T.C.OSMAN TÜRKOĞUZ
TV. İzmir;28.Nisan.2009 /
Tekrar!22 Şubat 2013.
osmanturkoguz@gmail.com İHANETLER SÜRDÜRÜLDÜĞÜ SÜRECE!
CUMHURİYET,
ADAM GİBİ ADAMLARIN MEVSİMİDİR; PADİŞAHLIK KÖLELERİN,
YALAKALARIN VE KİŞİLİKSİZ DÖNEKLERİN MEVSİMİDİR!
DEMOKRASİ, CUMHURİYET Mİ?
Özgür
insanlar yetiştirmek içinse, Demokrasi ile biçimlendirilen Cumhuriyet!Davar
sürüsü yetiştirmekse murat Padişahlık!Ostüzü.
“Efendiler,
aziz milletime şunu
tavsiye ederim ki; bağrında yetiştirerek, başının üstüne kadar çıkaracağı adamların
kanındaki,
Vicdanındaki asli cevheri, çok iyi tahlil etmek
dikkatinden
bir
an bile tevakki etmesinler.”ATATÜRK.
“ Milletime şunu tavsiye ederim; egemenlik hakkını mutlak olarak, hiş kimseye,
T.B.M.M’ SİNE bile VERMESİN…”
ATATÜRK
“Her millet, lâyık olduğu şekilde yönetilir.”
Charles
Louis de Secondat Montesquieu(1699/1755.)
General
Simon Bolivar; emperyalizme karşı başarılı bir
başkaldırı, başarılı bir bağımsızlık savaşı, yeni bir devlet ve bu yeni devlete
yeni bir ad: BOLİVYA demektir.
Bu tarihi olay,
19’uncu asrın ilk çeyreğinde olmuştur.
Bizde de, böyle
bir gelenek vardır. Yiğit İYO adına İYONYA, TULUNOĞLU AHMET ADINA
TULUNOĞULLARI; SELAHATTİN EYYUBİ ADINA EYYUBİLER; OSMANCIK ADINA OSMANLI
İMPARATORLUĞU. Tayyip Erdoğan adına Tayyiban Devleti!
Kendi
tarihimizden vereceğimiz örnekler, sahifelere sığmaz.
Benim bildiğim, bir örneği daha
olmayan bir olay, yalınca bizim tarihimizde var: ÖZBEKİSTAN! Hani şu ünlü
Afganlı General Raşit Dostum’un MİLLETİ.
Milleti, ÖZBEK
adlı
hükümdarlarından çok memnun olunca; MİLLETLERİNİN ADINI ÖZBEKLER koydukları
gibi, ülkelerinin adını da ÖZBEKİSTAN koymuşlardır.
Türk
Ulusu, tarihi boyunca, irili, ufaklı tamı tamına 114
devlet kurmuştur. En son kurduğu devlet te TÜRKİYE CUMHURİYETİ olmuştur. Sonra
da; KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’Nİ KURMUŞTUR. Daha önceleri; TÜRKİYE adında
iki devlet kurduğumuzu da bilmekteyiz:
*-Mısır’da kurulan “DAVLE
TÜRKİYYE”, ya da “DEVLETİT TÜRKİYYE”.
Osmanlılar,1517’de ortadan
kaldırdıkları bu Türk Devletini, aşağılamak için “KÖLEMENLER”, ya da
“MEMLUKLAR”, diye adlandırırlardı!
Asya’daki Türk
illerinden, her sene, çeşitli mallarla birlikte, 2000 yiğit OĞUZ TÜRK’Ü köle
olarak Mısır’a satılırdı. Mısır ordusuna asker olarak giren bu yiğit OĞUZLAR,
Mısır’da iktidarı ele geçirmişlerdi.
*-Maveraün’den
Hindistan’a inen asıl KAYI BOYU MENSUPLARI DA HİNDİSTAN’DA
KURDUKLARI DEVLETİN ADINI “TÜRKİYE DEVLETİ”, KOYMUŞLARDIR!
Benim asıl konum bu
yazdıklarım değildir.
Bolivya’da;
Hava Orgenerali Bariantos; diktatörken, Arjantinli tabip Teğmen Che
Guevera-Gavera-Marksist bir darbe düzenlemekteydi. Bir Kıta Çavuş’u tarafından
vurularak öldürülen Che Guevera’nın yanında; Regis Debrey adında bir Fransız Marksist’i
bulunuyordu. Bu kimse, hapislere girdi, çıktı ve en sonunda, Fransa’ya döndü.
Döndü de döndü ve öylece döne kaldı. Başka türküler çığırmayı denedi. Fransa’ya baktı;
komşu ülkelere baktı. Bir laf etti ki demeyin gitsin:
“DEMOKRASİ CUMHURİYETİ
ÖLDÜRÜYOR!”Bugünlerde de Aktif politikadan ayrılacağını dünyaya duyurmuştur.
Prof
Dr. Sayın
Mümtaz Soysal 30 Ekim 1998 günü; Hürriyet’teki köşesinde bu konuda çok
güzel bir yazı yayımladı.
