TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
TV. İZMİR;05 Şubat 2015.
DİN ULEMALARINA! SUALİMDİR!
İsıd
denilen, insan kasabı Sapıklar, Ürdünlü bir Pilotu demir kafes içinde
yakmışlardır. Bizde de, 37 Aydınımızı Sivas’ta bir otele doldurarak yakanlar,
Türkiye Cumhuriyetinin en üst katlarına taşındığı gibi avukatları da
milletvekili yapılmışlardı. İnsan yakma olayı Hıristiyanlıkta da vardır. Bilim
adamları ve cadılıkla itham edilen kadınlar şehirlerin meydanlarında,
papazlardan oluşan engizisyon mahkemelerince yakılırlardı.16 Şubat 1600’de Ünlü
Gök bilgini GİARDANO BRUNO Roma’da yakılmıştı. Fransız din reformcusu Kalven de
İspanyol hekimini yaktırtmıştı.
Bizim
Diyanet İşleri Başkanımız, Beleş 600 Mercedes Longa sahibi Mehmet görmez de,
Zavallı Pilotun yakılması üzerine Müslümanlığı öven bir Hadisle olayı protesto
etmişti:
“Diyanet İşleri Başkanı Görmez, "Peygamberimiz
insana zarar veren bir börtü böceği bile yakarak öldürenlere lanet
etmiştir," dedi.
ANKARA
“
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, IŞİD'İN Ürdünlü pilotu öldürmesine
ilişkin, "İslam peygamberi, insana zarar veren herhangi bir börtü böceği
bile yakarak öldürenlere lanet etmiştir. Maalesef İslamiyet'in, İslam
dünyasının, bu tür vahşetlerle, bu tür dehşetlerle, bu tür insanlık
dışı uygulamalarla gündeme geliyor olması, gerçekten İslam dininin iki
taraftan büyük bir haksızlığa uğradığını gösteriyor. Hem içeriden hem de
dışarıdan!"Dedi.
Şu
sorularıma yanıt bekliyorum:
1-Hz.
Muhammet,KUREYZA YAHUDİ KAVMİNİN erkeklerinin etek kıllarına bakarak,siyak
kıllıları ölüme,sarı kıllıları,kadınları ve çocukları satışa yolladı
mı?Ailelerinin gözleri önünde Dokuz yüz Yahudinin başları keserek öldürdü mü?!
2-Hayber
Yahudi Beyini ve oğlunu, hazinenin yerini söyletmek için, bizzat yanan odunla
döverek öldürdü mü?!
3-Halife
Ebu Bekir, Güney Arabistan’da Müslümanlığı terk edenleri,neden ve ne dayanarak
yaktırttı?!
4-Halife
Ebu Bekir,Hadramut’ta Hz.muhammedin ölüm yıldönümünde alkış tutan kadınların
ellerini neye dayanarak kestirtti?! PEKİ
Sayın Mehmet Görmez Beyimiz; Fatih’İN TÜM HURİFİLERİ ATEŞ
ÇUKURLARINDA YAKTIRTMASINA NE BUYURURSUNUZ?!İşte belgesi!
“Edirne'nin hemen dışındaki geniş
çayırlarda, 1450'li yılların sonlarına doğru günlerce devam eden bir çabayla
büyük, çok büyük ve birkaç bin kişiyi alabilecek devasa bir çukur kazıldı.
Kazma işi nihayete erdikten sonra, çukuru bir ormanın hacminden daha fazla
miktarda odunla ve çalı-çırpı ile doldurup odunları ateşe verdiler. Hararet,
cehennemi hatırlatır gibiydi. Alevler göklere yükseldiğinde, askerler, elleri-kolları
bağlı binlerce kişiyi ite-kaka çukurun etrafına sürüklediler. İlk tekbiri,
herkesin hürmet gösterdiği sarıklı, yaşlı bir zât getirdi. Bunu, çukurun
etrafındaki askerlerin gerisinde durup olup biteni takip eden binlerce kişinin
hep bir ağızdan getirdiği tekbirler ve ardarda sıralanan lânetler takip etti.
