TC.
OSMAN
TÜRKOĞUZ
TV.
Çeşmealtı,08 Mayıs 2016.
MEHDİLİK SOYTARILIĞI?
ÜŞENMEDEN OKUMALISINIZ?
Mehmet Metiner@AKPMehmetMetine.”AKparti
Allah’ın partisidir. Ona oy vermeyen Mehdi’nin gelişini engelleyen kâfirlerden
yana olur”.Mehdi, Uçakla mı, Roketle mi, YALANLA MI GELECEKMİŞ? GELECEĞİ ZAMANI
TAYYİP Mİ BELİRLEMİŞ CİA MI? UTANMA VE ARLANMA DUYGUNUZ OLSAYDI AYNAYA
BAKMANIZI ÖNERİRDİMA YALAKA?
10. MEHDİ VE MEHDİLİK, Osman Türkoğuz,
NURCULUK, DİNE, İLİME, TÜRKLÜĞEE VE AKLA AYKIRI BİR YAKLAŞIM:246 SAHİFE VE
SONRASI.
a) KUR’AN’I KERİM’E GÖRE MEHDİ:
Kur’anı Kerim’de Mehdi’nin geleceğine dair
hiçbir ayet olmadığı gibi Mehdi kelimesinin geçtiği ayet de yoktur.
b)
Hz. MUHAMMED’E GÖRE MEHDİ.
Mehdi’nin geleceğine dair Hz. Muhammed’den
bir hadis rivayet olunursa da Kur’an’ı Kerim’deki gaybın ancak Tanrı’ya ait olduğuna
dair ayetlerle Hz. Muhammed’in gayba ait hadisleri bu rivayetin doğruluğunu
şüpheye düşürmektedir:
“Ben ancak gördüğüme, duyduğuma göre hüküm
veririm; gizli şeylerse Allah’a aittir; onlara o karışır.” s.71
“Allah beni; ancak emirlerini bildirmem için
gönderdi...” s.72 C.RİSALE-İ NUR’(SAİD OKUR)a göre MEHDİ.
“İnsan şeklinde tarif edilen Hazret-i
Mehdi’nin geleceği hakkında muhtelif rivayetleri muhaddisler kitaplarında
nakletmişlerdir... Ümm-ü Selame: Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam
Hazretlerinden işittim ki; buyurdular: “Mehdi benim zürriyetimden, Fatımanın
evladlarındandır.” Av. Bekir Berk, Nurculuk Davası, s.380.
“Bütün bu örnekler çeşit, çeşit
yayınlanırken, bir yandan da amaç Nursi’yi mehdi olarak tanıtıp kabul
ettirmektir. (Zülfükarın Hatimesi sonundaki eser, s.7). “Beni sevip yazanlara
ve okuyup kafasına katanlara sen rahmetler ve bereketler saçıp harika
kerametler gösteriyorsun... ve bazı has ve halis talebelerini evliya ve asfiya
nişanlarıyla taltif ve tezyin ediyorsun”, gibi alabildiğine din ve cehaleti
istismar ile kendi kendini reklam edip durur, (Sikke-i Tasdiki Gaybi, yazma
nüsha, s.1-2) de mehdilik iddiası daha da açıktır: “Ümmetimin beklediği ahir
zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı
olan İmamı tahkikiyi neşir ve ehli imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle o en
ehemmiyetli vazifeyi yapan bitamamiha Risale-i Nurda görmüşler. İmam-ı Ali ve
Gavs-ı Azam ve Osman Halidi gibi zatlar bu nokta içindir ki o gelecek zatın
makamını risale-i nurun şahsı manevisinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler
bazen da o şahsi maneviyi bir hadimine vermişler o hadima mültefitane
bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i
nuru bir programı olarak neşir ve tatbik edecek ve o zatın ikinci vazifesi
şeriatı icra ve tatbik etmektir... O zatın üçüncü vazifesi hilafeti islamiye yi
ittihadi islama bina ederek İsevi, ruhanileriyle ittifak edip Din-i İslama
hizmet etmektedir”.
Ayetül-Kübra da İmam-ı Rabbaninin İslami
hakikatleri ispat edeceğini haber verdiğini zatın kendisi olduğunu iddia
ediyor: “Ben istiyorum ki ben o olsam, belki o adam” Haşiye’de de şöyle
deniyor. “Zaman ispat etti ki o adam, adam değil risale-i nurdur. Belki
ehlikeşif risale-i nur’un ehemmiyetsiz olan tercüman ve naşiri suretinde
müşahede etmişler bir adam demişler” (s.63).
“Risale-i nur ve üstadımız hakkında bazı
nur talebelerinin mühim mektuplarıdır” matbu 101 sahifelik bu eserde şöyle
deniliyor:
“Risale-i nur bu zamanın mehdisidir. Ey
kürre-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler. Bin senedir insanların
aradığı Mehdi hazretlerinin peşavası ve müjdecisi üstadımızın neşrettiği
Risale-i Nur ‘dur.” Hutavat-ı Sitte de ise bozuk cümlelere rağmen maksat
bellidir.
“Risale-i Nur’un şahsı manevisini haklı
olarak bir nevci Mehdi telakki edilmesini ve kendi şahsını manen evladı Ali’den
sayılsa dahi ihlası bozmamak için uhrevi makamat bana verildi...”
“...Hz. Mehdinin Cem’iyeti Nuraniyesi
Süfyan komitesinin tahribatçı rejim bidatkaranesinin tamir edecek sünneti
seniyeyi ihya edecek. (Mektubat Arap Harfleri C.2, s.292).
“Bir Nur Şakirtleri manevi Ali Beytten
sayılabiliriz...”
“...Ehli Kalbin latif keşiflerinden birisi
de, o beklenilen zat (Mehdi) bir kitap yazacak, geçmişte hiç kimse o’na benzer
bir kitap yazmayacaktır. El hak Risale-i Nur bunun güneş gibi delilidir. Evet,
onun şahitleri kat’iyyen iman ediyorlar ki şimdiye kadar böyle eser
görülmemiştir. Ve tabe kıyamet yazılmayacaktır. Ehli Keşif; o nurun tercümanı
olan zat-ı nurani, Mescunu nisa yani müteehhil bulunmayacak; ihtiyar yaşta
olacak diye bahsediyorlar... Bu tavafukun her halde başka şekilde izah ve
tefsirine ihtiyaç yoktur, maziden yani bulundukları zamandan istikbale nazar
eden ve bu zamanı hali tarassut eden ehli keşfin; keşfe müstenit daha çok
beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz. İşte Risale-i Nur’u
yalnız ben methetmiyorum. O’nu Hz.Kur’an methediyor, Hz. Ali methediyor, Gavs-ı
Azam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nur’a Bedi diyor. Şu
halde elbette ki o Bediüzzaman’dır, Fahrütdeverandır... (Fihristin sonundaki
takrizler).
Yukarıda görüldüğü üzere, bir takım
keşifler ve kendine göre uygunlukları ileri sürdükten sonra arkadan mehdiliği
ilan edilmektedir.
Hâlbuki Ehli Sünnet inancında İmam Mahfi ve
İmam Muntazar akidesi batıldır. Bir halaskarın ve mehdinin geleceği akidesi,
eski Mecusi dininde vardı. Babil esaretinden sonra İsrail Peygamberleri bu
fikri bir halaskar inancına bağladılar. Müslümanlığın gelişme devirlerinde
tarikatçılık yoluyla bu akide bazı ülkelerin halkına aşılandı. İslam dininin
inanç sisteminde en açık biricik kaynak olan Kur’anı Kerim’in sarahati ile Hadi
ve Mehdi olarak gelen Hazreti Muhammed’dir. O ahir zaman Peygamberi ve (Hatümel
Mürselin) Allah’ın son resulü olduğu içindir ki din kemal bulmuş ve
tamamlanmıştır. Böylece, Mehdi ve Halaskar düşüncesine yer verilmemiştir.
Bazı kitaplarda, her ne kadar Mehdiye dair
rivayet edilen ve birbirinden çok farklı hadisler varsa da bunların tümü zayıf
ve çoğunun uydurma oluşu üzerinde ittifak vardır. Kendi ifadesine göre mezhebi
Şafi olan Nursi’nin, bu hadisleri kabul ile bir takım hükümler çıkarmasının
anlamı, kendi mezhep akidelerinden de habersiz bulunduğu veya çıkarına göre
hareket ettiği üzerinde toplanır. Ancak işin üzücü tarafı, kendi sakim fikir ve
bilgileriyle alabildiğine Müslümanlık esaslarından uzaklaşmış olarak göçüp
gitmesi değil, saf halkımıza bunları intikal ettirmeğe çalışmasıdır. Yukarıda
örneklerini verdiğimiz bu kabil egosantrik tefsirlere ancak, Psiko-Patolojinin
cevap vermesi doğru olur.” Dr. Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar:
Nurculuk, s. 10-12
“Ben de cevaben derim ki:... Mehdi Al-i
Resulün temsil ettiği kutsi cemaatin şahsı manevisinin üç vazifesi var:
Birincisi: Felsefeyi ve maddiyun fikrini
tam susturacak tarzda imanı kurtarmaktır... Bu vazife, hem dünya ve hem her
şeyi bırakmak, çok zaman tetkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden Hz.
Mehdinin o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. O
vazifeyi; ondan evvel bir taife bir cihette görecek...
İkincisi: Hilafet-i Muhammediye unvanı ile
şeair-i islamiyeyi ihya etmektedir.
Üçüncüsü: İnkılabat-ı Zamaniye ile çok ahkâm-ı
Kuraniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin kanunları bir derece
tatile uğramasıyla o zat o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır... Hal böyle olduğu
halde, birinci vazifeyi Nur Şakirtleri tamamıyla Risale-i Nur’da
gördüklerinden... Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini haklı olarak bir nev’i
mehdi telakki ediyorlar... O şahs-ı manevinin bir mümessilini de biçare
tercümanını zannettiklerinden bazen o ismi ona da veriyorlar...” R.N.K. Emirdağ
Risalesi s.270-273, 204. Mektup, 1959 Basımı, Mü? B.Z.S. Nursi
“Bediüzzaman Mektubat sayfa 407”
“Sual: Ahir zamanda Hz. Mehdi geleceğine ve
fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayet-ı Sabiha var.
Hâlbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dahi
hatta yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin
şahs-ı manevisine karşı mağlubdur. Şu zamanda kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek
olursa olsun böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadatı-ı azimesi içinde nasıl
ıslah eder? Eğer Mehdi’nin bütün işleri harika olsa şu dünyadaki hikmet-i
ilahiyeye ve kavanin-i Adetullaha muhalif düşer. Bu <mehdi meselesinin
sırrını anlamak istiyoruz:
Elcevap: Cenab-ı Hak Kemal-i Rahmetinden
Şeriat-ı İslamiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı
ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i Zişan veya kutbu
azam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nev’i Mehdi hükmünde mübarek zatları
göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş; din-i Ahmediyi (A.S.M.)
muhafaza etmiş. Madem adet böyle cereyan ediyor; ahir zamanın en büyük fesadı
zamanında elbette en büyük bir müçtehide, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim,
hem mehdi, hem mürşit, hem kutb2u azam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve
o zat da Ehl-i Beyt-i Nebeviden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında
beynessema-velarz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede
denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin
numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icat eden Kadir-i Zülcelâl Mehdi
ile de Âlem-i İslam’ın zulumatını dağıtabilir. Ve vaadetmiştir. Vaadini elbette
yapacaktır. Kudret-i ilahiye noktasından bakılırsa gayet kolaydır. Eğer daire-i
esbak ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua
layıktır ki “Eğer Muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak
lazım gelir ve olacaktır” diye ehli tefekkür hükmeder.” Av. Bekir Berk’in
s.g.e. s.382,383.
c) BESİM ATALAY’A GÖRE MEHDİ
“Mehdi meselesi de çok önemlidir. Her türlü
hareketi, her türlü ıslahı Mehdi’den beklemek İslam milletinde irade kudreti
bırakmamıştır.
“Madem Mehdi gelecek, ortalığı düzeltecek
benim neme, ben düzeltecek değilim.” diye en acı zulümlere katlanmak hassasının
aşılanmasına sebep olmuştur. Hâlbuki asıl Müslümanlıkta Mehdi ve buna benzer
şeyler yoktur. Bunu önce Şii’ler uydurdular. Sonra da birçok yapma hadislerle
işi berkittiler. Mehdi masalıyla birlikte bir de üçler, yediler, kırklar,
abdallar efsanesi İslamlar arasına yayılmıştır.
Mehdi İranlılardan, öbürleri
Hıristiyanlardan geçmiştir. Bunların hiçbirinin Müslümanlıkla zerre kadar
ilişiği yoktur. Bu yoldaki hadisler hep uydurmadır... Kutup, Kavs, Hızır,
İlyas, Vedat gibi hurafeler de her türlü ilim ve hakikatten uzak uydurmalardır.
İslamlıkla hiçbir ilgileri yoktur. Kur’an-ı Kerim’in (21 nci suresinin 35 nci
Ayetinde) “Senden evvel hiçbir kimseye
sonsuz yaşama vermedik” denilmektedir. Yine bu surenin 36’ıncı ayetinde “Herkes
ölümü tadacaktır” buyrulmaktadır.
Nakıl ve akıl bu gibi yaşayan şahıslar;
evliyaları kabul etmez. Bu gibi şeyler İran’dan ve Hıristiyanlık anlayışlarından
girmiştir. “Besim ATALAY, Hakkın Zaferleri s.60, Türk Dili ile İbadet
s.110-119.
d) SÜLEYMANCILARA GÖRE MEHDİ:
“Hacı Süleyman Efendinin şahsına yapılan
ibadetlere rabıta ismi verilerek gizli tutulur. Bu bir sırdır. Sırrı söyleyen
dinden çıkar, kâfir olur. Manevi darbeyi yer. Gökten atılanın bir parçası belki
bulunursa da bizim – Süleymancıların- sırrımızı söyleyenin dünyada ve ahrette
bir parçası dahi bulunmaz. Hacı Süleyman Efendinin Mehdi olduğuna kati delille
inanırlar.“ Mustafa AKYILDIZ, Kozan Müftüsü, Ben bir Süleymancı idim. s.34,
İst. 1969. “Hâlbuki bu sahtekârlar - Süleymancılığı yönetenler- saf ve temiz
halkımızı kandırıp istismar ediyorlar. “Biz dini yenileyeceğiz” diyorlar.
Süleyman Hoca da Dini yenilemek için gelen “Mehdi” dir. Diyorlar... “Mustafa
AKYILDIZ’ın S. g.e. s. 64
e) BABILIK VE BAHAÎLİĞİN YAZARI MUHSİN
ABDÜLHAMİD’E GÖRE MEHDİLİK:
“Mehdi düşüncesi, herşeyi mubah sayan,
dinsiz, yıkıcı dalaverecilerin istismar ettiği bir fikirdir. Bu fikrin arkasına
gizlenenler Şeyhiler, Reştıler, Babiler ve Bahailerdir...” İslama Yönelen
Yıkıcı Hareketler s.45
“Şiilerin esas inançlarından biri olan
“Beklenen kurtarıcı (Mehdi)” fikri, şu anda gizlenmiş olan fakat tekrar zuhur
edeceği beklenen bir liderin varlığına inanmaktır. Kendisi gizlendikten sonra
zulümle dolmuş olan yeryüzünün, o zuhur eder etmez adaletle dolup taşacağı
umulmaktadır. Şiiler gelmesini bekledikleri Mehdi’nin kayıplara karışan 12’inci
imam olduğuna inanmaktadırlar. Bu zat, hicri 225 senesi Şaban ayının
ortalarında bir Cuma günü Bağdat’ta doğan Muhammed el Mehdi b.el Hasan
El-Askeri’dir. İfade ettiklerine göre; “Annesi ile birlikte Samerra’da ki
evlerinin bodrumuna girmiş, orada kaybolmuş ve bu ana kadar da geri
dönmemiştir. O, ölmemiştir, halen hayattadır. Şiiler ile devamlı irtibat
halindedir”. Şiiler bu inanç içinde onun geri dönerek kendilerine yardım
etmesini ve şianın düşmanlarından intikam almasını bekler dururlar.
Bu fikir, esası ve kökleri itibariyle şark
inançlarından, Hıristiyanlık ve bilhassa Yahudilikten İslam toplumuna intikal
etmiş olan ric’at (geri dönüş) fikrine dayanmaktadır. Ricat fikrini; entrikacı
Yahudi Abdullah b.Sebeterennüm etmeğe başlamış.” S.g.e. s. 47-48
“Şiilerin uzun süre maruz kaldıkları
haksızlıklar, kendilerinde intikam hisleri doğurmuş ve bu esnada zihinlerine
mehdilik fikri yerleşmiştir. Çünkü taraftarlarının, Ehl-i Beyt üzerindeki
emellerini kaybetmeleri onların iş başına gelip adaleti yayacaklarına ve -
sanlarınca- zulmü kaldıracaklarına dair imkânlarını yitirmemeleri için böyle
bir mehdi’lik fikrine ihtiyaçları vardır. Kur’an-ı Kerim”de Mehdi’nin
geleceğine delalet eden bir ayet bulamayınca hadise sığınmak zorunda kaldılar.
Bu yüzden birçok hadis uydurdular ve cemiyete yaydılar.” S.g.e. s.49
“İki büyük hadis âlimi Buhari ve Müslim bu tip
hadiseleri kabule uygun görmemişlerdir.”
Mehdilik rivayetleri, delil olarak ileri
sürdükleri konularda çelişki halindedir. Mesela bir rivayette Mehdi Ehl-i
Beytten, diğerinde Al-i Abbastan, başkasında Al-i Abdulmuttalip’ten bir
başkasında da Ehl-i Medine’dendir. Bir rivayet der ki, Mehdi’nin ismi
Peygamberin adını takip eder; diğer bir rivayet isminin Haris olduğunu söyler.
Bütün bu aykırılıklar, bu tip hadislerin uydurulduklarına açıkça delalet eder.
Çünkü peygamberlerden çelişik ifadelerin gelmesi imkânsızdır.”
“Emeviler Şiilerin kendileri için bir Şii
Mehdi uydurduklarını görünce onlar da buna karşılık “süfyanı” fikrini ortaya
attılar... Buna göre Mehdi çıkınca Süfyanı’yi öldürecekti.
Abbasiler de meydanı terk etmediler. Şianın
bir Mehdisi olduğu, Emevilerin de bir Süfyanı’si bulunduğunu görünce onlar da
nesebi Abbas’a ulaşan Halife Mansur’un oğlu Mehdi Abbasi’yi teyit eden uydurma
hadiseler ortaya koymaya başladılar.
Mehdiliğe dair tüm hadisler uydurmadır ve hadisçilerce
de kabul edilmemiştir. Büyük ilim adamı Muhammed Ferid Vecdi der ki: “Bu
hadislere bakan basiret sahibi kimseler, Resulüllah’ı bu cins süslerden, tensih
için kalplerinde mübalağa, tarihi tahrif çabası ifrata dalma gayreti, dünyadan
habersizlik, Allah’ın sünnetine aykırılık vardır. Okuyan herkes ilk nazarda bu
hadislerin bazı sapıklar tarafından uydurulduğunu, halifeliğe hevesli bazı
grupların marifetiyle çıkarıldığını anlarlar.”
Bu manadaki Mehdilik fikrinin bizzat kendisini
akıl ve mantık ölçülerine vurarak incelediğimiz zaman bozukluğu açıkça ortaya
çıkar.” S.g.e. 50-51
“Şiiler Mehdi’nin halen gizlenmiş olduğuna
ve kendileriyle daima irtibat halinde bulunduğuna inandıkları halde Ahsai
Mehdi’yi alelade bir insan olarak kabul eder, normal bir tarzda zuhur edeceğine
inanır.” s.57
“Burada ana fikir şudur: Reşti, kendisine
tabi olanları Mehdi’nin zuhuruna kandırmak için bu yalanların peşinden
gidiyordu. Böylece onlarda hiçbir şüphe kalmayacaktı. Ahsai’nin yalan rüyasının
bir benzeri, bu akılları başlarından gitmiş, idraksiz ve şuursuz, teslim olmuş,
cahiller grubunu kandırmaya yetecekti...”
Reşti, Mehdi’nun zuhur etmek vaktini
yaklaştığını sadece bildirmekle yetinmedi. Onun şahsını onlara hemen, hemen
direkt olarak tarif etti. Özelliklerini, şeklini, ahlakını tasvir etti.
Toplulukta öyle fikir uyandı ki, adeta Mehdi aralarında bulunmaktadır da ancak
Reşti’nin ölümünden sonra zuhur edecektir. İleride de anlaşılacağı gibi
talebelerinden Mirza Ali Muhammed’i tarif etmiştir...
Böylece görüyoruz ki Reşti, hilesiyle,
zekâsıyla, işi güzel idare etmesiyle, etrafındaki adamların ruhlarında,
va’dedilmiş ve gelmesi beklenen Mehdi’ye kavuşma aşkını alevlendirmiştir.
Onların arasında bu fikri o derece yaymıştır ki hepsi Mehdi’nin rüyasını görür
olmuşlardır. Bütün talebeleri, Reşti’nin ölümünden sonra, kendilerine
Va’dettiği Mehdi’yi göremeyince büyük hayal sükûtuna uğramışlar ve
dağılmışlardır. Hatta bazıları yine onun talebelerinden Molla Hüseyin el
Bişai’ye “Sen bunu (Mehdi’liği) iddia etseydin, mutlaka sana iman ederdik”
demişlerdir. s.g.e. 64-65.
Şeyh Ahmet Ahsai 1753 de, Kasım Reşti 1790
yılında İran’da doğmuşlardır.
Sait’in Mehdi fikrini nereden ve hangi
yollardan aldığını açıklamak için bu kısa örnekleri verdik. İleride daha
genişçe bu konuya eğileceğiz.
f) KUR’AN-I KERİM’E GÖRE MEHDİ İÇİN SON SÖZ:
50- “De ki: “Size benim yanımda Allahın
hazineleri var demiyorum. Ben gaybı bilmem. Size Hakıykat ben bir meleğim de
demiyorum. Ben, -Hz. Muhammed- bana vahyolunmakda olan (Kur’an)’dan başkasına
uymam.” Deki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?”-El-En’am
Suresi (6’ıncı sure), 50’inci ayet.
20- “Ey Muhammed: Onlara de ki: “Gayp ancak
Allahındır. Bekleyin, hakıykat ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim”- Yunus
Suresi (10’uncu Sure).
40- “Bizim ayetlerimiz hakkında sapkınlık
edenler şüphesiz bize gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılacak olan kimse
mi hayırlıdır, yoksa kıyamet günü korkusuzca gelecek olan kişi mi?”- “Fussılet
Suresi (41’inci Sure)
9- “De ki: “Ben peygamberlerden ilk defa
(gelmiş biri) değilim. Bana Hz. Muhammed ve size ne yapılacağını bilmem. Ben,
bana vahyolunmakta bulunandan başkasına uymuyorum”- EL, Ahkaaf Suresi (46’ınci
Sure)
g) YENİ ASYA GAZETESİNE GÖRE MEHDİLİK
Cumhuriyet gazetesinin 25.4.1977 gün ve
18944 sayılı nüshasında, “Sağcı Basından Özet” köşesinde, şu haber
yayımlanmıştır.
“Terazi Nurcuların Elinde”
“Akait kitaplarında İsa Aleyhisselam’ın
Ahir zamanda yeryüzüne ineceği, Mehdiye tabi olup ona yardım ve destekte
bulunacağı zikredilmektedir. Ancak Mehdiyi ve İsa Aleyhisselamı tanımak,
sanıldığı gibi herkes için Zahir ve bahir olmayacaktır. Gerek Mehdi gerekse
Deccal, İman Kuvvetiyle tanınacak imanı Rahmetli, dindarlığı hassas olanlar
bileceklerdir. Zaten dini mefhumlara itibar etmeyenler, ne Mehdi’nin hizmetini
ehemmiyetli görür, ne de Deccal’ın tahribatını dehşetle karşılar. Onda
değerlendirme ölçüsü yok olmuştur. Terazisi olmayan kimse bir şey tartamaz,
miktarı hakkında doğru hüküm veremez. (Yeni Asya, 21.4.1977)”
Ah! Yeni Asyacılar, ah ki ah!
Bu, mehdi ve dahi gaybın anahtarları elinde
olan Said Okur, Nurcuların lideri, Sayın Mehmet Kutluların kızının eroinden
öleceğini niçin ihtar etmedi!
Eroin eritilince beyaz olur, İstanbul’da da
içildiğine göre!
ATATÜRK, rakıyı Ankara’da Çankaya’da içerdi
de, hatırlatalım dedik
h) SAYIN ORHAN TÜRKDOĞAN’A GÖRE MEHDİ:
Said Okur, kulaktan dolma ve önüne konan
yazılara sahiplenerek; dereden, tepeden bir şeyler oluşturmuştur. Mehdi ve
Deccal, Yahudi, Hıristiyan ve İran geleneğinden İslam’a gelip oturmuştur.
Kayıp imam, kim kaybetti. Görevini
tamamlamadan kaybolan nasıl yeni görevler yüklenebilir.
Hz. İsa’yı, bizim günahlarımız için,
cezalandırmış! Öyle diyor, konuştuğum Hıristiyanlar. Bir, bir buçuk yıl;
Tevrat’ın bazı bölümlerini yorumlayan Hz. İsa, neyi tamamlamak için gelecek.
Bunlar, doğrudan doğruya inanç işi. İnanç kapıdan içeri girince, akıl bacadan
çıkıp gitmek zorundadır.
Sayın Prof.Dr. Orhan Türkdoğan’ın güzel bir
eseri var: Alevi - Bektaşi kimliği. 392-393 sahifelerinde, Mehdi ve Deccal’e de
yer ayrılmış.
Yeni Asya yayınları, Deccal’ı tarif edip
duruyor. İstanbul’dan, Çemberlitaş’ta dünyaya çıkacak. Beyaz su içecek, gözünün
birisi şey! şimdi; Mehdilik ve Deccaliyetle ilgili bölüme bir göz atalım:
“Mehdi konusu üzerinde biraz durmak
istiyorum. Zira konunun Hıristiyanlık ve Yahudilik yanında İran inanç
sistemleriyle de bağlantısı vardır. Hatta Mehdi ile eş zamanla kullanılmak
istenilen Deccal, bu hususu bir hareket noktası olarak işe karışabilir. Bu da,
alevi kültürünün bir anlamda soy mitinin tespitini gündeme getirebilir. Mehdi,
Alevi diasporası (kopuntusu) için bir arketipi oluşturur, kanısındayım. Francis
Fukuyama’nın “Tarihin Sonumu?” tezinin esas özünü de kanaatimce burada aramak
gerekir. İncil’de sona takaddüm eden dönem açıklanırken benzeri şekilde bütün
kötülüklerin ortasında, açıkça önceden haber verilen ve umut sebebi olabilecek
bir unsurdan söz açılır. Tevrat’ın da İlyas’ın “son” dan önce tekrar geleceği
vaadi vardır. İsa’nın vaadi de, bu konuyla özellikle tutarlıdır. Gerçi önce
İlyas gelir ve herşeyi yerine kor”
“Hz. Peygamber’in birçok hadisinde
Mehdi’den bahsedilir. İsim verilmeden ondan (hidayete ermiş) el-Mehdi olarak
bahsediliyor. Sahip olduğu otoritenin genişliği dikkate alınarak, Mehdi’nin
gelişinin Yahudi ve Hıristiyan geleneklerindeki İlyas peygamberle ilgili
ümitlere karşılık olduğu söylenebilir. (Matta, 17, 11.)
Martin Lings’e göre: “İslam’da ümitle
beklenen Mehdi, yüzyıllar boyunca sahte Mehdi’ler de doğurmuştur. Hz. Peygamber
hakiki Mehdi’yle ilgili olarak şunları söylemiştir (Mehdi benim ümmetlerimden
çıkacak, geniş alınlı ve uzun burunlu olacaktır. Daha önce kötülük ve zulümle
doldurulan dünyayı doğruluk ve adaletle dolduracaktır. Yedi yıl hüküm
sürecektir. Ancak, Lings işe bir de Deccal’ı karıştırıyor. Ona göre; Mehdi’nin
hükümranlığının sonuna doğru ve sonrasında İslam, Deccalı beklemektedir. Hz.
Peygamber onun sağ gözü üzüm gibi, tüm ışığı gitmiş kör bir adam olduğundan söz
açıyor.
Mehdi ve Deccal konusunda Hamdullah’ın
görüşleri de Lings’ten farklı değil, her ikisi de aynı çizgide
birleşmektedirler. K. 4361’e dayanarak Hamidullah görüşlerini şöyle açıklıyor:
“Hıristiyanların inançlarına göre İsa,
(Çarmıha gerilip), idam edildikten sonra göğe çıkmıştır ve (hem canlılara ve
hem de ölülere hesap sormak) üzere tekrar yeryüzüne inecektir. Kur’an’ı Kerim
ise, Allah’ın onu kendisine yükselttiğini (uruc) kabul edip açıklamakla
beraber, onun yeniden yeryüzüne ineceğinden bahsetmez (bk.k.4/157-158). Fakat
hadiste de aynı mesele ele alınmaktadır (bk. Musli, 52, No:110,116), mealen:
“Yeryüzü adaletsizlik ve zulüm ile dopdolu
hale geldiğinde (0), Muhammed ümmetinden biri olarak tekrar (yeryüzüne)
dönecek, Deccal (Antechrist): öldürecek ve o devrin Müslüman halifesi el-Mehdi
Muhammed’ubn Abdillah ile işbirliği... vs. işler yapacak ve ölümden sonra da
yeryüzü tekrar imansızlığa ve küfre düşecek ve bundan sonradır ki dünyanın sonu
(Kıyamet Güne) gelecektir”.
Hamidullah, Hanbel ve Buhari’de de
zikredilen bu anlamdaki hadisler karşısında; “Gerçekten de İsa böyle bir
devirde imamlık edemez; zira onun ilahi tebliğ vazifesi, Muhammed A.S.’un Resul
olarak gönderilmesiyle esasen sona ermiştir” görüşünü beyan etmektedir.
Bir de Deccal meselesi vardır ki, o hususta
da Hamidullah Müslim’in Sahih (52. bölüm, No:110) adlı eserini dayanıyordu:
“Resulüllah bir defasında Ahir zamanda olacak şeylere dair bilgiler verirken
kıyamet alametlerinden biri olarak Deccal (Aldatıcı, yanıltıcı)’nın
çıkageleceğinden söz etti ve onun yeryüzünde 40 gün müddetle kalıp faaliyet
göstereceğini haber verdi; şöyle ki bu 40 günün birincisi normal bir yıl,
ikincisi bir ay, üçüncüsü bir haftaya tekabül edecek şekilde geçecek ve kalan
günlerde (şimdilik 24 saatlik) normal günlerin uzunluğu kadar süreceğini
bildirdi.” (M.Hamidullah, a.g.e., cilt:2, s.795)
Kur’an’da yer bulmayan, fakat Lings’in
ifadesiyle, tarihin sonunu belirleyen eş zamanlı ve birbirine zıt bu iki
kavramdan Mehdi, Alevi-İmamiyye Şiası arasında köprüyü teşkil eder. Bu da, Türk
Aleviliğinde İran tarihi kültür tesirini gösteren en önemli unsurlardan
biridir. Bazen, kültür komplekslerinin oluşumunda bu tür etkileşimler, kültür
unsurlarının yönünü tayin etmesi bakımından son derece yararlı ipuçları ortaya
koyabilirler..
Kısacası, Mehdi ve Deccal, devrin sonunu
belirleyen birbirine zıt bu iki eğilim içinde, zamanımızın ruhunu canlandıran
Mehdi’dir.
Sayın Ziya Tütüncünün, Kazım Karabekir Paşa
isimli bir eseri vardır. Bu eserin; 85.86.87 nci sayfalarında, bir Mehdilik
olayı anlatılmaktadır…
Yanılmıyorsam, E.General Kenan Esengin’in
Hıyanet Yarışı adlı yapıtında da, bu olay anlatılmaktadır… Bu, Mehdilik
numarası 1870’lerde, Sudan’da, İngilizlere karşı başlatılan bir ayaklanmada da
kullanıldı.
Mehdi olduğunu iddia eden Sudanlı İngiliz
kurşunuyla can verdi.
1996 senesinde, televizyonlarımızda, yazılı
basınımızda, yeni bir Mehdilik olayıyla karşılaştık. Hem de, Tanrı ile konuşan
bir Mehti! Hem de, Kıyamet Namazının imamı. Kıyamet Namazı; Tanrı’nın
huzurunda, önünde kılınacağına göre. Demek ki, ülkemize, üç akıl hastanesi
yetmiyor.
Şimdi, Hart olayını izleyelim:
i) HART KÖYÜ OLAYI:
Bayburt ilçemizin yakınlarında bir Hart
köyü vardır. Bu köy, Kurtuluş Savaşımızda, başkaldırması ve askeri işgal
etmesiyle şöhret bulmuştur. O zamanlar Erzurum ve dolayları, asayiş bakımından
en düzgün, halk milli kuvvetlere itaatli, her bakımdan iyi vatandaşlardan
kuruluydu. Böyle oluşunda, bu yerlerin uzun süre Rus işgali altında kalışıydı.
O kadar ki; Karabekir Paşa, Hart köyü direnmesini anlatırken, bunu önce Birinci
Dünya Savaşından kalma bir rapor sanır. (İstiklal Savaşımız. Sayfa:278 ve
devamı). Kazım Karabekir Paşa olayı şöyle anlatır:
“...9 Aralık günü akşamı evime döndüm ve
uzun bir yolculuktan sonra (teftişten dönüyor) müsterih bir yürekle masamın
başına oturdum. Masamın üstünde bir rapor duruyordu: “Hart’ta 50 kişinin
ellerinden
Silahlarının alındığı,” yazılıyordu. Bunu,
Harb-i Umumi’den kalma bir rapor sandım. Hiç bir vakadan haberim olmamıştı.
Hart köyünün nerde olduğunu da bilmiyordum. Raporun tarihine baktım, 9 Aralık.
Yani bugün. Derhal telefonla Kolordu Kumandan Vekâletine bıraktığım Kazım
Bey’le görüştüm ve hemen yanıma gelmesini söyledim. Hayret... Hart köyü
Bayburt’un kuzeyinde, büyücek bir köymüş. Nahiye merkeziymiş. Bayburt kazasına
tabi imiş. Burada, Şeyh Eşref adında tutucu bir kişi varmış. Bu adamın
etrafında çok sayıda müridi varmış. Nüfuzu Karadeniz kıyısına kadar iniyormuş.
Birinci Dünya Savaşında bile isyankâr vaziyeti görülmüş. Bu sefer gelişen vaka
şöyle olmuş: 6 Ağustos 1919 tarihinde, Bayburt Kaymakamı, (Kuvayı Milliye
aleyhinde propaganda yapılıyor) diye, şikâyette bulunmuş. Şimdilik tarihi
kültür tesirini gösteren en önemli unsurlardan biridir. Bazen, kültür
komplekslerinin oluşumunda bu tür etkileşimler, kültür unsurlarının yönünü
tayin etmesi bakımından son derece yararlı ipuçları ortaya koyabilirler…
Kısacası, Mehdi ve Deccal, devrin sonunu
belirleyen birbirine zıt bu iki eğilim içinde, zamanımızın ruhunu canlandıran
Mehdi’dir.
Sayın Ziya Tütüncünün, Kazım Karabekir Paşa
isimli bir eseri vardır. Bu eserin; 85,86,87 nci sayfalarında, bir Mehdilik
olayı anlatılmaktadır..
Yanılmıyorsam, E.General Kenan Esengin’in
Hıyanet Yarışı adlı yapıtında da, bu olay anlatılmaktadır..
Bu, Mehdilik numarası 1870’lerde, Sudan’da,
İngilizlere karşı başlatılan bir ayaklanmada da kullanıldı.
Mehdi olduğunu iddia eden Sudanlı İngiliz
kurşunuyla can verdi.
1996 senesinde, televizyonlarımızda, yazılı
basınımızda, yeni bir Mehdilik olayıyla karşılaştık. Hem de, Tanrı ile konuşan
bir Mehti! Hem de, Kıyamet Namazının imamı. Kıyamet Namazı; Tanrı’nın
huzurunda, önünde kılınacağına göre. Demek ki, ülkemize, üç akıl hastanesi
yetmiyor.
Şimdi, Hart olayını izleyelim:
Tekrarlanmasın diye kendisine nasihat
edilmiş ve Hart Bucak Müdürü yeniden şikâyeti üzerine Bayburt Kaymakamı ve
Kadısı, durumu Erzurum Valiliğine bildiriyor. Vilayet Jandarma Yüzbaşısı Şükrü
Efendiden tahkikat yapılmasını istiyor. Bayburt Kaymakam Vekili vilayete şu
cevabı veriyor: Bayburt Müftüsü beraberinde bazı hoca efendilerden oluşan bir
kurulla Hart’a gidiyor. Çünkü Şeyh Eşref, Bayburt’a gelmemektedir. Müzekkere yazılmış,
fakat Şeyh dinlememiştir. Hükümetin dinsiz olduğunu, zabitlerin şer’i şerife
uygun davranmadıklarını ileri sürüyor. Bunun üzerine kuvvet gönderilmesine
karar veriliyor. Bayburt’tan 50 kişilik bir tedip müfrezesi yola çıkarılıyor.
Bu elli kişiyi gayet iyi karşılayan Şeyh Eşref, bunları “yemek yesinler” diye
evlere bölüştürüyor ve orada bastırarak hepsini esir alıyor. Artık isyan
büyümüştür.”
Maçka’dan bir tümen (3. Piyade Tümeni
Kumandanı Yarbay Halit Bey) ve Erzurum’dan bir tümen (Kumandanı Albay Rüştü
Bey) Hart’a sevk olunuyor. İki tümenden üç tabur, ayrıca Erzincan’dan 2000
kişilik bir süvari kuvvet ve Erzurum’dan bir batarya 10,luk topçu ile şeyhi
kuşatıyorlar. Eşref’e haber gönderiliyor. Şeyh Eşref: “Kimseden korkmadığını,
bu işe Allah tarafından memur edildiğini, kendisini MEHDİ-İ MUNTAZIR, yani
beklenilen mehdi olduğunu söyleyerek karşı koyuyor. Askerlerine silah
işlemeyeceğini söylüyor. Bunun üzerine Şeyhi korkutmak için, rastgele, iki top
atılması emrediliyor... Fakat ne oluyorsa, bu arada oluyor. Toplar ateş
almıyor. Askerde bir iç ezikliğidir başlıyor. Öyle ya, Şeyh Eşref: “Benim
askerlerime top tüfek
İşlemez” demişti ya... Acaba aslı var
mıydı? Nihayet subaylardan biri topu ateşliyor ve patlayan top köyün alt başına
düşüyor. Artık Mehmetçik müsademeyi kabul etmiştir. Karşılıklı iki saat kadar
devam eden ateşten sonra, karşı taraftan iki kişi, ellerinde beyaz bir bez
parçasıyla geliyor ve şu haberi getiriyor:
“Şeyh Eşref, iki kızı ve iki oğluyla,
açılan ateş sonunda ölmüşlerdir. Müritlerin elebaşlarından beş kişi de ölenler
arasındadır. Kendileri pişman olmuştur, teslim olacaklardır. Esir aldıkları
subaylar sağdır ve afiyettedir.”
Haber üzerine, kumandan teslim olmalarına
razı olur. Ve esir tutulan iki subayımızı serbest bırakırlar. Bu müsademede
bizim zayiatımız, 3 subay, 43 er yaralı ve 18 er şehitten ibarettir. Şeyh
Eşref’in eline geçen silah, cephane, dört makineli tüfek ve diğer levazım
tamamen geri alınmıştır. İstanbul’da oturan Halife’nin ve Sait Molla gibi
İngiliz dostlarının yaptığı fenalıklar, doğu-kuzey bir bölgemizde böylece
ateşlendi ve böylece söndürüldü. Bu münasebetle 3.Tümen Komutanı Yarbay Halit
(Mecliste vurulan Halit Paşa) Beyin kolorduya ve Mustafa Kemal Paşa’ya
gönderdiği telgraflar şunlardır:
Mustafa Kemal Paşaya
Heyet-i Temsiliye Reisi. SIVAS
“Hart meselesi, yalancı peygamberin ve
oğullarının ve arkadaşlarından bazılarının itlafı ve Hart’ın teslimiyle
neticelenmiştir.
9. Tümen Komutanı Halit
Bu olay, Milli Savaşımızda Hart meselesi
diye meşhurdur. Halifecilerin Türk Milletine oynadığı oyunlardan sadece bir
perdeyi ihtiva etmektedir. Bundan sonra, değişik adlarla, değişik zamanlarda bu
çeşit ayaklanmalara, direnmelere ve kışkırtmalara rastlayacağız.
Diyanet İşleri Başkanımız, Sayın Mehmet
Nuri Yılmaz, Mehdi için neler diyor: 10 Nisan 1996 tarihli Hürriyet:
Diyanet: Mehdilere itibar etmeyin
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri
Yılmaz, son zamanlarda resul ve mehdi olduğunu iddia ederek ortaya çıkan ve
kurtuluşa erebilmek için mutlaka kendilerine bağlanmak gerektiğini söyleyenlere
itibar edilmemesini istedi. Başkan Nuri Yılmaz, İslam’ın son Hak dini, Hz.
Muhammed’in son peygamber olduğunu vurgulayan açıklamasında şöyle dedi:
“Hz. Muhammed’den sonra kıyamete kadar
hiçbir nebi ve resul gönderilmeyeceği gibi, Allah tarafından hiçbir kitap da
indirilmeyecektir. Hz. Muhammed’in vefatıyla vahiy kesilmiştir. Artık kim
olursa olsun kendisine vahiy geldiğini iddia eden kimselerin iddialarının hiç
kıymet-i harbiyyesi yoktur. Her Müslüman; her türlü tazimini, niyazını, duasını
ve ibadetini doğrudan doğruya Yüce Rabbimize sunmak zorundadır.”
Ana Britannika C.22’de; Mehti için, bakınız
neler yazmış: (s.191-192)
Mehdi, asıl adı EBU ABDULLAH MUHAMMED (d.
742 - ö. 4 Ağustos 785, Masebezan, İran), 775-785 arasında Abbasi halifesi…
Abbasi halifesi Mansur’un oğluydu.
Annesinin gözetiminde yetişti. Horasan valisi Abdülcebbar bin Abdurrahman’ın
başlattığı ayaklanmanın bastırılmasına katıldı. 759-760 yıllarında Taberistan
üzerine gönderilen orduya komuta etti ve bölgenin Abbasilere bağlanmasında
önemli rol oynadı. Daha önce veliahtlığı ilan edilmiş olan kuzeni İsa bin
Musa’nın bu hakkından vazgeçmesi üzerine, babasının ölümünden sonra halife oldu
(Ekim 775). İlk iş olarak Medinelilerden oluşan bilhassa ordusu kuran Mehdi bir
yandan Horasan’da yeni mezheplerin çıkardığı karışıklıklarla uğraşırken, bir
yandan da Mansur-döneminde başlatılmış olan Bizans seferlerini sürdürdü. 779’DA
Ankara’ya kadar ilerlediyse de Bizans güçleri karşısında geri çekilmek zorunda
kaldı. 780 ve 782’de oğlu Harun (Harun Reşid) ile birlikte Bizans’a karşı yeni
seferler düzenledi. Bu seferler sonunda yapılan barış antlaşmasıyla Bizans
İmparatorluğu üç yıl boyunca Abbasilere ağır vergiler ödemek zorunda kaldı.
Geçici barış ortamından yararlanarak iç sorunlarla ilgilenmeye başlayan Mehdi
yeni yollar yaptırdı, ticaretin ve el sanatlarının geliştirilmesine önem verdi.
Daha önce kendisi lehine veliahtlıktan çekilen İsa bin Musa’nın bu kez de oğlu
Musa (sonradan Hadi) lehine veliahtlıktan çekilmesini sağladı. Harun’u da
tahtın ikinci varisi ilan etti. Tahta çıkış sırasını Haren lehine değiştirmek
üzere o sırada Gürgan (Gürcan) valisi olan Musa’nın yanına giderken yolda öldü.
Mehdi genellikle barış yanlısı bir politika
izlemiş, ülkesinin kalkınması için çaba göstermiştir. Ülke yönetiminde
görevlerin babadan oğula geçmesi uygulamasını kaldırarak, görev dağıtımını
halifenin atamasına bırakmıştır.
Mehdi, tam adı UBEYDULLAH EL-MEHDİ, SAİD
olarak da bilinir (ö.4 Mart 934, Mehdiye bugün Tunus’ta), ilk Fatımi halifesi
(909-934). Hz. Fatma aracılığıyla Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini öne
sürmüştür. Bazı kaynaklarda ise İsmailliye reislerinden Abdullah bin Meymun
el-Kaddah’ın torunu olarak anılır.
9. yüzyılda İslam dünyasında iyice güçlenen
İsmailliye Daileri Sünni düzenine ve Abbasi Devleti’ne karşı yoğun propagandaya
başladılar. Kuzey Afrika’da yeterince güçlendiklerinde, Ubeydullah Suriye’nin
kuzeyinde Salamiye’den Kuzey Afrika’ya gitti. Bu arada Aglebilerin egemenliğine
son verilmiş ve toprakları ele geçirilmiştir.
Aglebilerden alınan Rakkade’ye (bugün
Tunus’ta) yerleşen Ubeydullah, burada Mehdi unvanıyla halife ilan edildi.
Berberi Beni Kitame kabilesinin de desteğini alarak ülkenin sınırlarını
genişletmeye başladı. 911’de, halife ilan edilmesinde etkin rol oynayan ama
sonra araları açılan Ebu Abdullah’la, kardeşi Ebu Abbas’ı öldürttü.
Trablusgarp’taki Huvare ve Levate kabilelerini yenilgiye uğrattı. Ebu
Abdullah’ı öldürttükten sonra hoşnutsuzluk göstererek 912’de ayaklanan Beni Kitame’yi
bastırdı. Mısır’a yaptığı seferlerle İskenderiye’yi aldı (914). İdrisilerin
yönetimindeki Fas’tan Mısır’a kadar uzanan bölgeye egemen oldu. Bu arada
el-Fustat’ı (Eski Kahire) almak istediyse de başarılı olamadı. 926’ da başkenti
Kayrevan’dan Tunus’un doğu kıyısındaki Mehdiye’ye taşıdı. Ölümünden sonra
yerine oğlu Kaim get.
Mehdi, asıl adı MUHAMMED AHMED İBNÜ-SEYYİD
ABDULLAH (doğ.12 Ağustos 1844 - öl.22 Haziran 1885, Omdurman, Sudan),
Kızıldeniz’den Orta Afrika’ya kadar uzanan büyük bir İslam devletinin ve bir
yüzyıl boyunca Sudan’da etkisini koruyan Mehdilik hareketinin kurucusu, 1881’de
mehdiliğini ilan ederek Mısır ve İngiliz sömürge yönetimine karşı
ayaklanmıştır.
Gençliği: Babası, Nübye’nin Dungula
bölgesinde gemi yapımı işinde çalışıyordu; Muhammed doğduktan sonra Hartum
yakınlarındaki Kerari köyüne taşındılar. Küçük yaşta dinle ilgilenen Muhammed
egemen İslami
Görüşü benimsemedi. Kahire’deki el-Ezher
Üniversitesi gibi kurumlarda öğrenim görüp resmi hiyerarşi içinde görev almak
yerine Sudan’da kalarak tasavvufa yöneldi. Semmaniye tarikatına katıldı ve
yönetici sınıftan bilinçli olarak uzak durdu. Tümüyle Sudanlı bir dinsel
çevrede yetişerek genç yaşta etrafında çok sayıda mürit topladı. 1870’te
müritleriyle birlikte, Hartum’un 280 km güneyinde Beyaz Nil’de ki Ebba Adasında
bir tekkeye çekildi. Dinsel inançlarına coşkulu, bağlılığı ve uzlaşmaz tavrı
dünyevi olmakla eleştirdiği şeyhi ile çatışmasına yol açtı. Öfkelenen şeyhin
çevresinden kovulduktan sonra bağışlanma isteği geri çevrilince aynı tarikat
içindeki rakip bir şeyhin çevresine katıldı.
İktidara yükselişi: Sudan o dönemde Osmanlı
Devleti’nin bir eyaleti olan Mısır’a bağımlıydı. Yönetici sınıfla Sudanlılar
kültürel bakımdan birbirlerinden çok farklıydılar. Yönetici sınıfla işbirliği
yapan yüksek görevlilerle yönetimden çıkar sağlayan bazı kabile şefleri dışında
kimse yönetimden memnun değildi. Halk ağır vergiler altında eziliyor ve
vergilerini ödeyemediği zaman şiddetle cezalandırılıyor, başta İngiltere olmak
üzere Avrupa devletlerinin baskısıyla köle ticaretini yasaklamak isteyen
yönetim köle tüccarlarıyla çatışıyordu; ayrıca dinine bağlı Müslümanlar
yönetici Hıristiyanların sayısının artmasına ve onların içkiye düşkünlüğüne
tepki duyuyor, Nil kıyısında yaşayan köylüler hükümet gemilerini çekmeye
zorlanıyordu.
Muhammed Ahmet kabileler arası
düşmanlıkları aşarak farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket içinde
birleştirmeyi başardı. 1880’den 1881’in başlarına değin yönetici sınıfın
tümüyle İslam’dan ayrılmış olduğu, Mısır hidivinin kâfirlerin elinde kukla
haline geldiği ve dolayısıyla Müslümanları yönetemeyeceği görüşüne vardı. Mart
1881’de yakın çevresine Tanrı tarafından İslamı yeniden saflığına kavuşturmak,
onu yozlaştıran yönetimleri yıkmakla görevlendirildiğini açıkladı. 29 Haziran’da
da mehdiliğini açıkladı. Bu açıklamadan sonra sopalı ve mızraklı bir avuç
müridiyle Ebba Adasından harekete geçen Mehdi, dört yıldan kısa bir süre içinde
çok miktarda para, altın, mücevher ve askeri malzemeyi ganimet olarak ele
geçirerek Mısır’ın yönetimindeki toprakların hemen tümünün hâkimi oldu.
1883’ün sonuna değin Mehdi’nin ensar adı
verilen izleyicileri üzerlerine gönderilen üç Mısır ordusunu yok etmişti;
bunların sonuncusu Hicks Paşa’nın (William Hicks) komuta ettiği 8 bin kişilik
bir kuvvetti. Kordofan bölgesinin merkezi el-Obeyd (bugün el-Ubeyyid) ile
önemli kentlerinden Bara da kuşatma sonunda düşmüştü. Mehdi bundan sonra
yükselen bir din devletinin başı gibi davranmaya başladı. Vergiler Mısırlıların
koyduğu değil, Kuran’ın öngördüğü biçimde toplandı. Ünü Arabistan’dan, batıda
Bornu’ya (bugün Borno, Nijerya) kadar yayılan Mehdi davasını etkili bir biçimde
savunarak genel vali Abdülkadir Hilmi Paşa ve Hartumlu ulemanın karşı
propaganda çabalarını da etkisizleştirmeyi başardı.
Hartum’un ele geçirilmesi: Mehdi’nin en
önemli zaferi, 26 Ocak 1885’te Hartum’un ele geçirilmesi oldu. Kenti savunan
Gordon Paşa (Charles George Gordon), Mehdi’nin kesin emrine karşın son saldırı
sırasında öldürüldü. Mehdi, kentte muzaffer komutan olarak girdi ve büyük
camide namaz kıldırdı. Mısır 1881 ve 1882’de Ahmed Urabi Paşa’nın
önderliğindeki milliyetçi ayaklanma sırasında askeri gücünü büyük ölçüde
yitirmiş olmakla birlikte, bu zafer gene de beklenmeyen bir başarıydı.
Din devleti: Hartum’u korumayı başaramayan
İngiliz birliği geri çekilince Mehdi yönetimini pekiştirme çalışmalarına
yöneldi. Nil’in batı kıyısında, Hartum’un karşısında yer alan Omdurman’ı
başkenti yaptı. Bildirge, vaaz, uyarı ve yazılarıyla toplumsal ve kişisel
yaşamın her alanına yön verdi; Bu çabalarında sağlam olarak ele geçirilen
hükümet matbaasından da yararlandı. Ama günlük işlerin çoğunu yardımcılarına
bırakarak, yalnızca teme
Oluşturulmasında ve hükümet görevlerinin
belirlenmesinde uygulamanın elverdiği ölçüde ilk İslam toplumları örnek alındı.
Hz. Muhammed gibi Mehdi de dört halife atadı. Mehdi’nin en güvenilir danışmanı
ve kurmay başkanı olan Abdullah bin Muhammed’in de aralarında bulunduğu üç
halife Sudanlıydı. Batı çölündeki Senusiye tarikatının önderi olan dördüncü
halife Muhammed el-Mehdi bin Senusi ise Mehdi’nin çağrısına uymadı. Mehdi
kendisini “Tanrı’nın elçisinin ardılı” (yani yalnızca onun görevlerini devam
ettirme anlamında Hz. Muhammed’in ardılı) olarak görüyordu.
Mehdi’nin yönetimi kısa sürdü. Tifüse
yakalanarak henüz 41 yaşındayken öldü. Vasiyeti üzerine yönetsel görevlerini
Halife Abdullah üstlendi. Abdullah’ın Mehdi için yaptırdığı türbe Omdurman
Çarpışması (1898) sırasında top atışlarıyla kısmen tahrip edildi; daha sonra
Mehdi’nin oğlu Abdurrahman ve yandaşları tarafından yeniden yaptırıldı. (Ayrıca
bak. Mehdilik.)
Mehdi: (Arapça da “hidayete eren”, “hak
yolunu tutan”), İslam’da, kıyametten önce gelerek dünyayı adaletle
dolduracağına inanılan kurtarıcı… Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere
hemen bütün din ve kültürlerde bulunan “Mesih” inancının İslam halk
kültüründeki uzantısıdır. Mehdi konusunda Kuran’da hiçbir bilgi, işaret ya da
ima yoktur. Sahihan denen en güvenilir Sünni hadis külliyatlarında (Buhari ve
Müslim’in Camiu’s-Sahih’leri) ve Sünni inançları belirleyen ilk bilginlerin
(Ebu Hanife, Eş’ari ve Maturidi) yapıtlarında mehdiden söz edilemez. Buna
karşılık mehdi inancı hemen bütün Şii mezheplerin temel inanışları arasında yer
alır; Sünni hadis kitaplarının çoğunda da bu konuda hadisler bulunur. İnanç
konularında bağlayıcı kabul edilmemelerine karşın bu hadisler İslam halk
kültüründe mehdi inancının yaşamasına yol açmıştır. Sünni hadis kitaplarındaki
rivayetlere göre mehdi kıyamet alametlerinin belirdiği bir dönemde kendine özgü
bazı işaretlerle ortaya çıkacaktır. Hz. Muhammed’in soyundan gelecek ve onunla
aynı adı (Muhammed bin Abdullah) taşıyacaktır. Dini yeniden egemen kılacak,
zulümle kaplanmış dünyayı adaletle dolduracaktır. Doğuda ortaya çıkacak,
kıyametin öbür büyük alametleri olan Deccal’ın gelişi ve Hz. İsa’nın yeryüzüne
inişi onun çıkışını izleyecektir. Mehdi Müslümanların imamı olacak. Hz. İsa
onun arkasında namaz kılacaktır. Beş, yedi ya da dokuz yıl yaşayacak, dünyanın
bütün zenginliklerini Müslümanların önüne saçacak ve İslamı bütün dünyaya
egemen kılacaktır. Bu hadislerde mehdinin kimliği biçimi ve ortaya çıkacağı yer
gibi konularda çelişkiler, tutarsızlıklar görülür. Örneğin Hasan bin Ali’nin,
Hüseyin bin Ali’nin ve Abbas bin Abdulmuttalib’in soyundan geleceğini bildiren
hadislerin yanı sıra, Hz. İsa’nın ya da İslamın başarısı için çalışan her iyi
ve doğru insanın mehdi olduğunu ima eden hadisler de vardır.
Genel Şii inanışa göre mehdi günah
işlemekten korunmuş, özel bir bilgi ile donatılmış, “seçilmiş” kişidir.
İmamiyeye göre el-Hasan el-Askeri’nin oğlu olan on ikinci ve son imam Muhammed
el-Mehdi’dir. Babasının ölümü üzerine 873’te gizlenmiş, gaybet-i suğra (küçük
gizlilik) denen bu ilk gaybeti 940’a değin sürmüştür. Mehdi bu dönemde,
kendisine bağlananlarla ilişkilerini nüvvab-ı Erbaa (dört naip) ya da süfera-yı
Erbaa (dört sefir) denen dört aracıyla sürdürmüştür. Bunu 940’ta başlayan ve
günümüzde de süren gaybet-i Kübra (büyük gizlilik) izlemiştir. Mehdi’nin halen
sağ olduğuna, gelişinin bir ramazan ayında herkesi dehşete düşüren bir sesle
bildirileceğine, aynı ayda art arda Güneş ve Ay tutulmaları olacağına inanılır.
Şii mezheplerden Zeydiliğe göre ise mehdiliğin beklenen bir kurtarıcı ile
ilgisi yoktur; tersine imamlığın özel bir koşuludur. Buna göre imam, zulmün
kaldırılması ve adaletin yerleştirilmesi için kılıçla çağrıda bulunan kimsedir.
İsmailiye ise mehdiyi Batıni bir anlayışla, dini düzeltecek ve yenileyecek kişi
olarak kabul eder.
Mehdi inancı, bunalım dönemlerinde canlanma
eğilimindedir. Örneğin 1212’deki Las Navas de Tolosa
Çarpışması’ndan sonra İspanya’daki
topraklarının çoğunu yitiren Müslümanlar arasında, Hz. Muhammed’in, İspanya’nın
mehdi eliyle yeniden geri alınacağı kehanetinde bulunduğu yolunda efsaneler
yayılmıştır. Napoleon Mısır’ı aldığında, Aşağı Mısır’da, mehdi olduğunu
söyleyen biri ortaya çıkmıştır. Mehdi, İslamın siyasal gücünü geri getirecek ve
gerçek dini yeniden yerleştirecek kişi olarak görüldüğünden, islam toplumundaki
bazı devrimciler de mehdi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Mehdi adıyla anılan
ilk Fatımi halifesi (hd 909-934), 12.yüzyılda Fas’ta Muvahhit hareketini
başlatan İbnTumart ve 1881’de yönetime karşı ayaklanan Sudanlı Muhammed Ahmet
(Mehdi) bunlara örnektir.
Mehdilik: Tanrı tarafından
görevlendirildiğini ilan ederek 1881’de Mehdi adını..... Muhammed Ahmed
İbnü’s-Seyyid Abdullah’ın Sudan’da yönetime karşı başlattığı dinsel-siyasal
hareket, Mehdi’nin 18... de ölmesinden sonra halife ve yandaşları tarafından
sürdürülmüş, yüz yıl boyunca Sudan’da etkisini korumuştur.
Muhammed Ahmed’in 1881’de mehdiliğini
açıklaması Sudan’da yönetimden hoşnut olmayan ve bir kurtarıcı bekleyen geniş
kesimlerin büyük ilgisini çekti. Mehdi programını, Sudan’ı dinsizlerden
kurtardıktan sonra Mekke ve Kudüs’ü ele geçirme biçiminde açıkladı.
Müritlerinden ve halktan, İmam el-Mehdi olarak, Tanrı’nın birliğine boyun
eğmek, ona ortak koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, iftira etmemek, şeriata
uygun emirlerine itaatsizlik etmemek, dünya nimetleri peşinde koşmamak, cihad
görevinden kaçmamak koşuluyla (bağlılık yemini) aldı. İnancına göre Kudüs’ü ele
geçirdikten sonra gökten inen Hz. İsa ile birleşecek ve İslamı bütün dünyaya
egemen kılacaktı. Mısır ve İngiliz kuvvetlerine karşı kısa sürede başarı
sağlayan Mehdi, el- Obeyd (bugün el-Ubeyyid) kendi teslim aldıktan sonra, hareketinin
karakterini de belirleyen bir açıklama yaptı. Halk; tövbeye, haramları terke,
içki ve sigara kullanmamaya, yalan söylememeye, yalan tanıklık etmemeye,
hırsızlık ve haydutluğu bırakmaya, harama bakmamaya, şarkı ve danstan
vazgeçmeye, ölülerin arkasından aşırı biçimde ağlayıp dövünmemeye, anne babaya
itaate, yabancı kadınlarla birlikte bulunmamaya, tesettüre, namazları vaktinde
kılmaya, hayırlı işlerde yardımlaşmaya çağırdı. Bu kurallara uygun
davranmayanlar Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e karşı çıkmış olacağından şeriat
kuralları uyarınca cezalandırılacaklardı.
Mehdi’nin ölümünden sonra hareketin
önderliğini halifesi Abdullah bin Muhammed üstlendi (1885). Abdullah, birkaç
askeri başarıdan sonra İngiliz-Mısır orduları karşısında gerilemeye başladı ve Omdurman
Çarpışması’nda (2 Eylül 1898) kesin bir yenilgiye uğradı. Mehdi’nin türbesinin
de tahrip edildiği Omdurman’daki katliamdan kurtulduysa da bir yıl kadar sonra
öldürüldü. Bundan sonra hareketin önderliği Mehdi’nin oğlu Abdurrahman’a
(ö.1959) get. Abdurrahman, ensar denen izleyicilere İngiliz-Mısır yönetimine
karşı dinsel-siyasal bir güce dönüştürmeye çalıştı. 1959’DA oğlu Sıddık
(ö.1961) ondan sonra da ailenin bir başka dalından Hadi Abdurrahman, ensarın
imamı olduğu. Abdurrahman 1969 darbesiyle Sudan’da iktidara gelen Numeyri’yle
mücadelesinde öldürülünce Mehdi ailesinin üyelerinin çoğu Sudan’dan kaçtı ve
izleyicileri dağıldı.
Mehdiye, Tunus’ta il (vilayet) ve il
merkezkent, Mehdiye kenti ülkenin doğu kıyısındaki (es-Sahil) kayalık İfrikiye
Burnunda yer alır. Adını Fatimi hanedanının kurucusu Ubeydullah el-Mehdi’den
almıştır. 912’de Mehdi tarafından kurulan Mehdiye, 921’de başkent oldu.
970’lerin başında terk edildi. On birinci yüzyılın sonlarında sürgündeki... Hanedanının
merkezi olarak yeniden kuruldu. 12. yüzyıl ortalarında Sicilyalı Normanların
istilasına uğrayan kent, bu tarihten sonra önemini yitirerek bir köy durumuna
geldi. 16. yüzyıl
Sonlarında Osmanlı yönetimine girdi.
Günümüzde küçük bir balık limanı olan Mehdiye’nin ekonomisi zeytincilik, zeytinyağı
üretimi, balıkçılık, balık konserveciliği ve el sanatlarına dayanır.
j) OSMANLI’DA MEHDİ’YE! YAPILAN İŞLEM
Gülağ Öz, İslamiyet’te Türkler ve Aleviler
adlı yapıtının 283 ncü sayfasında bir Osmanlı fermanını vermiştir.
“Rum (Anadolu) eyaletinde “Mehti”
geleceğini söyleyen şahsın katline dair:
Rum beylerbeyine hüküm ki: Mektup ve sicil
sureti gönderip,” Mehdi-i zaman” gelecek diye, Hz. Peygamberin şeriatına aykırı
sözler söyleyen Kulu adlı kişinin takririni ve kendisinin hapsedildiğini
bildirmişsin. Bu, Kulu adlı şahsın, siyaset olunmasını - şiddetle ceza verip,
idam olunmasını- emredip, buyurdum ki!
Buyruğum oraya varınca, vakit geçirmeden, o
şahsı siyaset (idam) edip, emrimin yerine getirildiğini bildiresin ve bu tür
sapkınlık ve bozgunluğa sebep olan ve yüce şeriat’a aykırı sözler söyleme
işinde o şahsa (Kulu’ya) ve o’nun havasına uymuş yoldaşları var ise, yakalayıp,
bağlayarak ulu dergâhıma gönderesin ki, küreğe çekile.” 27... 979 (M.1571).
Divan Kethüdasına verildi”
Osmanlı böyle yapıyor, Cumhuriyet’in en
büyükleri neler, neler yapıyor. Neden, ATATÜRK’ÜN Cumhuriyeti bu hallere düştü,
düşünmelisiniz.