Bendeniz, uzun
süreden beri, Ülkemizde, basit, ilkel, hırlı ve hırlı olmayan
politikacıların, Cumhuriyetimizi aşarak, Demokrasi adına yedikleri herzelerin,
Cumhuriyete kastetmek olduğunu vurgulamaktaydım. Bu olgunun adını kesin olarak
verememiştim; sağ olasın Regis Debrey! Bizim aslan sosyal demokratlara da bu
nedenle bozuluyordum.
Cumhuriyet;
normları,
ölçüleri, gelenek ve görenekleri olan; kurallarla kurulan ve kurallarla işleyen
bir sistemler topluluğudur. Devletin başı olan Cumhurbaşkanı seçimle gelir,
seçimle gider. Milletvekilleri de öyle. Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde, tüm
vatandaşlar aynı yasalara tabidirler.
Bu sistem; halkın daha mutlu, daha
esenlikli bir yaşam düzeyine çıkması için kurulmuştur ve bu amaçla da işlemesi
gerekmektedir. Yoksa Demokrasi, Cumhuriyetin getirdiklerini silip, süpürmek
için değildir.
İkindi Dünya Savaşı
sonunda Kore iki ayrı rejimle yönetilen iki ayrı devlete bölündü.38’inci arz
dairesinin kuzeyinde Komünist rejimle yönetilen KUZEY Kore, güneyinde de
Demokrasi ile yönetilen GÜNEY Kore Cumhuriyeti. Güney Korede iki cumhurbaşkanı
rüşvet ve hırsızlıktan hüküm giydi. Molla ruhu ile uyutulan Güney koreli
Üniversite Öğrencileri ülkeyi ayağa kaldırdı. Güney Korenin kişi başına düşen
milli geliri 30.000Doların üzerinde, Kuzey Korenin kişi başına düşen milli
geliri ise sadece 1500 Dolar. Açlıktan ölen insanlar hep Kuzey Korede var.
Hyundai Güney Koreli bir köylünün kurmuş olduğu sanayi şirketi dünyaya her
sanayi dalında egemen. Samsung ta sanayileşmiş ülkelerle boy ölçüşmektedir.
Kuzey Kore mi? Yalınız uzun menzilli füze üretmektedir halkının açlıktan
ölmesine Karşılık!Tüm hırsızlıklarını ve beceriksizliklerini Cumhuriyet
Rejimimize yükleyen hainlerimize benden selam olsun!
Bulgarlar için
söylenmiş
olan bir şiiri, iç politikada söyletmezler ve dahi, Cumhuriyetin diğer siyasi değerleri
aleyhinde kullanırsanız, defterinizi de dürüverirler. Yoksa Demokrasi
bazılarının sandığı gibi, her hangi bir istasyona gelindiğinde, terk edilecek
tren de değildir.
Bu iş; mahdumun; anasının BMW’SİYLE bir
Hanımefendi’yi ezip, Londra’ya tüymeye benzemez. Kayıkçılık ile başlayam
maceranın gemicilikle noktalanmasına ve Elif sucukları imalatına hiç te benzemez!
Delikten süpürülme korkusu ile Üniter yapımıza, Türklüğümüze saldırmaya da hiç
benzemez.
Ahlaka, yasaya, çağa ve akla ve dahi,
ulusal ve ülkesel çıkarlara uymayan olguları; demokrasi, insan hakları ve fikir
hürriyeti söylemleriyle yutturamazsınız Örneklerden tanıma geçelim:
1,
Kasım.1998
Pazar tarihli Fazilet takvimi’ne bir göz atalım:
“KÜTÜPHANELERİ YAKMAYA GEREK
KALMADI”
Meşhur İngiliz tarihçisi
Arnold Toynbee,” a Study of History”, ( Tarihi Bir çalışma),isimli kitabında,
harf inkılâbını DEĞERLENDİREREK, ”Türkler harf inkılâbıyla, kendi
kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular” demekte ve şöyle
devam etmektedir:
“Günümüzde
Hitler, kendi düşüncesine karşı olan bütün ilmi
hazineleri kökten yok edip kaldırmanın yolunu tutmuştur. Ne var ki, matbaanın
icat edilmiş olması, bu faaliyeti bir nevi imkânsız hale getirmiştir.
“Hitler’in
çağdaşı
olan Mustafa Kemal ise hedefini gerçekleştirmek için en başarılı ve en akıllı
yolu seçmiştir. Türkiye’nin başkanı, vatandaşlarının eskiden miras aldıkları
kültür ve medeniyetin havasından kafalarını kurtarıp, çok kuvvetli bir şekilde
Batı Medeniyetinin potası içinde şekil almalarını istemiştir. Böylece,
alfabenin değişimi, kütüphanelerin yakılması yerine geçmiştir. Bundan sonra;
Türk kütüphanelerini yakmaya hiç gerek kalmamaktadır. Çünkü harf inkılâbıyla bu
hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye
yaramayacaktır. Ancak, çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzumunun
hissedecektir.”(Zafer Dergisi, Ekim.1996, sayı.238.)
“TÜRKÇEYİ HİÇ BİR ŞEY
YIKAMAZDI”
“Türkçeyi
hiçbir şey
yıkamazdı; ama Latin
Harfleri yıkmıştır.” ”Bu sözler, 20 Eylül 1940 tarihinde
ölen, dünya çapında meşhur İngiliz Türkolog’u Sir Denision Ross’a aittir. Bu ünlü
Türkolog, vasiyeti üzerine, öldüğünde Türkiye’ye
defnedilmiş
ve mezar
taşının üzerine, hayran
olduğu
Kur’an harfleri ile üç mısra yazılmasını istemiştir. Bu hatıra ve mezartaşı,
bizlere çok şeyler anlatıyordur herhalde.”(Zafer Dergisi, Ekim 1996.
Sayı
238,)
“Türkçeyi,
Latin Harfleri yıkmış!” Arap yazısı, bizim ulusal
yazımız mı?
Hayır.
Sonra; bilenler
çok iyi bilir, dört türlü Arap yazısının olduğunu! Bir kere; Arapça da
BİR TEK SESLİ HARF VARDIR; onun adı da ELİF’TİR! Arap Alfabesinin Türkçe
yazılıma uymadığını cümle âlem bilir. Elif adı eşek etimden mamul sucuklara da
verilebilir!
623 sende ne
kadar eser yazılmış? Cumhuriyet döneminde; bir yılda verilen eser
sayısından çok az!
Yahudi, Arap ve İran öyküleri din
denilerek, halkımıza yutturulmuş! İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet’in
tercüme ederek Padişah’a sunduğu, KABUSNAME Mİ, ahlak kitabı!
Tercümesinin
112’inci ve 113’üncü sahifelerini okumalısınız! Oğlancılığın
faziletlerini öğrenmiş olursunuz!
Cumhuriyetimizin
beyinlerimizden kırarak, ulusumuzu esenliğe çıkardığı bu Arap
zincirlerine özlem; aslında, uşaklığa ve tutsaklığa özlemdir.
Mareşal Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK, Onbaşı Adolf Hitler sapığına benzetiliyor!
Asıl kütüphane yakarak,
insanlığı en büyük kültür mirasından yoksun bırakan İkinci Arap Halifesi Hz.
Ömer’den söz eden yok. Bu Halife; İskenderiye kitaplığında bulunan, fihristi
(10,000) cilt tutan, (2.000.000) kitabı yaktırmadı mıydı? Tam iki sene, evlerde
ve hamamlarda kitap yakıldı.
Köhnemiş ve fesat yuvası haline gelmiş
bulunan Bağdat Abbasi Halifeliğini yok eden Hülagu, Bağdat kitaplığında bulunan
değer biçilemez kitapları Dicle nehrine attırmadı mıydı? Bir Katolik
papazı da, sonradan çok pişman olduğu, Azteklerin kitaplar dolusu kitaplığını
yaktırmadı mıydı? Bunlara ses çıkaran yok.
Osmanlı ve Selçuklu
dönemlerinde Türkçe ile mi kitap yazılıyordu. Kelime Salatası/salade de mots/
bir dil oluşturulmuş, Türkçemiz, Arapçanın ve Farsçanın egemenliğine tutsak
edilmiştir.
Cennetmekân Alevi
Yörük ozanlarımız ve Türk halkımız, Türkçeyi işleyerek günümüze
taşımışlardır. CUMHURİYETİ KURARAK TÜRÇEMİZİ BAŞTACI YAPAN ATATÜRK’ÜMÜZÜ KÜLTÜR
DÜŞMANI OLARAK GÖSTERMEK HAİNLERİMİZİN YORUMLADIKLARI DEMOKRASİMİMİZİN BİR
GEREĞİDİR.
DEMOKRASİ, CUMHURİYETİMİZE
ÇAMUR VE İFTİRA ATMAK İÇİN KULLANILMAKTADIR!
Onsekizinci yüzyıla kadar demokrasi
Oligarşi anlamında kullanılırdı.Karışıklık Rejimi anlamında. M.Ö.622 tarihinde;
Büyük Dariyüsün huzurunda toplanan bir kurulda,Demekrasi/Timokrasi/ayakların
baş olması şeklinde tanımlanmıştır.
Silahla yatıp, silahla kalkan
Rahmetli Saddam Hüseyin döneminde de Irak’ta Tikrit usulü bir demokrasi, Baas
usulü bir Cumhuriyet vardı. Desteğini; Tikrit’ ten, Silahtan, korkudan ve
yalakalardan alıyordu. Halkının özgür iradesine dayanan genel bir desteği
olmadığı için; silahla boy göstermesi korkusunun işaretiydi. Bu tarz ilkel bir
güç gösterisi yapması, oluşturduğu demokrasiyi ve cumhuriyeti işler halde
tutmak amacına yönelikti.
Hırsızın, mırsızın, çağ dışıların ve ruh hastalarının her istediklerini
yapma ve her aklına gelen ölçü dışı salaklıkları böğürme ortamı değildir
demokrasi.
Cumhuriyete ve
cumhuriyetin getirmiş olduğu güzelliklere ters düşen söz ve
eylemleri, ”demokrasidir, napalımla!” kabullenemezsiniz.
Kabullenirseniz,
cumhuriyetin değerleri yerine soytarılıkları koymuş olursunuz.
Bireyin meşru müdafaa hakkı olduğu gibi;
CUMHURİYETİN VE DEVLETİN DE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VARDIR.
Cumhuriyetimiz bu
hakkını
Mustafa Kemal gibi kullanmalıdır. Kendisine acımayana cumhuriyet neden acısın?
Seçilmek,
iktidar olabilmek için halkın özgür iradesini kazanmak, demokratik
sistemin ve cumhuriyetin gereğidir. Seçilebilmek için de, her türlü
namus ve ahlak dışı dümenleri çevirmek te demokrasinin değil
ahlaksızlığın gereğidir.
Herodot Tarihinin
üçüncü kitabında, Dariyüsün ve beş arkadaşının uygulanacak yönetim
sistemi üzerine yaptıkları tartışmalar çok ilginçtir. ”Krallık, basit bir adamın,
kendisini adam yerine saydırma tutkusunu yaratır. Öncelikle, kadınları köle
gibi kullanması nedeniyle, iyi bir yönetim biçimi değildir!”
Demokrasi/Timokrasi/, ayak takımının baş olması
demektir!”Denilmektedir.
Cumhuriyet, her
kurum ve kuruluşuna baş ister. Demokrasi, cumhuriyete alternatif değildir, alternatif
olamaz.
DEMOKRASİ, CUMHURİYETİN
ERDEMLİ BİR BİÇİMDE İŞLEMESİNİ SAĞLAMAK İÇİN VARDIR.
Halkın oyuyla, şu siyasi
partiden seçildikten sonra; para ve her türlü kirli çıkar için, çalmadık siyasi
parti kapısı bırakmamak, DEMOKRASİNİN GEREĞİ DEĞİLDİR. SAHTEKÂRLIĞIN VE
ALÇAKLIĞIN VE DAHİ AHLAKSIZLIĞIN GEREĞİDİR.
Bir yığın ahlaken çökmüş
yaratığı çağın dışına götürüp, sonra da, demokrasimizin bir gereğidir diyerek,
cumhuriyetimizin karşısına getirmeyi hiç bir kimse kabul
edemez.
Ne söylenirse
söylensin yemezler, ne bulurlarsa yiyen Sayın Büyüklerimiz,
yemezler!
Bartın’ın İhsaniye (Osmanlı) köyünden bir Hanım,
Salı ve Cuma günleri, Amasra Semt Pazarında pazarcılık yapmaktadır. Senelerce
önce; bana dedi ki:
“Sizler
okumuş
insanlarsınız; Bir PKK’lı, bir
vatan haini öldürüldüğünde; “insan hakları!” diyerek ayağa kalkanlar, bir
rütbeli, rütbesiz asker, bir polis, halktan masum bir kimse, bir çocuk ve bir
kadın öldürüldüğünde niçin susarlar? O ölenler insan değiller mi? Onların insan
hakları yok mu? Bunlar, maaşla mı bu kadar şamata çıkarırlar. Ben bunlara çok
bozuluyorum. Terörist, sağ olarak ele geçirilmeliymiş! Kendileri gidip, neden
sağ olarak ele geçirmezler Beyim!”
Bu gibi çıkışların demokrasi
ile de bir ilintisi yoktur. Ölenlerin sahipsiz bırakılmalarının eseridir tüm bu
ahlaksızlıklar.
“ATATÜRK
DEVRİMİNİN
TEMEL İLKELERİ;”
“Cumhuriyetçilik nedir, ne değildir?”
1996
yılında
yayımladığımız bir ders kitabına yazdığım yazıyı aynen vermek istiyorum: ”Genellikle ve
aydınlarımız
arasında CUMHURİYET = DEMOKRASİDİR görüşü egemendir.
Öyle olduğuna inanırlar ve öylece de anlatırlar.
Demos,
Yunanca HALK; Kratos ta yönetim demektir. DEMOSKRATOS, DEMOKRASİ, HALKIN YÖNETİMİ
demektir.
CUMHURİYET’İ nasıl
tanımlamamız gerekecektir?
CUMHURİYET; MUTLAK OLARAK,
EGEMENLİĞİ ELİNDE TUTAN MİLLETİN, BUNU BELLİ SÜRELER İÇİNDE SEÇTİĞİ
MİLLEVEKİLLERİ ARACILIĞI İLE KULLANDIRDIĞI; BAŞINDA; VATANDAŞLAR GİBİ YASALARA
UYAN VE DEĞİŞTİRİLEBİLEN YÖNETİCİLERİN BULUNDUĞU DEVLET ŞEKLİDİR.
Milattan
çok önceleri; Atina sitesinin yöneticileri çömlek kırıklarına adları
yazılarak, Atina vatandaşları tarafından
seçilirdi. Zamanla, aile ve grup egemenliği ortaya çıktı. Cumhuriyet, sonuçta,
diktatörlüğü getirmiş oldu.
Demokrasi
kelimesi, OLİGARŞİ—Karışıklık rejimi—ile eş anlamda kullanılır oldu.
Atina hayranı Avrupa da, 18’inci y.y.a kadar, bu tanımı kabul etti.
Büyük
İskender’in
öğretmeni ve EFLATUN’UN öğrencisi ARİSTO (i.ö.384–322)üç
ayrı
devlet şeklini tanımladı:
1-Monarşi,
2-Aristokrasi,
3-Politi.
Dedi ve : ”Bu yönetim biçimleri, halkın yararına,
faydalarına göre kullanılırsa yararlıdır.” demeyi de ihmal
etmedi.
Monarşi yerine, onun
bozulmuş biçimi TİRANLIK; Aristokrasi yerine, onun bozulmuş,
yozlaşmış olmuş biçimi olan, OLİGARŞİ; Politi yerine de, DEMOGOGLARIN
egemenliği ele geçirdiği DEMOKRASİ—DEMOGOJİ- ortaya çıkar. Demokrasi oyununu
oynayan, Az gelişmiş, günü gününe yaşamak zorunda bırakılan ve siyasi kültürden
yoksun toplumlarda, bu süreç hep böyle geliştirilmiştir.
Aristo’nun
çok ilginç tespitleri, günümüzde bile geçerliliğini sürdürmektedir:
“Yoksulluk,
itaat alışkanlığı;
zenginlik ise insanlara otoriteye karşı koyma eğilimi verdiği halde; orta sınıf
böyle eksikleri olmayan bir denge unsuru oluşturur:”
“Eşitlik ilkesi
uygulanmazsa, zeki ve üstün yetenekli insanlar, gerçekte var olmayan eşitsizliği yok etmek için
ihtilal yoluna giderler.” der, Ünlü Bilge.
Atatürk’ün
sayesinde; Türk Ulusu yeni bir yönetim biçimini denemeye koymuştur.
Halka hizmet sistemi.
Diktatörlükler
sadakat sistemine bağlıdır. Halk ve hizmetliler, diktatör için
vardır.
Cumhuriyet’te,
halkın
seçtiği yöneticiler ve hizmetliler, halk için vardır. Diktatörlükte sadakate
göre insanlar değerlendirilirler. Cumhuriyet’te cumhuriyete verilen hizmete
göre değerlendirme esastır.
İlkokul mezunun
korgeneral; Yedi, Sekiz Hasan’ın Paşa olduğunu bilmeyenimiz var mıdır?
Dağılan Sovyetler Birliği
de cumhuriyetti ve bir tek komünist partisi vardı. Komünist partisine sadakat
esastı.
“Atatürk
dönemi, tek partili yönetim dönemidir! Öyle ise, cumhuriyet dönemi sayılamaz!” diyenlere benden
okkalı
bir selam olsun. Onca ihanete ve gericiliğe karşın; çok partili bir yönetim
dönemini denemedi miydi?
ATATÜRK Dönemi,
Cumhuriyet Dönemidir; neden mi Cumhuriyet Dönemidir? Anlatayım:
İngiltere,
demokrasinin beşiğidir. Lortlar Kamarası ve Avam Kamarası seçimle gelir;
seçimle gider. Ya devlet başkanları! Kraliçe Elizabeth ve ondan önceki İngiliz Kralları ne ile geldiler?
Seçimle mi geldiler? Hayır; soy ağacına göre
geldiler; ya ecelleriyle gittiler, ya da krallığı bırakmak zorunda kaldılar.
Öyle
ise, demokrasi, cumhuriyet değildir. Devlet başkanının seçimle geldiği bir
yönetim biçimi cumhuriyettir.
Bu seçim; doğrudan doğruya
olabileceği gibi, halkın özgür iradesiyle seçtikleri aracılığı ile de
olabilmektedir.
ATATÜRK’ÜN
cumhuriyet yönetimi budur. İlk zamanlar; iki dereceli seçimler vardı
denilebilir. %3 okur, yazar oranı ile miras olarak
alınmış, bir kul topluma; İngiltere’nin 700 senelik sistemini, şıp! Diyerek,
kim yerleştirebilir?
12,
Eylül, 1980 Askeri darbesiyle devletimizin başına oturan Orgeneral
Sayın Kenan Evren. DEVLET BAŞKANIDIR. 1982 seçimiyle
gelen Sayın
Kenan Evren ise CUMHURBAŞKANIMIZDIR. Aynı kişiye değişik nitelik vermek
hukuki işlemlerle olur.
Silahlar
seçerse, Cumhurbaşkanı olunamaz. Oylar
seçerse cumhurbaşkanı olunur.
Napolyon
Bonapart’ın
Yeğeni Napolyon’u; 1848 tarihinde, Fransız halkı seçtiği için, Fransız
cumhurbaşkanı oldu. 1851 tarihinde; Fransız devletinin başına
askeri bir darbe ile geldi ve Üçüncü Napolyon unvanı ile de Fransız İmparatoru
oldu.
CUMHURİYET YÖNETİMİ,
DEMOKRASİ İLE DEMOKRASİNİN SAĞLADIĞI, DEMOKRATİK ORTAM İLE GELİŞİR.
ATATÜRK;
”Cumhuriyetin, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillere ihtiyacı
vardır;” demişti.
Demokrasi
edebiyatı
ile yetiştirilmeye çalışılan yeni nesillerimize bakınız. Gençliğin bir boyutuna
değil, çeşitli kesimlere mensup olan gençliğin tüm boyutlarına bakınız.