Askerler, çukurun başına sürükledikleri elleri-kolları bağlı binlerce kişiyi
bir anda alevlere atmaya başladılar. Diri, diri ateşe fırlatılanların
feryadları tekbirlere ve lânetlere karışıyor; kavrulanların miktarı arttıkça
çukura odun takviyesi yapılıyordu. Etrafı genzi yakan ve dayanılmaz bir yanık
et kokusu sarmış, duman her tarafı bürümüştü. Ama saatler boyu devam eden bu
facia dinmeden, hiç kimse meydanı terketmedi; son kurbanın da kömürleşmesine
kadar orada kaldılar ve diri, diri kavrulanların ruhlarına lânet okuduktan
sonra dağıldılar. Yakılanların suçları "Hurufi" olmaları, yani İslam
tarihinin en esrarlı, en karmaşık ve en militan mezhebine mensup
bulunmalarıydı. 16’ıncı asrın biyografi yazarı Taşköprüzâde Ebu'l-Hayr
İsâmü'ddin Ahmed Efendi, "Şakâiku'n-Nu'mâniyye" isimli eserinde
Hurufilerin diri, diri yakılmalarını anlatırken "Dalâlete düşenler, lâyık
oldukları ateşe işte böyle kavuştular" diye yazacak; Hurufiler, Edirne'de
1450'li yılların sonlarında yedikleri bu darbeden sonra bellerini bir daha
doğrultamayacak ve sır dolu bir grup olarak tarihe geçeceklerdi. Hurufi
mezhebini, İran'da 1340 senesinde doğan Şihabüddin Fazlullah adında bir
tasavvufçu kurdu. Fazlullah,
Kendisinden asırlar önce varılan aşırı
mezheplerin, özellikle de Bâtınililiğin etkisi altındaydı. Mezhebinin inanç
temelini "harflerin ve sayıların kutsallığı" düşüncesi ile
"ses" kavramı teşkil ediyordu. "Ses", Fazlullah'a göre her
varlıkta mevcuttu; hatta cansızlarda, meselâ taşlarda bile bu özellik vardı.
İki taşın birbirine vurulması neticesinde işitilen ses, cansız maddelerin sahip
oldukları bu özellikti.”
“DERİSİNİ YÜZDÜLER!”
“Ses olgunlaştığı zaman "söz" olur, söz de harflerden meydana gelirdi, dolayısıyla herşeyin aslı "harf" idi ve her harfin belirli bir sayı değeri vardı. İşte, bu temelden yola çıkan Fazlullah'a göre İslamiyet ile ilgili bütün meseleler Arapçanın 28, Farsçanın da 32 harfiyle izah edilebilirdi. Herşey sayıda gizliydi, sayıların arasındaki ilişkiler vasıtasıyla Kuran’ın yorumlanıp gizli sırların öğrenilmesi ve mutlak gerçeğe ulaşılması mümkündü. Hurufilik, İslam uleması tarafından ilk zamanlarında aşırı bir mezhep gibi görüldü ama Fazlullah'ın daha sonraları dünyanın, ahıretin velhasıl herşeyin temelinin kendisi olduğunu söylemesi ve "Ben, aslında Hazreti İsa'yım, dünyayı kurtaracak Mehdi, benim" demesi üzerine Hurufiler kâfir kabul edildiler. Bu sırada giderek daha fazla taraftar toplayan Hurufilerin siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmaları üzerine, Timur'un oğlu Mirânşah, 1394'te Fazlullah'ın kafasını kestirdi. Sonra derisini yüzdürdü, cesedini ip bağlatarak pazarda dolaştırdı, etini köpeklere yedirdi ve vücudundan kalan bütün ateşe attırdı. Fazlullah'ın idamına rağmen sayıları ve güçleri giderek artan Hurufiler hemen her yerde sıkı bir takibe uğradılar. Ele geçirilenlerin ya derileri yüzüldü yahut yakıldılar; hayatta kalabilenler de, kurtuluşu Anadolu'ya geçmekte buldu. Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed'in iktidar yıllarında sayıların ve harflerin cazibesiyle hükümdarı bile etkileyerek saraya sızmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi başardılar. Ama devletin güçlü veziri Mahmud Paşa yine o devrin en güçlü din âlimlerinden Fahreddin-i Acemi'den "kâfir oldukları" gerekçesiyle Hurufilerin canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartınca, Fatih'in söyleyecek sözü kalmadı. Neticede, Edirne'deki o büyük ateş yakıldı ve ateşin başında ilk tekbiri de Fahreddin-i Acemi getirdi. Ayrıntılarını yıllar önce rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı'nın ortaya çıkardığı bu gizli mezhebin inançlarına bugün artık sadece tarih kitaplarında rastlanıyor. Siyasetin yanı sıra kültür ve sanat çevrelerini de asırlar boyunca etkilemiş olan bu akımı artık bir mezhep yahut din değil, kültür kaynağı olarak kabul edenler ve sistemin temelinde varılan "ebced" ile "Cifir" meselelerine alâka duyanlar bugün hâlâ mevcut. İslamiyet'in "Matrix"i olan ve gölgesi günümüzde çok dar bir çevrede devam eden Hurufiliğin ayrıntılarını merak edenler, bu sayfadaki kutulara ”EK: Sait’i Norsi denilen Dine, Akla, İlime ve Türklüğe düşman Sapık ta CİFİRİ, Hurufiliği kullanmaktadır! BİZİM SAPIKLAR DA BUNA İSLAMIN MODERN YORUMU DEMEKTEDİRLER! ÇÜŞŞ!
