31 Ekim 2012 Çarşamba

845/SUSMAK YA DA BİLEREK KONUŞMAK!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;31 Ekim 2012.

                                   YA BİLEREK KONUŞMALI
                                         YA DA SUSMALI!
                            Kİ, SİZİ BİLİYOR SANSINLAR!
         Sayın Recep Tayip Erdoğan Beyimiz; Almanya’ya giderken, ayaküstü ne inciler saçmış:”Bir ülkede Çift başlı yönetim olmaz. Kimin ne yapacağı belli.”Evet;Sizin Kemal Paşanın dinsiz! Laik rejimini kaldırarak Kur’ana dayalı Şeriat rejimi kuracağınız hususundaki Yemin ve kasemini bilmeyenimiz kalmadı, Ostüzü/ Kimse böyle bir durumun içine girmesin.Durumdan vazife çıkarmasın.O barikatların kaldırılması için bir talimatımın olmadığı doğrudur.Sayın Cumhurbaşkanı,Sayın VALİME! Öyle bir talimat verdi mi, haberim yok,ki ben böyle bir talimat vereceğine inanmıyorum.Çünkü bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne getirmedik.Bundan sonra çift başlı bir yönetimle bu ülke bir yere varamaz.Eğer bu ülkede başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım.Başkanlık sistemi gelir,o zaman bu adımları çok rahat atarız.Ama bunun dışında kimin ne yapacağı bellidir.Başbakan olarak benim görevim bellidir/Kesinlikle biliyoruz:Laik Cumhuriyeti ve Çağdaşlığı kaldırmak!Ostüzü/Sayın Cumhurbaşkanımızın görev alanı bellidir.Kimse böyle bir gayrete girmesin…”Sözlü ve dahi yazılı basın.
         Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e,”Barikatların kaldırılması için siz mi emir verdiniz!”diye sorulduğunda,gülerek:”Ahmet Bey’e sorun!”Demesi üzerine Cumhurbaşkanı köşkünün Başdanışmanı Bay Ahmet Sever:”Abdullah Gül’ün Ankara Valisine “Esnek davranın,olay çıkmasın,gerekirse yürümelerine izin verin”,dediğini Açıklamıştır!Yazılı basın.”
         Bay Bekir Bozdağ/Bekir Arapça deve demektir,Bozdağın devesi olmuyor mu!/Bay Recep Beyimiz de”Türk Bayrağını teröre araç yapanlar Terörist,Holigan ve İllegal örgüt mensuplarıdır!”Buyurmuşlar.Hoppala yavrum;aldı mı beni bir Mütelaşe!:Bu taktirde,Sayın Cumhurbaşkanı bilerek anarşistler ve  İllegal örgüt mensuplarının eylemlerini yapmaları için barikatları kaldırtma emrini vermesi ve bu kanunsuz!Emri uygulayanların da devlet aleyhinde  büyük bir suçun işlenmiş olmasıdır. Sevgi yürüyüşü için Soruşturma başlatan Ankara Baş Müddeiumumisinin bu durumu da gözden uzak tutmaması gerekmektedir.
         Büyük Medeni Hukuk bilginlerimizden Ordinaryüz Profesör Dr.Ebülula Mardin; bir tiren kompartımanında üç kişinin Medeni kanunumuz üzerindeki çok şiddetli tartışmalarını  sükunetle dinlemiş. Haklı olduğunu savunan birisi Merhuma dönerek:
         “Bu konuda siz ne diyorsunuz? Medeni Kanunumuzun tartışma konusu maddesi benim dediğim gibi değil midir?”Demiş.Profesörümüz:
         “Bendeniz yuvarlak olarak bu maddeyi açıklayabilirim.Amma,Medeni Kanunumuzun o maddesine bakmadan da o madde üzerinde tartışamam!”Deyince;bizim çok bilenlerimiz:”Sizin Mesleğiniz nedir Bey Amca?”Dediğinde;”Ben,İstanbul Üniversitesinde  Medeni Hukuk Ordinaryüs Profesörüyüm!”Demiş.Tartışmacılarımız da oy birliği ile bu Profesörümüzün Cehaletine karar vermişler!
 Bendeniz; bir defa,Sayın Recep Beyimizin  Başkanlık Sistemini de pek bilmediği kanısına vardım:Başkanlar,yasaların ve yetkilerinin dışına çıkamazlar.Oval Ofislerinde bir Kızı bile öpseler sığaya çekilirler.
  Profesör Dr.Maurise Duvarger’in “Seçimle gelen Kırallar” dediği Fransız cumhurbaşkanlarından Bataklık Şövalyesi N.Sarkozy’nin “İnkâr Yasasını” Dokuz Kişilik Fransız  Anayasasını  Denetleme Kurulu suratına çarpmıştır.”Efendim orada Yarı Başkanlık sistemi” var derseniz işte tam Başkanlık Sisteminin uygulandığı Amerika Birleşik Devletleri! Başkan Bill Clinton bir kızı oval ofisinde öptüğü için Amerikan yargı sistemi ve Amerikan Senatosu  kendisinden hesap sormadı mı?Pekiyi;Sayın Recep Beyimiz,sizin tüm ülkeyi polislerinize dinletmenizi normal saydığınız bu ileri demokrasiniz, Amerikan Başkanlık sisteminin Başkanına verdiği yetkilerini kaça katlar!Watergate’te /Su Deposu/  muhalefetin telefonunu dinleten Başkan R. Nixon neden bu masum suçundan Yirmi sene hapis cezası alarak,Sizin Rahle Hocanız; Cumhuriyetimizi 2.000.000.000.000 TL.Dolandırdığı Mahkeme kararı ile sabit olan Mücahitiniz’Necmettin Erbakan gibi tekerlekli sandalye numarası ile cezadan kurtulmadı mı? Dedelerimiz diye göklere çıkardığınız Osmanlı Tek başlılıklı bir yönetim tarzı yüzünden Viyana’dan Anadolu içlerine kadar/ üçyüz senede/ kaçmadı mı? Osmanlı,tek başlı bir yönetim yüzünden,Karlofça;Pasarofça ve Prut’tan sonra;  Sevr’de parçalanıp, Saltanat Şurasında Sevr’i kabul etmedi mi?Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu    Türkiye Büyük Millet Meclisi;Meclis ve Devlet Başkanı ve Başkomutan olan  Mustafa Kemal’e çift başlılık etmedi miydi?Bakınız başkanlık sevdalısı Sayın Recep beyimiz;eşiniz Majeste Emine Hanımın takmış olduğu yüzük tek taşlı olabilir!ama,demokrasi çok başlılıklı bir yönetim biçimidir.Tek başlılıkla Demokrasi olamaz.Sayın Recep Beyimiz; üç Erki de şahsında topladığına,Türkiye Cumhuriyeti Başsavcısı olduğunu ilan ettiğine göre,Saddam Hüseyincilik,Enver Paşacılık ve Rafael Trujillojuluk  rolünü oynadığının farkında bile değil.Bakınız;bendeniz Basit bir emekliyim,tüm  Anayasalarımız kitaplığımda mevcut olduğu gibi 1982 anayasamız da, tüm değişiklikleriyle cebimdedir.
         Önce anayasamızı açalım ve Cumhurbaşkanı seçilen kimsenin Ant içme metnini görelim.
         C.Andiçmesi
         Madde 103-“Cumhurbaşkanı göreve başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde ant içer:
         “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını,vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünü,milletikayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma ,Anayasaya ,hukukun üstünlüğüne,demokrasiye,Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma ,milletin huzur ve refahı ,milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde  herkesin insan haklarından  ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma,Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak,yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük türk Milleti ve tarih huzurunda namusun ve şerefim üzerine ant içerim”
         Anayasamızın 26’ıncı ve 27’inci maddelerini, gösteri ve yürüyüş hakları ile özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20’inci maddesini yazmayayım,iş uzar ve gider.
         Sayın Recep Beyimiz; siz ,Kabine ve Büyük Kabine deyimlerini hiç duydunuz mu!Bir şey daha söyleyeyim mi?Noterlerin asıl meslekleri hukukçuluktur,onların da asıl mesleklerini kullanmalarına sinirlenmemeli ve  alışmalısınızı!29 Ekim 2012’deki,  tüm kutsal  Bayramlımızın anası olan Cumhuriyet Bayramını  Atası ile birlikte,ellerinde Türk Bayrakları, göğüslerinde Türk olmanın gururu ile Anıtkabire yürümek Toplantı ve gösteri yürüyüşü değildir.Bir bayramı o bayramı yaratanla birlikte kutlamak ve yeniden Kurtuluş Savaşına hazır olduğunu göstermek için  Türk Ulusunun onurlu bir  yürüyüşüdür.Size önerimiz Sayın Recep Beyimiz;başınızda bir somun ekmek kırarak, Şeriata dayalı Din  Devleti kurma yemininden vazgeçmelisiniz vakit erken iken!

844/BABASUR SUYUNDAN İÇMEK!

 OSMAN TÜRKOĞUZ
 İzmir;31 Ekim 2012

                            “BABASIR SUYUNDAN İÇMEK!”
Ünlü Babasır suyu, Mardin’in doğusundaki Ünlü Büyük Kilisenin yakınındadır.
         Yeşilay  Mardin Şube başkanı Bay Lütfi Güllüoğlu,kent dışından Artuklu Üniversitesine okumaya gelen öğrencileri ahlaksızlıkla suçladı.:”Mardin’de kız-erkek sarmaş,dolaşıyor,sokakta,parklarda öpüşüp,sevişiyorlar.Fiili Zinaya gidiyor!”Önce,Eşekler alınmasın bir Çüşşş!Zina’da taraflardan birisinin ya da taraflardan her ikisinin evli ve nikahlı olması Yasamızın gereğidir.Gençler,sevişmesinler ve öpüşmesinler mi?Dövüşsünler mi?Bir Mardinliye”Babasur Suyundan içtin mi?”Sorusunu sormak  en büyük hakarettir.Çünkü, vaktiyle Oğlanları o suyun başına götürerek şaparlarmış!Bendeniz Bu Başkanımıza sorayrum:”Sayın Başkan,Babasur suyundan hiç içtiniz mi?”sn. Bay Başkan:Yirmi dört dini bütün Mardinli,Onüç yaşındaki bir kızın ırzına geçmekle Mardin’de ahlak bozulmadı mıydı?

30 Ekim 2012 Salı

843/BİZZATİHİİHKAKIHAK*

            OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;29 Ekim 2012/Ya da 29Teşrinievvel1339
               İleti yazımla birlikte:
Bir ulusun onur bayramlarının kutlanışı  Yönetmeliklerle,Emir Kulu Yöneticilerin Yasa ve Anayasa dışı davranışlarıyla yönetilemeyeceği gibi; Biber Gazı,cop ve tazyikli su,barikatlar ve Recepkolar kullanmakla da önlenemez; kutlandırılamaz .Halk; Gelibolu’daki,İnönülerdeki, Sakarya’daki ve Dumlupınar’daki düşman mevzilerini çiğneyip geçtiği gibi barikatları da ,yasadışı uygulamaları da ezer ve Anıtkabire Atasının huzuruna akar da geçer..
               İleti yazımla birlikte:
                 BİZZAT İHKAK’I HAK!
                Bir Hakkın;bizzat hak sahibi tarafından geri alınması!”
                   “Allah; bir milleti severse ona Mustafa Kemal gibi liderler ihsan eder!”İranlı bir şair.
                   “Devrim; büyük bir Liderin arkasına aldığı büyük bir ulus ile bireyleri ve toplumu daha güzel günlere taşıyacak bir sosyal aydınlık ve bir sosyal patlamadır! Yalan,dolan,Dış destek,Allah ve Din ile aldatan Soytarıların peşlerine takacakları bir Güruh ile her türlü kanun dışılığı kullanarak yapabilecekleri bir iş değildir!”Ostüzü.
         İnsanlar; ideal sanarak seçmiş olduğu kişilerin ve sistemlerin ve dahi dinlerin sultası altında inim,inim inleyerek,büyük evlatlarının önderliğinde kaybetmiş oldukları tüm insani değerleri, bizzat geri almışlardır.
         Fransız ulusu; Kıral,Kilise ve Asaletlilerin sultasından  14 Temmuz 1789’da  İhtilalinin sembolü yaptığı Bastil zindanını yıkarak kurtulup ezilen ve sömürülen insanlara örnek olmuşlardır.
         İslam dinini kendi çıkarları doğrultusunda yorumlattırarak; Kulluğu,Köleliği,Cariyeliği ve Fakirliği bir insanlık kaderi olarak Göksel İradeye bağlayan,mutsuz kıldığı insanları da Cennet masallarına bağlayan  Soytarıların bu aldatmacası da 22 Haziran 1919 tarihinde; Amasya’da yıkılmıştır.Amasya’da Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanan bir avuç Vatansever “Göksel İradeyi” yere indirerek “Beşeri İradeyi”/İnsan İradesini/Türk Milletine armağan etmiştir.Türk’ün Beşeri iradesiyle de İç ve Dış düşmanlarımız ve din sömürücülerimiz tepelenmiştir.                                     Türk Ulusu Mustafa Kemal’in önderliğinde Bizatihi ihkak hakkını kullanarak, Beşeri iradesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini Ankara’da açmıştır.                                                                                                         Düşmanlarımızla birlik Olan Osmanlının Türk Ulusuna bir hak olarak lâyık gördüğü Sevr de, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda Lozan’da;Türk Ulusunun Bizatihi Hakkını kullanması sonucunda;Beşeri İradesiyle  parçalanmıştır.
         Türk Ulusu Bizatihi hakkını kullanarak Saltanatı ve Hilafeti ilga ederek, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyetini ilan etmiştir.
         Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Ulusal bayramlarımızı ve ulusal günlerimizi protokola bağlı olarak iktidar sahipleri ve onların adamları kutlamış;Savaşı yapan Halk ta, yol kenarlarından seyirci olarak bu mutlu günlerin kutlanışını yalınızca seyretmiştir.Onun için bu 29 Ekim 2012,Cumhuriyetimizin kuruluşu kadar önemli ve onurludur.Siyasi iktidarın SS’LER gibi Kara üniformalı;Bayraklarla Ulusal Bayramını kutlayan kendi halkına yaptığı saldırı püskürtülerek;Bireysel iradeleriyle, sahibi oldukları cadde ve meydanlara inen Türk halkı tarafından Anıtkabir’de kutlanmıştır.Halkımız;elinden alınmak istenen Bayrağına ve Ulusal Bayramına BİZZAT İHKKAK’I HAKKINI kullanarak sahip çıkmıştır.Sözümüzün özü:Bu Bayrak indirilemez;bu Türk halkı da koyun gibi güdülemez!
                                                                 

                    

29 Ekim 2012 Pazartesi

839/ME-HA-PA'DAN NE Mİ İSTİYORUM?AKIL!


            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;29 Ekim 2012.

                        ME-HA-PA’DAN NE Mİ İSTİYORUM:
                        SADECE VEDAHİ SADECE AKILLI OLMASINI!
ME-HA-PE Genel Başkan Adaylarından Seyfi Şahin Beyimiz bir kelam etmiş ki demeyin gitsin. Seyf, Arapça kılıç demektir. Basına yansıyan  yanlışlarla dolu palavrasını  önce okuyalım da sonra düzeltelim!
         “Anıtkabir Yunan Akropol’üne benzemektedir. Biz bunu değiştireceğiz ve Atatürk’ün kabrini Türk eseri haline getireceğiz.Sütunları Yunan sütunu gibi.Biz o sütunların köşelerini yuvarlaklaştıracağız,üzerine kubbe koyacağız.Kabrinin üzerine de”Ruhuna Fatiha” yazdıracağız!”                                                     Önce bir soru sormak gerek: Kiminle? Fethullah Gülenle mi?”Dâhili ve Harici Bedhahlar”la mı?”Yoksa devşirme ve dönme dölleri ile mi?!
Yerim dar olmasaydı, Türkçemizdeki Yunanca kelimelerin bir listesini de verebilirdim.Akropol aslında Akropolis olarak söylenmektedir.Bir bina ve yapı adı değil de;yüksekçe bir yerdeki  bir yerleşim alanı adıdır.Akro=Yüksek,Polis=Şehir,birleşik bir kelimedir Yunan ve Latin kökenlidir.Akropol’ü eski Yunana mal etmek cehaletin ve insanlarımızın kafasındaki Yunan görüntüsü ile özdeşleştirmenin eseri olsa gerektir.Anadolu’muzda yaşamış olan Lidya  ve Kayra uygarlıklarında da aynı
amaçla Akropol kullanılmıştır.İki amaca yöneliktir bu kullanmalar.
         1*Savaşlarda; Yaşlı,Kadın ve çocukların güvenle barındırılmaları için şehirden uzak ve yüksek bir yerde barındırılmaları için yapılmış muhkem yapı.
         2*Barış zamanlarında da öldürücü ve bulaşıcı hastaları toplumdan uzaklaştırarak tecrit etmek için kullanılan aynı özelliklerdeki yapı. Örneğin:Tifo,Kolera,Cüzam vd.Gibi hastalıklılar.

    Tepesi aksanlı A ile yazılan AKROS ya da AKRON=Uç, Ekstrem ve tepesinde anlamındadır. Dosya: Acropolis-panorama-night. jpg

        Akropol’deki Parthenon MÖ:Beşinci yüzyılda Atina Site Devleti tarafından,Dor nizamında yapılmış bir kültür merkeziydi.MÖ:491’deki Pers istilasında yakılıp,yıkılarak talan edilmişti.Osmanlılar Atina’yı da işgal ettikten sonra,1456 Senesinde,Parthenon’u camiye çevirerek İslami ibadet yeri yapmışlardı.Sonra da cephanelik olarak kullanmışlardı.26 Eylül 1687 tarihinde Venediklilerin  Akropolü bombalamaları sonucu;buradaki Osmanlı barut ve cephanesinin infilakı sonucunda bu görkemli eser yıkılmıştı.Parthenon adının,Ünlü Heykeltıraş Fidas’ın fildişi ve altın karışımı yarattığı Athena Partenos adlı heykelinden geldiği de söylenmektedir.1801 senesinde;Üçüncü Selim’in izni ile akropoldeki enkazı kaldıran İngiliz lord Elgin  Parthenon’daki heykelleri Londra’ya kaçırmıştır.Pariste;temeli 1743 tarihinde atılmış olan Parthenon’da Fransa’ya hizmeti geçmiş büyükler gömülmektedir.

        Şimdi bu Acemi AKP ruhlu Politikacımıza soralım: Fatih Camisinin sütunları Baalbek harabelerindeki eski tapınaklardan getirilmiştir. Bunları da nasıl Müselman yapalım!

        Gönlümüzün Mabedi Anıtkabir’e gelelim. Rasat tepe inşaat alanı olarak seçildikten sonra; uluslararası bir proje yarışması açılmıştı.Yirmisi Türk,Kırk yedi proje yarışmaya katılmıştı.Profesör Emin Onat ile Doçent Orhan Arda’nın projesi birinci seçilmişti.İhaleye çıkartılan Anıt’ın yapımına hemen başlanmıştı.Demokrat Parti iktidara geldiğinde,1954 genel seçimini kaybetme korkusu ile projede değişiklik yaparak,Altı Milyon Türk Liralık tasarruf masalı ile Anıt’ın üstündeki kubbeyi kaldırtmıştı.

        İbadet yerlerinin çatısını Kubbe ile örtme geleneği Hıristiyanlarla başlamıştı.532’de Nike ayaklanması sonucu yakılan ahşap kilisenin yerine yeni bir kilise yapma görevi A

Antemiyüs ve İsodor adlı iki mimara verilmişti. Ayasofya adı verilen bu yeni kilise de MS:537 tarihinde bitirilmiş ve  aynı tarihte de

 

 Bizans İmparatoru Jüstinyanus tarafından ibadete açılmıştır.  İslamda ilk cami de 17 Eylül 622’de, Hz. Muhammed’in Medine ye gelişi üzerine, kerpiçten dikdörtgen bir bina olarak yapılmış ve üzeri de hurma dalları ile örtülmüştü! Camilerin kubbeli yapılmasının örneği de kiliselerdir.Şimdi söyle bakalım ME-HA-PA’LI bu kubbeleri ne yapalım!?

840/AKDANİZDE MALTA ADLI BİR ADA YOKTUR!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir9 Ekim 2012

                   “AKDENİZDE MALTA ADLI BİR ADA YOKTUR!”
                                      Osmanlının Amirali,
         Demokrat Urla Gazetesi Sahibi Avukat Sayın Ali Türkhaz Bey;ileti atmış:”sayın Albayım,29 Ekim saat 16.00’da,Köprübaşındaki Eski Türkocağı binasında bir kokteylimiz var.Gelirseniz onur vermiş olursunuz!” Olumlu yanıtımı verdim ve felaket bir nezlenin derdine de düştüm. Evdekiler ve çok uzaktaki çok sevdiğim ve dahi saydığım birisi de, “sakın gitmeye kalkma, hava esintili, temelli hasta olursunuz”!Uyarısında bulunmuştu. Komando kursumuzdaki öğretmen, Westpoint mezunu Yüzbaşı Westifellng’in bir sözü beynime iyice kazınmıştı: O,bana:”Yüzbaşı Türkoğuz, dünyamızda sizin millet kadar özrü bol başka bir millet yoktur!”Demişti. Ben de bu sözü format haline sokmuştum: “Özür Türk’ün sığındığı kale fethi ne mümkün!”İşte bu nedenle kalktım Urla’nın yoluna düştüm. Minibüs şoförümüz de 12 senedir tanıdığım Urlalı çıkınca bayağı sevinmiştim. Gideceğim adresi verdiğimde, yüzünü ekşiterek “öğreniriz”,Beni Urla’nın girişinde indirdi;acele bir taksiye atladım ve gideceğim adresi verdim:Taksi şoförü de,” böyle bir bina yok ama o mahalleye bir gidelim!”Dedi.Ol mahalleye gittik,sorduk ve dahi soruşturduk,Urla’da Eski Türkocağı binasının olmadığını da öğrenmiş bulunduk.Bir Delikanlı beni,Köprübaşı Muhtarlığına götürdü. Muhtar uyku sersemliğinden esneyerek ayrılarak, gözlerini kapatıp derin ve derin düşüncelere dalarak:”Urla’da Eski Türkocağı binası yoktur. Türk Hava Kurumu binası vardır!”Dedi.Son kararınız mı dediğimde de,olumsuzluğun olumla yanıtını verdi.Bir istikamet te gösterdi.Burnumda;limon suyunu batırılmış ıslak mendille bir yokuşun sağındaki Polis karakoluna geldim.Açık kapıyı vurarak içeri girdim ve derdimi anlattım.Genç ve çok Nazik bir polis memuru:”Urla’da Eski Türkocağı binası yok amma bir araştıralım!”Dedi,telsizle ve telefonla sorup,soruşturduktan sonra;çok üzgün bir yüzle,maalesef Urla’mızda böyle bir bina yokmuş!”Dedi.Bir terbiyesizlik ettim ki,sormayınız:”Başında Türk kelimesi olduğu için mi yok acaba!”Dedim.; dışarıdaki bir taşın üzerine oturarak hem akan burnumu sildim hem de çok güldüm:1999 senesinde,Karşıyaka’daki 1617 numaralı sokağı sormak için Çarşı polis karakoluna
gitmiştim. Karadenizli bir Komiser:”Bu civarda bu numaralı bir sokak yoktur!”Demişti Dışarı çıktığımda bir de ne göreyim! Polis Karakolu 1617 numaralı sokağın ağzında değil miymiş?
         Aceleyle İzmir dolmuşuna atladım, yine beni bir gülmek tuttu ki gülmek derim. Deli demesinler diye olayı anlattıktan sonra gülmemin nedenini de açıkladım: Turgut Reisimizin Şehit düştüğü Malta adasındaki Osmanlı Ordusuna yiyecek ve silah taşıyan bir Osmanlı donanması Çanakkale boğazından EGE denizine yelken açmış,günlerce denizde dolaştıktan sonra;İstanbul’a geri dönerek Kaputanı Derya’ya rapor vermiş:”Akdenizde Malta adlı bir ada yoktur!”Öyle ise değişenedir?!PS:Anayasamızın 26 ve 27’inci maddelerine güvenerek Toplantı ve gösteri hakkını kullanayım derken,Akpolisimizin Biber gazı bombardımanına tutulan vatandaşlarımız gibi,
 burnum limon suyu banyosunda ,bense gülmekten bi hal oldum ve başkalarının yardımıyla Sayın Ali Türkhaz Beyimizden de özür diler  hale sokuldum.

25 Ekim 2012 Perşembe

842/SEN'DEN SİZ'E;SİZ'E,BEN'DEN BİZ'E VARMAK!


OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir;25 Ekim 2012
            İleti yazım:Beni en çok yaralayan şey,aynı mevzideki insanların biri birlerine kurşun sıkmalarıdır!
            SEN’DEN SİZ’E; BEN’DENDE BİZ’E VARMAK!
            Besançon Üniversitesi bağlı (CLA) Dil Enstitüsüne, Fransızca Tekâmül kursu için gönderilmiş Üç Türk subayıydık. Bir Süvari Subayı, Bir Levazım Subayı ve Bir Jandarma subayı olarak bendeniz. Grubumuzun Lideri ve sözcüsü ben idim. Üniversitenin şehrin beş kilometre batısındaki yerleşkesinden de,kalmamız için  birer oda verilmişti.Bizim diğer ulusların bireylerinden farklılığımız hemen kendini göstermişti.Fransızca Öğretmenimiz Madame Holthzer;derse başladığımızın ilk haftasında dershanenin duvarlarını Türk Kadınlarının ve Türkiye’nin en güzel yerlerinin resimleri ile donatmıştı.Bana bir gün dedi ki:
         “Siz Üç Türk subayı diğerlerinden çok farklısınız. Üçünüz de, kışlaya gelir gibi en erken saatte dershanede  oluyorsunuz. Bana bir şey soracağınız zaman da izin alarak ayağa kalkıyor ve tüm konuşmalarınızı da SİZLİ yapıyorsunuz. Diğer milletlere mensup olanların  ve Fransızların halleri ortada.Ayakları sıraların üstünde.Sakın ola ki bu tavırlarınızı bozmayasınız!”Dedi.Okuluna dönerken de,yalınız beni yeni öğretmenimiz Madamoiselle Paxion’a teslim ettiydi.SEN ve SİZ kelimesini kullanmanın yaratmış olduğu farkı bilenlerimiz yok denecek kadar az.
         Mareşal Gazi Mustafa kemal Atatürk; Bursa’da çekirgede bir akşam yemeğine eski iki sınıf arkadaşını davet eder.İlerleyen saatlerde o iki arkadaşı tüm saygılarını bir kenara bırakarak”Mustafa SEN!..”Diye eski günlere dönerler.Nerdeyse elle dürtme zeminine geldiklerinde,Mustafa Kemal bunları kibarca yemek masasından kaldırtır.
         Kuleli Asker Lisesinde beraber okuduğumuz bir sınıf arkadaşımız Levazım sınıfına ayrıldığı halde Harp Akademisi sınavını kazanarak Orgeneralliğe kadar yükselmişti. Korgeneral Rütbesinde ve Kara Kuvvetleri Denetleme Başkanı iken İzmir Orduevine gelmişti.Bir sınıf arkadaşı arkasından ismini söyleyerek bağırıp”Seninle Harp Okulunda beraber okumadık mı,bu tafra ne?”Dediğinde şu yanıtı almıştı:”Sizinle beraber okuduğumuz günler Harp Okulunda kaldı.Şimdi ben bir Korgeneralim!” Neye uğradığını şaşıran o çokbilmiş Ahmet, uzun süre Korgeneralin arkasından sövüp te durmuştu. İkinci Katerina’nın Sevgilisi Alexsandr Punyatovski, Katerina’yı kollarıyla sardığında: Bütün Rusya kollarımın arasında!”dediğinde kendisini çarpan bir yanıt almıştı:“Hayır, yalınız BEN kollarının arasındayım!”
         “SEN’İ seviyorum!”,SEN’DEN nefret ediyorum!”Bireyselliğe yönelmektir.
         “BİZ’DEN korkmalısınız!”,SİZ’DEN korkmuyoruz!”Toplumsallığa yöneliktir.
          BEN’DE bencillik;”SEN’DE sencilik, BİZ’DE DE toplumculuk ve dahi Ulusçuluk vardır.
Rahmetli Fuat Edip Baksı, İzmir Hava Lisan okulunda ve İnönü Lisesinde edebiyat öğretmenliği de yapmış, güçlü şarkı sözleri yazmış bir Aydınımızdır. Bir bahar akşamı;okul aile birliği toplantısına geç gelen bir hanım kızımızın o halini şiirleştirerek,bestelenmesi için, Sultanahmet Camisi İmamı Cennetmekân Sadettin Kaynak’a göndermiştir.Şarkı sözünün ilk dizesi:”Bir bahar akşamı rastladım size’dir.Rahmetli Sadettin Kaynak,”Türk sanat müziğinde sizli şarkı yoktur!”Dediğinde şu yanıtı alarak şarkıyı besteleyerek Türk musiki tarihine armağan etmiştir:”Sayın Hocam;hiç tanımadığım bir kıza ben nasıl olur da sen diyebilirim!”Ostüzü.
Uzun süredir dikkatimi çeken bir olguyu gözlemlemekteyim: Aynı sitede yazılar yazan ve aynı doğrultudaki insanlarımız; sudan bahanelerle biribirleri ile çatışarak, SEN ile başlayan saldırılarının dozlarını hakarete vardırmaktadırlar. Bendeniz de bu saldırılara çok uğramışımdır. Saldırganlarım, ne dediğimi anlayamayan saldırganlarıma SİZLE başlayan yanıtlar vermeyi ilke kabul etmişimdir.Okudukları ve beğenmedikleri yazıyı yazanların analarına ve inançlarına kadar inilmektedir.Ünlü bir Romalıya Piç diyen Senatöre yanıtı şöyle olmuştu:”İyi ya,benim neslim benimle başlıyor;senin neslin de seninle bitiyor!”Yani,senin çocuklarının babası sen değilsin demek istiyor.SEN Adılını kullanmak;çokça  hakarete yönelik olarak çıkışlarda olmaktadır.Aslında BİZ ve SİZ’DE saygının yanında Çoğulculuk ta vardır:”Biz,sizin ne mal olduğunuzu bilenlerdeniz!””Siz,Silivri ve Hasdal’da yatanlarımız;Biz,Sizinle övünüyoruz!” Biz Adılı Milliyetimizi belirlemekte de kullanılmaktadır.
Ünlü bir Amerikan Dışişleri Bakanı; İkinci Dünya Savaşındaki anılarını yazıp bitirdiğinde, BEN kelimesini çok kullanmış olduğunu fark ederek:”Ben,her işi benim yapmış olduğum anlamında değil,o işin yapıldığı sırada benim de orada bulunmuş olduğum anlamındadır!”Yazmış.Uzatmayalım,biribirimize saygı duymak için varız.Bir cephe karşı cephe içindir!Rahmetli Naci Eldeniz;SEİNE nehrine bile SİZ nehri dermiş!

841/MÜZİĞİ DİN DIŞI SAYMAK!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;25 Ekim 2012
                                   MÜZİK DÜŞMANI ÇAĞDIŞILARIMIZ!
“ÖNCE KUR’ANI OKUDUM,MÜSLÜMAN OLDUM. EĞER ÖNCE MÜSLÜMANI TANISAYDIM, İSLAMA GİRMEZDİM”. (CAT STEVENS).
            Kendinden Menkul Akademik Unvanlı Ulemalarımız ile Sakalından ve inananları, cennetteki Kadın, Huri ve Gılmanlarla aldatmaktan menkul dini bilgiler sahibi, Beyaz Kadın ticaretinden tutuklu Sakallı Ahmet Hoca!”Musiki ruhun felaketidir’”Diyerek Müziğimizi Din dışı ilan etmişlerdir.İnsana insanlığını kazandıran,insanın ruhundaki canavarları teker,teker öldüren,sevgiyi egemen kılan  Müziktir.Müziği din dışı kabul edenlerin de Atatürk Türkiyesinde ve çağdaş dünyamızda yerleri yoktur.Dünya üzerinde Müziği men eden bir din varsa eğer,bu dinin de insanlık âleminde yeri yoktur.
         Üçüncü Selim,Sadullah Ağa,Dede Efendi,Sadettin Kaynak ve Selahattin Pınar beste sahibi cennetmekân din adamlarımızdır.
         Rahmetli Fuat Edip Baksı, İzmir Hava Lisan okulunda edebiyat öğretmenliği de yapmış güçlü şarkı sözleri yazmış bir Aydınımızdır.Bir bahar akşamı;okul aile birliği toplantısına geç gelen bir hanım kızın o halini şiirleştirerek,bestelenmesi için Sultanahmet Camisi İmamı Cennetmekân sadettin Kaynağa göndermiştir.Şarkı sözünün ilk dizesi:”Bir bahar akşamı rastladım size’dir.Rahmetli Sadettin Kaynak,”Türk sanat müziğinde sizli şarkı yoktur!”Dediğinde şu yanıtı alarak şarkıyı besteleyerek Türk musiki tarihine armağan etmiştir:”Sayın Hocam;hiç tanımadığım bir kıza ben nasıl olur da sen diyebilirim!”
         Bu din ulemalarımızın Müzik üzerine çıkışları siyasi iktidarın bu konuda oynayacağı bir oyunun uvertürüdür. Bendeniz nota bilmem, müzik dersi de almış değilim.Bu çağ dışı ,inananlarımızı ve çağlarımızı biri birine bağlayan en güçlü bağımıza saldıran bu,halkımızı dinden soğutacak davranış sahiplerine sözleri ve seslendirilmesi bana ait olan bir şarkımı armağan ediyorum.Şarkılarımıza,Türkülerimize hakaret edenlerin canları cehenneme.   SEVDA MI BU!
         “Gözlerimden renkleri,kulağımdan sesleri
         Alıverip te gittin,reva mı bu bir tanem?
         Dudağımdan şiiri,dilimdeki türküyü
         Çalıverip te gittin,ceza mı bir tanem?
         Duvarımda mozaik rengi uçmuş anılar,
         Boş bir mabede döndüm başımda fırtınalar.
         O Yeşil gözlerinin içimde özlemi var,
         Beni çalıp ta gittin,sevda mı bu bir tanem?”
         Ben, anadilimde türkü ve şarkı söyleyemedikten sonra Dünya’da ve dahi Cennette ne yapayım a goygoycularımız!
         Bilgiçlik taslayarak; asırlarca önce yaşamış başka ulusların yazarlarından Musiki aleyhinde görüşler ileri sürmek ne beni ne de müziğe gönül vermişlerimizi bağlar. Cennette, sevdiklerime şiir yazmak ve Türkü ve Şarkı söylemek yoksa kusura bakmasın Ahmet Hocalar ve cennette Kadın, huri ve gılman dağıtıcılar  ben de yokum! Şimdi de, izninizle kuru derelerden getirilen ölü balıklara bir göz atalım:

M E Ğ E R M Ü Z İ K N E Y M İ Ş!

“Yobaz fetvaları:  İşte çağdaş Türkiye’nin din âlimi Osman Ünlü’nün söz konusu konuşması
http://www.youtube.com/watch?v=9Sxg3Jnan-0&feature=rel Tanınan (ya da tanınması gereken) kişilerden örnek   * Cübbeli Ahmet; “Müzik ruhun belâsıdır” diyor.   http://www.youtube.com/watch?v=-1IJ-8X08l0&feature=related        
  * İstanbul müftü yardımcılığı, Yeni Cami ve Şehzadebaşı Camii vaizliği yapmış Timurtaş Hoca da (tüyler ürperten konuşmasında) aynı şeyi söylüyor ve okullara müzik dersi koyanları lânetliyor.
http://www.youtube.com/watch?v=8CkGGVvEdm8&feature=related         * (120 bini aşkın tirajı olması nedeniyle küçümsenmemesi önerilen) Türkiye Gazetesi ‘ilim’ yazarı Mehmet Ali Demirbaş’ın dilinde ise yılardır tüy bitmiş bulunuyor; “Müzik ne kelime, ilâhi bile haram     (Onun bu çabalarını örnekleyelim;
           -    
http://www.mehmetalidemirbas.com/print.asp?Aid=http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aid=1957http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aihttp://www.mehmetalidemirbas.com/detay.ashttp://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aidhttp://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aihttp://www.belgeler.com/blg/2sr0/19-mzik-ve-teganni    
       
 * Belli çevrelerde çok popüler olan Furkan Vakfı kurucusu Alpaslan Kuytul; “Çalgı kullanılarak yapılan, kadınlar tarafından söylenen ya da kadını veya sair haramları akla getiren müzik caiz olamaz” dihttp://www.youtube.com/watch?v=z54mozYJjYM&feature=related    * Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Döndüren; “Çalgı aletleri, bunları çalmak, satmak ya da şarkı söylemekten para kazanmak, nefsi azdıran, örneğin diri bir kadının ya da şarabın heyecan verici niteliklerini anlatan şarkılar (çalgısız dahi olsa) caiz değildir diyor http://www.hikmet.net/content/view/551 * Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Orhan Çeker; “Müzik için haram diyemeyiz ama helâl de diyemeyiz. İçeriği İslâm’a uygun olmalıdır. Ama kadın sesi içeren müzik kesinlikle caiz değildir” diyor.
 http://www.habername.com/yazi-prof.-orhan-ceker-muzik-ile-musiki-farkli-midir–1890.htm
       * İstanbul Büyükşehir başkan danışmanlığı da yapmış, İslami Edebiyat Vakfı'nın Kurucu Başkanı, halen Kırklareli Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Osman Öztürk; “Bar, pavyon, gece kulübü, diskotek gibi yerlerde müzik dinlemek veya bir kadın ya da gencin nefsi tahrik edecek şekilde şarkı söylemesi ve bunların dinlenmesi haramdır… Müzik dinleyerek çok zaman geçirenlerin şahitliği bile kabul edilmez” diyor.
http://prof-osmanozturk.tr.gg/%26%23304%3Bslam-h-da-M.ue.zik-ve-M.ue.zik-Aletleri.htm  * Beyoğlu Belediye Başkanı’nın babası ve ‘İslâmî seks uzmanı’ olarak da ünlenmiş Ali Rıza Demircan, “iş yerlerinin telefonlarında arayanı bekletme süresi içinde İslâm zaviyesinden sakıncalı olabilecek türden müzik çalınmaması” gereğine bile işaret edhttp://www.alirizademircan.net/makaleler/detay.aspx?SectionID=zMZohgBeVsDvCSlSRj%2ByMA%3D%3D&ContentID=jhF5vzx1MoSQ86PDUKFTMQ%3D%3D 1* Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ekrem Buğra Ekinci ise şarkı denilen şeyin ancak ”eğer çalgı ve kadın sesi içermiyor, sözleri de dinen sakıncalı değilse” dinlenebileceğini http://www.ekrembugraekinci.com/cevaplar.asp?t * RTE’nin çok hürmet ettiği bilinen ve “Dünyanın en güçlü 500 müslümanı” listesinde yer aldığı belihttp://www.sabah.com.tr/Dunya/2011.11.30/dunyanin-en-etkili-muslumanlari İslâm Hukuku profesörü Hayrettin Karaman “(ülkemizde mensuplarının çoğunluğu oluşturduğu bilinen) Hanefî mezhebine göre müziğin icrası da, dinlenmesi de haramdır. Bir değneğin, bir çubuğun bir yere ahenkli bir şekilde vurulması bile bu hükme dâhildir ve haramdır” hükmünü aktarıyhttp://www.hayrettin karaman.net/kitap/helal haram/    * Fethullah Gülen ise “müzik dinlemek caiz midir ?” sorusunu “İslâma aykırı bir biçim ve içeriği yoksa belki olabilir ama ne gerek var böyle boş şeylere, Kur’an okuyup dinlemek herkese yetmeli”Diye yanıtlıhttp://www.youtube.com/watch?v=zcb2RuNmzHU&feature=rel    * Bu konuda Diyanet’in Nasıl kıvır, kıvır kıvranıp kıvırdığını görmek isteyen varsa işte adresi;         http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/yweboku.asp?sayfa=9&yid=36
                       Belçika’dan Gelen Yılbaşı Tebriki
“ .”TÜRKİYE; ATATÜRK’Ü TANRIYA BORÇLUSUNUZ GERİ KALAN HER ŞEYİ DE ATATÜRK’E/TURQUIE, TU DOİS ATATURK A DİEU ET LE RESTE A ATATURK. Daniel Dumoulin.
Allahımıza bin şükür tüm yaratıkları da ona borçluyuz. Öküz gibi böğürenleri ve Eşek gibi anıranları da! Ey! Tombak kafalılarımız; Müslüman olmayanlarımız da Kur’an mı okuyacaklar! Sonra; Kur’an beste formunda okunmaktadır!
Osmanlı Döneminde bestelenen şarkılar ve türkülere ne denilir?Cennet mekân Üçüncü Selim bir sürü azgın yobaz tarafından boğulduğunda yanında kavalı vardı.Vakit ezanlarını ayrı makamlardan besteleyen Itrî,din dışı bir iş mi yapmıştır?Birleşmiş Milletler “İtrÎ yılını” neden kabul etmişlerdir!Bizleri Beş vakit Namaza davet eden ezan da Türkülerimiz ve Şarkılarımız gibi bir  Papazın yaratmış olduğu notalarla notalı değil midir?Ezan da İlahi bir Türkü değil midir?Kuran ve Mevlit te Beste formunda okunmaz mı?Müzik haramsa ve din dışı ise;o zaman da Ezanı ilk ezan gibi yüksek sesle”Namaz vaktidir!Haydin Namaza!”Şeklinde mi yapalım?
MS:1030 yılında; Milano’lu Keşiş Guido d’Arezzo, kilise’de ilahi okuyacak çocukların ilahi metnini kolayca ezberlemeleri ve saklayabilmeleri için, zamanla son şeklini alan müzik yazısı ortaya çıkar. Sol ve Fa anahtarlarının sol başında bulunduğu paralel çizgiler üzerine dizilmişolan: DO; RE; Mİ;FA;SOL;LA;Sİ;DO ve tersinden:DO;Sİ;LA;SOL;FA;Mİ;RE;DO bir gamı oluşturur.Bugün hemen,hemen tün dünyanın kullandığı  ortak müzik dili ortaya çıkmış olur. Ma,Me,Mi,Mo,Mu da ses temrinidir biline!Soru: Kadın sesi dinlemek caiz midir? Dinlediğimiz müziğin türüne göre cevaz değişir mi? (Örnek: tasavvuf musikisine eşlik eden bir kadın sesi veya ilahi söyleyen bir kadın sesi gibi)
Cevap:
Peygamberimizin zamanında mescidde ve başka yerlerde kadınlar, erkeklerin yanında konuşurlardı. O (s.a.) hicret ederken kadınlar ve çocuklar musiki eşliğinde karşılama yapmışlardı. Bayram günlerinde Hz. Peygamber'in evinde ve onun yanında genç kızlar, Hz. Aişe'ye sesli ve tefli müzik dinletmişlerdi. Kadının sesinin ve musikinin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) yoktur. Kadın olsun erkek olsun müzik icra ettiğinde bunu dinleyenler kendilerine bakmalıdırlar; kötü, olumsuz bir etkilenme bulunmadıkça dinlemelerinde sakınca yoktur. “
“Kadın olsun erkek olsun müzik icra ettiğinde bunu dinleyenler kendilerine bakmalıdırlar; kötü, olumsuz bir etkilenme bulunmadıkça dinlemelerinde sakınca yoktur."

Soruda ve cevapta bulunmadığı halde A.Turan, istediklerini söyleyebilmek için cevabın sonuna bir de şu soruyu yazmış: Kadın şarkıcı dinlemek caiz midir?
A.Turan biraz zahmete katlanıp "başka yerlerde daha neler demiş?" diye sorsa bir iki tıklama daha yapsaydı, Helaller Haramlar isimli kitabımızdan yine sitemize aldığımız şu bilgilere de ulaşacaktı:
Musiki:

Mûsıkî veya müzik (semâ', gına) kadın veya erkek tarafından ses ve âlet (çalgı) ile icrâ edilen malûm san'atın bütün şubelerine şâmildir. İslâmî hüküm bakımından bu şube ve şekiller arasında fark vardır. Ayrıca müziğin icra edildiği yer ve maksadın da hükme tesiri söz konusudur. Müziğin hükmünü tayin eden delillere geçmeden önce fıkıh mezheplerinin telâkkisini özetleyelim:
1) Hanefî mezhebine göre Mûsıkî icrası ve bunu dinlemek haramdır. Bu hüküm, değnek ve çubuğun bir yere ahenkli bir şekilde vurulmasını dahi içine almakta ve haram saymaktadır.53
Hükmün bazı istisnaları vardır: Savaşta vurulan kös ile düğünlerde çalınan tef.
Müzik başkalarına dinletmek için değil de kendini dinlendirmek ve yalnızlığı defetmek için yapılırsa İmam Serahsî'ye göre caizdir; Merginânî'ye göre bu da haramdır.54
İmam Ebû Yusuf'a sormuşlar: Düğün dışında, meselâ kadının ve çocuğun kendi evinde tef çalmasına ne dersin? Şu cevabı vermiş: Bunda kerahet yoktur. Aşırı oyun ve teğannî olursa onu mekruh görürüm.55
Hanbelî mezhebi bu konuda -genel çizgileriyle- hanefî mezhebi gibidir.
2) İmam Şâfiî ve Mâlik'ten ikişer görüş nakledilmiştir. Bunlardan birine göre bu iki imam müziği mekruh saymışlar, diğerine göre ise -yanında bir haram işlenmediği, harama âlet edilmediği takdirde- mübâh görmüşlerdir. Şafiî mezhebinden Gazali ile Malikîlerden Kettânî'nin görüşlerine aşağıda daha genişçe yer verilecektir.
3) Zahiriyye mezhebi ile genellikle sofiyye tarikatları musıkînin bütün nevileriyle mübah olduğunu müdafaa etmişlerdir.56
Musikinin lehinde ve aleyhinde görüş bildiren fıkıh bilginleri bazı âyetlerle istidlâl etmişlerse de (Lukmân: 31/6; Zümer: 36/18) bunların mûsikîyi hedef aldığı kesin değildir.
Hadislere gelince, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in düğün, bayram, karşılama gibi münasebetlerle icrâ edilen müziği tasvib ettiği, düğünlerde bunu teşvik eylediği sağlam rivayetlere istinad etmektedir.
Ayrıca müziğin -bir harama âlet edilmeden yalnızca saz ve ses müziğinin- haram kılındığına dair sahih hadisin bulunmadığı söylenmiştir.57
Faslı Abdulhayy el-Kettânî, Hz. Peygamber devri kültür ve medeniyetinden bahseden iki büyük ciltlik eserinde (et-Terâtibu'l-idâriyye) mûsikîye 25 sayfa ayırmış, bütün çeşitleriyle caiz olduğunu gösteren deliller getirmiş, bu mevzuda yazılmış 20 eserin ismini vermiştir.58 Bu müellifin tesbitine göre sahabeden Ömer, Osman, Abdurrahman b. Avf, Ubeyde b. el-Cerrâh, Sa'd b. Ebî-Vakkas, Ebû-Mes'ûd, Bilâl, Abdullah b. ez-Zübeyr, Hassân, İbn Amr, el-Mugira b. Şu'be gibi zevâtın müzik dinledikleri rivayet edilmiştir.
İmam Gazali İhyâ isimli eserinin 35 sayfasını bu meseleye ayırarak bütün söylenenleri tahlil etmiş, delilleri karşılaştırmış ve şu neticeye varmıştır:
Mûsıkî ister ses ister âlet ile olsun tek hükme bağlı değildir: Haram, mekruh, mübah ve müstehab olabilir.
1) Dünya arzusu ve şehvet hisleri ile dolup taşan gençler için yalnızca bu duyguları tahrik eden müzik haramdır.
2) Vakitlerinin çoğunu buna veren, iştigâli âdet haline getiren kimse için mekruhtur.
3) Güzel sesten zevk alma dışında bir duyguya kapılmayan kimse için müzik mübahtır, serbesttir.
4) Allah sevgisi ile dolup taşan, duyduğu güzel ses kendisinde yalnızca güzel sıfatları tahrik eden kimse için müstehabdır.59
Gazali incelemesini sürdürürken müziğin duruma göre ya mübah veya mendûb olduğunu, onu haram kılan şeyin kendisi değil, dıştan ârız olan beş sebepten ibaret bulunduğunu ifade ederek şöyle devam ediyor:
1) Şarkı söyleyen kadın olur, dinleyen de kadın sesinin şehvetini tahrik edeceğinden korkarsa dinlemek haramdır. Burada haram hükmü müzikten değil, kadının sesinden gelmektedir. Aslında kadının sesi haram değildir; ancak şehveti tahrik ederse Kur'ân okumasını bile dinlemek haram olur.60
2) Müzik âleti içki meclislerinin sembolü olan âletlerden ise bunu kullanmak haram olur; diğerleri mubah olmakta devam eder.
3) Şarkı ve türkünün güftesi bozuk, İslâm inancına ve ahlâkına aykırı ise bunu müzikli veya müziksiz söylemek ve dinlemek haramdır.
4) Gençliği icabı şehevî duyguların mahkûmu olan bir kimse aşırı derecede müziğe düşer, müzik onun yalnızca cinsî arzusunu tahrik ederse onun müzikten uzak durması gerekir.
5) Sıradan bir insanın müzik şehvetini de ilâhî aşkını da tahrik etmediği halde bütün vakitlerini alır, onu başka işlerden alıkorsa yine haram olur.61  
Şimdi Ahmet Turan'ın tenkidini, özünü bozmadan, bazı yerlerini (detayları) geçerek aktaralım ve uzun boylu cevap vermek yerine bazı yerlerde parantez açarak kısa cevaplar verelim:
A.Turan'ın tenkidi:
...Fetvanın gerekçelerini gözden geçirirken üç çeşit hatayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bunları mantık, usul ve bilgi hataları olarak tasnif edebiliriz. Hoca efendinin göze çarpan mantık hatası, fetvasında gözlemlediğimiz tutarsızlıklar da yatıyor. Hoca efendi, -birinci ve dördüncü maddelerde- kadından şarkı dinleme meselesini normal kadının sesi ve genel musiki bağlamında ele alıyor. Kadının erkeklerin yanında konuşmasıyla şarkı söylemesi arasında önemli farklar bulunduğu ve bunların aynı hükme tabi olmayacağı hususu gayet açıktır. Bunlar, biri diğerinin yerine kullanılabilecek veya birinin cevazıyla diğerinin cevazına hükmedilebilecek türden müşterek konular değildir. Kadından müzik dinlemenin hükmü, ne normal ..”
OSMANLI DÖNEMİ’NDE BİMARHANELER”

Eski Türklerde Müzikle Tedavi. Utanmazlarsa çok eski çağlardaki müzik ile tedaviden de söz edebilirim. Hem Ortaasyadaki dedelerimizden hem de çağının uygar ve ileri uluslarındaki müzik ile tedaviden de söz edebilirim ama yazı kitap olur. Şamanizm’de kam’ların yaptıklarını bir düşünelim! Ostüzü.
“Bugüne kadar ulaşabilen İslam hastanelerinin çoğu Osmanlı’lara ait olanlardır. İmparatorluğun en parlak devrinde Mimar Sinan tarafından İstanbul’da inşa edilen, bugüne sağlam durumda ulaşan Haseki Hastanesi (1538–1550), Süleymaniye Külliyesi’ndeki şifahane ile tıp medresesi (1550–1557) ve Atik Valide Hastanesi (1583–1587) her türlü hastanın yanı sıra akıl hastalarının da tedavi edildiği ünlü Osmanlı hastaneleridir.
Osmanlı hastanelerinin en bariz mimari özelliği cami, medrese, imaret, tabhane, kervansaray, hamam, çarşı, çeşme ve benzerlerinden meydana gelen külliyelerin bir parçası olarak planlanmalarıdır. Bu külliyeler şehir içinde birer küçük şehir oluşturacak bir sosyal merkez gibi halkın her türlü sosyokültürel ve sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını da karşılamaktaydı.
Osmanlı hastanelerinden Edirne’de bulunan II. Bayezid Darüşşifası yeni bir mimari eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hastanede diğer Selçuklu ve Osmanlı hastanelerinden farklı olarak mimari ağırlık camiye değil de hastane ve onun bitişiğinde yer alan tıp öğrenimine ayrılmış medreseye verilmiştir. Bu hastanede merkezi sistem mevcuttur; ortadaki büyük, diğer on ikisi küçük, on üç kubbe ile örtülü altı köşeli ana bina, hemen onun yanındaki küçük iç avlu etrafında gruplanmış, poliklinik ve idare binası olarak kullanılan kısım ile büyük avlu etrafına sarılmış saldırgan akıl hastalarına özel altı odalık tımarhane bölümü, mutfak ve çamaşırhanelerden oluşmaktadır.”
“Edirne II. Bayezid Bimarhanesi
Ana binada, ortası havuzlu ve üzeri büyük kubbe ile örtülü merkezi avlunun etrafında altısı kış, altısı yaz için tasarlanmış hasta mekânları sıralanmakta ve bunlardan girişin karşısındakinin müzik odası olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır: Bina müzikle tedavi için kusursuz bir akustik yapıya sahiptir. 10 kişiden oluşan musiki topluluğunun haftada 3 gün verdiği musiki konserleri yankılanmadan binanın her tarafından rahatlıkla dinlenebilir.
Tedavide musikinin yanı sıra su sesi ve güzel kokudan da yararlanılmaktaydı. Şadırvandan fışkıran suların çıkardığı ses, tedavinin önemli bir kısmını oluşturmakta, hastayı huzura kavuşturmaktaydı. Bu şifahanede tedavi parasızdı ve haftada 2 gün şehirdeki hastalara parasız ilaç dağıtılırdı. Bir merkez etrafında toplanmış bulunan hasta odaları az personeline hizmet verilmesini sağlardı. Personel tüm odaları kolayca gözleyebilir. Gerektiğinde acil olarak hastaların yardımına koşardı.”
“Edirne II. Bayezid Bimarhanesi müzikle tedavi
Avrupa’da akıl hastalarının yakıldığı bir devirde, ruhsal hastalıkları olan kişilerin müzik ile tedavisi ve akıl hastalarının tecridi dâhil gerekli her şey düşünülerek planlanan Edirne’deki II. Bayezid Darüşşifası, gerek ilk defa az personelle yüksek randıman almayı amaçlayan merkezi sistemi ve gerekse o döneme göre çok ileri hatta XVIII-XIX. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutacak kadar mükemmel olan havalandırma sistemini getirmesi açısından çığır açmış nadide bir yapıdır.”
“1652 yılında Edirne’ye gelen Evliya Çelebi, “Orada bir darüşşifa vardır ki, dil ile tarif edilmez ve kalem ile yazılmaz” diye bahseder II. Bayezid Bimarhanesi’nden. Evliya Çelebi anlatıyor: ”Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar...Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.”
Osmanlı Edebiyatında da akıl hastalarının müzikle tedavi edilmelerine yer verilmiştir: 16 yüzyıl şairlerinden Nev’i meşhur bir beyitinde;
“Mihr ile dem-saz olup geçdik gurur-ı cahdanHasta-i ışkuz bize kanun ile timar olur
demektedir.” Nev’i burada bir tedavi yöntemine atıfta bulunuyor: Melankoli hastalarına, psikolojik rahatsızlıklar geçiren kişilere darüşşifalarda (mec. Tımarhane) uygulanan su sesi ve müzikle tedavi. Bu tedavi, ortasında renkli sular fışkıran salonlarda çeşitli enstrümanlarla müzik dinletilmesi yolu ile hastanın sıkıntılarını atlatmasını amaçlayan bir uygulama idi. Avrupa ülkelerinde akıl hastalarının, içlerindeki cinleri çıkartmak (!) için yakıldıkları bir çağda Osmanlının kültür ve sanat merkezlerinde asırlarca uygulanan bu tedavi yöntemi günümüzde bile hala geçerliliğini sürdürmektedir.”
YAZARLAR
1- Dr. Nedim Havle. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Asistanı
2- Hemşire Çiçek Tayanç. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Yoğun Bakım Hemşiresi. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Mezunu.
3- Hamza Taşçı. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hastane Müdürü.
KAYNAKLAR
1- Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
2- İslam Dünyasında Hastaneler, Levent Öztürk, İz yayıncılık, 2007
3- Temel Atılışının 500. yıldönümü Münasebeti ile Edirne’deki II. Bayezid Hastanesi, Bifaskop sayı 15, 1985.
Yazımı sonlarken bir önerim var: Müziğe düşman olan dini bütünlerimize ivedi bir müzikli tedaviye ne dersiniz?
        

23 Ekim 2012 Salı

838/TÜRK KADINI!

                                                   TÜRK  KADINI!                                                                                                                                              OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;08 Haziran 2012./23 Ekim 2012 Tekrar/Analarımıza Saygı!
                    İleti yazımla birlikte: Dünyamızda; kadınları seks aleti yapanlar, bu alçaklıklarını Tanrı adını kullanarak Cennette de sürdürmek isteyen İnanç gruplarının yerleri zillet ve köleliktir.Cennet dedikleri gibi bir Kerhane ise;kadınlarımızın bu durumunu görmektense Cehennemde yanmaya bin kere razıyım.Bu mavalı anlatanların analarının,kızlarının ve torunlarının  da seks kölesi olduklarından haberleri yoktur.İşte Türk kadını,ibret almasını bilenler alsınlar,diğerleri de  masallarla avutularak donlarına kadar soyulsunlar.PS:Bir ulusun uygarlık seviyesini ölçmek için derhal kadının durumuna bakın!"Stuart Mille.
Blok adresim: http://osmanturkoguz.blogspot.com/

TÜRK KADINI!
Sevdiğim ve saygı duyduğuma ithaf! Ostüzü.
“Türk kadını sen, yerlerde süründürülmeye değil başımızın üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.”
“Bir toplumun yarısının ayakları zincirlerle yere bağlıysa, o toplum asla yükselemez!”.
“Dünyada yapılan her güzel işte kadının eli vardır!”
“Asıl uğraşmaya zorunlu olduğumuz şey, Analarımızın ve atalarımızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek onurda dünya birinciliğini tutmaktır!”Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.3,s.133.1997 basımı.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
“Dünya yüzünde Türk Kadını kadar namuslu kadın yoktur!” François Marie Arouet (Voltaire)21 Kasım 1694/30 Mayıs 1778).
“Dünya üzerinde hiçbir kadın,”ben Türk Kadınından daha vatanperverim” diyemez!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
Yalaka televizyonlardan Arap asıllı Veli kadınlar masalı, bazı kadın ve Türk düşmanlarımızı sevinçten uçurdu. Her Türk Kadınının birer velinimetimiz olduğu da unutturuldu. Ulusal Kurtuluş Savaşımızı dinci geçinen vatan haini erkelere rağmen onlar sayesinde kazandığımız da unutuldu. Ben,onların destanlarından bir kesimini yazacağım.
Osmanlılar kadın ve erkek ayırımı gözetmeksizin Türk’e en aşağılık sıfatları lâyık görmüşlerdir.Önce bunlardan sadece bir kaçını vermek istiyorum:
“Kapını Türk’e, sırtını kürke alıştırma!”
                                                 1-“Etrab-i bî idrak”,
 2-“Etrâk-i nâpâk”,
 3-“Türk-i bednihat”,
                                        4-“Türkman-ı şakavetnişan”,
                                                  5”Türkman-ı bednâm,”
Araplar: AK telel Etrâk velev kane ebâk””Kavm’i Necib’i Arap!”
Türk Kadının hep başka ulusların gözlemcileri inceleyerek yazmış. Müslümanlıktan sonra Araplaşan Türk erkekleri kadınları kümeslik hayvan gibi görmüş. Ya da yağlı boya tablo gibi içine girerek, bir renk karmaşasına bakmaya   alıştırılmış.
Arap gezginleri İbn Fazlan ve Ebu Dülef,16 Şubat 922ayının ortalarında Türk ülkelerine girmişler. Bağdat Abbasi halifesi tarafından Bulgar Türklerine, kale yapımı için, 4000 altın götürmekle görevlendirmişler. Her Türk aşiretinin gelenek ve göreneklerini İYİCE GÖZLEMLİYEREK günümüze taşımışlardır.
Daha sonra da, İbni Batuta(1304Tanca doğumlu,/1349 yurduna döndü,1325’te hacca gitti ve gezilerini sürdürdü./
Şimdi; İbn Fazlan ve Ebu Dülef’ten seçelim:
“Kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. Aynı şekilde,kadın vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez.S.31.
“Kadınlar ve erkekler hep beraber nehre girip çırılçıplak yıkanırlar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber, herhangi bir şekilde zina etmezler. Zina, onlara göre en büyük suçlardandır!”S.57
Ebu Dülef, Kutluklar, s.91
“Kadınları ömürleri boyunca yalınız bir erkekle evlenir. Kocası ölen kadın bir daha evlenemez. İçlerinde zina eden kadını ve erkeği yakarlar. Onlar arasında boşanma yoktur. Evlenen bir erkek,bütün malını MİHR(Başlık)olarak verdiği gibi;kızın velisine bir sene hizmet eder.”
Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b.Abdullah b.İbrahim et Tancî el Levatî’nin(Tuhfetu’n-nüzzâr fi garaibi’l-emsal ve acaibil’l efsâr=Rıhlet-İbn Batuta.
“Bu memlekete/Türkiye’ye/ geldiğimiz andan itibaren çevredeki komşularımız; kadın olsun, erkek olsun durumumuzla ilgilenmeden yapamamışlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar. Bu ayrılıklardan dolayı üzüntülerini, gözyaşlarını dökerek  belirtirler.”İbni Batuta Seyahatnamesi,S.1.2.
KIRIM
“Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlarına gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar” .S.G.E. S.79.
“Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki kölesiyle pazara süt,yoğurt getirip satar,karşılığında koku ve esanslar satın alırdı.”S.G.E.S.80
Kürtçülüğünü ararken Türklüğünü bulan Rahmetli Ziya Gökalp’ın Ünlü “Türkçülüğün Esasları”adlı eseri Sayın Mehmet Kaplan tarafından yayımlanmıştır. Bu ünlü eserden de seçmeler almak durumundayım:
“Evvelce, Türkiye’de Türk milletinin hiçbir mevkii yoktu: Bugün, her hak Türkündür. Topraktaki hakimiyet, Türk hakimiyetidir.Siyasette,kültürde,iktisatta hep Türk halkı hakimdir.Bu kadar katî ve büyük inkılâbı yapan zat,Türkçülüğün en büyük adamıdır.Çünkü,düşünmeden söylemek kolaydır.Fakat,yapmak ve bilhassa başarı ile neticelendirmek çok güçtür.”S.15
“Türk, bu milletin adıdır. Millet, kendisine mahsus bir kültüre malik olan Zümre demektir. O halde,Türk’ün yalınız bir dili,bir tek kültürü olabilir.”S.24.Ek:Bu öneri Anayasalarımıza girmiştir.Şeylerine Batanlar bu hükmü yok etme savaşındadırlar!Ostüzü.
“Milli vicdan nerede teşekkül etmişse, artık orası sömürge olmak tehlikesinden ebedi olarak kurtulmuştur.”S.85
“İslam dünyasında da artık sömürge hayatına nihayet vermek için,Müslüman kavimlerde milli vicdanı kuvvetlendirmekten başka çare yoktur”.S.87
“Gerçekten memleketimizde,gerek medeniyet,gerek terbiye bakımından birbirine benzemeyen Üç tabaka vardır(Osmanlı Dönemi),Halk,Medreseliler ve Mektepliler.Bu üç sınıftan birincisi,hâlâ uzak doğu medeniyetinden tamamıyla ayrılmamış olduğu gibi,ikincisi de henüz Doğu Medeniyetinde yaşıyor.Yalınız Üçüncü sınıftır ki batı Medeniyetinden bazı feyizlere mazhar olabilmiştir.Demek ki Milletimizin bir kısmı İlk çağda,bir kısmı Ortaçağda,bir kısmı son çağlarda yaşamaktadır.Bir milletin böyle üç yüzlü bir hayat yaşaması normal olabilir mi?”S.68
“İngiliz milletinin bu medeni ahlakında gördüğümüz bu düşüklüğe rağmen, itiraf edelim ki vatani ahlâkını çok yüksek bulduk.
Türkiye’de yüzlerce ve hatta binlerce vatan haininin zuhur etmesine karşılık, bütün İngiltere’de  tek bir vatan haini zuhur etmedi.(Ek bilgi: Birinci Dünya Savaşından  İngiltere’de vatan haini çıkmamıştır. Ancak,Savaştan sonra,İngiliz İstihbaratından  Kim Philbi,SSCCP’ YE casusluk yaptığı gibi,İkinci Dünya savaşı sırasında Berlin Radyosundan Lord Hav!Hav!Adı verilen bir İngiliz de Almanya’ya hizmet etmiştir.1950’den sonra iki İngiliz diplomatı ve kraliçenin sanat danışmanı da Rus casusu çıkmıştır.Ostüzü.)
“O halde, bizde  Medeni ahlâkın daha yüksek olması neye yaradı? Keşke, bizde de bunların yerine, yalınız vatanî ahlak  yüksek olsaydı”.S.89
“Şimdiye kadar ,aydınların halkı ve halkın aydınları sevmesi mümkün değildi.Çünkü,terbiyelerini aydınlar Osmanlı medeniyetinden ,halk ise Türk kültüründen almışlardı.Ayrı terbiyeyle yetişen iki sınıf,nasıl birbirlerini sevebilir.Bundan başka aydınlar sarayın bendeleriydiler,memur oldukları zaman halkı soyarak sarayın israf ve sefahatine  hizmet etmekten başka bir şey düşünmezlerdi.Tabii bu cihetten mazlum halk onları sevmezdi.Aralarında rekabet,haset ve çekememezlik gibi ihtiraslar bulunduğu için aydınların kendileri de birbirini sevemezlerdi.Memleketimizde ,birbirini seven yalınız halktan olan fertlerdi ve eski devirde milli tesanüt yalınız bu öz Türklerin samimi seviyesine dayanıyordu.”S.91

“Türkçülük, millet esasını kabul etmeyen hiçbir sistemle uzlaşamayacağından; kozmopolitleri içine alamaz.”S.160
“Osmanlı dilini hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini ayniyle milli, dil saymak kâfi idi.”S.114.EK: Osmanlıca gibi “Kelime salatasını” Türk milletinin başına musallat edenlere lanetler etmekteyim. Türk’ü yıkmanın en kısa ve en etkili yolu onu kendi dilinden uzaklaştırmaktır. Sümerli Lüdingirra’nın Anıları. Sayın Muazzez İlmiye Çığ.   

“Eski Türklere göre; vatan, töreden yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı Mahmut’un lügatinde zikredilen”ülkeden geçilir, töreden geçilmez”atasözü milli kültüre verilen kıymetin derecesini gösterir.”S.153”Mesela,amme velâyeti Hakan ile hatunun her ikisinde ortak olarak tecelli ettiği için, bir emirname yazıldığı zaman, Hakan emrediyor ki ibaresi ile başlıyorsa ona boyun eğilmezdi.Mutlaka Hakan ve Hatun emrediyor ki sözü ile başlaması lâzımdı.”S.165
“Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler, ancak sağda Hakan ve solda Hatun oturdukları bir zaman,ikisinin birden huzurlarına çıkardı.Şölenlerde,kenkeşlerde,kurultaylarda ,ibadetlerde ve ayinlerde ,harp ve sulh meclislerinde Hatun da mutlaka Hakanla beraber bulunurdu.Kadınlar,örtünmeye ait bir kayıtla bağlı değillerdi.”S.65
“Eski Türklerde kadınlar,umumiyetle Amazon idiler.Binicilik,silahşorluk,kahramanlık,Türk erkekleri kadar,Türk kadınlarında da vardı.Kadınlar,doğrudan doğruya ,hükümdar,kale muhafızı,vali ve sefir olabilirlerdi.Alelade evlerde de ev,ortak olarak karıyla kocanın ikisine aitti.Çocuklar üzerinde velilik hassası ,baba kadar,anaya da aitti.Erkek,daima karısına saygı gösterir,onu arabaya bindirerek kendisi arabanın arkasında yaya yürürdü.”S.166

“Kazvin’de şehre lağım tertibatı yapmak için seçilen komisyon Hanım sultanın sarayına giderler. Sarayın bahçesinde Hanım Sultanın çorap ördüğünü gördüklerinde, para istemekten vazgeçerek geri dönmek üzerlerken Hanım Sultan bunları huzuruna davet eder.Gelenler geliş nedenlerini anlatırlar ve Hanım Sultan’ın örgü örmesini gördüklerinde de para istemekten vazgeçtiklerini anlatırlar.Hanım sultan bu iş için ne miktar paraya ihtiyaç olduğunu sorar.100. 000 altın olduğunu öğrenince de:
“100.000 altını ben veriyorum. Toplamış olduğunuz parayı hak sahiplerine iade ediniz der ve eydirir:
“Evet, benim el işleriyle meşgûl olduğumu gören bütün İranlılar şaşırıyorlar. Halbuki,benim ailemin içindeki bütün kadınlar,benim gibi daima el işiyle uğraşırlar.Biz Sultanlar,böyle el işleri ile uğraşmazsak
Ne ile meşgul olacağız? Havaiyatla mı? Böyle bir şey bizim soyumuza yakışmaz. Biz saltanat işlerinden kurtulduktan sonra, boş kalmamak için,fakir kadınlar gibi,  hep el işleriyle ve ev işleriyle uğraşırız.Bu hareket bizim soyumuz için  bir ayıp değil,belki bir şereftir...”S.169
DEDE KORKUT’UN anlatmış olduğu destanımsı epik öyküleri masal derekesine indirgeyerek anlatır ve çok ta hafife alırız.Onlarda Türk töresi,Türkün kültürü,ananesi ve sosyal yaşantısı vardır.Türk töresinde kadın ve erkek ayırımı da yoktur. Türk kültüründe İnsan vardır. Onbeş yaşına basan kız ve erkekler için de aynı ölçü kullanılırdı. Kızlar da erkekler gibi her türlü sporu ve savaş oyunlarını yaparlardı. Eşler, yarışma sonunda kız yenilirse seçilirdi.Arap’ın çöl masalları ve kadına bakışı tüm bu Türk kültürünü erkek egemenliğine kurban etmiştir.Kızların eşleri olacak delikanlıları seçme hakkı Tanrısal masallarla ellerinden alınmıştır.Kızlar mal gibi satış konusu yapılmıştır.Bendeniz,Genç bir Teğmen iken bir olaya tanık olmuştum.Menemen’de çok sevilen ve 84 yaşında olan Ahmet Hoca,14 yaşında bir kız çocuğu ile evlenmişti.Teyzemin kocası Bay Abdullah Siper,feveranıma bozulmuştu.”Her erkeğin bir kız bozma hakkı vardır.Bu hakkını da istediği yaşta kullanır!”Buyurmuştu.İtiraz etmiştim:”Bu kız daha Reşit bile değil.Sonra,ya sevdiği bir Delikanlı varsa!Ya da Ahmet Hoca, kocalık görevini yapamazsa!”Dediğimde de:”O kızın alnına Allah böyle yazmış,kısmetine katlanmak zorundadır!”Buyurmuşlardı.Her namussuzluğun altına mutlaka Allah imzası atılmaktadır.
Dedem Korkut destanları her Türk okulunda mutlaka okutulmalıdır; Arap meselleri ve masalları yerine! Banu Çiçek ve Bamsı Beyrek destanından bir parça sunmak istiyorum.Geliniz görünüz ki Türk Kadınlık Töresi nereden nereye getirilip kapkara bok böcüsü torbalarına sokulmuştur.Destanlarda bir başlama,açılma ve sonuç  bölümü vardır. “ALINTIDIR:
“Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üstüne ak otağını diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz Beyleri Bayındır Han'ın sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey de Bayındır Han'ın sohbetine gelmişti.

Bayındır Han'ın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yaya dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan oğlu uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları gördüğünde ah eyledi, basından aklı gitti, mendilini aldı, böğüre, böğüre ağladı.
Böyle edince, kudretli Oğuz'un arkası, Bayındır Han'ın güveyisi Solur Kazan kaba dizinin üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Bey'in yüzüne baktı, der: “Pay Püre Bey ne ağlayıp bağırıyorsun? “”Pay Püre der Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl bağırmayayım, oğulda nasibim yok, kardeşte kaderim yok. Allah Teala bana beddua etmiştir, “”beyler tacım tahtım için ağlarım, bir gün olacak düşeceğim öleceğim, yerimde yurdumda kimse kalmayacak” dedi. Kazan der: “Maksudun bu mudur?” Pay Püre Bey der: “Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındır'ın karşısına geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam. Güvensem”. Dedi
Böyle diyince kudretli Oğuz Beyleri yüzlerim göğe tuttular, el kaldırıp dua eylediler, “Allah Teala sana bir oğul versin”, dediler. O zamanda Beylerin hayır duası hayır dua, bedduası beddua idi, duaları kabul olunurdu.
Pay Piçen Bey de yerineleri kalktı, der:” Beyler benim de hakkıma bir dua eyleyin, Allah Teala bana da bir kız versin,” dediler. Kudretli Oğuz Beyleri el kaldırdılar dua eylediler. “”Allah Teala sana da bir kız versin”, dediler. Pay Piçen Bey der: “Beyler Allah Teala bana bir kız verecek olursa, siz şahit olun, benim kızım Pay Püre Bey'in oğluna beşik kertme yavuklu olsun”, dedi.
Bunun üzerine bir kaç zaman geçti. Allah Teala Pay Püre Bey'e bir oğul, Pay Piçen Bey'e bir kız verdi. Kudretli Oğuz Beyleri bunu işittiler, şad olup sevindiler. Pay Püre Bey bezirgânlarınım yanına çağırdı, buyruk etti:…
Dedem Korkut geldi, oğlana ad koydu.
Der:
“Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey
Allah Taala sana bir oğul vermiş tutu versin
Ak sancak kaldırınca Müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah Taala senin oğluna aşıt’1 versin
Kanlı, kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kâfire girince
Allah Taala senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsam tel diye okşarsın
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adım ben verdim yaşını Allah versin “
Dedi. Kudretli Oğuz Beyleri el kaldırdılar dua kıldılar, “bu ad bu yiğide kutlu olsun”, dediler. Beyler hep ava bindi. Boz aygırını çektirdi Beyrek bindi. Ala dağa alaca asker ava çıktı. Birdenbire Oğuz'un üzerine bir sürü geyik geldi. Bamsı Beyrek birini, kovalayıp gitti.
Kovalaya, Kovalaya bir yere geldi, ne gördü? Sultanım gördü: Yeşil çayırın üzerine bir kırmızı otağ dikilmiş, “Yarap bu otağ kimin ola”, dedi. Haberi yok ki alacağı ela gözlü kızın otağı olsa gerek. Bu otağın üzerine varmağa hâyâ etti. Dedi: “Ne olursa olsun, hele ben avımı alayım”; dedi. Otağın önünde erişi verdi, geyiği arka ayağından vurdu. Baktı gördü -bu otağ Banı Çiçek otağı imiş ki Beyreğin beşik kertme nişanlısı, adaklısı idi- Banı Çiçek otağdan bakıyordu.” Bre dadılar, bu kavat oğlu kavat bize erlik mi gösteriyor* Dedi, “varın bundan pay isteyin, görün ne der”, dedi. Kısırca Yenge derler bir Hatun var idi, ileri vardı pay istedi: “Hey Bey ,Yğit, bize de bu geyikten pay ver”, dedi.
Beyrek der: “Bre Dadı, ben avcı değilim, Beyoğlu Beyim, hepsi size, dedi. “Aman sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir?”Dedi. Kısırca Yenge der: “Bey Yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçeğindir,” dedi. Bunun üzerine Hanım. Beyreğin kanı kaynadı, edepte usul, usul geri döndü. Kızlar geyiği kaldırdılar, güzeller şahı Banı Çiçeğin Önüne getirdiler. Baktı gördü ki bir Sultan semiz yabani geyiktir. Banı Çiçek der: “Bre kızlar, bu Yiğit ne Yiğittir? Kızlar der: “Vallah Sultanım, bu yiğit yüzü örtülü güzel yiğittir, Beyoğlu Bey imiş”, dediler. Banu Çiçek der:” Hey, hey Dadılar, babam bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim” derdi, olmaya ki bu ola?, Bre çağırın haberleşeyim, dedi.
Çağırdılar Beyrek geldi.
Banu Çiçek yaşmaktandı, haber sordu, der: “Yiğit, gelişin nerden?
Beyrek der: “İç Oğuz'dan. “İç Oğuz'da kimin nesisin? Dedi. “Pay Püre oğlu Bamsı Beyrek dedikleri benim,” dedi. Kız der: “Peki ya ne yapmaya geldin Yiğit, dedi. Beyrek der: “Pay Piçen Beyin bir kızı varmış, onu görmeğe geldim, dedi. Kız der: “O öyle insan değildir ki sana görünsün” dedi, amma ben Banu Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin “dedi.
Beyrek der: “Pekâlâ şimdi atlanın. İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler. Seyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar. Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız der: “Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım” dedi. Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyreği vurmak ister. Beyrek bunaldı, der:” Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme dokunç ederler” dedi. Gayrete geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kız kocundu. Bu sefer Beyrek kızın ince beline girdi, sarma taktı, arkası üzerine yere yıktı.
Kız der: “Yiğit Pay Piçen'in kızı Banu Çiçek benim “dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. “Aramızda bu nişan olsun han kızı “dedi. Kız der: “Mademki böyle oldu, hemen şimdi ileri atılmak gerek Beyoğlu” dedi. Beyrek de “ne olacak Hanım, baş üzerine” dedi. Beyrek kızdan ayrılıp evlerine geldi. Aksakallı babası karşı geldi, der: “Oğul fevkalade olarak bugün Oğuz'da ne gördün?”
Der: “Ne göreyim, oğlu olan evlendirmiş. Kızı olan kocaya vermiş. Babası der: Oğul yoksa seni evlendirmek mi gerek.” “Evet ya ak sakallı Aziz Baba, evlendirmek gerek   dedi.. Babası der:    Oğuz'da kimin kızını alıvereyim? Dedi. Beyrek der:”Baba bana bir kız alıver ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o inmeli ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alıver baba bana, dedi.
Babası Pay Püre Han der: “Oğul sen kız istemiyorsun, kendine bir hempa istiyormuşsun, oğul galiba senin istediğin kız Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçek'tir,” dedi. Beyrek der: “Evet ya, evet aksakallı Aziz baba benim de istediğim odur, dedi. Babası der:” Ay oğul Banu Çiçeğin bir deli kardeşi vardır, adına Deli Karçar derler, kız isteyeni öldürür.” Beyrek der: “Peki ya nidelim? Pay Püre Bey der: “Oğul kudretli Oğuz Beylerim evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre işedelim “dedi. Kudretli Oğuz Beylerini hep çağırdılar, evlerine getirdiler. Ağır misafirlik eylediler. Kudretli Oğuz Beyleri dediler:” Bu kızı istemeğe kim vara bilir? Uygun gördüler ki Dede Korkut varsın” dediler.
Dede Korkut der: “Dostlar, mademki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli Karçar kız kardeşini isteyeni öldürür, bari Bayındır Han'ın tavlasından iki güzel koşucu at getirin, bir keçi başlı geçer aygırı, bir toklu başlı doru aygırı, ansızın kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim “dedi. Dede Korkut' un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Han'ın tavlasından o iki atı getirdiler. Dede Korkut birine bindi, birini yedekte çekti, dostlar sizi Hakka ısmarladım” dedi “gitti.
Meğer sultanım, Deli Karçar da ak çadırını, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşları ile nişan talimi yapıp oturuyordu. Dedem Korkut öteden beriye geldi. Baş indirdi, bağır bastı; ağız dilden güzel selam verdi. Deli Karçar ağzını köpüklendirdi. Dede Korkut' un yüzüne baktı, der: “Aleykesselam ey ameli azmış fiili dönmüş, kadir Allah ak alnına bela yazmış!. Ayaklıların buraya geldiği yok, ağızlıların bu suyumdan içtiği yok, sana noldu amelin mi azdı fiilin mi döndü, ecelin mi geldi, buralarda neylersin? Dedi. Dede Korkut der:
“Karsı yatan kara dağım aşmağa gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeğe gelmişim
Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrı'nın buyruğu ile Peygamberin kavli ile aydan arı, güneşden güzel kız kardeşin Banu Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe gelmişim” dedi. Dede Korkut böyle söyleyince Deli Karçar der: “Bre ne diyorsam yetiştirin, kara aygırı silah ve teçhizatla getirin dedi.
Kara aygırı silah ve teçhizatla getirin!”
Aşağıdaki Kadın Kahramanlarımız hakkındaki alıntı yazısı:

“ Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda cepheye kağnıyla mermi taşırken donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın hatırasına. Herkes bir şeyler yapıyordu, herkes inanmıştı Kimisi çete olup savaşıyor,kimisi erkek kıyafeti giyerek cephede düşmana mermi atıyordu.Gerekirse gözünü kırpmadan ihanet eden evladını alnının ortasından vuruyordu.Milli mücadeleye en büyük desteği verenler onlardı;
Kahraman Türk Kadını.

”Gözüm Sakarya'da, Dumlupınar'da, kulağım İnebolu’da” Gazi Mustafa Kemal, savaşın kazanılması için İnebolu'da ki cephanenin Ankara üzerinden cepheye geçmesi gerektiğini biliyordu.
Bir dönem İnebolu-Ankara yolunun adının İstiklâl Yolu olarak adlandırılması için imza kampanyaları düzenlenmesi de bu yüzdendir. Bu önemine baktığımızda Kastamonu'nun erkeği cephede süngü süngüye ölüm kalım savaşı verirken arkasında bıraktığı eşi, bacısı, anası da imece usulü ile İnebolu'dan cephaneyi Ankara'ya taşıyordu. Kastamonu-Seydilerli Şerife Bacı da bu analardan sadece birisidir.
1921 Aralık ayında Şerife Bacı da diğerleri gibi İnebolu'dan aldığı cephaneyi Kastamonu'ya taşımaktadır. Hava buz gibi,sürekli yağan kar,kağnıların yarısı yolda kalmıştır. Kağnısına koşulu öküzler çelimsiz kendisi ve bebeği aç inatla yola devam eder.
Sırtında çocuğu kağnıda cephane vardır. Cephanenin üstünü samanla örtmüştür. Çocuğunu otların içine bırakır üstündeki battaniyeyi de örter üstüne. Hem cephanenin hem de çocuğunun Onların ıslanmaması, donmaması gerekir. Bu şekilde Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiştir. İnebolu limanından aldığı cephane yerine ulaşmıştır.
Sabah olduğunda çocuk sesi ile kağnının olduğu yere gelen askerler Şerife bacının donarak şehit olmuş bedeni ile karşılaşırlar. Çocuğu ve cephane kurtulmuştur ilerde vatanda kurtulacaktır ama Şerife Bacı şehit olmuştur. Şerife bacı ve diğerleri… Türk kadınının kahramanlıklarının sembolü olmuşlardır.Bu vatan onlar sayesinde kurtulmuştur. “Bu örnek Türk kadının vatanı ve hürriyeti için canını severek vermenin anıtıdır. Böyle kadınların toplum hayatında yok sayılmasının Tanrısal söylemlere dayandırılmasının da hiçbir gerçek yanı yoktur. Onlar bizim namusumuz, onurumuz, baş tacımızdır. Eski Türklerde erkekler eşlerinin dokuz adım gerisinde yürümek zorundaydılar.Bu kadına olan saygının bir ifadesiydi.Çöl Araplarının kadına bakışı ne bizi bağlar ne de kadınlarımızı.
TARİH BOYUNDAN GÜNÜMÜZE TÜRK KADINI
B-Eski Türklerde KADIN, devlet yönetebilecek kertede Hak ve özgürlüklerle sahip iken:
“Yabancı ve Arap kaynaklarıın ortaya vurduğu diğer tarihi gerçek şudur ki İslamiyetçi kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve Özgürlüklere sahip bir değerdi. Ve şu muhakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirir olmuşuzdur: Bunlardan biri”Akılcılık” ve diğeri de “Kadına Saygıdır!”
1)–7/8.Yüzyıllarda Orta Asya Türk ülkelerinin çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekteydi. ESKİ Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar düzenlenir, toplantıya katılanlar,    yaşlarına ve mevkilerine göre bir dairenin etrafında otururlardı.””Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini anlatan Arap kaynakları bir çok Türk devletlerinin Kadın başkanlar tarafından yönetildiğini ve Buhara’nın Toksan hatun adlı bir Kadın Sultan tarafından yönetildiğini göstermektedir.”
“MS:720’de dikilen Güntekin(Kül-Tekin) ve 734’te dikilen Tonyukuk ve Bilge Han anıtlarından, Bilge Hanın Annesi Bilge Hatunun devlet yönetiminde çok başarılı olduğunu da öğrenmekteyiz.”(1)
BİLGE KAĞAN:

19 SENEDE YETİŞMİŞ
19 SENE ÇİN’LE DÖVÜŞMÜŞ
19 SENE DEVLET BAŞKANLIĞI YAPMIŞ
19 KİŞİYLE ÇİN’E BAŞKALDIRMIŞ
57 YAŞINDA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR
ATATÜRK, Samsun’a 19 kişiyle çıkmıştır.
Kuran’ı Kerim’de büyük ölçüde 19 uyumu vardır.
Bilge KAĞAN’IN babası, İlteriş KAĞAN ile Annesi İlbilge Hatun, 17 kişiyle, Çin'e başkaldırmıştı..”Ostüzü.
“Yezidin Horasan’a vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını genişletmek için saldırılar düzenlerken,Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan,bu saldırılara karşı korunmak amacıyla,bir başka Türk ülkesinin hükümdarı Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir.Erkeğe evlenme teklif edebilecek kadar özgür görüşlü kadın tipini,bugün,20’inci yüzyılda,kadın özgürlüğünün en fazla geliştiği Batı ülkelerinde bulmaktayız.”
“3)XI’ inci Yüzyıl: Selçuklu Sultanı Tuğrul’un Kadına saygısı:
“Selçuklu sultanı Tuğrul,11’inci Yüzyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra halifelerin sarayında Halife el Kâsım biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur.Arap tarihçisi İbn Halikan şöyle anlatır:”Sefer ayının 15’inci günü prenses,sarayda kendisini bekleyen kocasına mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi.Tuğrul Bey,eşinin karşısına diz çökerek geldi.Ona emsalsiz hediyeler vererek (tekrar) yer öptü ve büyük bir saygı  gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi”.
“İbn Butlan:”Türk Kadınının cildi beyaz ve zarafeti takdire şayandır. Doğurduğu çocuklar nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece cömert, temiz ve iyi aşçıdırlar.”
“4)XII’ inci Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk Ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı başka hiçbir yerde görmedim.”
“5)XIII’ üncü Yüzyıl:Marco Polo,Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık olur:”13’üncü yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo,Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan  ve “Büyük Türkiye” diye tanımladığı yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından da söz eder ve şöyle der:”(Prenses) öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç.Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir.Babası kendisini evlendirmek istediği halde o,buna razı olmamakta ve(kendi beğendiği birini bulana kadar )bir kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını  açığa vurmaktadır.Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak ,dilediği erkekle evlenebileceğine söz vermiştir.Bunun üzerinedir ki prenses,ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları,kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.”
“Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricardo di Monte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki, Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hâkim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir.”
“Kısaca belirtmeliyim ki, Türklerde kadının bu üstün kertede tutulduğu dönemlerde batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi,kadını ikinci plana atmıştı.çoğu yerde koca sofrada yemek yerken ,kadın ayakta bekler,ona hizmet eder,her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamazdı.Oysa,Türk ülkelerinde kadın, erkeğine eşdeğerdedir.Ancak ne var ki şeriat dinine girmek sonucu Türklerdeki bu güzel gelenekler yavaş,yavaş yok olurken Batı’da aksine ve daha doğrusu akılcı gelişme nedeniyle kadın hakları ele alınmış,büyük başarılara yönelik adımlar atılmıştır.”
6)Cüveydi’nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:
“ 13’üncü yüzyılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni,”Tarihi Cihan” adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özellikle Türkân Hatun’un devlet işlerindeki becerikliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri(ve örneğin kocası Sultan Osman’ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmet’e şikayet etmesini)nakleder ki çok ilginçtir. Yine Cüveydi’den öğrenmekteyiz ki, İlhanlıların 13’üncü yüzyılda İslam’ı kabul etmelerinden sonra,eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır.Razıya Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir.Bilindiği gibi Raziye,1236 ilâ 1240 yıllara arasında Delhi tahtını işgal etmiştir.babası İl-Tutmuş,tüm 7)danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahtlığa getirmiştir.İl-Tutmuş’un ölümünden sonra saray erkânı,devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş’un oğullarından birini,Ruknuddin Firûz’u getirmiştir.fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilâl patlak vermiş ve halk,ordu ile birlik olup Raziya’yı taht’a çıkarmıştır.Raziya döneminde Delhi fevkâlade iyi bir yönetime kavuşmuştur.SON DERECE AKILLI VE GENİŞ GÖRÜŞLÜ OLAN Raziya,kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur.Çarşaf giymek şöyle dursun,fakat saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil,çoğu kez erkek kıyafetini giyerek  dolaşmayı tercih etmiştir.Böylece gerici çevrelere,insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.”
“7)XIV’ üncü Yüzyıl: İbn Batuta’nın tanımıyla Türk Kadınının Özgürlüğü.”
“Özbek Hanın valilerinden biri ile birlikte Azak’tan hareketle Türk ülkelerine  Tuluktumar Emir’i ile birlikte yaptığım gezilerde tanık olduğum en ilginç şey, Türklerin kadın sınıfına karşı gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler,kadınlarını erkeklerden daha çok şerefli bir kertede tutmaktadırlar.Kiram kentini terk ederken Emirin eşini arabada gördüm.Arabası baştan aşağı süslü mavi kumaşlarla örtülü idi;arabanın tenteleri de açıktı.Prensesin yanında zarif giysiler içinde dört nedime daha vardı ki onların arabaları da zengin eşyalarla doluydu.Emir’in bulunduğu yere yaklaşınca prenses arabadan indi.Otuz kadar Genç nedime elbisesinin eteklerini tutarak peşinden yürümeye başladılar.Prensesin eteklerinde ilmikler vardı ve her bir Nedime bu ilmiklerden tutup yerden hafifçe kaldırmak suretiyle yürüyüşe devam ederlerken prenses bu  muhteşem bir tavırla Emir’e yaklaştı;Emir ayağa kalkarak onu selamladı ve yanına oturttu.Bu sırada Nedimeler ayakta prensesin etrafını sarmış olarak beklemekteydiler.Kımız getirildi,prenses bir su kabı alarak içine bir miktar kımız doldurduktan sonra emir’e ikram etti.Bunun üzerine emir,aynı Nezaketle  bir kaba Kımız doldurdu ve prensese ikram etti.Her ikisi ,önlerine getirilen  yemeklerden yediler.Daha sonra prenses (Emir’in kendisine takdim ettiği hediyeleri alarak9 ODASINA ÇEKİLDİ.Tüccardan ve avamdan kişilerin eşlerini de gördüm ve onların da aynı saygıya mazhar olduklarını izledim.”1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han’ı ziyaret ettim.Özbek han,büyük bir imparatorluğun başındadır.Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından biridir.Tahtına kurulmuş olarak oturur iken sağ yanına Taytugil Hatun,onun yanına Kebek Hatun,sol tarafına da Bayulun Hatun ve yanında Urduca Hatun yer almışlardı.tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar.Büyük oğlu sağda,küçük oğlu ve kızları tam ortada,sultanın karşısında yer almışlardı.Odaya giren her hatunu ayağa kalkmak suretiyle  karşılıyor,elinden tutarak tahta çıkarıyordu.Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.””Sultanın eşleri öylesine serbest ve uygar kadınlardı ki,Kur’an yasaklarına rağmen,erkeklerin yanına çıkmaktan,yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hâttâ onlarla geziye katılmaktan,hediye alışverişinden geri kalmamaktadırlar.”
İbn Batuta’nın kaleminden iz sürelim:”Daha sonra Tevellisi ülkesine ulaştık. Bu ülke kendi hükümdarının adıyla anılmakta ve oldukça geniş bir sahaya yayılmaktaydı. Ülkenin erkekleri çok yakışıklı; ciltleri Kırmızımtırak,hepsi cesur ve cengâver.Kadınlarına gelince,onlar da öyle,at sırtından ok atışında fevkâlade ustalar ve tıpkı erkekler gibi savaşmaktalar.Gemimizin demir attığı Kalukari limanı,ülkenin en büyük ve güzel beldelerinden biri.Burası (Büyük) hükümdarın oğlunun eski ikametg3ahı imiş.Limana demir attığımızda,bir müfreze asker,kaptanı ziyarete geldi.sonra,kaptan,beraberindeki hediyelerle karaya çıktı.Çok geçmeden şunu öğrendim ki hükümdar,bu bölgenin başına getirdiği oğlunu başka  bir yere tayin ederek,buraya Urduca adındaki kızını genel vali getirmiş.Prenses,gelenek icabı kaptan ve maiyetini davet ettiğinde,kaptan benim de bu davete katılmamı istedi,fakat kabul etmedim,çünkü davet sahibi kişi Müslüman değildir.Üstelik de bir kadındı.bu itibarla böyle bir kimsenin davetini kabullenmem(dinsel inançlarım bakımından)haram olurdu.. “Kadınların davetine gidilmez, Müslüman olmayan kişinin yemeği yenilmez!”Çöl Araplarının ilkel yasaklarından birisi. Ostüzü.
“Kaptan ve tayfası Kadın Valinin huzuruna çıktıklarında, Urduca sorar:”Hepiniz geldiniz değil mi?”Bu soruya kaptan, İbn Batuta adlı bir bilginin kendileriyle seyahat etmekte olduğunu  ve fakat davete icabetten kaçındığını söyler ve kaçınma nedenini ekler.Bu açıklama üzerine Urduca,kaptana  hitaben:”Derhal onu buraya getirmek üzere adamlarıma emir ver”,der ve kendi askerlerini de bu işe tahsis eder.Kaptan,askerleriyle birlikte gemiye dönerek  İbn Batuta’ya :”Prenses’in emrini yerine getirmek üzere seni almaya geldim!”der.Olayın bundan sonraki kısmını İbn Batuta’dan dinleyelim:
“Prenses’in huzuruna çıktığımda kendisini azametli bir tavırla makamında oturur buldum. Selâm verdim, selâmıma karşılık bana Türkçe olarak mukabil selâmda bulundu ve hangi ülkeden geldiğimi sordu. Ona.”Hindistan yolu ile geliyorum” dedim. Bana Hindistan hakkında sorular sordu ve oralarda olan bitenlerden kendisini haberdar etmemi istedi.verdiğim bilgiler üzerine :”Bu ülkeye mutlaka sefer açmalı ve oraları kazanmalıyım ,çünkü oraların zenginliği,bereketliliği  bana cazip görünmekte”,dedi.Kendisine “evet bunu yapmanız çok yerinde olacaktır” diye yanıt verdim.Konuşmalarımızın bir yerinde vali,deniz seyahatine rahatlıkla devam edebilmem için bana elbiseler hazırlanmasını  emretti ve ayrıca iki filin taşıyabileceği  miktarda pirinç,iki öküz,on koyun ve şurup hediye etti.Kaptanımızdan öğrendim ki,prensesin emrindeki orduda kadın aksarlar,kadın cariyeler ve hizmetçiler vardır ve bu kadınlar tıpkı erkekler gibi savaşmaktadır.Yine kaptanımız bildirdi ki,prenses düşmanlarına karşı giriştiği savaşlardan birinde,askerlerin ricat etmesi üzerine ,düşman saflarını tek başına  yarıp(karşı tarafın)hükümdarının karargâhına kadar sokulmuş ve bir kılıç darbesiyle onu yok etmiş.Kırallarının bu şekilde öldürüldüğünü gören düşman ordusu da bir an içinde dağılıp,kaçmış.Bu başarıdan sonra prenses babasının huzuruna çıkmış,olanları anlatmış ve babası ona,erkek kardeşinin yönetmekte olduğu bu bölgeyi hediye etmiş.Yine kaptanımızın söylediğine göre ,prensesle evlenmek isteyen nice yiğit kişiler bulunmakla beraber prenses hiç birine  aldırış etmemekte ve şöyle demektedir:”ben,ancak benimle boy ölçüşebilecek biriyle evlenebilirim!” Fakat ne  var ki,hiç kimse prensesle dövüşmeyi göze alamamaktadır; zira yenilgiye uğradığı taktirde gözden düşeceğini düşünmektedir.”
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür, Şeriatın çöl masallarını din diyerek doldurmuş olduğu kellelere bunları anlatmak boşuna olur. Şeriat; bu dünyada kul ve köle haline soktuğu zavallılara öteki âlemdeki Kadınları, Hurileri ve Gılmanları bol keseden dağıtarak beyinlerini yıkamakta, cenneti de bir genelevine döndürmektedir. Erkeklerden çok üstün tutulan Türk Kadınları da bir sürü halinde ve iradelerine bakılmaksızın Ümmetleşen toplumların Müslüman erkeklerinin maslahatlarını keyfine tahsis edilmektedir.Şimdi iyice okuyunuz da Analarımızın,bacılarımızın ve tüm kadınlarımızın nasıl alçaltılarak küçültüldüklerini iyice okuyunuz.İşte İran,İşte Afganistan,işte kadınları hiç sayılan Müslüman ülkeleri.İşte,Türk kadınlarına hazırlanan öteki dünyada bile geçerli seks köleliği.Kadınların özgür olmadığı bir yer bana göre cehennemdir.Müslüman erkeklere tanıtılan cenneti ben asla kabul etmem.Çünkü ve dahi çünkü Ulu Tanrımız kadınları dünyamızı cennet yapmaları için kendisine en yakın olarak yaratmıştır.İnsanları doğuran kadının erkeğin eye kemiğinden yaratılması da ilmen     mümkün değildir.O zaman tüm insanların DNA’LARI ve kan gurupları bir olmak zorunda olurdu.
Türk toplumlarının Müslüman olmadan önceki kadına bakışını özet olarak verdim. Bendeniz; Hz. Muhammed’in gerek Kur’anı Kerimde gerekse hadislerinde tanımladığı kadına bakarken bir hususa çok dikkat ederim. Buradaki tanımlanan kadın Türk kadını olamaz. Çünkü Hz. Muhammet, Türk kadınını hiç görmemiştir. Abbasi Halifelerinden Harun Reşit’in eşlerinden birisi de Türk kadınıdır.Önce şu ayeti bir güzel ve kıvırtmadan okuyalım:
“ŞURA SURESİ(42’inci sure) 7 ‘inci ayet:”ve işte böyle sana –Muhammed’e—Arabî bir kur’an vahyetmekteyiz ki Umm’l Kura’yı(Mekke şehrini) ve çevresindekileri sakındırasın ve o toplama gününün dehşetini haber veresin-Onda şüphe yok; bir fırka cennet’te, bir fırka sair’de(Çılgın ateş içinde)”Kur’anı Kerim ve İzahlı Meali s.482.Elmalılı Hamdi Yazır.
Şimdi de İslam Dininin ana kaynaklarından kadın denilen insan cinsinin özelliklerine bir gözatalım:
-“İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir!”2’inci bakara/İnek/Suresi 282’inci ayet.
“Kadınlar aklen ve dinen dûn yaratıklardır.”Hz.Muhamet’ten Hadis.
“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı’da, ev’de ve at’ta.”Hadis.
“Namazı kat’eden şeyler; Kara köpek, eşek, domuz ve KADIN’DIR” HADİS.
“Kadınlar arasında Sâliha kadın yüz tane karga arasında alaca karga gibidir”Hadis.
“Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”Hadis
“Bana Cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlar.”Hadis.
“MİRASTAN PAY OLARAK ERKEĞE İKİ DİŞİNİN HİSSESİ KADAR VERİLİR. ”4’ÜNCÜ NİSA Suresi, ayet 11 ve 176.
Ebu Hureyre’den rivayet:
“Kadın eğe kemiği gibidir; onu doğrultmak istersen kırarsın,onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmağa bak”.EK:Cennette bir maslahatın keyfine 72 Müslüman kadın’Ostüzü.Namaz kılan Müslüman kadınların 72’sine de bir maslahat!
Cabir’den rivayet:”Kadınlar, insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar.”
Yüce soylu ve başımızın tacı evimizin ve dünyamızın güllerini nerelerden nerelere getirerek bırakmış ve Arap mesellerine kurban etmişiz. Peygamberleri ve kadınları seks aracı yapanları  doğuranların da kadın olduğunu unutmuşuz. Bir Afganlı Yüzbaşı,/sonradan General olan İsmail Ferman/ bana:”Bizim analarımız köle, köleler de ancak köle çocuklar doğurur. Mustafa Kemal Atatürk’ün kızları hariç!” Demişti. Hafife alınan Türk asıllı saz şairi, Anası Türk olan Emevi Halifesi Mutasım’ın huzurunda:”Tanrı Türk ellerinde köle yaratmaz” demişti.(1) Örnekler gösterilen kaynaklardan ve Büyük Hukukçumuz Profesör Dr. Rahmetli İlhan Arsel’in “Şeriat ve Kadın” adlı eserinden alınmıştır
Milli Mücadele’deki isimsiz binlerce kadın kahramanın yanı sıra isimleri halen zihinlerde olan kadın kahramanlardan bazıları şöyle:

ONBAŞI HALİDE

Romancı Halide Edip Adıvar ise "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşı’na katıldı. Uzun süre cephelerde savaşan Halide Onbaşı, savaş alanındaki yararlılıkları nedeniyle İstiklal Madalyası almaya hak kazandı. Türk bağımsızlık savaşının bir sembolü olan Adıvar, Türk edebiyatına kazandırdığı eserler ile günümüz Türk gençlerine çeşitli dersler vermektedir.


KARAFATMA (FATMA SEHER)

"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş Bey ile katılır. I. Dünya Savaşı’nda, ailesinden 9–10 kadınla Kafkas Cephesi’ne gider.

Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.

Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen, kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için mücadele eden Kara Fatma’nın müfrezesinde savaşanların sayısını 350’ye çıkardığı bilinir.

Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat ederken, cumhuriyetin temellerinin atılmasında pay sahibi olmanın mutluluğunu yaşamış kadın kahramanlardandı.

TARSUSLU KARAFATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA

Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8–10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir.

Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır.

Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi vermez.


İKİ OĞLUNU ŞEHİT VERDİ KENDİ GAZİ OLDU

Yunanlıların İzmir’e girmesiyle Milli Mücadele saflarında yerini alan Ayşe Hanım, İzmir’in Yunanlıların eline geçmesi üzerine Aydın’a gider. Aydın civarında kahramanca dövüşen Ayşe Hanımın burada büyük oğlu şehit düşer. I. ve II. İnönü Savaşlarına katılan Ayşe Hanım, ikinci oğlunu da bu savaşlarda şehit verir. Sakarya Meydan Muharebesi’ne de katılan Ayşe Hanım, bu savaşta kasığından yaralanır ve tedavi gördükten sonra müfrezesine katılır.

GÖRDESLİ MAKBULE

Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşı’nı kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördesli Makbule, kocası ile çete kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922’de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah arkadaşları düşmanı yenerler.

FRANSIZLAR’A YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ KADIN

Adana ve yöresinde Fransızlara karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlara yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer.

BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI
Kahramanmaraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenlerin arasında Bitlis Defterdarının Hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı olarak bilinen bu kadın kahraman da, Kayabaşı Mahallesi’nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılır.

TAYYAR RAHMİYE

Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiyse Hanım da, 9. Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir.

Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız karargâhına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır

BİNBAŞI AYŞE
İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs, göğüse çarpışmış pek çok Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe de, adını hep minnet duygularıyla anmamız gereken kahramanlar arasındadır. Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatmaktadır:
“...Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukavemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva–yı Milliye birliği teşkil edip, bilahare Nuri Çetesi’ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı’ya çekildik. Bu suretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna kadar iştirak ettim.
İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyade mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları’ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı.”...
Binbaşı Ayşe, kocasının en kıymetli birer yadigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece, derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir.

SÜREYYA SÜLÜN HANIM
İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman; Milli Mücadele yıldızlarından bir yıldız daha: Süreyya Sülün Hanım... Van’da doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın korkunç zulüm ve Taarruzuna maruz kalmış, babası şehit olmuştur. Nihayet, bir araya gelen beş yüz civarında cengâver, Erek kasabasında toplanarak aziz topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii, Süreyya Sülün hanım ve üç kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.
...Yoğun bombardıman altında ilerleyerek Karaköse’ye gelen bu kahraman Kuva–yı Milliyeciler, Murat Irmağı boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar. Beyazıt’a doğru yürürken yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce Türk köylüsünün işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalimi yapan düşmana hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün Hanım vardı...
Iğdır civarında kanlı çarpışmalar oldu. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya’dan devamlı surette takviye alıyordu. Beş yüz yiğit, yılmadan, kaçmadan dövüştüler. Ölüyor, teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şahadet şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve cenk meydanını terk etmedi. Kala, kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra Karaköse’ye çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu’na iltihak etti. Bir ara yaralandı ve Erzurum’a döndü

NENE HATUN (1857 – 1955)
Tarihimize "93 Harbi" adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Türk kadını. Erzurum'da doğdu, tam doksan sekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini "Üçüncü Ordu'nun annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da zatürreeden vefat etti, Aziziye Şehitliğine gömüldü.
Nene Hatun, Erzurum'da doğdu. 98 yıl Erzurum'da yaşadıktan sonra yine Erzurum'da, zatürree hastalığından hayata veda etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından ANNELER ANNESI seçilmişti.

NEZAHAT HANIM
Gördes ve İnönü meydan savaşlarında, çarpışmalara katılan 70. Alay Komutanı Hafız Halit Beyin kızı olan Nezahat Hanim 8 yasında öksüz kalmış ve babasıyla cephelerde dolaşmıştır. Askerlere hizmet ve cesaret veren Nezahat Hanım’ın 100 den fazla düşman askeri öldürdüğü bilinmektedir








İzleyiciler

Blog Arşivi