Cumhuriyetimizin dayandığı evrensel değerlere bakınız. Sonra da; demokrasi
adına oynanan oyunları iyi bir gözlemleme ile irdeleyiniz.
İlginç, ilginç
olduğu kadar da, çok ahlaksızca bir durum ve ortamla karşılaşırsınız.
Cumhuriyetimizi; demokrasinin nimetlerinden yararlanarak yozlaştıran, işleyemez
duruma getirenler; suçu kendilerini lâyık olmadıkları yerlere getiren
sistemimize yıkıp, KANLA VE GÖZYAŞI İLE OLUŞTURDUĞUMUZ
KONSENSUS’U YIKMA ÇABASI İÇİNDELER.
“Sait’i
Kürdi’yi dinleselerdi, bunlar başımıza gelmezdi;” ÖĞRETİM BİRLİĞİ
YASASINA NE GEREK VARDI!” diyen politikacı, Milli Eğitimimizin
başında
“Laik,
dinsiz Mustafa Kemal rejimini yıkıp, Kuran’a dayalı ŞERİAT REJİMİ
GETİRMEK İÇİN, VAR GÜCÜMLE ÇALIŞACAĞIMA BÜTÜN
MUKADDESATIM ÜZERİNE YEMİN VE KASEM EDERİM!”Diyen politikacı, tarikatçılarla ve
Harici bedhahlarla kol kola ve en yüce yerde.
“Dağlara ve taşlara, NE
MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” basitliğini yazdılar diyerek,
bir İngiliz’e beyanat veren politikacımız 864 RAKIMLI TEPE’DE!
Çalanlar,
çarpanlar, köle insan ve uydu devlet kurumları yaratmak için, hiç
te umursamadan ve utanmadan çalışanlar, SUÇLU OLARAK CUMHURİYETİMİZİ
GÖSTERİYORLAR!
DEMOKRASİ; HALKIN EGEMENLİĞİNİ
GEÇİCİ VE BELLİ SÜRELER İÇİN DEVREDECEĞİ TEMSİLCİLERİN SEÇİMİNDE KULLANILAN EN
DOĞRU VE EN SAĞLIKLI YOLDUR.
Ya, ülkemizde ve
pratikte uygulamalar böyle mi?
Demokrasi,
çoğulculuk
ve çoğunlukçuluk üzerine kurulmaktadır. Ülkemizde; çoğunluğu alan siyasi parti;
seçim yasası ile oynayarak %21,75’lik bir oy oranı ile iktidara
gelebiliyorsa; burada, halkımızın iradesi yoktur. Burada; Rahmetli Aristo’nun
dediği olmuştur.
Ya
da Rahmetli Eflatun (İ,Ö,429–347) ne
buyuruyordu! DEVLET’İ okumayan, hiçbir kitap okumamış demektir.
Hele, hele DEVLET’İN işlendiği 8’inci ve 9’uncu bölümler, mutlaka okunmalıdır.
Yunanistan’la bin
kere savaşsak,
bin kere yeneriz. Yunanistan’a yine de hiçbir şey olmaz. Çünkü ve dahi çünkü
Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo
‘su ve DEVLET’İ var. Yalınız Eflatun’u bir kere yenebilsek; Avrupa’yı sürekli
yenmiş oluruz.
Bakınız, Eflatun bize
nasıl sesleniyor:
“Namuslu
memur; ne ailesince, ne de devletince sevilir. Hırsız olup, herkesi memnun
eden; fakat namuslu görünmesini bilen memur, herkesçe sevilir takdir edilir ve
onurlandırılır.”
“Demokrasilerde;
önce, liderin karısı ve çocukları hırsızlığa alıştırılır, sonra
da lider;” diyor Eflatun!
Daha da neler
diyor neler: ”O zaman, kendileri daha da zengin, daha zengin olma peşine düşerler. Paraya
verdikleri değer arttıkça; doğruluğun değeri düşmeye
başlar. Zenginlikle doğruluk öyle ayrı şeylerdir ki; ikisini teraziye
koyduğunuzda, kefelerin biri hep iner, öteki yukarı çıkar.” (Devlet, S.234)
“Bir
devlette, zenginlik ve zenginler baş tacı olunca; doğruluğun
ve doğru insanların şerefi azalır.”(Devlet; S.551).
”Çalıp, çırpma ve
yurttaşları yoksulluğa, açlığa ve sefalete iten para hırsı, mutsuz insanlar
yaratır”, diyor ve ekliyor Ulu Bilgin: ”Bu mutsuz
insanları
görmezlikten gelen zenginlerse, bir şey düşünmezler. Zehirli iğneleri, yani
paralarıyla, darda kalan yurttaşları sokmaya devam ederler. Onlar,
sermayelerini büyüttükçe; toplumda, yaban arıları ve serseriler çoğaldıkça çoğalır.”(Devlet;
S.240)
Ve
şu
sonuca varıyor EFLATUN:
“İşte, bu kavgada,
yoksullar, düşmanlarını yendiklerinde DEMOKRASİ KURULUR.” ”Evet;
demokrasi, ya böyle silah gücüyle olur; ya da zenginlerin korkup kaçmasıyla olur.” (Devlet.
