarımız, Sevr anlaşması ile Türkiye’yi imha
koşullarını biraz değiştirerek bize dayatmak istiyorlar. Bunu kabul
edemeyiz -Dâhili vaziyet mevzuu bahis olurken en evvel inzibat ve asayiş
meseleleri akla gelir. Pontus meselesi diye Samsun havalisinde zaman, zaman
vuku bulan gayri tabi harekâtın sureti katiyete önüne geçilmiştir. Pontus diye
artık Türkiye’de bir meseleden bas olunamaz. Asırlardan beri vukuatsız kalmayan
Dersim’de adi vukuat bile yoktur. -Harpten çıkan bir memleketin en mühim
iştigali iktisadi vaziyetin ıslahıdır. Bu sene içinde çiftçiye epeyce yardım
yapılmıştır.
-Hükümet
merkezi neresi olmalıdır? Düşündük. Bendenizce iki noktai nazardan tetkikat
yapmak icap eder.
Birincisi,
Bir geminin topundan telaşa düşebilecek bir yerde hükümet merkezi olmaz.
İkincisi,
Hükümet merkezi öyle bir yerde olmalı ki hükümet nazarını memleketin her
tarafına eşit bir şekilde atfedebilsin.
İstanbul, en güzel bir şehrimiz, en
kıymetli bir hazinemizdir. Fakat bu muhabbetimiz onun mutlaka hükümet merkezi
olması şeklinde tecelli etmemelidir. Herhalde birçok sebepler hükümet
merkezinin (Ankara- kayseri- Sivas) üçgeni dâhilinde bir noktada olmasını icap
ettiriyor. Ankara da oturmakla beraber yine İstanbul’dan daima istifade
edeceğiz. Hep
beraber Meclis’in üç buçuk senelik bir tarihçesini yapalım:
İstanbul’daki Meclis taarruza
duçar olurken(saldırıya uğrarken) Anadolu’da Büyük bir meclis olsun dedim. Aynı
zamanda bu Meclis’in salahiyeti de geniş olsun istedim. Ancak, blok halinde
bulunan Meclis bir gün beş parçaya ayrıldı. Fakat sağ, Sol cenah şekli de
değil, hissi, şahsi, fikri muhalif nedenler dolayısıyla parçalara ayrıldı. İcrai
salahiyete sahip bu Meclis’te birçok mühim meseleleri Meclis’le istişare etmek,
oradan karara almak mecburiyeti vardı. İş o reddiye geldi ki en basit meseleler
için de Meclis’ten karara almak imkânı kalmadı. Ben bu vaziyeti çok tehlikeli
buldum. Hatırıma
gelen şey bu ufak parçaları birleştirmek ve bir grup haline koymak oldu.
Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Grubu diye bir grup yaptık. Bu gruba program
olarak esaslı iki şey gösterdik: Misak-ı Milli, Teşkilatı Esasiye İkinci Grup
nasıl kuruldu sorusuna gelince, Gayrimemnunların memnuniyetsizliği şahsi
nedenlerdendi. Doğrudan doğruya benim şahsımdan gayrimemnunlar da vardı.
Nihayet bu gayrimemnunlar kendilerine ikinci grup dediler. İkinci grup ve ona
tabi olan mürteciler mütemadiyen vekillere taarruz ederler, onları düşürmek
isterler, orduyu tenkit ederlerdi. Onlar daima hükümeti ellerine almaya
çalışıyorlardı. Hele Dâhiliye Vekâletini ele geçirmeye bilhassa ehemmiyet
veriyorlardı. Fakat bu teşebbüslerinde Muvaffak olamadılar. Mevcutları yirmi üç
kişiye inmişti. Yetmiş dörtten yirmi üç kişiye indiler. Bugün bu efendilere
bazı hocalar da iltihak etmişlerdir. Hocaların en cahilleri onlara iltihak
etti. Binaenaleyh halife böyle olmaz, halifeye kuvvet kudret lazımdır,
salahiyet lazımdır ”demeye başladılar. “Ona biz bir hak veririz ki Meclis’in
kanunlarını, Hükümetin kararlarını tasdik eder”, diyorlardı.
-Gazi,”Hilafet
meselesi hakkında görüşelim. Size soracağım, Velid Beyefendi, nasıl
görüyorsunuz, nasıl tasavvur ediyorsunuz? Der. Tevhid-i Efkâr gazetesinin
başyazarı Velid bey’in cevabı pek olumlu değildir: Bendeniz bu meseleyi ta’mik
etmedim (derinliğine düşünmedim),”der. Devamla şunları ifade eder: ”Diyorum ki
bunlar çok esaslı meselelerdir. Bunu iyi tetebbu edebilmek için zihinler sair
meşgalelerden azade olmalıdır; devir bendenizce henüz gelmedi. Buna şahsi
olsun, esaslı karara verebilmek için kat’i kanaat sahibi olmak lazımdır,”der. Gazi
Paşa’nın,”Diğer arkadaşlardan görüş bildirenler olacak mı? Hanginiz bu hususta
daha fazla meşgul oldunuz?” Sorusuna
kimseden cevap gelmez. “Müsaade buyurursanız yine ben devam edeyim” diyerek
halifelik konusunda ilave görüş ve düşüncelerini ortaya kor. -Çok şayanı
arzu idi ki bu meselenin münakaşası sulhten sonraya kalsın. Fakat görülüyor ki
şimdi bu meselelerden hararetle bahsedenler var. Projeler, risaleler yaparak
halka dağıtanlar var. Şükrü Efendi diyor ki ”halife şu demektir, halifenin
salahiyeti şudur, vazifesi budur.” Bu fikirler bütün Milletin dimağına sirayet
ediyor. Mademki menfi bir gayret vardır tedbir almak mecburiyetindeyiz. Falih
Rıfkı (Atay)ın,”Paşam, sulhten sonra güç olur, en müsait zaman bu
zaman…”Gazi’nin cevabı şöyle olur: ”Biz bu meseleyi siyaseten halletmişizdir.
Dünya üzerinde müstakil ve yeni bir Türk devleti var. Devleti kuran milletin
bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Türkiye devleti başka bir makam
tanımaz. Hilafet demek bütün âlemi İslam’a şamil ise tarihte bu hiçbir vakit
vaki olmamıştır. Bütün Âlemi İslam’ın halife sıfatıyla bir adam tarafından
idaresi vaki de değildir. Malumu âliniz bir defa Peygamberimizin kendisi demiş
ki: “Benden otuz sene sonra hilafet yoktur.” Bu makama birde salahiyeti vermeye
kalkacak olursak ne olur? Bu salahiyetin tatbikat sahası bütün âlemi İslam
olmak lazımdır. Halife bu salahiyetini bütün âlemi İslam üzerinde tatbik
edebilecek midir? Tatbik edemezse zaten manası kalmaz… Her başı sarığı olanın
halkın karşısına geçip, istediği bimana şeyleri onun kafasına sokmaya müsaade
edilemez. Benim kanaatim, malumatım ve kati itikadım bundan ibarettir. Bu
devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur. -Kılıçzade Hakkı Bey,”Paşa Hazretleri
yeni hükümetin dini olacak mı” diye sorar. Gazi Paşa, ”Vardır efendim vardır.
Fakat İslam dini hürriyeti efkâra mani değildir.” “Yani hükümet bir din ile
tebeyyün edecek mi?”. “Edecek mi etmeyecek mi bilemem. Buğun mevcut
kanunlarımızda aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir, mütedeyyindir.
Dini de dini İslam’dır. Dini reddedecek ortada bir sebep yoktur.”Diye
konuşmalar devam eder…. İsmail Müştak Bey sorar: ”Türkiye’de hilafet siyaseten
bir menfaat ve kuvvet midir, yoksa bir zaaf mı? - Gazi Paşa cevap verir:
“….Hilafet başımıza bir beladır. Osmanlı padişahlığı hilafeti almadan evvel
devrinin en parlak safhasını yaşamıştır Hilafeti aldıktan sonra da bir sükût
(düşüş) başlamıştır, der. Basın Toplantısının sonunda öne çıkan cümleleri
şunlar olur: Gazi Paşa’nın “Hiç şüphesiz sulh olduktan sonra( Lozan
Barışı) çok çalışmak lüzumuna kaniyiz. Bunun için zayiatımızı en az bir zamanda
telafi edecek esaslı bir program yapmağa mecburuz… Milleti teşkilatsız ve hedefsiz
bırakamayız. Bu üç senelik milli mesainin, fedakârlığın neticesi olmak
üzere vasıl olduğumuz hedefler ikidir: Birisi, istiklali tam, diğeri de bunun
kadar ehemmiyetli olan yeni hükümetimizdir. Birincisini izah etmek kolaydır.
İkincisini ise herkes anlamıyor. Bunun için hükümetin vaziyet ve mahiyetini,
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ruh ve manasını görüştüğümüz noktalardan tahlil
ve tetkik ederek halka anlatmalıyız. Mutaassıpları mutlaka bize hücum ettirmek
için değil, aklıselim sahibi olan millet ekseriyetine hakikati anlatacak
tarzda… Harici siyasetin mesnedi kuvvetli bir siyaseti dâhiliyedir. Ne şarka,
ne de garba ehemmiyet vermeksizin yalnız kendi mevcudiyetimize istinad ile
iktifa olunabilir mi? Suali de hatıra geliyor. Doğrusunu söylemek lazım gelirse
bu dakikada emniyete şayan siyaset yalnız kendi mevcudiyetimize istinat
etmektir. Başkalarına emniyetle rabtı kalp edemeyiz. Fakat bu demek değil ki
yarın vuku bulacak inkişaflar karşısında herhangi bir tarafa daha çok yaklaşmak
mümkün değildir ve gayri caizdir. “Gazi
devamla:”Aradaki ihtilaf daha ziyade menfaat ve hissi şeylerden ileri geliyor.
Fakat her ne surette olursa olsun bir ihtilaf noktası aramakta idiler. Bugün bu
Efendilere bazı hocalar iltihak etmiştir. Çünkü hilafet ve saltanat yekdiğerinden
ayrıldıktan sonra, bazı hocalar büyük bir teessüre kapıldı. O kadar ki, kendi
dinlerinden ve imanlarından şüphe etmekte olduklarını söylemeye başladılar.
Acaba, bu şerait dâhilinde Müslüman mıyım? Bu suretle hocaları en cahilleri
onlara iltihak etti. Binaenaleyh, halife böyle olmaz, halifeye kuvvet ve kudret
lâzımdır” demeye başladılar. Kendilerine müdafaalarına lazım olacak tezi de buldular;
diyorlardı ki “biz, bu tarz hükümete, Meclisin bu mahiyetine tariz değiliz.
Bugün salahiyetleri haiz olanın yerini tutacak zat makamı riyasette kim olursa
o olacaktır. Bugün için Mustafa Kemal Paşa vardır. Belki şeraiti
hazırası,(şimdiki koşulları) ile bu makamı tutabilir. Fakat yarın çekildiği ya
da öldüğü zaman mümessil olarak yerine kimi getireceğiz? Biz, birbirimizi çekemeyiz.
Böyle bir Meclis bulamayız. Netice inhal olur. Binaenaleyh, o makamda (yani
Millet Meclisi Riyasetinde) öyle bir zat bulunmalı ki, böyle intihabatla, diğer
bazı şeylerle takyid olunmasın(sınırlandırılmasın).Bu zat kim olabilir? En
münasip şekil, riyasette halifenin bulunmasıdır. Halifeyi reis yaparız. Onu bir
defaya mahsus olmak üzere intihabederiz. Ondan sonra hiçbir şey düşünmeyiz.
Orası öyle bir makam olur ki, oraya herkes gözünü dikmez. Ona biz bir hak
veririz ki, Meclisin kanunlarını, hükümetin kararlarını tasdik eder. İşte bu adamlar,
böyle bir formül ile prensip ihtilafı şeklinde arzı mevcudiyet etmiş bulunuyorlar.
Değil mi Adnan Bey?
Adnan Bey—Evet Efendim.
Gazi-Şekil
budur. Yani Meclis’in bir kısmı vardır ki, bu arzettiğim formül üzerinde
uğraşıyorlar. Hatta bugün Ankara’dan bir telgrafname aldım, telgrafnameyi
okur:”Bugün, Ankara’da (Hilafet’i İslamiyet ve Büyük Millet Meclisi) nâmı
altında bir risale neşredilmiştir. Beş kuruş fiyatla satılmaktadır. İmza sahibi
Karahisarı sahip mebusu Hoca Şükrü Efendidir. Bu risale, yeni bir matbaa tesis
eden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in matbaasında basılmıştır. Risalenin
muhteviyatı malum olan mevzu hakkında yani saltanatı şahsiyenin ilgası
hakkındaki 1Teşrin’i sani 1338/1 Kasım 1922/ tarihli Meclis kararının şeriata
mugayir Olmadığını bazı taraflarda ve matbuatta bu tarzda intihab olunan
halifenin kuvvetsiz ve hükümetsiz bulunmadığını, halifenin kabulü ile onun
levazımından(gereklerinden) olan hukuk ve levazımı şeriatın kabul edilmiş
olduğunu ifade etmektedir. Risalenin muhtelif mahallerinde aynen şu ibareler
vardır:”Büyük Millet Meclisi ile Meclis’in intihab ve tesbit ettiği halife’i
Müslimin arasında hiç bir ayrılık ve gayrılık yoktur. Halifenin kuvvet ve
şefkat sahibi olması en büyük esası şer’idir. Bununla beraber, bugünkü hale
göre, hükümetimizin ve devletimizin bir reisi olması zaruridir. Bu hususta
başka bir türlü şekle imkân yoktur. Şu hale nazaran tanzimi kavanin, icraiyesi…
Vs. Riyaseti tabiyesini halifemizin haiz olması, yani devlet ve mukadderatı devletin
nazarı tasdikine iktiran etmesi bir emri zaruri ve şer’idir. “Gazi, devamla-Bu münasebetle,
hilafet meselesi hakkında görüşelim. Size soracağım, VelidBeyefendi. Nasıl görüyorsunuz,
nasıl tasavvur ediyorsunuz?
Velid Bey_- “Bendeniz, bu meseleyi ta’mik etmedim(Derinliğine
düşünmedim) Paşa Hazretleri. Tamikinin de sulhtan sonraya bırakılması fikrinde idim.
Şimdi asıl hepsinin fevkinde olan esaslı mesele, memleketimizi düşmandan
kurtarmak için efkâr ve mesaimizi buna münhasır olmak kanaatinde bulunduğum
için bu mesaili kendi kendime tetkik etmedim. Hatta Teşkilat’ı Esasiye
Kanunu’nu da tetkik ve tetebbu etmiş(incelemiş) değilim. Böyle bir sırada bu
mesele çıkmıştı. Tabii, mesele karşısında kendi, kendime bir gazeteci olmak
itibariyle gafil bulundum. Ancak, ,herhangi mühim bir mesele hakkında her türlü
mütalaat yapmak mecburiyetinde olduğum için bir günlük intibaları o mesele
hakkında düşündüklerimi yazmıştım. Bendeniz, hâlâ bir dereceye kadar o fikirde bulunuyordu.
Diyorum ki, bunlar çok esaslı meselelerdir. Bunu iyi tetebbu edebilmek için,
zihinler sair meşgalelerden azade olmalıdır. O devir bendenize henüz
gelmemiştir. Buna şahsi olsun, esaslı karar verebilmek için, kati kanaat sahibi
olmak lâzımdır. Gazi
Paşa-Diğer arkadaşlar mütalaa dermeyan edecek mi? Hanginiz bu husuta daha fazla
meşgul oldunuz? Müsaade buyurursanız, yine ben devam edeyim. Çok şayanı arzu
idi ki, bu meselenin münakaşası sulhten sonraya kalsın. Fakat görülüyor ki,
şimdi bu meseleden hararetle bahsedenler var. Böyle projeler, risaleler yaparak
halka dağıtanlar var. Hulasa bizim arzumuza muvafakat etmeyenler var.
Biz,”zamanı değildir. Sükûneti muhafaza edelim, asıl iştigal olunacak mühim
işlerimiz vardır,”diyoruz. Fakat Şükrü Efendi diyor ki:”Halife şu demektir,
halifenin selahiyeti şudur; vazifesi budur!”Ve bu fikirler bütün milletin
dimağına sirayet ediyor. Mademki menfi bir hareket vardır, bunu karşılamak mecburiyetindeyiz.
Ya onların iddiası doğrudur, ya bizim yaptıklarımız. Yaptığımız ve idame etmek
istediğimiz şeylerin siyaseten, fennen, ilmen, dinen, bu memleket ve milletin hayat,
refah ve saadeti noktai nazarından doğru olup, olmadığınıtetkikedelim.
Falih Rıfkı Atay—Paşam, sulhtan sonra daha güç olur. En münasip zaman,
bu zaman…
Ahmet Emin Bey—Vaziyetin
muvazzah(durumun açık? Olmamasından ileri gelmiyor mu? Hilafetin bütün İslam’a
şamil-Yaygın-bir müessese olduğu meydana çıkar. Dâhili bir mesele olmak
mahiyetini kaybeder.” Gazi—Biz,
bu meseleyi siyaseten halletmişizdir. Dünya yüzünde Müstakil ve yeni bir Türk
Devleti vardır. Devleti kuran milletin bir. Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır.
Memleketin yegâne, hakiki mümessili bu Meclis’tir. Türkiye devletinin reisi de vardır.
Bu şekil şer’idir, ilmidir, bilhassa istiklali devleti en iyi muhafaza
edebilecek bir şekildir. Türkiye devleti, başka bir makam tanımaz. Haddizatında
başka bir makam yoktur. Hilafet demek, bütün âlemi İslama şamil bir idare
noktası demek ise, tarihte bu hiçbir vakit vaki olmamıştır. Bütün âlemi İslamın
halife sıfatıyla bir adam tarafından idaresi vaki de değildir. Hazreti Ali
zamanında,”Sıffin”muharebesini, müteakip, âlemi İslam halife namı altında, iki
zatın daire’i hükmü altında kaldılar. Bir taraftan Ali,”Halifeyim” diye icrayı hükmetmişti.
Bir taraftan da Muaviye aynı sıfatla hükümet yapmıştı. Abbasiler zamanında ise
bir taraftan Bağdat’ta, diğer taraftan Endülüs’te“Halifeyim”,diye saltanat
sürenler vardı. Bugün Fas’ta, Sudan’da halife vardır. Onlar da kendilerine
“Emirülmümin”,diyorlar. Bundan sonra bütün Müslümanları makamı hilafet namı altında
bir noktaya bağlamanın imkânı yoktur. Filhakika şimdi, Mısır, Hindistan; Türkiyesizin
İslamlarının hepsi kendi muhitlerinin şeraitinden, ananatındantecerrüt ederek
(şartlarından ve geleneklerinden ayrılarak)
ümmet namı altında birleşmelerine nasıl imkân tasavvur olunabilir? Bu
tarihin hükmüdür. Diğer taratan şer’in hükmü de ayrı bir şey değildir. Hakikatte
şer’an ve dinen hilafet denilen şey yoktur. Malumu âliniz, bir defa
Peygamberimizin kendisi demiş ki:”Benden otuz sene sonra hilafet yoktur!”
HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR!
Gazi devamla—Hazreti Ali halife olduğu
zaman, kendisine:”Halife’i Resulullâh”,demişler. Kendisi, ilk hutbesinde demiş
ki:”Böyle bir sıfat bende yoktur. Halife denilen şey de yoktur. Siz
müminlersiniz, ben de sizin Emirinizim!”Zaten peygamberin vefatından sonra,
halife intihabı için hiç kimsenin aklına bir şey gelmemiş. Hilafet namı altında
vukuu bulan teşekkülatı emaretten başka bir şey değildir. HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR. Bu böyle olunca, hükümetin nasıl olması mevzuubahis olabilir?
Esasat’ı şer’iyede şu veya bu şekilde bir şey tesbit edilmiş midir?
Biliyorsunuz ki müstebit(baskıcı) hareket eden hükümetlere bile, din
uleması(Meşrudur!”Demişler. Dinin esaslarında sadece idarenin ne gibi noktaları
ihtiva etmesi lâzım geleceği musarrahtır.(açıklanmıştır).Adalet, meşveret,
ulülemre itaat. Bizim hükümetimiz, tamamen bu esasları ihtiva ediyor.
Binaenaleyh başkaca halife mevzuubahis olamaz. Böyle olduğu halde Türkiye Büyük
Millet Meclisi, kendisinden başka nasıl bir halife’i müslümin intihab etti ve
bir makam’ı hilafet hâsıl oldu? Bu hal, şöyle izah olunabilir: Bütün İslam
âlemi esaret altındadır. Şayan’ı arzudur ki, bunlar ayrı, ayrı çalışsınlar;
kendi hâkimiyeti milliyelerini istihsal etsinler. İşte bunlara bu hususta
medar’ıtesliyet(teselli nedeni) olmak üzere bir irtibat göstermem arzu ediliyor.
Fakat onlar tamamen esaretten kurtulduktan sonra; başlı, başlarına müstakil
olduktan sonra, behemehâl birleşik bir makamın idaresine girmek isteyeceklerini
düşünmek caiz midir? Bu da ayrı bir mesele. Demek istiyoruz ki, onların
kurtulması için müşterek bir noktayı rabıta(ortak bir bağlantı noktası)
göstermek suretiyle tarihi, vicdani ve yahut dini bir vazife yapıyoruz.
Manasızlıktan daha da ileri giderek, bu makama bir de selâhiyet vermeye
kalkarsak ne olur? Bu selâhiyetin tatbikat noktası bütün âlemi İslam olmak
lâzımdır.Halife,bu selâhiyetini bütün âlemi İslam üzerinde tatbik edebilecek
midir?!Tatbik edemezse zaten manası kalmaz.Halbuki müdahaleyi –halife
tarafından bile olsa—istiklaline mugayır bulan
bazı Müslüman devletleri,buna asla muvafakat
etmeyeceklerdir.Nitekim,Afgan Emiri,aramızda yaptığımız bir muhadeye koymuş
konmuş olan bir-iki noktayı,istiklaline müdahale telakki ederek reddetmiş ve
demiş ki:”Afgan milletinin istiklaline kimseyi karıştırmam.Benim,namaz
kılacağım camideki hutbe ve bu hatibin irad edeceği hutbelere ait olsa
bile…”Müstakil İslam devletleri böyle…Diğer Müslümanlara gelince:Onlar başkalarının
idaresi ve tahakkümü altındadır.Her şeyden önce hürriyetlerini istihsal etmek
lâzım…Hâkim devletlere ilanı harp mi edeceğiz?!Halife,bütün bu işleri Anadolu
Türk’ünün kuvvetine istinad ederek mi yapacak?!Böyle şey olmaz efendim! HER
BAŞINDA SARIĞI OLANIN BİMANA/MANASIZ/ ŞEYLERİ HALKIN KAFASINA SOKMASINA MÜSAADE
EDİLEMEZ!
Ahmet
Emin Bey—Hatipler, medreseler meselesi var.
Gazi—“Camilerdeki
imam ve hatibi halife tayin edecektir!”Demek isteniyor.Efendim;bu hatibin
vazifesi mensup olduğu millet ve
devletin istiklali ile,hakimiyetiyle alakadardır.Dinde hatip bir
devletin reisidir.O reisin bulunamayacağı yerlerde,onun mümessilidir.Dinde
hatip var mıdır?!Hutbe nedir?Doğrudan,doğruya reisi devletin,yahut en büyük
rüesayı devletin halkı tenvir için söz söylemesi değil midir?Her başında sarığı
olanın,halkın karşısına geçip,istediği bimana şeyleri onun kafasına sokmasına
müsaade edilemez.Benim kanaatim,malumatım ve kati itikadım,bundan ibarettir.Bu
devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur.Hakikati ifade lâzım gelirse,biz
yapmak istediğimiz inkılabı iki parçaya ayırmış bulunuyoruz.Evvela
birincisi.Sonra ikincisi.biliyorum sizi yordum. -(Bilakis,
istifade ediyoruz Paşa Hazretleri!)
Kılıçzade Hakkı Bey—Paşa Hazretleri, yeni hükümetin dini olacak mı? Gazi
Paşa-Vardır, Efendim. Fakat İslam dini hürriyeti efkâra mani değildir.
Hakkı Bey--Yani, hükümet bir din ile tedeyyün edecek mi? Gazi—Edecek
mi, etmeyecek mi bilmem. Bugün mevcut olan kanunlarla aksine bir şey yoktur.
Millet dinsiz değildir, mütedeyyindir. Dini de dini İslam’dır. Dini reddecek
ortada bir sebep yoktur.
Hakkı Bey—Şu halde Paşa Hazretleri, bir mesele hakkında, herkesin itikadı
ve düşüncesine göre bir fikir ortaya koymak hususunda hükümet beni susturacaktır
veya tecziye edecektir. Diyecektir ki,sen bu hususta hükümetin düşündüğü gibi
düşünmüyorsun.
Gazi---Hükümetin düşündüğü gibi düşünmeye hiç kimsenin mecburi yeti
yoktur. Hürriyeti hakikiyenin cari olduğu bir memlekette hürriyeti vicdaniye
vardır ve yahut yoktur olduktan sonra bunu düşünmek doğru değildir. Vicdanının
icabatını söyler.
Hakkı Bey—Herkesin kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? Gazi—Heyeti
içtimaiyede hürriyet mukayyeddir. O da bir fert değil,heyeti içtimaiyenin menafii müşterekesi(ortak çıkarları) icabı
olarak mevzu Kanunlar iledir.Hürriyeti vicdaniyemizi ne dereceye kadar kullanabileceğimiz
mevzu(çıkarılmış kanunlarla anlaşılabilir.Mesela bir Hoca Efendi diyor ki:Şu
işi behemehal yapmalısınız!Demek istediği şey de mesela Hakimiyeti milliyeyi
kaldırınız…Gibi bir şey ise fiile teşebbüs ettiği dakikada mürteci telakki
olunur.Kanunların icabatına tabi olur.O halde şer’i bir takım umur(işler)olunca
rüyet edecek bir makam lâzımdır.O makama Şeriye Vekili deyiniz,her ne derseniz
deyiniz,asıl mevzubahis olacak şey hususi bir şer’i ye vekilinin heyeti
hükümetin içinde bulunup,bulunmaması meselesidir.Ayrıca bir büro
yaparız,imamları tayin eder,bittabi hükümetin idaresinde.
SuphiNuriBey---Ya Evkaf işleri?
Gazi---Evkaf ayrı bir şeydir. Evkafı şer’i umuruna tahsis etmek esasen
doğru değildir. Evkaf, bilhassa bizim memleketimizde, en mühim menabii
servetten(servet kaynaklarından) biridir. Binaenaleyh, bunu yalınız medreselere
bırakmak olmaz. Bu da ileride hallüfasıl olacaktır. (çözümlenecektir).
HİLAFET,BİR
MENFAAT VE KUVVET MİDİR,YOKSA ZAAF MIDIR?! İsmail Müştak
Bey—Türkiye’de hilafet,siyaseten bir
menfaat ve kuvvet midir,yoksa bir zaaf mıdır?!
Gazi---Şüphe etmeyiniz, zaaftır. Bugünkü şeraite göre,
biz kendi üzerimizdeki fenalığı tezyid ediyoruz,(arttırıyoruz). Sembol olarak diyeceksiniz… Böyle sembolü
kimse tanımıyor ki. Zannediyor musunuz ki, Hindliler, Mısırlılar, Afganlılar
bize dini bir alaka ile merbutturlar. Her halde hilafet başımıza bir beladır:
Osmanlı padişahlığı, hilafeti almadan evvel devrinin en parlak safhasını
yapmıştır. Hilafeti aldıktan sonra da sükût(düşüş) başlamıştır. En felaketli
zamanımızda bizimle harp edenler arasında hilafet yüzünden bize merbutolanlarvardır.
Suphi Nuri Bey---Paşa Hazreteri, fiilen mevcut
vaziyeti tashih etmek zaman meselesi değil midir? Gazi---Tashih olunmuştur Efendim.
Tashih olunmayan bir şey kalmamıştır. Bizce mesele hallolmuştur. Kendisi meşgul
olmazsa ve kendisinden menfaat umanlar, yerinden kıpırdamazsa, bizce mesele hallolunmuştur.
Ve evvela hocaların, Hoca Şükrü Efendi ve bunun gibi Hocaların arzularını
yerine getirmek isteyenlerin yapacakları faaliyet, derhal meseleyi daha kati
şekilde hallettirir.
TAASSUB, CEHLE İSTİNADEDER,
TAASUBU OLAN CAHİLDİR.
Hakkı
Bey—Hilafetin Osmanlı hanedanı elinde kalmasından bendeniz ati(gelecek)
itibariyle bir tehlike devresi görüyorum,korkuyorum. Gazi--
Ne için korkalım Beyefendi? Üç senedir na mütenahi /sonsuz/ fedakârlık
ihtiyar eden bu millet, halifenin ordularıyla çarpışıyor ve onları makhur
ediyor. Sonra mefluç kısımdan ne için korkalım? Eğer, aleyhine müteveccih
(yöneltilecek) bir hareketleri olursa, millet onları başından nihayete kadar
başından defetmesini de bilir.
Ahmet
Emin Bey-- Acaba münazaa(anlaşmazlık) vesaire
olmaz mı? Gazi—Bu noktadan ictinabdan (çekinmede) dolayıdır ki taassuba kıymet
ve ehemmiyet veriyorsunuz. Taassup, cehle istinad eder. Binaenaleyh, taassubu
olan cahildir. İlim behemehâl cehle galebe çalar. O halde, halkı tenvir
ediniz.(aydınlatınız). Velid Bey---O halde
Paşa Hazretleri, Teşkilatı Esasiye Kanunun bir noksanı var gibi geliyor.
Kararların yalınız bir noktadan geçmemesi, yani gerek kuvvei teşriiye, gerek
kuvvei icraiyeyi yalınız bir meclisin idare etmesi. Netice, bazen kararları
yanlış çıkıyor. Mecliste, insan istediği bir fikri kabul ettirebilir. O karar,
ikinci bir dereceden istinaf ve temyizden geçmek lâzımdır: Yani… Gazi—Hükümdarın
mevcudiyeti bunu temin eder mi? Velid Bey—Teşkilatta ikinci bir meclis olsaydı,
kararlarda daha büyük bir isabet olurdu demek istiyorum.
Gazi---Meclisi
Ayanın (senatonun) mevcudiyet ihatadan masuniyeti tamamen temin edemedikten
başka, hâkimiyeti milliyenin temsil ve tecellisi noktayı nazarından da
mahzurları daidir, müntahap olsa dahi. Mevzubahis mahzuru izale için mutlaka
bir başka meclis yapmaktan ziyade, bu şekil dâhilinde başka bir tedbir
düşünebiliriz.
Müştak
Bey—Meclisi ayan olmayan hükümetlerde kuvvetli bir Şurayı devlet olursa.
Gazi—Şurayı
devlet biz de yapacağız. Şekli asliyi bozmamak şartıyla tedbir bulalım, her
halde iki meclise taraftar olmayınız…”
HALKI
KENDİ HALİNE TERK EDERSEK BİR HATVEİLERİ ATAMAYIZ.
“Ben,
Halk fırkası namı altında bir fırka tesis edeceğim.”dediğim zaman, zan olunmuş
idi ki milletin sınıfu muhtelivesinden(Çeşitli sınıflarından)bir veya iki
sınıfın menafiini yahut refahını temin etmeye matuf bir gaye takip edeceğimden
sınıfu sairenin menafiini düşünmeyeceğim. Böyle bir şey yoktur. Fırkanın programı
bütün milletin refah ve saadetini temine matuf olacaktır.”Çeşitli kaynaklardan
ve İsmail Arar,İzmit basın toplantısı.