1 Mart 2012 Perşembe

609/TABANI GEÇ KIZAN YİĞİT!

                                                                                 
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;01 Mart 2012.

                   TABANI GEÇ KIZAN YİĞİT!

         Sanki her kötü durumdan bendeniz sorumluymuşum gibi,”Nolcak şimdi?”,Sen bu işlere ne deyon?”Gibilerden sorulara muhatap olmaktayım. Dün de böyle bir soru ile karşılaştığımda, ne desem beğenmeyeceğini, ille de kafasının içindeki yanıtı arayacağını bildiğim birisine bir olayı anlattım:
         Zamanın birinde; çok zengin bir devletlû, yükleri paha biçilmez derecede kıymetli mallarla dolu dört yüz develik bir kervan düzenleyerek kervanın güvenliğini de çok yaman, gözleri kanlı eli palalı bir yiğide vermiş. Az gitmişler,uz gitmişler,devletin kaba kuvvet olduğu bir vadiye girerek mola vermişler.Tam bu sırada Kırk Harami gelerek kervanı soymuş ve kırk Harami de ol gözleri kanlı Yiğidin ırzına geçmiş.Son Harami işini bitirdiğinde,tumanını toplayan ol Yiğit,yerleri vü asumanı titreten bir nara atarak tüm haramileri öldürmüş.Mallarına kavuşan devletlû ,ol Yiğidi huzuruna çağırarak:
         “Bu Yiğitliği önceden yapsaydın da, ne kervanımız soyulsaydı ne de senin ırzına geçilmiş olsaydı olmaz mıydı?”Dediğinde, Ol Yiğidimiz:”
         “Devletlu Efendim; Kırk kişi benim ırzıma geçmeden benim yiğitlik damarım kabarmıyor!”Demiş.Kervan sahibi,ol Yiğide bir kese altın fırlatarak:
         “Al bu keseyi de defol git.39 Harami benim kervanımı soysalar, mallarım gittiğiyle sen de düzüldüğünle kalırsın!”Diyesiymiş! Dediğimde, bana soru soran Âdem bön ve bön yüzüme bakarak:”Ne ilgisi var bu öykünün?”Dedi.
         “Bensize bir olayı anlattımdı!
         “Bu olayın günümüzle ne ilgisi ola ki?”Dediklerin de:
         “Vallahi ben de bilmeyrum!”Dedim!
    

608/PATATESLER+++

                                                                                    
                                
         OSMAN TÜRKOĞUZ,
         Çeşmealtı ;14 Mayıs 2008/07Şubat 2012,
         osmanturkoguz@hotmail.com. Gördüğüm lüzum üzerine. 
Yarasaları kılavuz yapan toplumların varacakları yer tarihin yıkıntılarıdır!” Vatan haini ve 30.000 kişinin katiline özel bir adada görkemli, beleş bir yaşam; kahramanlara ve bilginlere ve yazarlara da tek odada çileli bir esaret!
         Osmanlılar övünecek işler de yapmışlardır:
         1*Kendi tarihlerini mürekkeple, Türkün tarihini de kanları ile yazmışlardır!
          2*Yeryüzünün bilinen bölgelerinden köle olarak saraylarına doldurdukları kız ve oğlanlarla Ayş’ı Nuş etmişlerdir!
          3*Başına geçmiş oldukları Türk Milletini ümmetleştirerek,”Allah yoluna cenk ettirerek, devşirme ve köle döllerinden daha aşağıya saymışlardır!Kemiklerini de dünyanın dört bir bucağına gömmüşlerdir!
           4*Türk sıfatı hakkında en aşağılayıcı deyimler üretmişlerdir:
           Kapını Türk’e sırtını da kürke alıştırma!”
           “Türk değil mi Marsıvanın eşeği, eşek değil eşekten de aşağı!”
             5*”Türk’ten Vezir ve Yeniçeri olmaya!”   
         Hukuk devletinden, kanun ve şahıs devletine döndürülen; Anayasasını yasalarını ve Cumhuriyetimizin tüm kazanımlarını yok sayan bir iktidar,Başkanlık sistemini de getirirse:
         Ülke Bir başkanın mülkü, o ülkenin insanları da o mülk sahibinin  kulları sayılır,”Allah yoluna cenkler” yeniden başlar, Türk Mustafa Kemal tarafından getirilmiş olduğu Türklük zirvesinden Arap uşaklığına ve ümmetçilik batağına sürüklenerek, dokuz yaşından yukarı kızlarının ırzlarına geçilir, erkekleri de horoz gibi, kümesine kapattığı kadınları cinsel yönden, bu dünyada ve Cennette de sömürür. Ülkenin tüm servetleri yabancılara peşkeş çekilir, toplum Arap ve Yahudi meselleriyle ve bir paket yiyecek maddesiyle avutulur. Toplum, mutluluğu öteki âlemde arar inancıyla uyutulur. Camilerde ve politika meydanlarında ahiret masalları ile  uyutulan toplum, uyutanların saraylardaki yaşamların Tanrıdan olduğuna inandırılır!PS:Suudi Arabistan’ın ve Körfez Arap beyliklerinin ve Kuveyt’in hallerini görmemek için hain olmak gerekir!    
         Yüce Tanrımız da bir daha Mustafa Kemal vermez. Yerimiz de Sümerlerin , Asurluların ve Hititlerin yanıbaşları olur!                                                       PATETESLER.
           Patates denilen yamru yumru ürün, Domates, Fasulye, Kakao ve Hindi gibi, Amerika kıtasından gelmedir. Dünya üzerinde, binlerce tür PATATES çeşidi mevcuttur. Patlıcan, Biber, Domates ile birlikte kızartılan Patates yemeğine bayılırım. Fakir fukara, ellerine geçirdikleri etin içersine Patates ekleyerek yenilen bir sofra’da buluşurlar. Geçmiş yıllarda; kışlalarda, Patates soymak çok zor bir mutfak göreviydi. Hele şükür; bir sivri akıllı ortaya çıkarak Patates Soyma Makinesini icat ederek Patates soyma derdini sona erdirdi. Kızartılmış, ince dilim Patatesler, nerede ise dünyayı istila etti. Bu PATATES öyküsü, birdenbire, neden mi beynime takıldı. İngiltere’de ve tüm dünya’da atasözü haline gelmiş olan, İrlandalı bir yazarın özdeyişini okuduğum torunumun değerlendirmesini, Sayın Bay Fazıl Emre’nin, Kuşadası’nda yaptığı OSMANLI SERANAT’I hatırlattı. Kupkuru, geçmişleri ile övünenlere:”Yalınız ataları ile övünenler, Patatese benzerler ki İşe yarar kısımları, toprağın altındadır.”Dediğimde, torunum da.”Dedeciğim Patateslerin toprağın üstünde kalan kısımlarını inekler ve eşekler bile yemezler. Toprağın üstündekiler, kendi değersizliklerini örtme savaşındalar. Biz, geçmişten dersler çıkartarak, kendi geleceğimizi ve gelecek çağların geleceklerini kurtarmak için, kendi çağımızdaki savaşımıza bakalım.” Dediydi. Çağrışım denilen olgunun gücü; benim, bu patates savaşına bu şekilde girmeme neden oldu.
         Ünlü bir Romalı:”Geçmişlerini doğru, dürüst bilmeyenler, yaşamları boyunca, hep çocuk kalırlar.”Demiş, doğru söze ne denir. Bendeniz, ilk önce, Üçüncü Mustafa’nın bir şiiri ile Er Meydanına gireceğim. Üçüncü Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler yazmıştır. Şimdi, kendi devrinden ve devletinden nasıl yakındığını okuyalım.
               “Yıkılıptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;
                Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,
                Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele,                                       (Saadet kapısında gezenler hep rezillerdir)
                İşimiz kaldı heman Merhamet’i lemyezele.
                Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,
                Envai inayatını kıldın bana ihsan,
                 Gördüm, fukara kullarının hali perişan,
                 Her biri ider mihnet ile çaki giriban
                 Tahribi bilad itmek ile dümen’i İslam
                 Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.
                 Her semt’i memalik denice türlü mehalık.
                 Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.                                   
                 Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,
                 Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.
                 Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz
                 Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.
                    1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:
“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,
Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan
Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah.”Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25
             Şeyhülislam Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda yalınız kaldıklarında:”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar.”Der. Sadrazam, bu nasihata bozulur, alaylı bir biçimde:”Bak şu dönen işlere ki, hep hak yiyenler dediklerinizin servet ve saltanatları var. Beri tarafta, hak, hak diye çenesini yorup duranlar ise, ya sürünecek, ya da dövünecek hallere düşüyorlar. Bunun hikmeti nedir acep?”Diye dalga geçer.
Tamı tamamına (135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halk; bakınız,olayahangipencereden bakmıştır:”                                                                                                                
        Eyeri kaltağ Osmanlı,
                  Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                  Eyeri kaltağ Osmanlı.                                                                                    Ekende yok, biçende yok
                  Yiyende ortağ Osmanlı”.
           Şimdi, kalkıp,   Rahmetli Fikret’in,  HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım? .Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin(1371–1439) HARNAME adlı hicvini okumayan var mı? Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin sosyal tarihi değil de nedir? Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük şairidir.(1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış,1556 senesinde de vebadan ölmüştür. Kanunî Sultan Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır. Kanunî de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı. Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun İstanbul Elçisi BUSBECK’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR çekimidir.(1554–1562 arası).ŞİKÂYETNAME’NİN başlangıcını okumak yeterlidir. Kanunî’nin emri ve haberi olmadan maaşının verilmemesi düşünülemez. Kanunî’yi uyaranlar :” Devletlû ve dahi Azametlû Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR! Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız bilürsünüz;” dediler. Maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı. ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:”Selam verdim, rüşvet deyildir deyü almadılar. Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit olmadılar. Eğerçi zahirde suret’i itaat gösterdiler, amma zeban’ı hal ile cemi sualime cevap! Verdiler…” Avusturya Elçisi Busbeck,1555 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’ da bulunan dostlarına yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir. Bu mektuplardan bir iki parça vermekle yetineceğim. Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi:”Gerçekte, Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa gitmiş olması için dua edecektir”.s. 38
“İyi tanıdığım, yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü. İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktım edeceğini öğrenince, buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim. Kendisine, iki ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının, yenilginin sürekli bir anısı olarak, düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282
“Rüstem, her zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi. Politik durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı. Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245
“Rüstem, tercüman’a: Sizin fikriniz nedir,  Busbeck’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: Busbeck, vaat ettiği hediyeleri verir.”Dediğinde;”git evine, sor o’na.”Der. Bu konuda Busbeck’i dinleyelim:”şimdi, yanımda, her türlü olasılığa karşı,(5.000) Düka altını var. Bu miktar altın,(6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir para vaat etmiştim.”S.246
           Yeniçeri Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi, Kanunî’nin Damadı bile olmuştu. Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen, Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade MUSTAFA’YI ve BEŞ Oğlu ile Şehzade Beyazıt’ı boğdurtmuşlardır. Busbeck:”Bir insan olarak, Şehzade Mustafa’nın ölümüne üzüldüm. Bir Türk düşmanı olarak ta sevindim. Tanrı, Atilla’yı dedelerimizin başına, Fatih Sulta Mehmet’i babalarımızın başına, Kanunî’ de bizim başımıza musallat etti. Şeyh zade Mustafa öldürülmeseydi, çocuklarımızın başına musallat olacaktı.”Diyor.
        Ben, bu konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş. Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı dönemini göklere çıkartarak:”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi olacağız,” buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada. Bu Beyefendi, hiç merak etmesinler, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Osmanlı devleti gibi olmasına izin veremeyiz. Demek ki, bu zat’ı muhterem de gidişata bakarak, sonumuzu iyi görmedi! İşte, bu tutarsız toplantı yüzünden bu yazıyı, çalakalem yazdım.
             Osmanlı döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk kökenlidir.3”TÜRK’TEN VEZİR OLMAYA!”Ve”Türk’ten Yeniçeri alınmaya!”Ferman’ı Hümayun
             Osmanlının bu konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının 5nci maddesinin, TÜRKTEN YENİÇERİ ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da haberi şerifleri yoktur sanırım. Arnavut kökenli Koçi Bey, Dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar:”Belli tarihten beri, Yeniçeri ocağına, Kürt, Türk, Ağdacı, Tellak, Yol kesici, v.b…Alındığından, ocağın düzeni bozulmuştur…”Der. İkinci Murat döneminde, Yazıcı oğlu Ali’ye Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde,”ula Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU TÜRK NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ GÜNÜ OLAN,27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti ile boğdurulmuştur.
      Daha anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar. Osmanlı Tarihçisi NAİMA, Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak, Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I Bİ İDRAK)-Akılsız,  idraksiz Türk –diyebilmiştir. Lütfen, Von HAMMER’in Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir yerinde:”Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan…” Değerlendirmesini görürsünüz.
         Osmanlı’nın biz Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur?” Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık, lık içer ayranı!”
         Osmanlı Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil miydi?
         Osmanlı dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler. Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız. Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının, hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof.Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü araştırmasından öğreniyoruz. Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.
          Anadolu, anlatılan ve üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler olduğunu bir de benden okumalısınız. Osmanlı devleti, tam (375) sene, Mekke ve Medine’ye Sürre Alayları ile neler mi gönderdi. Sürre Emini’nin atının eyer takımları altın ve gümüşten imal edilirdi, Urgan olarak kullanılan kısımları da saf ipekten yapılırdı. Götürdükleri eşyanın tutarı da akıllara zarar verecek cinsten idi.
         —200.000Düka altını,20.000ton buğday,
           —100.000 kat, elbise, çakşır, camedan, şalvar
           —100.000 adet kaftan,
           —Kâbe’ yakılacak bir senelik gülyağı. Samanlı, tam (375) sene Kâbe’de GÜLYAĞI yaktırmıştır. E.B.Şapalyo, Mezhepler ve Tarikatlar tarihi
           Bir de, Şu Damadı şehriyarı Hırvat’tan dönme Rüstem Paşa’nın Terekekesini görelim. Kardeşi Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın Damadı ve karındaşından ünlüdür.4
          Rüstem Paşa’nın terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cöngünden alınmıştır. Eşi Mihri Mah Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000Düka altını bıraktığı da rivayet edilmektedir.
        —8.000 adet güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli Mushaf. 5.000adet çeşitli kitap, Memlûk köle,(oğuz,Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve Rumeli’nde 815 çiftlik,2900 muharebe atı,476 su değirmeni,1106 adet deve,5000 sırmalı kaftan,8000 kavuk,11.000sırmalı kavuk,2.900zırh,2.000cübbe ve cevşen(örme zırh),600 gümüş eyer,500 gümüşlü miğfer,500altın kakmalı murassa (cevherli) eyer,130 çift altın eyer,700 murassa kılıç,1000 gümüşlü mızrak,70.000Düka altını,112yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde,1000yük kuruş,(100.000.000guruş). VON Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
         Osmanlının tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta, gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D:N.A. yapısı oradaki Türk vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı? Ben, hiçbir kimseye hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline. Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
           Rüstem Paşa’nın saptanabilen tereke kesinini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz. Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?”Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
            Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz."Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ
             
                              

                                                       

                                                                 

607/İKİ ÖPÜCÜK!

                                                                       
OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                    İzmir;01mart 2012.

                            İKİ ÖPÜCÜK!
                    NE ÇARE!
         Bir dalda, kırmızı gül
                   Yeşil yaprak, Mor diken;
         Ölümlere alışmışım ne çare?
                   Deniz, deniz özlemindir
         Dağ, dağ İçime çöken.

                   BÜYÜMEMİZ!
         Büyümek ağaç gibi,
         Geçmişe ve geleceğe;
         SEN geçmişe büyüyorsun A Gülüm,
         BEN geleceğe!

İzleyiciler

Blog Arşivi