S.24-557)
“Oligarşiden demokrasiye
geçiş nasıl olursa;
demokrasiden zorbalığa geçiş te, aşağı yukarı, öyle mi olur, dersiniz?” Oligarşiyi kuran ne
olmuştu? Aşırı zenginlik
kaygıları değil mi?” Oligarşiyi yıkan da, bu doymak
bilmeyen, zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutku olmuştur. (Devlet,
S.246-562)
“ÖZGÜRLÜK,
BİR
DEMOKRASİ DEVLETİNDE; HERKESİN,”EN GÜZEL ŞEY DEDİĞİ” O’DUR. ”Bu özgürlüğe susamış devletin
başındakiler, içki sunmasını bilmeyen sakilere döndüler mi, demokrasi
alabildiğine hürriyet için sarhoş olur. Halkı yönetenler, her yola girmesini
beceremez, her istenen özgürlüğü veremez olunca, halk onları suçlandırır, hain
diye cezalandırır.” (Devlet, S.247-562c-d)
“Oligarşinin başını yiyen hastalık,
burada da özgürlükten doğar, daha büyük bir hızla gelişir ve sonunda
demokrasiyi köleliğe çevirir. Çünkü; her aşırılığın ardından her
zaman sert bir tepki gelir. Mevsimlerde, bitkilerde, tüm canlılarda bu böyle olur. Devletlerdeyse,
hepsinden daha çok.”( Devlet, S.248-563c)
Eflatun’un
2500 sene önce anlattıklarının hepsi, Cumhuriyetimizde de,
Demokrasimizde de var.
Bu durum; Mareşal Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK’ÜN tanımladığı ve özlemediği
duruma hiç uymamaktadır. O’NUN döneminde; T.B.M.MECLİSİ üyeleri ve üst düzey
yöneticileri, lüks elbise giymezler, kerpiç binalarda otururlardı. Palto ile
T.B.M.MECLİSİNE gelen milletvekili, ol paltoyu hizmetli ile arkadaşına
gönderir, tek paltoyu iki kişi kullanırdı. Tek palto, iki kişinin
T.B.M.MECLİSİNE gelerek, ulusun alın yazgısını değiştirecek kavgalara girmesini
ve onurunu yüceltmesini sağlardı.
T.B.M.MECLİSİ,
odun sobası
ile ısıtılır, gaz lambası ile aydınlatılırdı. Milletvekilleri okul sıralarında
oturur, asker karavanalarından yer ve öğrenci yatakhanelerinde yatarlardı.
İkinci İnönü
Muharebesine iştirak eden sekiz milletvekili, ateş hattında, iki saat boyunca,
düşmanla çarpışmışlardı.
Kendisine
zeki, çıkarlarına
kaplan olanlar, devlet yönetiminde pısırık ve mandacı; kendisine abdal ve çıkar
nedir bilmeyenler, devlet yönetiminde onurlu ve yiğit.
Demokrasi
oyununda; iradesini vekillerine verenler, onlardan daha akıllı ve uyanık
olmalılar ki, cumhuriyetimiz yozlaştırılmasın. Halkın, kendisini temsil etmek
maksadıyla seçtikler; halkın gözünün içine baka, baka, Cebeci pazarındaki
Patates ve domates gibi, kendilerini pazarlayamasınlar.
Seçmenlerimiz, bu
durumu önlemeli, akde aykırı davrananların vekâletleri azledilmelidir.
Demokrasi,
Türkiye Cumhuriyeti’nin örgütlenme biçimidir. Demokrasi, hayata başlama, okuma ve
geleceğini kurma çizgisinde,
fırsat eşitliği sağlayan bir cumhuriyet dayanağıdır.
Halkımıza yalınız siyasi
özgürlük vermek, bir aldatmacadır. Halkımıza, ekonomik özgürlüğü mutlaka
verilmelidir.
EKONOMİK YÖNDEN ÖZGÜR
OLAMAYANLAR, ANCAK VE DAHİ ANCAK, EFENDİLERİNİ SEÇEBİLİRLER.
İçinde yaşadığımız cumhuriyet’
in, ATATÜRK CUMHURİYETİ ile ilgisi, onun devamı olma iddiasından ibarettir.
Yöneticilerin TİRAN’A, halkın da AVAM’A dönüştürüldüğü bir YERDE DEMOKRASİNİN
VE DAHİ CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ TARTIŞILIR.
Halkın çocukları, hem
yurdu, hem cumhuriyeti, hem yöneticileri ve onların ailelerini ve dahi
yurdu
korursa; halkımızı kimler nasıl koruyacaktır!
Bu cumhuriyet ve
bu demokrasi, Mareşal Gazi Mustafa kemal ATATÜRK’ÜN önerdiği ve özlemini çektiği
yönetim biçimi değildir ve olamaz.
Halkımızdan alırken;
umutla alınan, kullanırken parayla ve her türlü kirli çıkarla satılan bir irade
anlayışının olduğu yerden Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, HİÇ GEÇMEMİŞTİR.
Bugün;
cumhuriyeti yıkmak isteyenlerin nedenleri cumhuriyetimizin kendisinde
mevcut değildir.
Türkiye
Cumhuriyetini; akla ve çağdaşlaşmaya gönül vermiş, çoğulcu ve
çoğunlukçu, laik, demokratik, insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına ve
sosyal hukuk devleti anlayışına saygılı kimseler yönetmelidir.
Ben bu yazımı çok önceleri,
adres defterimdeki adreslere iletmiştim.Konu hep güncel olarak kalmıştı.Sayın
Özdemir İnce'nin 15 Kasım 2012 tarihli Aydınlık'ta"Cumhuriyet mi,Demokrasi
mi?"Başlıklı nefis bir yazısını okuyunca ol yazımı arşivimden çıkartıp
eklemelerle yeniden yayımlamak fikri aklıma geldi.Sayın Özdemir İnce'nin
yazısından bir bölümü de yazıma aldım.Buyurunuz:
""devrimler
yapılmasaydı(harf ve kıyafet devrimi)hukuk ve okullar laikleştirilmeseydi,
hele, hele halifelik kaldırılmasaydı, tekke ve zaviyeler kaldırılmasaydı İslamcıların,
şeriatçıların cumhuriyetle hiçbir sorunları olmazdı. Osmanlı saltanatının kaldırılmasına,
ailesinin sürgüne gönderilmesine ses çıkartmazlardı. Atatürk’ün padişah
olmasını bile alkışlarlardı.
İslamcı ve
şeriatçıların demokrasi aşklarının gerçekle uzaktan, yakından ilişkisi yoktur.
Demokrasi onlar için Devrimci ve Laik Cumhuriyete düşmanlık etmek için bir fırsat.
Eğer AKP toplumu İslamileştirme programlarını gerçekleştirebilirse cumhuriyeti
de severler.
Türkiye, AKP ve
Demokrasi
Hilafet adlı bir
derginin 1417 Recep(Kasım 1996)sayısının başyazısından birkaç cümle
aktaracağım:
"Cumhuriyet,
toplum ve devlet hayatında Allah'ın iradesini-hükmünü değil de halkın ya da
çoğunluğun iradesini-hükmünü esas almaktır. Bu ise İslam'ın temel akidesine
yani kelime-i tevhide tamamen terstir... Cumhuriyet bir küfür sistemidir ve
madem ki özellikle Türkiye'de cumhuriyet bayramının özel anlamı vardır da Allah’ın
şeriatının ve onun tatbik metodu olan Hilafet ‘in hayattan uzaklaştırılıp
yerine küfür sistemi olan "kâfirlerin kelimesi" olan cumhuriyetin
ilanının bayramıdır."
Cumhuriyetin bir kÜfür
sistemi ve İslam'ın temel akidesine yani kelime-i tevhide tamamen
terstir!"Hezeyanını yazan Zavallının İslam tarihindeki seçimle gelen
Halifeleri de küfre alet saydığından haberi yoktur. İlk dört halife dönemi tam
cumhuriyet dönemi değil midir? Hz.Ebu Bekir, kavgalı bir oturumdan sonra, ilk
olarak halife seçilmemiş midir?Bu zavallı,seçilmiş halifeleri öldürterek halife
olan yalancı halifeleri savunmaktadır.Bayraklı Orospunun oğlu olan Amr İbnil As'a
mızrakların ucuna Kuran sahifeleri taktırması ilahi bir emre mi dayanmaktadır!
Din her toplumun özelliklerine göre geliştirilen insanlara ait bir sosyal düzen
kuralıdır. Devlet bir tüzel kişidir, tüzel kişilerin de dini olursa çıkabilinir
mi işin içinden.Her devletin birer halifesi olursa İslam ve Kuran ne hallere
düşer.Dünya üzerinde halifelik kurumu kadar kan akıtan bir kurum daha
görülmemiştir.Devlet müslümansa şeyini kim,nerede ve nasıl sünnet
edecektir!Bakınız,benim de yeni öğrendiğim dört Mezhep kurucusunun ittifakla
almış oldukları bir fetva vardır:"Dini devletin emrine vermek onu köleleştren en büyük haramdır!”
Görünüz Müslüman ülkelerdeki kepazelikleri. Beş yaşındaki öz kızının ırzına
geçerek öldüren imam Arabistandadır. İSLAM ÜLKESİ VE DİNİ OLAN ARABİSTAN'DA BİR
YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞU İLE EVLENİLİR DİYEN MÜFTÜYÜ DUYDUNUZ MU? Sizler hiç bir
eşek gördüz mü sıpaların ırzına geçerek onları öldüren. Siz hiç bir domuz
gördünüz mü mozalarının ırzına geçen. Dünya yüzünde insandan başka yaratık var mıdır,
yavruların ırzına geçen. Hangi din vardır ki Müslümanlıktan başka,cenneti de
genelevine çeviren.Laiklik insan onurunun ve namusunun koruyucusu yegâne
sistemdir.Sana minnettarız Ey Yüce Mustafa Kemal Atatürk.Sen,değil dünyamızı
kadınlarımızın cennetini de kucaklamışsın.
LAİKLİKTEN
SOYUTLANMIŞ KİRLİ BİR DEMOKRASİYLE, ERDEMLİ CUMHURİYETE VARMAK MÜMKÜN
DEĞİLDİR; SAYIN SEYİRCİLERİMİZ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder