BİR DOSTU YİTİRMEK…
22 ŞUBAT 2017
ÇARŞAMBA GÜNÜ; Komutanım, dostum, öğretmenim, sırdaşım, dert ortağım, Emekli
Jandarma Albay Osman Türkoğuz hakkın rahmetine kavuştu…
Bugün de Menemen
Hatundere Köyünde, Oğlu ve Anasının yanında toprağa verdik…
Osman Albay; Jandarma
Teşkilatımızın; seçkin subayı, iyi asker, iyi komutan, iyi öğretmen, adam gibi
adamdı…
Ve gönül adamı idi…
Şair, yazar…
Hukukçu…
Ülkemiz ölçülerinin üzerinde, aydın,
çağdaş…
Bilgi Pınarı…
Bilge…
Gerçek
Atatürkçü…
Aklı ve bilimi
önemseyen, ülkesinin ve Milletinin aydınlık geleceği için çırpınan yiğit bir Savaşçı…
Emrinde
çalışmaktan, tanımaktan, dostluğunu kazanmaktan duyduğum onur ve
kıvancı anlatmam zor…
Denir ya; “bir kitap
okudum; dünyam değişti…”
Ben de Osman Albay’ı
tanıyınca; dünyaya bakış açım değişti…
Ama şunu da
söylemeden edemeyeceğim: Ne yazık ki, Ailesinde de, dostlarında da,
komutanlarında da, astlarında da hak ettiği değeri bulamadığını düşünüyorum…
Her ölüm erkendir;
yaşı ileri olmasına rağmen; bu ölüm Osman Albayıma yakışmadı…
Komutanımı; 1977
yılında Manisa’ya Merkez Kölük Komutanı olarak atandığımda tanıdım…
Emrinde iki yıl
çalıştım…
Askerliği de,
Jandarmayı da, insanlığı da Atatürk’ü de ondan öğrendiğimi söyleyebilirim…
Sonraki yıllarda da
irtibatımız, emekli olunca da dostluğumuz sürdü…
Her görüşmemizde,
yeni şeyler öğrenirdim…
Yaptığım her işimde
danışırdım…
Üniversite’de ders
vermeye de O’nun yönlendirmesiyle başlamıştım…
Aynı dergilerde ve
aynı internet sitelerde yazılar yazmış ve birlikte kovulmuştuk…
Osman Albayımın kaybı yalnızca; ailesini ve
sevenlerini üzmedi…
Şiirleri de öksüz
kaldı…
Atatürk sevdası da,
Türkçe sevdası da yetim kaldı…
Bilgisayarı da boynu
bükük…
Demirci Dağını, Manisa
Garındaki çınar ağcını, Sınırlardaki Mehmet’i,
Antakya’nın inişli çıkışlı yollarını, hatta Sarı Gülleri kim teselli edebilir
ki…
Ya, Gönül gözü ile
görenleri…
“ATEŞ İLE SU” yine,
yan yana mı?
Bir çınar daha göçtü bu dünyadan.
Yaşamı boyunca Cumhuriyete, M. Kemal Atatürk'ün ilkelerine
sahip çıkmış, onun ocağını korumuş, vatansever, gerçek Atatürkçü, derin tarih
ve hukuk bilgisiyle gün ışığına çıkarttığı gerçekleri korkusuzca bizlere sunan,
cesur duruşuyla ışıklar saçan, Komutanım, ne yazık ki özlediği aydınlık günleri
göremeden aramızdan ayrıldı…
ATATÜRK’ÜN yiğit Askeri;
ruhun şad olsun.
Ahmet AVCI
23 ŞUBAT 2017
İZMİR
SINIRLARDA MEHMEDİM
YÜREĞİNİ YASTIK YAPMIŞ TA ARKASINA;
GÖZLERİ ELLERİNDE DÜRBÜN.
YAĞMURLA, RÜZGÂRLA, KARLA BERABER,
GECELERİN ARKASINDA,
MEVZİDEDİR MEHMEDİM.
KAÇAKÇI KURŞUNLARI GELİR ZİYARETİNE,
KATIK YAPAR DA KURU EKMEĞİNE,
ULUSUNUN TÜM SEVGİSİNİ KATAR.
GECELER BOYU SINIRDADIR MEHMEDİM;
AYLA BERABER,
GÜNEŞLE YATAĞINA YATAR.
SİLAH SESLERİ BÖLER GECEYİ,
BAZAN ÜÇE, BAZAN DA DÖRDE.
KIRK MİLYON OLUR DA MEHMEDİM,
ÖYLE VURULUR, ÖYLE ÖLÜR,
ÖYLE DÜŞER, DÜŞERSE DERDE.
NE BİR ANA BULUNUR,
NE DE BİR BACI YANINDA.
KIRK MİLYON TÜRK UYUR GECELERİ,
MIŞIL, MIŞIL,
UYKUSUZ MEHMEDİMİN ARDINDA.
VURULUR MEHMEDİM,
KIŞ ORTASINDA, YAZ BAŞINDA.
VURULUR MEHMEDİM,
YILDIZLARIN VE AYIN TANIKLIĞINDA;
GECELER AYDINLANIR KANINDA;
TOPRAK VATAN OLUR CANINDA
BİR SİGARA GİBİ TÜTTÜRÜR,
UZUN KIŞ GECELERİNİ.
YALNIZLIK TA ÇEKİLİR Mİ HİÇ,
KAR OLMASA, YAĞMUR OLMASA,
KAÇAKÇI KURŞUNLARI DA OLMASA.
TESBİH YAPAR DA MEHMEDİM,
SABIR, SABIR ÇEKER,
YA TESKEREYİ YA DA ÖLÜMÜ.
VURULUR ÖLÜR MEHMEDİM,
BAZAN GECENİN ORTASINDA,
BİLİR AMA MEHMEDİM BİLİR,
KIRK MİLYON TÜRK UYUR GECELERİ,
MIŞIL, MIŞIL,
YARALI MEHMEDİMİN ARKASINDA.
SU UYUR, TAŞ UYUR, DÜŞMAN UYUR DA,
UYMAZ SINIRDA BENİM MEHMEDİM.
VURULUR, ÖLÜR DE BENİM MEHMEDİM;
AK GÜVERCİNLER GİBİ RUHUNU;
SELAM, SELAM, SELAM DİYE,
ULUSUNA GÖNDERİR.
OSMAN TÜRKOĞUZ…
(Kızıltepe; 1977)
MANİSA GARINDA, ÇINAR AĞACINIM.
(Bu şiiri, 22Aralık 1978’de yazmıştım.)
Koskoca yüreğim avuçlarımda,
Bir çınar ağacına da dayanmışım;
Yaprakları dökülmüş, kuşları uçmuş.
Gözlerim karanlıklarda, içimse kapkaranlık,
Yerde kardan beyaz örtüler,
Geleceğine inanmışım, geleceğine kanmışım;
Yıldızlar üşümüş yalnızlığımdan.
Üşümüş yapayalnız Koca istasyon;
Bekleme salonunda yorgun insanlar,
Ben üşümüşüm, ben yıkılmışım,
Donup kalmışım yalnızlığımdan.
İçime sığınmışım, bir ağaca sığınmışım,
Sensizliğin buz kesen ayazından.
Sense kim bilir şimdi nerdesin,
Bir tren penceresinde misin, sisli ve puslu?
Ve boğazında hıçkırıkları suskunluğun,
Düşünmekten sırılsıklam ellerin;
Beni mi düşlüyorsun, kim bilir?
Yol uzun, sevda uzun, çile uzun;
Kim bilir, beklide bilinmez ki,
Türküsünü mırıldanıyorsundur sevdamızın,
Tren tekerleklerinde upuzun.
Uzun kış geceleri olmuş özlemin,
Sensiz taşımak, sensiz yaşamak ne mümkün.
Puslu camlarda seni görünce;
Bir yüzünde sensin, bir yüzünde de ben,
Dilsiz sandığımız aynaların ve zamanın,
Bir ucunda da sen, o bir ucunda da ben.
Kim kimi bekliyor, söyle a canım,;
Keşke oturduğun koltuğun olsam,
Dudaklarına yapışan sigaran;
Her nefes alışımda seni yaşıyorum,
Bin nefes alışında, sen de beni an.
Böyle düşüncelere dalıp gitmişken,
Derinden bir sesle uyandım birden:
“Kolay mı,” diyordu ulu çınar ağacı.
“Kolay mıdır ey insanoğlu,
Bir istasyon önünde ağaç olmak?
İnsanların mutluluğu ile yeşerip,
İnsanların hüznüyle sararıp, solmak?
Görmüyor musun terk etti beni de
Yapraklarım ve kuşlarım bile.
Tek, tek kaldı üstümde,
Yaşam türküsünü yitirmiş birkaç kozalak.
Sonra sen kaldın,
Bir de sırtımda posta kutusu,
İçi mutsuz mektuplarla dolu.
Ve iki ölmüş yılan gibi,
Önümde uzanmış, geçmişten geleceğe,
Kap kara tren yolu.
Haydi, git, haydi git, bekleme sen de,
Ben bekleyeyim senin yerine de.
Dert sende, hüzün sende, ayrılık sende.
Ben sararayım insanoğlu, ben solayım;
Ve gelmeyince de beklediğin,
Ben üzülüp, ben ağlayayım.
Dayanıyorum insanoğlu dayanıyorum,
Doğanın soğuğuna kışına;
Yapraksızlığa, kuşsuzluğa dayanıyorum da,
Dayanamıyorum insanların yalnızlığına.
İnsanların acısına dayanamıyorum,
Dayanamıyor ağaç yüreğim.
İşte sırtımda posta kutunuz,
Bir reklam borusu çakılmış yüreğime,
Mutsuzluk mektupları yaralar beni,
Yolcusuz kalkan trenler birde.
Hele, hele,
Yalınız binenler ve yalınız inenler,
Birde sen kahretme beni.
Yapraksızlık, kuşsuzluk beni üşütmezde,
Üşütür insanların yalınız yüreği.
Belime dayanıp ta ey insanoğlu,
Sigara, sigara yakma zamanı,
Manisa’nın akşamüstleri vardır ya;
Ya buluşma zamanıdır, ya ayrılık zamanı.”
Derinden bir tren böldü geceyi,
İnsanca sevmeyi, ağaçça düşünmeyi.
Sonra puslu camlarda sen;
Aydınlattı koskoca istasyonu,
Yemyeşil gözlerinle pespembe çehren,
Aydınlandı içim, aydınlandı düşüncem.
Aydınlandı ağaçlar, yaprak, yaprak;
Gün doğmuşçasına birden.
Nereden geliyor bu kuş sesleri?
Serçeler midir yoksa
Çınar yaprakları altında öten?
Osman TÜRKOĞUZ