“DERİSİNİ YÜZDÜLER!”
“Ses olgunlaştığı zaman "söz" olur, söz de harflerden meydana gelirdi, dolayısıyla herşeyin aslı "harf" idi ve her harfin belirli bir sayı değeri vardı. İşte, bu temelden yola çıkan Fazlullah'a göre İslamiyet ile ilgili bütün meseleler Arapçanın 28, Farsçanın da 32 harfiyle izah edilebilirdi. Herşey sayıda gizliydi, sayıların arasındaki ilişkiler vasıtasıyla Kuran’ın yorumlanıp gizli sırların öğrenilmesi ve mutlak gerçeğe ulaşılması mümkündü. Hurufilik, İslam uleması tarafından ilk zamanlarında aşırı bir mezhep gibi görüldü ama Fazlullah'ın daha sonraları dünyanın, ahıretin velhasıl herşeyin temelinin kendisi olduğunu söylemesi ve "Ben, aslında Hazreti İsa'yım, dünyayı kurtaracak Mehdi, benim" demesi üzerine Hurufiler kâfir kabul edildiler. Bu sırada giderek daha fazla taraftar toplayan Hurufilerin siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmaları üzerine, Timur'un oğlu Mirânşah, 1394'te Fazlullah'ın kafasını kestirdi. Sonra derisini yüzdürdü, cesedini ip bağlatarak pazarda dolaştırdı, etini köpeklere yedirdi ve vücudundan kalan bütün ateşe attırdı. Fazlullah'ın idamına rağmen sayıları ve güçleri giderek artan Hurufiler hemen her yerde sıkı bir takibe uğradılar. Ele geçirilenlerin ya derileri yüzüldü yahut yakıldılar; hayatta kalabilenler de, kurtuluşu Anadolu'ya geçmekte buldu. Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed'in iktidar yıllarında sayıların ve harflerin cazibesiyle hükümdarı bile etkileyerek saraya sızmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi başardılar. Ama devletin güçlü veziri Mahmud Paşa yine o devrin en güçlü din âlimlerinden Fahreddin-i Acemi'den "kâfir oldukları" gerekçesiyle Hurufilerin canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartınca, Fatih'in söyleyecek sözü kalmadı. Neticede, Edirne'deki o büyük ateş yakıldı ve ateşin başında ilk tekbiri de Fahreddin-i Acemi getirdi. Ayrıntılarını yıllar önce rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı'nın ortaya çıkardığı bu gizli mezhebin inançlarına bugün artık sadece tarih kitaplarında rastlanıyor. Siyasetin yanı sıra kültür ve sanat çevrelerini de asırlar boyunca etkilemiş olan bu akımı artık bir mezhep yahut din değil, kültür kaynağı olarak kabul edenler ve sistemin temelinde varılan "ebced" ile "Cifir" meselelerine alâka duyanlar bugün hâlâ mevcut. İslamiyet'in "Matrix"i olan ve gölgesi günümüzde çok dar bir çevrede devam eden Hurufiliğin ayrıntılarını merak edenler, bu sayfadaki kutulara ”EK: Sait’i Norsi denilen Dine, Akla, İlime ve Türklüğe düşman Sapık ta CİFİRİ, Hurufiliği kullanmaktadır! BİZİM SAPIKLAR DA BUNA İSLAMIN MODERN YORUMU DEMEKTEDİRLER! ÇÜŞŞ!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder